- Kelâm ilminin tarifi

Adsense kodları


Kelâm ilminin tarifi

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

rray
hafız_32
Sat 9 October 2010, 07:32 pm GMT +0200
KELÂM  İLMİNİN TA'RÎFİ,  MEVZUU, GAYESİ


Şimdiye kadar yapılan tarihçeden anlaşılacağı üzere İslâm 'dtninin iman esaslarından bahseden ilim, asr-ı saadetten sonra başlamak üze­re zamanımıza kadar çeşitli safhalar geçirmiş, bu arada çeşitli isim­lerle de yâd edilegelmiştir. Akaİd İlmi, Usûlu'd-dîn, Tevhîd ve sıfat ilmi, Fıkh-ı ekber, Kelâm iimi diye sıralayacağımız, bu isimleri teker etker inceleyelim. [1]

 

A. Akaid İlmi, Usûlü'd-Din
 

Akaid, akîde kelimesinin cem'idir Düğüm bağ­lamak, düğümlemek mânâsındaki «akd = » kökünden türeyen akîde : gönülden bağlanılan, kesinlikle karar verilen, düğüm atmışcasına kat'iyyetle inanılan şey demektir. Gönülden bağlanmaya ve kesinlik­le karar vermeye «i'tikâd» denilir. «îman»da aynı mânâya gelir.

O halde «İslâm akaidi» : İslâm dininde kesinlikle inanılan husus­lar mânâsına gelir ki biz bunlara iman esasları (mu'menun biti) de­riz. Buna göre «akaid ilmi» iman esaslarını ihtiva eden bir ilim ola­caktır

Akîde inanış tarzı, yani iman esaslarını kabul ve telâkki tarzı mâ­nâsına da kullanılmıştır. Bilhassa selef ulemâsına izafe edilen akî­de risaleleri bunun şâhidleridir: Ahmed b. Hanbel'in akîdesi, Tahâ-vî'nin akîdesi, Taberînin akîdesi gibi. Bu durumda akîde kelimesi, ay­nı zamanda bir iman risalesinin muhteviyatına ad olmaktadır [2].

«İslâm akaidi» : İslâm dininin amelî [pratik) değil, itikadı (naza­rî, teorik) hükümlerini ihtiva eden ve bunlardan bahseden bir ilim­dir [3]

Görüldüğü üzere bu ta'rif şümullü tutulmuştur. Binaenaleyh bu itikadî hükümlerden bahsedilirken seief yoluna uyutabileceği gibi ke-lâmcıların metodu da takîbedilebilir. O halde hangi devirde ve han­gi metodia olursa olsun iman esaslarından bahseden ilim, akaid il­midir. Bu nevi' kitaplara da akaid kitapları denebilir. Fakat husûsî mânâda «Akaid», iman esaslarından muhtasar olarak bahseden bir ilmin adı olmuştur.

Dinin esasları (temelleri, prensipleri) demek olan USÜLÜ'D-DÎN'in «Akaid ilmi» mânâsına kullanıldığını söyliyebiliriz. İslâmın iman esaslarından, ister selef yoluyla, ister kelâm metoduyla olsun, bahseden ilme usûlü'd-din, meselelerine de «ahkâm-ı asliyye» denil­mesinin sebebi, bunun, gerçekten İslâm binasının temelini teşkil etmesidir. Zira bu ilim sayesinde Allah'ın varlığı ve birliği, nübüvvet müessesesinin hak oluşu, ceza ve mükâfat gününün vuku' bulacağı isbat edilmedikçe islâmın ne fıkhı mevzularından, ne de ahlâkî kai­delerinden bahsetmek mümkün değildir [4].[5]

 

B. Tevhîd İlmi
 

Tevhîd : birlemek, bir şeyin bir ve tek olduğuna hükmetmek, onu böylece bilmektir. Istılahta : Allah'ın zatını, akılların tasavvur ede­ceği ve zihinlerin canlandırabileceği her şeyden tenzih etmektir (uzak tutmaktır). Tevhîd üç şeyle gerçekleşir: Allah'ın ulûhiyetini kabul etmek, birliğini tasdik etmek ve her türlü şeriki ondan nefyetmek [6]

Bilindiği üzere hicrî birinci asırdan sonra, islâm dünyasında, sa­pık addedilen ba'zı itikadî mezhepler (fırkalar) zuhur etmiştir. Bu de­virde en çok ihtilâf edilen konular mürtekib-i kebîre, sıfât-ı ilâhiyye ve buna irca' edilebilecek olan kader meseleleriydi. Bu meselelerin ıepsi de akaidin ilahiyat bahsiyle ilgilidir. Fırkaların ba'zıları Allah'­ın sıfatlarını isbat ederken ifrata kaçıp teşbîhe düşüyor (Müşebbihe), kimi de O'nu tenzîh ederken sıfatlarını nefyediyordu (Mu'tezlle). Cebriyye, kulun elinde hiç bir İradenin mevcüd olmadığını söylüyor, Kaderiyye ve Mu'tezile ise kulu kendi fiillerinin halikı kılıyordu. Hic­retin ikinci ve üçüncü asırlarında cereyan eden bu münakaşalara  devirlerin ehl-i sünnet uleması (Seiefiyye) kendi zaviyelerinden ce­vaplar veriyordu. Bu cevapları ihtiva eden risalelere Tevhîd risale­leri ve bunların teşkil ettiği ilme de Tevhîd veya Tevhîd ve sıfat ilmi denilmiştir. Çünkü bahis konusu edilen meseleler Allah'ın tevhîdi ve sıfatlarıyla ilgili bulunuyordu. Bilâhare ehl-i sünnet ilm-i kelâmı­nı te'sis eden Ebu'l-Hasan el-Eş'arî (v. 324/936), Selefiyyenin bu ilm-İ tevhîdine nübüvvet ve âhiret bahislerini de ilâve ederek ehl-i sün­net akaidini İkmâl eyledi.

Verilen bu izahattan anlaşılacağı üzere «Tevhîd İlmî» selef me­toduyla islâm akaidinden bahseden bir ilimdir. İleride, Önemli itika­dı fırkalardan bahsederken göreceğimiz üzere selef metodu tesli­miyete dayanan bir iman metodudur. Buna göre Kur'an'da ve sahih hadislerde mevcud olan itikada müteallik hükümlere bunlarda na­sıl mevcûd ise aynen öylece inanılır. Bu itjkadî hükümlerin hiç­biri reddedilmediği gibi aklın müdahalesiyle herhangi bir te'vîle de tâbi' tutulamaz.

Tevhid ilmi, başlangıçta daha çok Allah'ın tevhidinden ve sıfat­larından bahsediyordu. Bilâhare akaidin nübüvvet ve âhiret bölüm­lerini de bünyesinde cem' ettiği halde yine aynı ismi muhafaza et^ mistir. Çünkü tevhîd ve sıfat daima akaid ilminin en önemli konu­larını teşkil etmiştir [7]

Bununla beraber islâm tefekkür tarihinde «İlm-i Tevhîd» zaman zaman «İlm-i kelâm» yerine de kullanılmıştır [8][9]

C. Fıkhı Ekber

 

İtikadı ve arnelî meselelerde imâm, naklî ve aklî ilimleri cami", Nu'man  b. Sabit İmâm-ı  A'zam  Ebû  Hanîfe  (80/699-150/767),  fıkhı  = Nefsin, (ebedî saadet yönünden) lehi-de ve aleyhinde olan şeyleri bilmesidir» tarzında şümullü olarak ta'-rif etmiştir. Bu ta'rifin içine İslâm dininin i'tikadiyât, vicdâniyat (ah­lâk, tasavvuf) ve ameliyatı (fıkth) girmektedir. Ebû Hanîfe, bunların içinden itikadiyâta tahsîsan «Fıkh-ı Ekber unvanını lâyık görmüştür [10], Bilindiği gibi onun bu ismi taşıyan bir akaid risalesi de mevcuddur.

İmâm-ı A'zam Ebû Hanîfe Ehl-i Sünnet ulemasından ve selefiy­yenin muasırlarından olmakla beraber akaidde selef metodunu tama­men benimsememiştir. Fıkhı tefekkürâtından da anlaşılacağı üzere, Ebû Hanîfe, akia ehemmiyet veren bir şahsiyettir. Onun bu tefekkür hususiyetini akaid sahasında da görmekteyiz. Bu sebeple «Fıkh-ı Ek­ber» için : selef yolundan kelâm metoduna intikal özelliği taşıyan bir metod, ifadesini kullanacağız. Bu metod, bilâhare kelâm ilminde yerleşen ıstılahları  kullanmaz, [11]

 

D. Kelâm İlmi
 

Bilindiği gibi kelâm ilmi ilk defa Mutezilenin elinde zuhur et­miştir. Hasan-i Basrî'nin (v. 110/728) meclisini terkederek ayrı bir ilim halkası teşkil eden Vâsıl b. Ata' (v. 131/748) Mu'tezile fırkası­nın kurucusu kabul edilmiştir. Mu'tezilenin akaid sahasında ta'kîbet-tiği izah tarzına kelâm metodu denilmiş ve bu ilim de kelâm ilmi adı­nı almıştır. Bu ehl-i bid'at kelâmının zuhurundan iki asır sonra Eş'arî Ev. 324/936) ve Mâtürîdî Ev. 333/944) ile ehl-İ sünnet ilm-i kelâmı kurulmuştur. Ehl-i sünnet ilm-i kelâmı giderek her iki koldan da inki­şaf etmiş ve değişen kültür akımları karşısında müteharrik bir me­tod ta'kîbetmiştir. Şimdi sunduğumuz bu küçük tarihçenin ışığı altın­da kelâm ilminin ta'rîfini, mevzuunu,.gayesini... teker teker ele alalım. [12]

 

1.  Kelâm ilminin ta'rifleri:
 

«Söz» mânâsına gelen «kelâm» lâfzının iştirakiyle teşekkül eden «kelâm ilmi» terimi, konusu ve gayesi itibariyle olmak üzere İki tür­lü Ta'rîf edilegelmiştir. [13]

 

a) Mevzuuna göre ta'rîfi :
 

İslâm dininin akaid esasları, 6 noktada hülâsa edilmiştir. «Ârnen-tü»de ifadesini bulan bu esaslar, âlimler tarafından bazen üçe irca'

edilir ve bunlara usûl-İ selâse» denilir : Allah'a iman, nübüvvet mü­essesesine iman ve âhirete iman. Bütün semavî dinlerin kabul ettiği bu üç esas da ikinci bir irca' ameliyesiyle tek asılda hülâsa edilebi­lir; bu, ulûhiyet esasıdır ki «aslu'l-usûl»dür; diğer iki ası! ise Allah'­ın fiillerinden ma'dûddur. Bu izahattan sonra Selefiyyenin akaidine neden «ilm-i tevhîd ve sıfat» denildiğini daha iyi anlamış bulunuyo­ruz. Buna göre akaid ilmi : Allah'ın zâtından, sıfatlarından ve bilhas­sa birliğinden bahseden bîr ilimdir.

Fakat kelâm âlimleri, kelâm ilmini ta'rîf ederken umumiyetle usûl-i selâseyi zikretmeğe ehemmiyet vermişlerdir. Bunlardan Sey-yid Şerif Cürcânî'nin (v. 816/1413) tercih ettiği ta'rif şöyledir: kelâm, Allah'ın zâtından, sıfatlarından, mebde' ve meâd (başlan­gıç ve sonuç, yaratılış ve âhiret) itibariyle yaratılmışların (mümkinâ-tın, masnû'âtın) hallerinden İslâm kanunu üzere bahseden bir ilim­dir» [14]

Görüldüğü üzere bu ta'rifte usûl-i selâsedeft ikisi (ülühiyet ve âhiret) bahis konusu edilmektedir. Her halde, âhiret tamamen sem'î bir bahis bulunduğundan onun isbatında nübüvvetin mündemiç oldu­ğu düşünülmüş olmalıdır ki nübüvvet ayrıca zikredilmemiştir. Nite­kim Senûsî'ye (v. 895/1490) ait şu ta'rif de ulûhiyetin yanında nü­büvveti zikretmekle yetinmiş ve âhireti onda mündemiç kabul etmiş­tir : «İlm-i kelâm, ulûhiyet bahislerini, peygamberlerin gönderildiği­ni, onların bütün haber verdiklerinde doğru olduklarını ve buna bağ­lı olan hususları bilmekten İbarettir.»[15]

Merhum Ömer Nasûhi Biimen'in (v. 1971 m.) tercih ettiği ta'rif ise usûl-i selâsenin hepsini sarahaten zikretmektedir: İlm-i kelâm Allah taâlârtın zâtından ve sıfatlarından, nübüvvet ve risâlete dair meselelerden, mebde' ve mead itibariyle yaratılmışların hallerinden İslâm kanunu üzere bahseden bir Mimdir» [16].

Kelâm ilminin, mevzuuna istinaden yapılan bu ta'riflerinde dik­kati çeken ba'zı kayıtlar vardır.    Bir defa bu ilmin, yaratılmışların  (mükevvenâtın) hallerinden bahsedişi «mebde* ve meâd» itibariyle kayıtlanmıştır. Çünkü pozitif ilimler de mükevvenâtın (evrenin) hal­lerini araştırır. Ne var ki bu araştırmalar duyulur âleme (mahsûs âlem, duyularla idrak olunan âlem) münhasırdır. Duyular vasıtastyle tecrü­be ve müşahede altına alınamıyan, hilkatin başlangıcı ve sonu (meb­de' ve meâd) gibi mevzu'lar pozitif İlimlerin konusuna hiç bir suret­le girmeyen hususlardır. O halde «mebde' ve meâd kaydıyla kelâm ilmi pozitif ilimlerden ayrılır.

İlm-i kelâmın taVîfinde göze çarpan İkinci kayıt ise «İslâm ka­nunu üzere» oluş kaydıdır. Bu kayıtla kelâm ilmi felsefeden (metafi­zikten) ayrılmış bulunuyor. Gerçi metafizik de Allah'tan, mebde' ve meâd itibariyle kâinatın ahvâlinden bahseder, fakat fau bahsedişte hareket noktası nakil değil akıldır. Oysaki kelâm, izahlarında'aklî un­surlar taşıyorsa da nakle bağlı kalmayı ve onu hareket noktası itti­haz etmeyi prensip edinir. [17]

 

b) Gayesine göre ta'rîfi:

 

«İlm-i kelâm kesin deliller kullanmak ve vâki' olacak şüpheleri izâle etmek suretiyle dînî akideleri İsbata kudret kazandıran bir ilim­dir.» :

Bu ta'rîfte «kesin delil» hııccet karşılığı olarak kullanılmıştır. Burada hüccet: nakil ile te'yîd edilmiş kati delil demektir [18]. Şüphelerden maksad da muarızların kullandığı delillerdir.

Kelâm ilmine ait yapılan bu ikinci ta'rîf kelâm ile Tevhidi daha kesin sınırlarla birbirinden ayırmaktadır. Zira selef metodunu ta'kî-beden tevhîd ilmi Kur'an'da ve sahîh hadisde nakiedifen akaid mad­delerini münakaşalara girişmeden sıraladığı halde mütekellîmî-nin metodunu ta'kîbeden kelâm İlmi nakl ile müeyyed aklî deliller kullanır, muhaliflerin görüşlerini de ortaya koyarak reddeder. O hal­de kelâm ilmi, bünyesinde cedel, münazara ve münakaşa unsurlarını taşır. Nitekim büyük İslâm filozofu Ebû Nasr el-Fârâbî'nin (v. 339/ 950) de ta'rifi bu hususu isbat eder mahiyettedir: «Kelâm sınfiatı, insana, dini kuranın açıkça anlattığı belli düşünce, fikir ve işleri mu­zaffer kılmak ve onların aksi olan her şeyin söz ile yanlışlığını gös­termek iktidarını kazandıran bir melekedir.» [19] Taşköprüzâde (v. 968/1561) İse bir şeye, bir ilme kelâm diyebilmek için şu iki şartı gerek­li görür:  İtikad olunacak şeyler kitap ve sünnette vârid olma­lıdır. 2)    Makşûd-i Şer'î akıl ile de te'yîd edilmelidir [20].[21]

 

2. Kelâm ilminin mevzuu :
 

Kelâm ilminin mevzuu, islâm tefekkür tarihi boyunca kendisinin kaydettiği inkişafa bağlı olarak değişiklik arzetmiştir. Bu değişiklik seyrinde mevzuun gittikçe genişlediğini müşahede etmekteyiz.

a) Başlangıçta kelâm  ilminin iştigal ettiği en önemli  mes'ele Allah'ın tevhidi ve sıfatları idi. Bu sebeple bu ilmin mevzuu Allah'ın zâtı v© sıfatlarından ibaret olmuştur. Burada akaidin konusunu teşkil eden 6 iman esası hakkında yapılan iki irca' ameliyesini tekrar ha­tırlatalım. Buna göre iman esasları evvelâ üçe (usûl-i selâse), sonra da bire (aslu'l-usûl) irca' olunur. Bu tek esas Allah'a imandır. İş­te kelâm ilminin mevzuu «zât ve sıfât-ı Bârîdir» denilirken bu tek esas nazar-ı itibara alınmış oluyor.

b) Felsefenin islâm dünyasında yayılması karşısında aklî izah­lara yer vermeye başlayan kelâm    ilmi, konusunu da genişletmiştir. Gazzâlî'nin (v. 505/1111) de kabul ettiği bu görüşe göre kelâm ilmi­nin konusu mevcûddur. Yalnız kelâm ilmi mevcûddan mutlak var ol­ması itibariyle bahseder. Bu durumda kelâm ile felsefe, mevzularında birleşmiş oluyorlar. Ne var ki felsefe sırf aklı hareket noktası ka­bul ettiği halde kelâm «İslâm kanunu»na bağlı kalır. Gerçi pozitif ilim­ler de mevcudu konu  edinmiştir.    Fakat  ilimler «mutlak mevcudu var olması bakımından» ele almazlar; Bilindiği üzere müsbet ilimle­rin herbiri mevcudu şu anda bulunduğu şekliyle ve belirli bir yönün­den ele alarak inceler.

c)  Gazzâlî'den itibaren  «mantık» kelâma dâhil olduktan  sonra bu ilmin konusunda yeniden bir inkişaf meydana gelmiştir. Delille­rin durumları, kıyasın nevi'leri ve ma'dûm gibi ba'zı bahisler vardır ki hâricde  (zihnin dışında) mevcûd olmadıkları  halde kelâmda söz konusu edilmekteydiler. O halde kelâmın konusunu, bu meselelere de şâmil olacak şekilde genişletmek ve ifadelendirmek gerekiyordu.

Bunun için şöyle söylenmiştir: Kelâmın konusu Malûm dur. Yani bi­linmek sânından olan, beşer tarafından bilinebilen her şey kelâm il­minin konusuna girecektir. Şu şartla ki doğrudan doğruya akaidden sayılan veya akaide vesile olan bir hususun isbatı bu ma'lûma bağ­lı bulunmuş olsun. Bu durumda «ma'lûm» ya doğrudan doğruya bir dinî akidedir veya dinî bir akîdeye 'esas (mebde1) teşkil edecektir. Meselâ : Allah birdir, ezelî ve ebedîdir (doğrudan doğruya dinî bir akîde), âlem hadistir, cisimler arazlardan hâlî değildir, tabiat ka­nunları zorunlu değildir (dinî akîdeye esas teşkil edenler veya vesi­le olanlar).

Kelâmcılar, doğrudan doğruya dinî akideleri teşkil eden husus­lara bu ilmin meseleleri (mesâil ve makâsıd), bu akidelere mebde' teşkil edenlere de vesâil (vesîleler) demişlerdir. İlm-i kelâm, İslâm dininin amelî (pratik) değil nazarî (teorik) yönünü ele aldığından me­selelerin de çoğu nazarîdir (akıl ve tefekküre hitap edicidir). Kelâ­mın akîde mevzu'ları demek olan meseleler g^aima aynı kaldığı hal­de vesîleler, zamanın ihtiyaçlarına ve devrin kültür cereyanlarına bağ­lı olarak değişebilir [22][23]

 

3. Kelâm ilminin gayesi:
 

İsiâmî ilimlerin ta'kîbettikieri gaye anlatılırken teşekkül eden güzel bir an'ane ile şu vecîz ifade kullanılır: «Dünya ve âhiret saa­detine nail olmak». Doğrusu bu hedef gayelerin gayesi kadar yüce­dir.- Zaten; İslâmiyet, insanlığı, yüce Allah'ın saadet ülkesine getir­mek gayesiyle gönderilmiş bir din değil midir? Allah'ın saadet ülkesini tavsif eden, İslâmın felsefesini yapan ilimler de elbette dâreyn saadeti gayesini ta'kîbedeceklerdir.

Alimler, kelâm ilmi için, bu büyük gayenin dışında talî derecede ba'zı gayeler de sıralamışlardır.

a)    İnsanı taklid derekesinden kurtarıp kesin ve sarsılmaz iman (İkan) derecesine yükseltir.

b)    Doğru yolu arayanı irşad eder, inatçıları da susturur.

c)    Akaid esaslarını, bâtıl ehlinin ileriye sürecekleri  şüphelerle sarsıntıya uğramaktan korur.

d)  Diğer dinî (şer'î)  ilimler, kelâm ilmine istinad eder,  Kelâm ilmi Allah'ın varlığını, nübüvvetin hak oluşunu ve ilâhî kitapların gön­derildiğini isbat etmedikçe ne tefsir, ne hadîs, ne fıksh... ilminden söz etmek mümkün değildir. Binaenaleyh ke!âm ilmi, diğer bütün di­nî İlimlere mesned teşkil etmek gibi mühim bir gaye ta'kîbeder.

e)   Amel sahasında insanın niyetini sâflaştırır, itikadını sağlam­laştırır [24][25]

 

4, Kelâm ilminin mertebesi:
 

Kelâm ilmiyle iştigal eden âlimler, özellikle müteahhirîn, bu il­min mertebesinin yüce olduğunu beyan etmeğe ayrıca önem vermiş­lerdir. Doğrusu böyle bir beyanda bulunmak bu iîme rağbeti artıra­cağı gibi tahsilinde karşılaşılacak güçlükleri yenmeye de vasile teş­kil eder.

Ancak eskidenberi, kelâm ilminin önemi ve lüzumu şöy'.e dursun, mevcudiyetini istemiyen, meşruiyetini benimsemi%en guruplar var­dır. Bu gurupları ikiye ayırmak mümkündür:

a) Samimi olanlar:   Çoğunluğunu Seîefiyyenin teşkil ettiği bu muhafazakâr guruba göre «kelâm*, akideyi sarsıntıya ve teşvişe uğ­ratan, salahiyetli olmadığı sahalara girmek için insana cür'et kazan­dıran bir cereyandır. Ne var ki Selefiyye bu hükmünü ehl-İ bid'at Üm-î kelâmı için vermiş bulunuyordu, hem de Allahsızlık ve dinsizlik cere­yanının bulunmadığı veya çok zayıf olduğu (yahut da onlarca böy­le sanıldığı) bir devrede.

b) CahH veya kötü niyetli guruplar: Bu gurupları, muhaddis, hafız, tarihçi İbn Asâkir'İn (v. 571/1176) dilinden anlatalım :

Kelâm ilmini iki tipten biri inkâr eder: Birincisi, taklide yönel­miş, ilim tahsil edenlerin yollarına girmeye cesaret edememş, te­fekkür ve istidlal erbabının metodlarından mahrum kalmış kişidir. İn­sanlar bilmediklerinin düşmanıdır. Bu zavallı da kelâm ilmini idrak etmekten âciz kalınca insanları ondan alakoymaya çalişır, kendisi sa­pıttığı gibi onlar da sapıtsın diye. İkincisi de bozuk İnanışlara sahip bulunan, gizli bid'atleri sinesinde barındıran kişidir. Ne var ki mez­hebinin çarpıklığını başkalarından gizlemekte, akidesinin saçmahkla-rmı kimseye göstermemektedir. Bunun yanında bilmektedir ki, âlim­lerin içinden, böylesi bid'atlerin üzerinden perdeyi kaldıracak, mez­heplerinin saçmalığını ortaya çıkaracak olanlar ilm-i kelâm mütehas­sıslarıdır. Kalpazan, paraların sahtesini geçerinden ayıracak ve elin-denki bozuk paraların hilesini ortaya çıkaracak firasetli ve basiretli sarrafı sevmez elbet.» [26].

Yine İbn Asâkir, Ebu'l-Hasan el-Eş'arî'yi (v. 324/936) müdafaa ettiği eserinin başka bir yerinde şöyle der; «Ben derim ki, bazı in­sanların, diğer islâmî ilimlere itibar gösterip de kelâm ilmî ile ilgi­lenmemelerinin sebebi şudur: bu ilimde yiyecekleri vakıflar ve ik­ram vasıtaları yoktur. Oysaki onların meyli, kendilerini, dünyalığa na­il kılacak, vakıfları ve kadılıkları uhdelerine tevdi edecek şeyleredir. Bir de şu var: Bu ilmin yolu zordur. Evet kelâm ilmi şerefli, fakat zor bir ilimdir. Böylesine erişebilmek de zor ve nadirdir- [27].

Çeşitli islâmî ilimlere dair orijinal ve isabetli fikirleri bulunan İmam Gazzâlî (v. 505/1111) büyük eseri İhyâu ulûmi'd-dîn'îndeki «Ka-vâıdu'l-akaid» bölümünün ikinci faslını bu konuya ayırmıştır: yanî ke­lâm metodu meşru' mudur, kullanılmalı mıdır? Uzun münakaşalardan sonra vardığı netice şu : «Her beldede yalnız bu ilimle uğraşan kim­selerin bulunması gereklidir, bunlar o beldede yayılan birî'at görüş­lerini reddederler. Tabiî ki bu müessese talim ve tedris ile devam eder. Fakat fıkıh ve tefsir gibi her kese okutulmamalıdır. Zira kelâm ilmi ilâca, fıkıh ise gıdaya benzer. Gıdanın zararından endişe edilmez ama ilâcın bazılarına zararlı olacağı muhakkaktır» [28]

Burada dikkat edilmesi gereken bir nokta var: Gazzâiî, bu hük­münü, 9 asır önce, ortaçağın, dinine bağlı islâm dünyası içinde ver­miştir. O zamanlar dinî inancın en büyük düşmanı bid'atçılardan iba­retti. Yani sadece müfrit olanlar müstesna (Bâtıniyye), hepsi de ehl-i kıble sayılan bid'at ehji. Bugün ise islâm âlemi dâhil olmak şartıyla bütün dünya materyalist-komünizmin, darvvinizmîn, pozitivizmin, fröydizmin ve sairenin inkarcı istilâsına maruz kalmıştır. Bu istilâya karşı çıkıp onu durduracak, tahribatını onaracak, gönülleri islâm ima­nı ile imar edecek olan islâmî jlimierîn başında —adına ister tevhîd ister kelâm deyiniz— akaid ilmi vardır. Bu ilim, yerine göre selef me­todunu, yerine göre kelâm metodunu kullanır. 

Bilindiği üzere Gazzâlî'nin İhyâtı ulûmi'd-din'i onun son eser­lerinden biridir. Fakat ondan sonra kaleme aldığı, aklî tefekkür ve istiklâllerle örüp mantıkî düşünceye istinad ettirdiği, usûl-i fıkha da­ir el-Müstasfâ adlı eserinde kelâm ilmi hakkındaki en son kanaatini belirtmekte ve aynı konu ile ilgili olarak daha önce söylediklerini vuzuha, kavuşturup tamamlamaktadır  [29]

Gazzâlî söz konusu eserin mukaddimesinde akıl için «Azl oluna­mayan, değiştirilemiyen hâkim, şeriatın şahidi, tezkiye olunan, dü­rüstlüğü tasdik olunan şâhid» dedikten sonra (s. 3), ilimleri önce ak­lî ve dînî olmak üzere ikiye ayırır. Sonra bunların her birinin külli ve cüz'î kısımlarına ayrıldığını söyler. «Dînî ilimlerin İçinden küllî olan kelâmdır, fıkıh, usûl-i fıkıh, hadis ve tefsir gibi diğer'ilimler ise cüz'î ilimlerdir. Çünkü müfessir sadece Kur'ânm manasına bakar, muhad-dis sadece hadisin sabit oluş yollarını araştırır, fakîh münhasıran ef-âl-i mükellefîn'in hükümlerini tesbite çalışır, usûl-i fıkıh ile iştigal eden âlim ise ahkâm-ı şer'iyyenin delilleriyle, sadece onlarla meş­gul olur. Kelâm âlimine gelince, işte o, araştırmaya varlıkların (eş­yanın) en umumî olanından başlar ki o da mevcududur. Mevcudu ön­ce, kadîm ve hadis olmak üzere ikiye taksim eder...» [30]

«O halde bütün dînî ilimlerin dayandığı esas ve prensipleri is-bat etme vazifesini üzerine alan ilim kelâm ilmidir, beriki ilimlerin hepsi kelâma nisbetle cüz'îdir. Netice olarak kelâm, rütbesi en yük­sek olan ilimdir, çünkü cüz'î ilimlere yeçiş bu ilim­den olmaktadır» [31].

Kelâm ilminin ta'rîfi, mevzuu, gayesi ve mertebesi gibi ba-hîslere ayrı bir önem atfeden el-Mevâkıf müellifi el-îcî (v. 756/ 1355)   ile   Allâme  Teftâzânî (v. 793/1390) kelâmın «eşrafu'l-Ulûm =

» olduğu noktasında fikir birliği etmişlerdir. Çünkü :

(1) Kelâm ilminin mevzuu pek şümullü, mes'eleleri de —Allah taâlânın zâtı, sıfatları ve filleri gibi— pek şereflidir.

(2)  Gayesi, gayelerin en üstünü ve en faydalısıdır.

(3)  Kullandığı deliller hem sarih aklın kabul ettiği, hem de sa-

hîh naklin te'yîd eylediği burhanlardır. O halde kelâm, bütün şeref­leri kendinde toplamış bir ilimdir (50).

Kelâm ilmi başka bir mülâhazaya göre hakîkî ilim payesine sa-hibdir. Çünkü hakîki ilimler, dinlerin ve tebliğcilerin değişmesi se­bebiyle değişiklik arzetmeyen ilmlerdir. İşte kelâm ilmi de bunlar­dandır; zira bütün peygamberler ittifakla aynı itikadî esasları geti­rip teblîğ etmişlerdir. Buna karşılık fıkıh ilmi nesih yoluyla değişik­liğe ma'ruz kaldığından hakîkî ilimlerden sayılmamıştır[32][33]

 

5. Kelâm ilmî denilmesinin sebepleri:
 

İslâmın akaid esaslarından aklî izahlara da yer vermek sure­tiyle bahseden bu ilme «söz» mânâsına gelen «kelâm» ismi veril­mesinin sebepleri aranmıştır. Teftâzânî gerek Şerhu'l-Makasıd'ında, gerek Şerhu'l-Akaid'de bu sebepleri sekize kadar çıkarmıştır, önem­lileri şunlardır:

a)  İlk teMîf edilen kelâm eserlerinde  «el-kelâm» kelimesi bir klişe olarak çok kullanılmıştır. Çünkü müellifler eserlerinde yer ver­dikleri mevzu'Iarın başlıklarında «filan şey hakkında söz» mânâsına rüda  ifadesini tekrar etmişlerdir. Bu sebeple bu ilme kelâm ilmi denilmiştir.

b)  Bilhassa ilk devirlerde bu ilmin en önemli konusunu «kelâm» meselesi teşkil ediyordu. Kelâm-ı ilâhî olan Kur'an, mahlûk mudur, değil midir? Bu münakaşa zaman zaman devlet adamlarını bile işe karıştıracak tarzda şiddetli ihtilâfa ve kavgaya dönüşmüştür. Bu se­beple kelâm bahsini ihtiva eden time «kelâm ilmi» adı verilmiştir.

c) Bu ilme kelâm denilmesinin sebebi şöyle de izah edilebilir: Nasıl ki mantık, felsefî bahisler için bir giriş teşkil ediyor ve felse­fe sahasında söz söylemeye insanı muktedir kılıyorsa, aynen öylece kelâm da şer'î mevzu'larda söz söyleme ve onları isbat etme kudre­tini doğurur. Burada «kelâm» ile «mantık» arasında başka bir ben­zerlik de bulrrtak mümkündür: Mantık kelimesi Yunancada «Logike» in karşılığıdır. Bu da logos'a, yani söze ait demektir. Bu mânâ Arap-çada «kelâm» ile karşılanmıştır.

d) Bu ilim, münazaraya ve münakaşaya en müsait olan bir ilim­dir. Bu sebeple de söze (kelâma) fazlasıyla muhtaç olduğundan bu adı almıştır, vs. [34]


[1] Prof. Dr. Bekir Topaloğlu, Kelam İlmi, Damla Yayınevi:40-43.

[2] Akîde kelimesi türkçede îmân, inanç, inanış, îmân esası kelimeleriyle kısmen karşılanabilir. Akaid'e mukabil «inançlar» kelimesini kullanmak, zanne­derim ki yerinde değildir. Çünkü türkçemizde «inançlar, daha çok bâtiil itikadlar İçin   kullanılan  bir  kelimedir.

[3] et-Teftâzânî,  Şerhu'l-Akaid,  s.  9-10;  el-Curcânî,  et-Ta'rîfât,   «el-Akaid» maddesi.

[4] et-Teftâzânî, ağ.e., s. 9-10; et-'Behânevî, Keşşâfu ıstılâhâti'l-funûn, 1,24,87.

[5] Prof. Dr. Bekir Topaloğlu, Kelam İlmi, Damla Yayınevi:44.

[6] el-Curcânî, ag.e.,  «et-Tevhîd»  maddesi.

[7] Teftzânî, akaid ilmine  tevhîd ve sıfat ilmi denilmesinin sebebini, bun­ların, akaidin on önemli konularını teşkil etmelerine bağlar,   <bk.  Şerhu'l-Akaid, s,   10-11).

[8] bk.  et-Tehânevî,  Keşşâfu Istılâhâti'l-Funûn,  II,  1470,   «et-Tevhîd»   marl-clesi.   Yüksek   İslâm   Enstitülerinin   1971   yılındı*   değiştirilen   eski   yönetmeliğinin müfredat   programında  Tevhîd   ile  Kelâmın  ayrı   ayrı  dersler  olarak  yer  alması, tevhidin  selef  metoduyla,  kelâmın  do   kelâm  metoduyla  islâm  akaidini   incelediği görüşüne bağlı bulunuyordu.

[9] Prof. Dr. Bekir Topaloğlu, Kelam İlmi, Damla Yayınevi:44-45.

[10] et-Tehânevî, ag.e.,  I,  30-31.

[11] Prof. Dr. Bekir Topaloğlu, Kelam İlmi, Damla Yayınevi:45-46.

[12] Prof. Dr. Bekir Topaloğlu, Kelam İlmi, Damla Yayınevi:46-47.

[13] Prof. Dr. Bekir Topaloğlu, Kelam İlmi, Damla Yayınevi:47-

[14] et-Ta'rîfât, «el-Kelâm» maddesi; ayrıca bk. «ilmu'l-kelâm» mad.; İzmirli, Yeni İmW Kelâm, I, 3.

[15] Muhammed b. Yûsuf b. Ömer es-Senûsî, Hakaiku's-Senûsî,   (İst.   Üni­versitesi Kütüphanesi, nr. 6270, A.Y.), 2b.

[16] Muvazzah ilm-i kelâm dersleri, s. 3 (sadeleştirilerek).

[17] Prof. Dr. Bekir Topaloğlu, Kelam İlmi, Damla Yayınevi:47.

[18] el-Curcânî,  Şerhu'l-Mevâkıf,  L 23-26;  T&9köprüzâde,   Mevzûâtu'1-Ulûm, I, 594; İzmirli, Muhadsalu'l-kelâm, s. 21-23.

[19] el-Fârâbî, İlimlerin Sayımı (ihsâu'1-ulûm), trc. Ahmet Ateş, s. 125.

[20]  Taşköprüzâde, ag.e., I, 594.

[21] Prof. Dr. Bekir Topaloğlu, Kelam İlmi, Damla Yayınevi:47.

[22] Kelâm İlminin konusu için bk. el-Curcânî, ag.e., I, 26-32; 35-39; Taş­köprüzâde, ag.e., I, 594-595; et-Tehânevî, ag.e., I, 22 vd; İzmirli, Muhassalu'1-Ke-lâm, s. 23-28, Yeni İlm-i Kelâm, I, 6-8.

[23] Prof. Dr. Bekir Topaloğlu, Kelam İlmi, Damla Yayınevi:47-49.

[24] et-Teftâieânî, Şerhu'l-Makasıd, I, 18; el-Curcânî, Şerhu'l-Mevâkıf, I, 32-34; TaşkÖprüiâde» Mevzûâtu'1-Ulûm, I, 595.

[25] Prof. Dr. Bekir Topaloğlu, Kelam İlmi, Damla Yayınevi:49-50.

[26] İbn Asâkir, Tebyin, s. 359.

[27] a.e., s. 356-357.

[28] el-Gazzâlî, İhya', I, 99.

[29] Gazzâlî bizzat el-Müstasfâ'sında, aynı kitabı, İhya' ve Kimyâu's-seâde'-den sonra telif ettiğini zikreder (bk. I,

[30] Gazzâlî, ag.e., I, 5.

[31] a.e., I, 6-7.

[32] et-Teftâzânî,   Şerhu'l-Akaid,   s.   17-18;   cl-Curcânî,   Şerhul'l-Muvâkıf,   I, 34-35.

[33] Prof. Dr. Bekir Topaloğlu, Kelam İlmi, Damla Yayınevi:50-51.

[34] Prof. Dr. Bekir Topaloğlu, Kelam İlmi, Damla Yayınevi:51-52.


Bilal2009
Fri 23 August 2019, 01:16 pm GMT +0200
Esselamu aleyküm Rabbim bizlerin ilmini artırsın Rabbim paylaşım için razı olsun

ceren
Fri 23 August 2019, 07:45 pm GMT +0200
Esselamu aleykum. Rabbim razı olsun bizlere bu bilgileri sunan kardesimizden. ..

Sevgi.
Sat 24 August 2019, 01:13 pm GMT +0200
Aleyküm selâm. vesileniz ile bir çok bilgiler ediniyoruz kardeşim. Allah sizlerden razı olsun inşaAllah