sümeyra
Tue 17 January 2012, 02:07 pm GMT +0200
Kaza Ve Kader Hakkında Ehli Sünnetin Görüşü
Kaza ve Kader kelimelerinin lügat ve ıstılah mânâları beyan edildikten sonra Ehl-i Sünnet Mezhebinin Kaza ve Kader hakkındaki tezi şöyle hülâsa olunabilir:
Cenâb-i Hak, eşyayı yaratmazdan Önce, eşyanın -miktarlarını, ahvalini, halkın amellerini, kendi iradeleriyle yapacakları hayır ve serleri Ilm-i ezelîsiyle bilip, ezelî iradesiyle levh'i mahfuz'da, ilk yarattığı kalemle yazmıştır. Ezelde İlim ve İradeye muvafık olarak takdir edilen şeyler de, zamanı gelince, harfiyen kaza olarak meydana gelmektedir.
«Herşcy ezelde takdir edilip, Lcvh-i Mahfuz'-da yazılmış olduğuna, zamanı gelince de kaza olarak icat edileceğine, takdir ve kazada hata olmıyacağına göre; insan, yapmış olduğu işlerden nasıl sorumlu tutulur?» şeklindeki soruya cevap vermeden önce, insanların fiillerini kısaca tetkik edelim.
İnsanların fiil ve hareketleri ikiye ayrılır:
a) İhtiyarî fiiller.
b) Gayri ihtiyari fiiller.
İnsanların gayri ihityarî olan fiil ve hareketleri, kendi ihtiyar ve iradeleri olmaksızın, sadece Allah'ın yaratması ile olduğu için, insan bunlardan sorumlu tutulmaz. İnsanın açlık hissetmesi, vücudundaki kanın dolaşımı, organların çalışması vs. gibi işler, bu kabildendir. Bunlardan ne sevap, ne de günah hasıl olmaz.
İhtiyarî fiiller ise; insanların ihtiyar ve İradesi vasıtası ile yaratılır. İnsanlar, bu hususta bir kisb2, bir irade-i cüz-iyyeye ve bir kudrete sahiptirler. İnsanlar, kendi iradelerini ve kudretlerini sarf eder, akabinde Allah (C.C.) da o fiilleri yaratır. Yoksa, insan kendi fiillerini yaratmaz. Binaenaleyh, insanların bu kabil hareket ve fiilleri, kendi irads ve ihityarlarma müstenit olduğundan, cebir lâzım gelmez. Bu fiillerin yaratıcısı Allah olup, kul olmadığından tefviz (yani kulun, fiillerini yaratmış olması) de lâzım gelmez.
Yalnız, Allah (C.C), her hususta, olan ve olacak olan her şeyi sebeplere bağlamıştır. Kul, bu sebeplere tevessül edince, Allah (C.C.) da o şeyi yaratır ve vücuda getirir. İlâhî sünnet ve tarzda cereyan eder.
Şimdi, asıl sorunun cevabına gelelim: «Fiil ve hareketlerimiz ezelde takdir edilmiş ve Levh'a yazılmış olduğuna göre; bu İşleri yapmak zorunda kalmıyor muyuz? Öyleyse niçin sorumluyuz?»
Evet, herşey ezsîde Allah'ın irade ve ilmiyle takdir edilmiş ve yazılmıştır. Fakat ehemmiyetle bilmemiz gereken husus şudur: «İlim Maluma Tâbidir.» Bilgi, ancak hadiselere ve eşyaya uygun olursa, ona ilim denir. Uygun olmazsa cshil denir. «İlim Malûma Tâbidir.» Yani, ilim (bilmek) malûma (bilinen şeylere ve hadiselere) tâbidir. İlmin, hadiselerde tesiri yoktur. Meselâ biz güneşin neredsn ve ne zaman doğacağını biliriz. Güneşin ise söylediğimiz zamanda doğması, bizim bilgimizden dolayı değildir. Veyahut, meteoroloji istasyonlarının, âletleri ve tecrübeleri ile, bugün rüzgârın hangi yönden eseceğini bilmelerinin ve bunu daha önceden tesbit etmelerinin, rüzgârın aynı yönden esmesinde tesiri yoktur. Yani, onlar bildi ve yazdı diye rüzgâr o yönden esmiş, veya yağmur yağmış değildir. Zatsn yağmur yağacağı ve rüzgâr o yönden eseceği için onlar bilmiş ve yazmıştır.
«İlim malûma tâbidir» genel kaidesinin izahı, budur. Hak Teâlâ da, he şeyi kaplayan ilmi ile, dünyaya gelen ve gelecek olan bütün İnsanların; irads ve kudretlerini nasıl kullanacaklarını, iyiyi mi, fenayı mı seçeceklerini, irade ve kudretlerini kullanmalarının sonunda neticelerin ne olacağım eksiksiz bir ilimle bilir ve bu bilgisi üzerine, ezelde, insanın her fiilini takdir eder ve Levhi Mahfuz'a yazdırır. Netice; ezeldeki takdiri ilâhî ve yazı, ilm-İ İlâhî'ye tâbidir. Yani, Allah nasıl olacağını ve geleceğini bildiği için öylsce takdir edilmiştir. İlm-İ ilâhî ise, malûma tâbidir.
Cenâb-ı Hak, nasıl olacak ise öylece bilmiş, bildiği gibi hüküm ve takdir etmiştir. Hülâsa; Al-lahü Teâlâ, insanların ne şekil hareket edeceklerini bildiği ve takdir ettiği için insanlar hareket etmiş değillerdir. Ancak, Allah (C.C.), insanları kendi irade-i cüz'iyyelerini nasıl kullanacaklarını ve dolayısıyla nasıl hareket edeceklerini tamamen bildiği için, öylece takdir edip yazmıştır.
Başka bir deyimle; İnsan, hayır ve şerri, ezelde yazıldığı ve takdir edildiği için işlemiyor. İnsanın, kendi iradesi ile hayır veya şer işleyaceği, Allah tarafından bilindiği için, ezelde öylece yazılıp takdir ediliyor. Bunun için de insan, işlediği hayırlarından sevap, ve mahiyetlerinden günah kazanıyor ve sorumlu tutuluyor.
Bu hususu iyics aydınlatmak için, Hz. Ali (R.A.)'nin «Kaza ve Kader» hakkındaki görüşlerini inceleyelim [196]:
Hz. Âli (R.A.) Sıffin savaşından dönünce, bir ihtiyar kalkıp, «Ya Ali! Bize haber ver- Şam seferine gitmemiz Allah'ın kaza ve kaderi ile midir?» diye sordu. İmam Ali: «Evet, tohumu yarıp canlandıran, insanı yaratan Allah'a yemin olsun ki, altığımız. İndiğimiz lıcr vadi, çıktığımız her yokuş, Allnh'ın kaza ve kaderi iledir.» bu-yutunca; ihtiyar adam, «Bu halde, ben Allah'ın hiç sevap vereceğini ümit etmiyorum.» dedi.
Bunun üzerine Hz. Ali, şöyle buyurdu: «Dur, ey ihtiyar! Allah sizin yürümenize de, geri dönüşünüz halinde, dönmenize de büyük ecir verir. Siz, hiç bir harekete zorlanmazsınız. Hiç bir şeyi yapmaya da mecbur değilsiniz.» Bu sözleri işiten ihtiyarın, «O halde, kaza ve kader bizi nasıl sevke-diyor?» demesi üzerine Hz. Ali (R.A.) kızdı ve şunları söyledi: «Yazıklar olsun sana! Sen, kaza ve kaderi, kendi ümitlerini ve hareketlerini ilzam eden bir kaza onları gerekli kılan bir kader mi zannettin? Hayır, öyle değildir. Eğer böyle olsaydı (yani, insan, kaza ve kaderin icabı olarak bir şeyi yapmak zorunda olsaydı); sevap, azap, va'd, vaîd, emir, nehiy, günahkârı kınamak ve iyilik yapanı övmek gibi hususlar batıl olurdu. Bu görüş ise; puta tapanların, şeytan ordularının sözleridir. Bunlar, bu ümmetin kadercileri ve mecu-sileridir. Şüphesiz ki Allah (C.C.), hayır olan şeyleri emreder, fenalıkları yasak eder, kolay olanı teklif eder, zorla itaat ve zorla isyan ettirmez. Peygamberleri, halka, abes olarak göndermedi. Yerleri, gökleri ve ikisi arasındakilerini bâtıl olarak yaratmadı.» İhtiyar adam «Buna göre, bizi yürüten kaza ve kader nedir?» diye sorunca, Hz. Ali, «Allah'ın emir ve hükmüdür. Bu ise, kulun kisb ve ihtiyarına bağlıdır.» buyurdu.[197]
Kaza ve Kader kelimelerinin lügat ve ıstılah mânâları beyan edildikten sonra Ehl-i Sünnet Mezhebinin Kaza ve Kader hakkındaki tezi şöyle hülâsa olunabilir:
Cenâb-i Hak, eşyayı yaratmazdan Önce, eşyanın -miktarlarını, ahvalini, halkın amellerini, kendi iradeleriyle yapacakları hayır ve serleri Ilm-i ezelîsiyle bilip, ezelî iradesiyle levh'i mahfuz'da, ilk yarattığı kalemle yazmıştır. Ezelde İlim ve İradeye muvafık olarak takdir edilen şeyler de, zamanı gelince, harfiyen kaza olarak meydana gelmektedir.
«Herşcy ezelde takdir edilip, Lcvh-i Mahfuz'-da yazılmış olduğuna, zamanı gelince de kaza olarak icat edileceğine, takdir ve kazada hata olmıyacağına göre; insan, yapmış olduğu işlerden nasıl sorumlu tutulur?» şeklindeki soruya cevap vermeden önce, insanların fiillerini kısaca tetkik edelim.
İnsanların fiil ve hareketleri ikiye ayrılır:
a) İhtiyarî fiiller.
b) Gayri ihtiyari fiiller.
İnsanların gayri ihityarî olan fiil ve hareketleri, kendi ihtiyar ve iradeleri olmaksızın, sadece Allah'ın yaratması ile olduğu için, insan bunlardan sorumlu tutulmaz. İnsanın açlık hissetmesi, vücudundaki kanın dolaşımı, organların çalışması vs. gibi işler, bu kabildendir. Bunlardan ne sevap, ne de günah hasıl olmaz.
İhtiyarî fiiller ise; insanların ihtiyar ve İradesi vasıtası ile yaratılır. İnsanlar, bu hususta bir kisb2, bir irade-i cüz-iyyeye ve bir kudrete sahiptirler. İnsanlar, kendi iradelerini ve kudretlerini sarf eder, akabinde Allah (C.C.) da o fiilleri yaratır. Yoksa, insan kendi fiillerini yaratmaz. Binaenaleyh, insanların bu kabil hareket ve fiilleri, kendi irads ve ihityarlarma müstenit olduğundan, cebir lâzım gelmez. Bu fiillerin yaratıcısı Allah olup, kul olmadığından tefviz (yani kulun, fiillerini yaratmış olması) de lâzım gelmez.
Yalnız, Allah (C.C), her hususta, olan ve olacak olan her şeyi sebeplere bağlamıştır. Kul, bu sebeplere tevessül edince, Allah (C.C.) da o şeyi yaratır ve vücuda getirir. İlâhî sünnet ve tarzda cereyan eder.
Şimdi, asıl sorunun cevabına gelelim: «Fiil ve hareketlerimiz ezelde takdir edilmiş ve Levh'a yazılmış olduğuna göre; bu İşleri yapmak zorunda kalmıyor muyuz? Öyleyse niçin sorumluyuz?»
Evet, herşey ezsîde Allah'ın irade ve ilmiyle takdir edilmiş ve yazılmıştır. Fakat ehemmiyetle bilmemiz gereken husus şudur: «İlim Maluma Tâbidir.» Bilgi, ancak hadiselere ve eşyaya uygun olursa, ona ilim denir. Uygun olmazsa cshil denir. «İlim Malûma Tâbidir.» Yani, ilim (bilmek) malûma (bilinen şeylere ve hadiselere) tâbidir. İlmin, hadiselerde tesiri yoktur. Meselâ biz güneşin neredsn ve ne zaman doğacağını biliriz. Güneşin ise söylediğimiz zamanda doğması, bizim bilgimizden dolayı değildir. Veyahut, meteoroloji istasyonlarının, âletleri ve tecrübeleri ile, bugün rüzgârın hangi yönden eseceğini bilmelerinin ve bunu daha önceden tesbit etmelerinin, rüzgârın aynı yönden esmesinde tesiri yoktur. Yani, onlar bildi ve yazdı diye rüzgâr o yönden esmiş, veya yağmur yağmış değildir. Zatsn yağmur yağacağı ve rüzgâr o yönden eseceği için onlar bilmiş ve yazmıştır.
«İlim malûma tâbidir» genel kaidesinin izahı, budur. Hak Teâlâ da, he şeyi kaplayan ilmi ile, dünyaya gelen ve gelecek olan bütün İnsanların; irads ve kudretlerini nasıl kullanacaklarını, iyiyi mi, fenayı mı seçeceklerini, irade ve kudretlerini kullanmalarının sonunda neticelerin ne olacağım eksiksiz bir ilimle bilir ve bu bilgisi üzerine, ezelde, insanın her fiilini takdir eder ve Levhi Mahfuz'a yazdırır. Netice; ezeldeki takdiri ilâhî ve yazı, ilm-İ İlâhî'ye tâbidir. Yani, Allah nasıl olacağını ve geleceğini bildiği için öylsce takdir edilmiştir. İlm-İ ilâhî ise, malûma tâbidir.
Cenâb-ı Hak, nasıl olacak ise öylece bilmiş, bildiği gibi hüküm ve takdir etmiştir. Hülâsa; Al-lahü Teâlâ, insanların ne şekil hareket edeceklerini bildiği ve takdir ettiği için insanlar hareket etmiş değillerdir. Ancak, Allah (C.C.), insanları kendi irade-i cüz'iyyelerini nasıl kullanacaklarını ve dolayısıyla nasıl hareket edeceklerini tamamen bildiği için, öylece takdir edip yazmıştır.
Başka bir deyimle; İnsan, hayır ve şerri, ezelde yazıldığı ve takdir edildiği için işlemiyor. İnsanın, kendi iradesi ile hayır veya şer işleyaceği, Allah tarafından bilindiği için, ezelde öylece yazılıp takdir ediliyor. Bunun için de insan, işlediği hayırlarından sevap, ve mahiyetlerinden günah kazanıyor ve sorumlu tutuluyor.
Bu hususu iyics aydınlatmak için, Hz. Ali (R.A.)'nin «Kaza ve Kader» hakkındaki görüşlerini inceleyelim [196]:
Hz. Âli (R.A.) Sıffin savaşından dönünce, bir ihtiyar kalkıp, «Ya Ali! Bize haber ver- Şam seferine gitmemiz Allah'ın kaza ve kaderi ile midir?» diye sordu. İmam Ali: «Evet, tohumu yarıp canlandıran, insanı yaratan Allah'a yemin olsun ki, altığımız. İndiğimiz lıcr vadi, çıktığımız her yokuş, Allnh'ın kaza ve kaderi iledir.» bu-yutunca; ihtiyar adam, «Bu halde, ben Allah'ın hiç sevap vereceğini ümit etmiyorum.» dedi.
Bunun üzerine Hz. Ali, şöyle buyurdu: «Dur, ey ihtiyar! Allah sizin yürümenize de, geri dönüşünüz halinde, dönmenize de büyük ecir verir. Siz, hiç bir harekete zorlanmazsınız. Hiç bir şeyi yapmaya da mecbur değilsiniz.» Bu sözleri işiten ihtiyarın, «O halde, kaza ve kader bizi nasıl sevke-diyor?» demesi üzerine Hz. Ali (R.A.) kızdı ve şunları söyledi: «Yazıklar olsun sana! Sen, kaza ve kaderi, kendi ümitlerini ve hareketlerini ilzam eden bir kaza onları gerekli kılan bir kader mi zannettin? Hayır, öyle değildir. Eğer böyle olsaydı (yani, insan, kaza ve kaderin icabı olarak bir şeyi yapmak zorunda olsaydı); sevap, azap, va'd, vaîd, emir, nehiy, günahkârı kınamak ve iyilik yapanı övmek gibi hususlar batıl olurdu. Bu görüş ise; puta tapanların, şeytan ordularının sözleridir. Bunlar, bu ümmetin kadercileri ve mecu-sileridir. Şüphesiz ki Allah (C.C.), hayır olan şeyleri emreder, fenalıkları yasak eder, kolay olanı teklif eder, zorla itaat ve zorla isyan ettirmez. Peygamberleri, halka, abes olarak göndermedi. Yerleri, gökleri ve ikisi arasındakilerini bâtıl olarak yaratmadı.» İhtiyar adam «Buna göre, bizi yürüten kaza ve kader nedir?» diye sorunca, Hz. Ali, «Allah'ın emir ve hükmüdür. Bu ise, kulun kisb ve ihtiyarına bağlıdır.» buyurdu.[197]