hafız_32
Mon 27 September 2010, 08:13 pm GMT +0200
2- Kâfirlerle Karşılıklı Muamele
A- Alım-Satım:
Şeyhu'l-İslâm İbn Teymiyye (rh) der ki: Esas olan, insanların ihtiyaç duyduğu şeylerle ilgili olarak muamelede bulunmalarında bir haramlik söz konusu değildir. Ancak Kitap ve Sünnette kesin haram olarak belirlenen hususlar bunun dışındadır. Aynı şekilde, bunların ALLAH'a yakınlık için yapıyoruz diye meşru olmayan ibadetleri de meşru değildir. Ancak ibadetlerden Kitap ve Sünnet tarafından meşru kılınanlar var ise, bunlar konunun dışındadır. Çünkü din, ALLAH'ın şeriat olarak kabul ettiğidir. Haram da ALLAH'ın haram kıldığıdır. Ancak ALLAH'ın zemmettiği şeyler bu anlatılanların dışındadırlar. Çünkü bunlar ALLAH'ın haram kılmadığı bir şeyi Allah'ın emrine rağmen haram kılmışlar, ALLAH'ın hakkında herhangi bir hüküm indirmediği şeyleri de ALLAH'a şirk koşmuşlardır. Bunlar aynı şekilde ALLAH'ın dinde şeriat olarak izin vermediğini de, yasa ve şeriat olarak ortaya koymaya kalkışmışlardır. İşte ALLAH (c.c.) bütün bu manadaki şeyleri reddeder, ancak bunun dışındaki hususlarda yapılacak muamelelerde bir sakınca görmez.[196]
İşte bu kurala dayanarak, şer'î nasslara bağlı kalarak, Hz. Peygamber (s.a.v.)'in, Raşid ashabının ve müslüman liderlerin (müctehid imamların) sireti, hayat ve yaşayışları bize yol göstererek, şu gerçekleri ortaya koymaktadır. Daha doğrusu bütün bunlara bakarak diyebiliriz ki:
“Alım ve satımda, hediyeleşmede kâfirlerle muamelede bulunmak gibi şeyler “Muvalât" ifadesine veya kapsamına girmezler. Aksine bu gibi alanlarda müslüman için alım-satım kâfirlerle mubahtır, işte Şeyhu'l-İslâm İbn Teymiyye, istilâcı Tatarlarla yapılacak olan muamele hakkındaki bir soruyla ilgili olarak diyor ki:
Onlarla yapılması caiz olan muamelelerin yapılması ve benzerleri caizdir. Aynı zamanda kendileriyle yapılacak haram şeylerde ise zaten bu ve benzeri şeylerde muamele haramdır. Bir kimsenin bunlardan hayvan ve at ve benzeri şeyler satın alması caizdir. Tıpkı Arap ve Türkmenlerden, kürtlerden hayvan satın almanın caiz olduğu gibi bunlarla da alış-veriş caizdir. Aynı zamanda bunlardan yiyecek ve giyecek satın almaları ve satmaları caiz olduğu gibi, bunlar gibilerinden de alış-veriş caizdir.
Ancak haram işlemede bunlara yardım ve yararı dokunacak şeylerin bunlara satılması, ya da başkalarına satılması, caiz değildir. Meselâ savaşta yararlanılacak atlar, silâh, araç ve gereçlerin satışı caiz değildir. Çünkü Rabbim şöyle buyurmuştur:
"İyilik ve ALLAH'ın yasaklarından sakınma üzerinde yardımlasın, günah ve düşmanlık üzerine yardımlaşmayın. ALLAH'dan korkun; çünkü ALLAH'ın cezası çetindir." (Maide, 5/2)
Ya da öyle bir durum var ki, onlarla veya başkalarıyla yapılan mulamele esnasında, ellerinde var olan mal, bir masumun malı ise ve bu mal o masum kişiden gasbolunarak alınmış ise, bunu kendisine mülk edinmek isteyen kimseler için bunu satın almaları caiz değildir. Ancak gasb edilmiş bu malı, gasb edenin elinden kurtarıp, eğer mümkünse bunu tekrar sahibine iade etmek için satın alırsa, bu mümkün olmaması halinde şer'î işlerde harcanmak üzere, müslümanların maslahatlarında kullanılmak kaydıyla satın alırsa bu da caizdir. Bir de kâfirlerin elinde bulunan mallarda haram olan bir durum da söz konusudur, fakat bizzat hangisinin haram olduğu bilinememektedir, işte bu gibi şeylerde de onlarla muamele haram olmaz, caizdir. Meselâ pazarlarda satılan malların gasp edilip edilmediği çalınıp çalınmadığı bilinmemektedir. İşte bu gibi alım satımında bir mahzur yoktur."[197]
Buharî'nin, Alım-Satım kitabının, müşriklerle ve harb ehliyle alım-satım bahsinde bir rivayeti bulunmaktadır. Hadisi rivayet eden Hz. Ebu Bekir (r.a.)'in oğlu Abdurrahman (r.a.)'dır, demiştir ki: "Biz Hz. Peygamber (s.a.v.) ile beraber bulunuyorduk. Bir ara saçı-başı toz içinde bir müşrik adam geldi. Önünde birkaç koyun bulunuyordu. Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a.v.) şöyle dediler: Bunlar satılık mı, yoksa bağış mı? Adam dedi ki: Hayır, bunlar,satılıktır. Hz.Peygamber (s.a.v.) de bundan bir koyun satın aldı.[198] İbn Battal da diyor ki: Kâfirlerle ticarî manadaki muameleler caizdir. Ancak müslümanlarla savaş halinde olanların (harb ehlinin) müslü-manlann aleyhine kullanılabilecek şeylerin muamelesi ise caiz değildir”[199]
Yine Hz. Peygamber (s.a.v.)'den sabit olarak gelen rivayete göre, kendisi (s.a.v.), bir yahudiden 30 vesak arpa almış, bunun için de yahudiye zırhını rehin olarak bırakmıştır.[200]
Şeyhu'l-İslâm İbn Teymiyye diyor ki:
- "Müslüman bir kimse, bir şeyler satın almak için Daru'l-harb'e yolculuk edip gitse, bu bize göre caizdir. Nitekim bunun caiz olduğunu, Hz. Ebu Bekir (r.a.)'in Hz. Peygamber'in hayatta iken Şam'a yaptığı ticari seferleri bunu göstermektedir. Halbuki Hz. Ebu Bekir'in ticaret için buralara yolculuk yaptığı sıralarda, burası Daru'1-Harb idi. Bununla ilgili başka hadisler de vardır.
i Ancak müslümanların, müslüman olmayan unsurların bayramlarında, onların yararlanabilecekleri şeyleri, bayramları sebebiyle satmaları, yiyecek, giyecek, koku ve çiçek gibi şeyler satmaları veya bunları bayramları sebebiyle onlara hediye etmeleri, bu, bir tür onlara yardımdır. Bayramlarının ayakta kalması için bir katkıdır. Bu da bir temele dayanıyor ki, bu temel şudur: Müslümanlar, şarap ve içki imal etmeleri için üzüm ve şıra gibi şeyleri bunlara satamazlar, böyle bir şey caiz değildir.
Ayni zamanda, müslümanlarla savaşmaları için bunlara silâh satışı da caiz değildir.[201]
b- Müslüman bir kimsenin müslüman olmayanlara, müslüman olmayanın da müslümanlara vakıfta bulunması:
b- Karşılıklı Vakıflaşma
İbn Kayyım der ki: Bunların yaptıkları vakıflara gelince, bu hususta şuna dikkat edilir: Eğer belirli bir şeye veya cihete vakfederlerse, müslüman için bu şey veya cihete vakfı caizdir. Meselâ miskinlere, yoksul ve fakirlere sadaka olmak üzere yapılan vakıf, kamu yararına ait hizmetler için, yollar için yapılan vakıf, çocukları adına, kendilerinden sonra gelecek olan nesilleri adına yapılacak olan vakıflar, sahih ve geçerli olan vakıflardır. Bu vakıfların hükmü de tıpkı müslümanların bu gibi cihet ve yerlere yapmış oldukları vakıfların hükmü gibidir.
Ancak müslüman olmayan kimsenin yapmış olduğu vakıf şartında, çocuklarının veya akrabasının küfürlerinde kalmaları şartı ile bir vakıf yapmışlarsa, müslüman olmaları halinde bundan yararlanamazlar diye bir şart getirmişlerse, işte bu şart sahih değildir. Hakimin de bu vakıf hükmüne veya şartına göre hükmetmesi, gereğine göre hareket etmesi caiz değildir. Bu ümmetin ittifakıyla da böyledir. Çünkü böylesi bir şart İslâm dini ile, ALLAH'ın kendilerini peygamber olarak gönderdiği Hz. Muhammed'in dini ile çelişkilidir.
Müslüman bir kimsenin bunlara bir şeyi vakfetmeleri ise, ALLAH ve Rasûlünüh hükmüne uygun olan hususlarda sahihtir. Buna göre müslüman bunlardan belirli birilerine, veya bunlardan olan akrabasına yahut onlardan filan oğullarına diye vakıf yapabilir, bu sahihtir.
Ancak yapılan vakfın sebebi ve gereği küfür olmamalıdır, veya vakıftan yararlanabilme şartı küfür olmamalı yahut yararlanabilmelerine bir mani olmamalıdır. Meselâ adam, çocuklarına, babasına veya yakınlarına kâfirliklerinde kalırlarsa da bundan yararlanabilirler, şayet müslüman olurlarsa artık kesinlikle bundan yararlanma hakkına sahiptirler.
Fakat bunların kiliseleri için, havraları ve küfür yerleri için yaptıkları vakıflar, burada küfrün şiarlarını ayakta tutacaklardır. İşte bu manadaki vakıflar ne bir kâfir için ve ne de bir müslüman için sahih değildir. Çünkü böyle bir şeyde onların küfürlerine daha büyük bir yardım, buna daha güçlü bir takviye yapılmış olur. Bu ise ALLAH'ın dinine aykırıdır.[202]
c- Müslüman Olmayan Kimseleri Ziyaret Etmek Ve Onları Tebrik Etmek
İmam Buharı, Cenaze bahsinde, Hz. Enes (r.a.)'den rivayette bulunuyor. Hz. Enes (r.a.) demiştir ki: "Yahudi bir çocuk vardı, bu çocuk Hz. Peygamber (s.a.v.)'e hizmet ediyordu. Hastalandı, Hz. Peygamber (s.a.v.) kendisini ziyarete gitti, başucunda oturdu ve ona dedi ki: "Gel, mtislü-man ol". Çocuk, dönüp babasına baktı, çünkü babasının yanında idi. Bunun üzerine babası dedi ki: "Ebu'l-Kasım'a (Muhamrned'e) itaat et. O da müslüman oldu." Hz. Peygamber (s.a.v.) oradan çıkıp gittiğinde şöyle diyordu:
"Onu cehennem ateşinden kurtaran ALLAH'a hamdolsun."[203]
Yine bir başka rivayet Ebu Talib ile ilgilidir. Ebu Talib ölüm döşeğinde iken, Hz. Peygamber (s.a.v.) kendisini ziyaret eder ve, ona İslâmı sunar."[204]
İbn Battal diyor ki: "Eğer bunların ziyaret edilmelerinde, İslama girmeleri umudu varsa, ziyaret meşrudur. Şayet böyle bir durum yoksa, gerekmez."[205]
îbn Hacer ise der ki: Benim kanaatim odur ki, bu ziyaret meselesi maksatlara göre değişir. Bazan olur ki, gayri müslimi ziyaret etmenin bir başka yaran ve maslahatı olabilir."[206]
Ancak gayri müslimlere ait küfür şiarları ve alâmetleri ile ilgili olarak kendilerini tebrik etmek, kutlamak haramdır. Hem de bu haramlık ittifak iledir. Meselâ bunları bayramları sebebiyle tebrik etmek gibi. Bir misal olarak adam diyor ki:
"Bayramın kutlu olsun, veya seni bayram dolayısıyla tebrik ederim." İşte böyle söylemek, söyleyen kimseyi küfre sokmasa da, bu da işlenen ha-ramlar türümdendir. Bu.tıpkı şuna benzer: Haça secde eden kimseyi yaptığı secdeden ötürü kutlamak gibi. Hatta belki bu kimsenin onu tebrik etmesi bundan da büyük bir günah olabilir. Adamı içki içtiğinden ötürü tebrik etmekten öteye ALLAH'ın gazabını çeken bir hal olmuş olur. Adam öldürmek, haram olan zina fiilini işlemek ve benzeri şeylerden de ağır bir günah olmuş olur, ALLAH'ın gazabını çeker.
Çoğu kimse, dinde bu gibi şeylerin yapılmasının bir Önemi olmadığını düşünebilir. Yaptığı işin kötü ve çirkin bir iş olduğunu da bilmeyebilir. Kim bir kulu bir masiyetinden, bid'atmdan ve küfründen ötürü tebrik eder veya kutlarsa, bu kimse sının aşmış, ALLAH'ın lanetini ve gazabım üzerine çekmiş olur.
Nitekim gerçek takva sahibi kimseler, bunlardan ilim ehli olan zatlar, zalimlerin belli makamlara gelmeleri halinde, onların bu görevleri sebebiyle tebrik etmiyorlar, kutlamıyorlar. Aynı zamanda cahil ve makama ehil olmayan kimselerin kaza (yargı) makamına getirilmelerini, Öğretim görevlisi vazifesinin verilmesini, fetva makamına getirilmesini gördüklerinde bunları kutlamıyorlar, tebrikte bulunmuyorlar. Çünkü onların hepsi ALLAH nezdinde düşük oldukları için, kendileri yüzünden gelebilecek bir gazaptan çekiniyorlar. Ancak bir kimsenin şerrinden ve kötülüğünden emin olabilmek için ona giderse, bundan dolayı hiçbir şey söylemeyip sadece ona hayır söyler, muvaffakiyeti ve doğru olabilmesi için, düzelebilmeleri için onlara dua ederse, bunda herhangi bir sakınca yoktur.[207]
Bu konuya ayrıca şu hususlar da girer: İslâma aykırı davrananlara tazimde bulunmak, onlara, efendim, beyim, paşam efendim gibi ifadelerle saygı göstermek kesinlikle haramdır. Nitekim merfu olan bir hadislerinde Hz. Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuşlardır:
"Münafık olan kimseyi "Efendim, beyim, paşam" diye çağırmayın. Şayet o kimse bey ve paşa yapılacak olursa, siz bu durumda aziz ve celil olan Rabbınızın gazabını çekmiş olursunuz."[208]
İbn Kayyım'ın da belirttiği gibi bu gibi kimselere aynı zamanda, devlet büyüğü, ulu devlet başkanı, veya ey yüce falan, diye veya Reşid (sağlam) ve salih kimse diye de lâkab verilerek çağrılamazlar. Şayet kim bu gibi isimlerle isimlendirilecek olursa, müslüman için bu kimseleri bu isimle çağırmaları caiz değildir. Aksine adam şayet hıristiyan ise, bu kimseye ey hıristiyan, ey haçlı, yahudiye de ey yahudi diye seslenip çağıracaktır.
Daha sonra İbn Kayyım deli! ile konuşarak diyor ki: "... Biz bugün öyle bir dönemde bulunmaktayız ki, bu kimseler meclislere, toplantı mahallerine çıkıp geliyorlar, bunlar gelince bunlara kıyam ediliyor, bunlar için ayağa kalkılarak saygı gösteriliyor, elleri öpülüyor, ordunun ve askerin hizmetlerinde, devlete ait mallar üzerinde yetkili ve söz sahibi kılınmaktadırlar. Bunlar da müslümanlar gibi Ebu'1-A'Iâ, Ebu'l-Fazl, Ebu't-Tîb gibi lakablarla anılıyor, künye alıyorlar. Hatta dahası var, bunlara Hasan, Hüseyin, Osman ve Ali gibi isimler veriliyor. Halbuki daha önceleri bunların isimleri, Yuhanna, Matta, Corcis, Botris, Azra, Eş'i-ya, Hazkîl ve Huyey idi. Her devre göre adamı olmaktadır."[209]
751 hicrî yılında vefat eden Allame İbn Kayyım böyle konuşursa, bugünkü müslüman, bu çer-çöpe dönüp bir baksın. Tıpkı sel üzerindeki köpük ve çerçöp gibidirler. İslama müntesiptirler, küçük ve büyük ne varsa her konuda ALLAH düşmanlarının dediği yolda giderek onlara tabi oluyorlar. Şayet bunlar bir kelerin deliğine girseler, kesinlikle müslümanlar da oraya gireceklerdir. Bunlar sadece peşlerinden gitmekle yetinmiyorlar, on-îarın tüm yaptıklarını ve iyi gördüklerini de şaşkınlık ve hayret içinde kabul etmektedirer. Hemen her bir fırsatta ve münasebette düşman bir şey yapmışsa, yaptığından ötürü öncelikle atılıyor, tebrik ediyor, takdir ediyor, kutluyor, ona karşı minnet duygusunda ve temennisinde bulunuyor.
d- Müslüman olmayanlara selâm vermenin hükmü:
Hz. İbrahim (a.s.)'ın, babasını davet etmesi üzerine, babası kabul etmediği zaman, kendisine:
' 'Selâm sana.” (Meryem, 19/47) diye söylemişti.
İşte İslâm alimleri bu konuda ihtilaf etmişlerdir.
Fakat bu konuda cumhur diyorlar ki, bundan maksat, tahiyye selamlaşma olmayıp, bir müşareket ve karşılıklı esenlik istemedir,
Taberî ise diyor ki: Bunun anlamı, benden sana güvence vardır. Bu duruma göre, kâfire ilk defa selâm ile karşılık verilmez.[210]
Kimisi de diyorlar ki, bunun manası içinde teslimiyet vardır. Bu da ayırıcı bir tahiyye, yani selamlaşmadır. Dolayısıyla kâfirin selamı caizdir, yani kendisine selam verilebilir, kâfire ilk olarak da selam verilmesi mümkündür. Nitekim İbn Uyeyne'ye sorulmuş, kâfir bir kimseye selam vermek caiz midir? diye. O da: "Evet" demiş. Çünkü ALLAH (cc) şöyle buyurmuştur:
"ALLAH sizinle din uğrunda savaşmayan ve sızı yurtlannızdan çıkarmayanlara iyilik yapmanızı ve adil davranmanızı yasaklamaz. Çünkü ALLAH, adaletli olanları sever." (Mümtehine, 60/8)
Yine Rabbim şöyle buyuruyor:
"İbrahim'de ve onunla beraber olanlarda, sizin için gerçekten güzel bir örnek vardır." (Mümtehine, 60/4)
Hz. İbrahim (a.s.) babasına demişti ki: "Selâm (esenlik) sana".
Kurtubî diyor ki, ben diyorum ki, ayetten açıkça anlaşılan şey, Süf-yan b. Uyeyne'nin söylediğidir, onu kabul ediyorum.[211]
Bu konuda iki hadis gelmiştir. Ebû Hüreyre (r.a.)'nın rivayetine göre, Hz. Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuşlardır: "Yahudilere ve hıristiyanla-ra selâm ile ilk başlayan siz olmayın. Şayet siz yolda bunlardan biri ile karşılaşırsanız, kendisini yolun en dar yerine sıkıştırın."[212]
Buharı ve Müslim'de, Hz. Üsame b. Zeyd'den rivayete göre, Hz. Peygamber (s.a.v.) bir gün altına Fedek dokuması saçaklı bir kadife konularak kaplanmış bir merkep üzerine bindi. Hz. Üsame b. Zeyd'i de terkisine aldı, Hazrec kabilesinin Harisoğuîlan boyundan olan Sa'd b. Ubade'yi ziyarete gitmişti. Bu hadise, henüz Bedir savaşından önce idi. Yolda müslü-manların, putperest müşriklerin ve yahudilerin karışık olarak bulunduğu bir meclise uğradı. Aralarında Abdullah b. Ubeyy b. Selûl de bulunuyordu. Bu mecliste Abdullah b. Revaha da vardı. Merkebin yerden kaldırdığı toz meclisi kaplayınca (oturanların üzerine doğru gidince), Abdullah b. Übeyy, kaftamyla burnunu kapadı ve sonra da dedi ki: Bizim üzerimizi tozlatmayınız! Hz, Peygamber (s.a.v.) de bunlara selâm verdi.[213]
"Birinci hadis, ilk kez bunlara selâm verilmemeyi bildirmektedir. Çünkü böyle yapmakta, bunlara saygı ve ikram yatmaktadır, kâfire ikram söz konusudur. Halbuki bunlar ikram edilecek kimseler değiller.
İkinci hadis ise, bunu caiz görmektedir. Taberî diyor ki, burada aynı zamanda herhangi bir çelişki yoktur. Hz. Üsame'nin rivayet ettiği ile Hz. Ebu Hüreyre'nin rivayeti arasında bir çelişki mevcut değildir. Çünkü bu iki hadisten biri diğerinin aksi olan bir şeyi rivayet etmektedir. Ancak burada Ebû Hüreyre hadisi geneli ifade etmektedir. Üsame hadisinin manası ise özeldir. İmam İbrahim en Nahaî diyor ki: "Şayet bir yahudiden veya bir hıristiyandan görülecek bir işin varsa, önce selâm verebilirsin."
Böyle anlaşılan ve açıklığa kavuşan şu ki, Hz. Ebu Hüreyre'nin: "Onlara selâmla işe girişmeyin (ilk selâm veren siz olmayın)" hadisi, şayet herhangi bir sebep ve durum yoksa böyledir. Şayet, onlar tarafından görülecek olan bir işiniz ve ihtiyacınız sözkonusu ise, veya arkadaşlık, komşuluk veya yolculuk gibi bir beraberliğiniz sözkonusu değilse, durup dururken önce selâm veren siz olmayın. Fakat bu gibi sebeplerin olması halinde önce selâm verenin sizin olmanızda bir sakınca yoktur.
Taberî diyor ki: "Seleften rivayet olunduğuna göre, bunlar kitap ehline selâm verirlerdi. Nitekim Abdullah b. Mes'ud bunu Dehkânla yapmıştır. Çünkü İbn Mes'ud bununla yolculuk etmişti. Alkame kendisine demiştir ki: "Ey Eba Abdurrahman, bu mekruh olmuyor mu ki, o önce selâm ile başlıyor". İbn Mes'ud, evet, ancak arkadaşlık hakkı vardır, diye cevap vermiştir.
İmam Evzâî ise diyor ki: "Eğer sen selâm vermek istersen, senden önceki salih kimseler de selâm vermişlerdir. Şayet selâm vermek istemezsen, senden önceki salihler de selâmı terketmişler, bunlara selâm vermemişlerdir. Burada deniliyor ki, salihlerden yani sahabeden selâmı veren olduğu gibi, vermeyen de olmuştur. Hasan Basrî'den gelen rivayete göre demiştir ki: "Eğer gittiğin bir meclis veya toplulukta hem müsiümanlar hem kâfirler varsa, bunlara selâm ver."[214]
. İbn Kayyım diyor ki: Önce müslümanlar da selâm verebilir, durumunu caiz görenler, onlara sadece "es-Selâm" der. Ancak "Rahmet" kısmını zikretmez. Aynı zamanda bunu tekil ifadesiyle söyler."[215]
Bunların verdiği selâma karşılık vermeye gelince, bunun vacip olup olmadığı hususunda ihtilâf edilmiştir. Cumhur, onlara, selâm vermeleri halinde, selâmlarına karşılık verilmesi vacip ve gereklidir, diyorlar ki, doğru olanı da budur.
Bir başka grup ise diyorlar ki: Bid'at ehline selâm verilmediği gibi bunlara da selâm verilmez. Ancak evlâ ve Buradaki fark ise şöyledir. Biz, bid'at ehlinden uzak kalmakla, onları terketmekle emredilmişizdir. Çünkü onlara bir saygı olmasın ve onların sakıncalarından kurtulma imkânı sağlanmış olsun. Halbuki zimmet ehli bid-atcilar gibi değildir”[216]
Kitap ehline selâmın iadesinin vacipliği ve gerekliği konusunda ben de derim ki: Bu hususta tercih olunanı cumhurun görüşüdür. Çünkü onlar Hz. Peygamber (s.a.v.)'in şu kavline göre hareket ediyorlar:
"Yahudiler size selâm verdiklerinde, bu arada onlardan biri "es-Samü aleyküm (Ölün, geberin anlamında) lanet okuması" O zaman sen de: "Sa.-na..." diye karşılık verirsin.[217]
Bir de Hz. Peygamber (s.a.v.)'in şu kavli vardır: "Kitap ehli size selâm verdiklerinde, siz de onlara "ve Aleyküm" deyin" buyurmuştur.[218]
İşte cumhur bu iki hadise dayanmaktadırlar.
[196] İbn Teymiyye, "es-Siyasetu'ş-Şeriyye", s.155.
[197] İbn Teymiyye, "el-Mesailu'1-Mardiniyye", s.132-133.
[198] Buharı, 4/410, H.2216.
[199] Fethu'1-Barî, 4/410.
[200] Ahmed b. Hanbel, Müsned, 5/137, H.3409. Hadisin isnadı sahihtir.
[201] İbn Teymiyye, "İktizau's-Sirat...", s.229.
[202] Ahkamu Ehli'z-Zimme, 1/299-302. Mecmuatu'r-ResJfflfe'l-Mesail, 1/229.
[203] Buharî, 3/219 H.1356.
[204] Buharî, Cenaiz, H.1360.
[205] Fethu'1-Barî, 10/119.
[206] Fethu't-Barî, 10/119.
[207] İbn Kayyım, "Ahkamu Ehli'z-Zimme", 1/205-206.
[208] Ebû Davud, Sünen, Edeb, H,4977. Mişkatu'l-Mesabîh, 3/1349, H.4780. Elbanî, hadisin isnadı sahihtir, diyor.
[209] İbn Kayyım, Ahkamu Ehli'z-Zimme, 2/771
[210] Taberî Tefsiri, 11/111-112.
[211] Taberî Tefsiri, 11/111-112.
[212] Müslim, Selam, H.2167. Ebû Davud, Edeb, H.52O5.
[213] Buharî, İstizan, H.6254. Müslim, Cihad, H.1798.
[214] Taberî Tefsiri, 11/112.
[215] İbn Kayyım, Zadu'1-Meâd, 2/425.
[216] İbn Kayyım, Zadu'1-Meâd, 2/245.
[217] Buharı, İstizan, H.6257. Müslim, Selam, H.2164.
[218] Buharı, İstizan, H.6258. Müslim, 4/1705, H.2163.