- Kaderle İlgili Üçüncü Fasıl

Adsense kodları


Kaderle İlgili Üçüncü Fasıl

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
sumeyye
Thu 8 September 2011, 01:08 pm GMT +0200
Kaderle İlgili Üçüncü Fasıl


Tercümesi :
 

113 - (35) Ebudderdâ (R. A) den mervîdir,   demiştir : . «Aziz ve celil olan Allhâhü teâla her kuluna beş şey-İn taktîrini netî-ceiecelemiştir (o beş şeyde şunlardır) 

a) Ecelini (yâni, ömrünün müddetini ve yaşayacağı zamanı},

b)  Amelini (yâni, kulun hayır ve serden neler işleyecenîğini),

c)  Nerede karar edip kalacağını (yer ve mekânını),

d)  Hareket ve ızdırarlı hallerini,[49]

e)  Ve helâl veya haramdan rızkını taktir etmiştir.» [50]

 

İzahat
 

Râvi Hz. Ebudderdâ {R.A), uveymir bin mâlik hazrec kabilesine men­sup ensâri kiramdandır. Uhut muhaberesinden başka bütün muharebe­lerde Peygamberlerimizle hazır bulunmuştur.

Hz. Ebudderdâ (R.A), sahabenin   fakih, âlim, fazıl ve hakimlerinden idi. Bu sebepten Peygamberimiz (S.A.V.) onun hakkında şöyle buyurmuş­tur:

«Her ümmetin bir hakimi vardır. Bu ümmetin hakimi de, Ebudderdâ-dır.»

Samı şerifin fethi esnasında muharasada bulunmuşlardır ve fethin­den sonrada şama hâkim tâyin edilmiştir. Hz. Osmanın hilâfeti zamanın­da şam kazısı iken hicretin okuz ikinci senesinde vefat etmiştir. Allah on­dan râzî olsun.

Yukardaki hadisi şerifin lafız ve manalarını her müminin ezberleyip hayatına düstûr ve delil olarak hedef olmalıdır.   Rızık derdine, mesken ve mekan derdine düşüpde ilâhi takdir ve tecelliyi   unutmamak lâzımdır. Çalışmak ve doğru işlere yapışmak, rızkın helâl olmasına ve helâldan tak­dir edilmesine sebep olur.

Birde insan az yaşasa çok yaşasg mutlak ve muhakkak bir gün ölüm başa gelecektir. Onuda hiç unutmayıp iyi hazırlanmak ve daima iyi amel­lerle meşkul olmak lazımdırki, insan nasıl yaşarsa, öyle ölür. Nasıl ölürse, öyle  haşrolunur. [51]

 

Tercümesi:
 

114 - (36) Âişe (R.A) den mervîdir, demiştir: Resûlullah (S.A.V) den işittim, buyuruyordu :

«Bir şey hakkında bir kimse kaderden bahsederse, kıyamet gününde o kimse sual olunur,

— Ve bir kimse bir şey hakkında kaderden bahsetmezse, ktyâmet gü­nünde o kimsede ondan (kaderden) sual olunmaz.» [52]                       

 

Tercümesi :
 

115 - (37) İbni Deylemî (R.A) den mervîdir, demiştir: «Übey bin kâbe geldim, ona dedimki : nefsimde kaderden birşey (ves­vese) vâki ve bana bir söz söyledi. Fakat umarımki Allâhü teâlo onu (ves­veseyi) kalbimden giderir.

—  Bunun üzerine Übey bin kâb dedi : Eğer aziz ve celil olan Allâhü teâla semâ vat in (göklerin) ve yerin ehlini azap etmesi farz olunsa, onları (göklerin ve yerin ehli olanları,) o (Allâhü teâla) onlara zulmetmediği hal­de ozâbeder (zîra azabı ilâhîsi, adlinden ve rahmetide lutfundandır).

—  Ve eğer Allâhü teâla onlara (yer gök ehline) rahmetini ılhsan etse, onlara rahmeti ilâhîsi, onların (iyi) amellerindendir. Eğer sen Allah yolunda Uhud dağı kadar altun infak etsen, Allâhü teâla senden o Uhud dağı kadar thayrın) infâkını kabul etmez, tâki kadere îman edesin. Ve sen bilmelisinki, muhakkak sana (ni'met, belâ, tâat ve mâsiyetten) isabet eden şey, sanin ha­tâ etmenden olmamıştır, ve (hayır ve serden) senin hatâ ettiğin şey, mutla ka sana isabet etmek için olmamştır.

—  Eğer sen (Ey İbni Deylemî!) şu (kadere îman) akidesinden başka (kü­für) akidesi üzerine ölürsen, elbette cehenneme girersin.

—  Ibni Deylemî dedi : Bundan sonra Abdullah bin Mes'uda geidim, fa-kat Abdullah bin Mes'ud da aynı böyle söyledi,

—  İbni Dyelemî dedi : Sonra Huzeyfe bin Elyemâne geldim, hemen Hu-zeyfe de aynı şeyi söyledi.[53]

—  Ondan sc-nra Zeyid bin Sabite geldim, oda Nebiyyi   muhteremden naklen bana aynı öylesini söyledi.» [54]

 

İzahat
 

Râvî İbni Deylemî (R.A) kimdir?

Hz. İbni Deylemî (R.A) Ebû Abdullah, yahut Ebû Abdurrahman veya Ebûzzahhak feyrûziddeyleınîdir. Kendisi humeyrîden geldiği için «humeyrı» de denir. Kisra isimli melik tarafından Yemene gönderilen fârisi oğulların-dandır.

Muhammed Bin Seîd (R.A) dediki : İbni Deylemî ehii hadisden »lan büyük bir zattır. Feyrûza eddeylemi denir. Resulü Ekrem efendimizin huzu­runa gelen feyruz cemaatının bir kişisidir.

Yemende Peygamberlik iddiasında bulunan yalancı Peygamber esvedi inşa isimli kâfiri bu zat öldürmüştür. Peygamberimize ölüm hastalığından bu zatın o yalancıyı öldürdüğü haberi gelince, Resulü Ekrem efendimiz şöyle buyurdu :

«Onu öldüren Feyruz faz, Feyruz Faz, Feyruz Faz isimli sâlih bir yiğit kimsedir.»

Bu zatın sahabe veya tabiinden olduğu hususunda ihtilaf edilmiştir. Şârih aliyyülkâri merhum sahabeden olduğuna kaildir. Mussanîf hatibi Tebrizî merhum ise, «Esmaürrical Mlmişkat» İsimli eserinde tabiinden oldu­ğunu beyan etmiştir. Hz. Osman veya Hz. Muaviye zamanında vefat etmiş­tir. Allah ondan râzî olsun.

İbni Deylemînin gelip sorduğu Übey bin kâb (R.A) ise, sahabenin en güzel Kur'anı kerim okuyanlarından ensârı kiramın hazrec kabilesindendir.

Peygamber (S.A.V) efendimizin vahiy katiplerinden idi. Peygamber efendimiz zamanında Kur'anı kerîmi tam ezberleyip hafız olan altı kişidsn birisidir.

Peygamber (S.A.V) efendimiz kendisine «Ebal Münzir» Künyesini bu­yurmuşlardı. Hz. Ömer (R.A) da «fcoat tıfıl» künyesi ile künyelemişti.

Peygamber (S.A.V) efendimiz, «Seyyidül ensâr» ismi ilede isimlendir­mişti. Hz. Ömerde «Seyyidül müslimin» İsmini vermişti. Hz. Ömer (R.A), Te­ravih namazını, bu ümmetin en iyi okuyanı diyerek imam yapıp bemaatla teravih namazını kıldırmıştı. Kendisinden pek cok halk hadis rivayet et­miştir.

Her iki zad ve ibni Mes'ud (R.A) in aralarında gecen mes'elenin anla< şılmayacak tgrgfı yoktur. Tekrar tekrar okumak faideli olur. [55]

 

Tercümesi :
 

116 - (38) Nâfi (R.A} den rivayet olunduğuna göre, bir adam ibni Öme-re (R.A) geldi ve dedi: Muhakkak falan kimse sana selam ediyor,

— Bunun üzerine İbni Ömer dediki : O adam kaderi tekzib ederek din­de olmaycm Bld'atı işlediği bana erişti. Binaenaleyh eğer o kimse, o bid'-atı işledi ise san benden ona selam söyleme. Zira Resûlüllah (S.A.V] den işittim buyuruyordu :

«Ümmetimin veya bu ümmetin kader ehli için {Bid'atçılar için), yer ya­rılması, veya suret değişmesi veya gökden taş yağması olur.»[56]

İmamı tirmizi bu hadis, hadisi hasen, hadisi sahih ve garibdir, JJedi. [57]

 

İzahat
 

Râvî Nâfî (R.A) kimdir?

Hz. Nâfî bin sercis (R.A), Abdullah bin Ömer (R.A) in kölesi, deylemî ye mensub tabiînin büyüklerindendir. Sahabe ve tabiînden pek çok kişi ha­dis rivayet etmiştir. Hadis bilginlerinin sika ve meşhurlarındandır.

Mâlik bin enes (R.A), Nâfî den rivayet yoluyla ibni Ömerden de mervî olan hadîsi işitince başka kimseden işitmeye iüzum olmadığını beyan et­miştir. Nâfî (R.A), hicretin yüz on yedi (117) târihinde vefat etmiştir. Allah ondan razı olsun. [58]

 

Tercümesi :
 

117 - (39) Ali (R.A) den mervîdir, demiştir :

Hatice (R.A) Nabİyyİ muhtereme (câhiMyyet devrinde ölen) kendisi­nin iki çocuğundan sordu:

—  Bunun üzerine Resûlüllah (S.A.V) buyurdu :

«O câhiiiyyet devrinde ölen çocuğun, cehennemdedir.»

—  Hz. Ali (R.A) dedi : Vaktaki Resûlüllah (SAV) Hz. Haticenin yüzün­de üzüntülü hâli gördü, hemen dedikji:

«Eğer sen onların (çocukiarıyın) yerini görseydin, şüphesiz onlara bugz ederdin.»

—  Hz. Hatice (R.A) dedi : Yâ Resûlüllah! Senden olan çocuğumun du­rumu nerededir?

—  Resûlüllah (S.A.V) buyurdu : «Cennettedir.»

—  Bundan sonra Resûlüllah (S.A.V) buyurduki:

«Muhakkak surette müminler ve evlatları, cennettedir, müşrikler ve ev-lâtlarıda Cehennemdedir.»

—  Sonra Resûlüllah (S.A.V) şu âyeti okudu :

«{İman edipde zürriyetleride îman ile kendilerine tâbi olanlar yokmu? biz onların nesillerimde kendilerine kattık), (tûr sûresi, 21) Bu hadisi, Ahmed rivayet etti. [59]

 
Tercümesi:
 

118 - (40) Ebû Hureyre (R.A) den mervidir, demiştir:

Resûlüllah (SAV) buyurduki:

«Allâhüteâla Adem (A.S) ı yarattığında sırtına mesnetti. Hemen sırtın dan Ademin zürrlvetinden kıyamete kadar yaratacağı her ruh sahibi çıktı. Ve her insanın iki gözü arasına nurdan bir parlaklık yarattı. Ondan sonra o zürrlyetf olan insanları Adem (A.S) a arzettl.

—  Bunun üzerine Adem (A.S) dedi: Ya Rabbil Bunlar kim? Allohü teâla buyurdu : (Bunlar) senin zürriyetindlr.

—  Hemen Adem (A.S) zürriyetterinden bir adamın iki gözünün arasın­da bir parıltıyı gördü ve teaccüp etti, dedi  Ey Rabbim! bu kimdir?

—  Cenâbu hak buyurdu, Dâvud dur.

—  Adem (A.S) dedi: Ya Rabbi! Onun ömrü kaç senedir?

—  Cenabu hak buyurdu : Altmış senedir.

—  Sonra Adem (A.S.) dedi : Rabbim! Benim ömrümden onun ömrüne kırk sene İlâve et.

«Vaktaki Adem (A.S) in (Dâvud A.S. a feda ettiği) kırk senelik ömrü ha­riç, ömrü hitame erdi, ölüm meleği Ademe (A.S) ruhunu kabzetmek için gel­di. Hemen Adem (A.S) dedi: Ömrümden kırk sene kalmodımı?

—  Cenobı (hak veya melek) dediki  :Sen o kırk senelik ömrünü oğîun Pavuda vermedinmi?

—  Bunun üzerin© Adem (AS) inkar ettf, buna binâen zürriyetide inkâr etti. Adem (A.S) unuttuda oğaçdan yedi. Binaenaleyh zürriyetide  unuttu. Adem (A.S) hata etti zürriyetide hata etti.»   [60]                                       

 

Tercümesi :
 

119 - (41) Ebudderdâ (R.A) den rivayete göre, Resulütlah (S.A.V) den rivayet olunmuştur, buyurdu ki: «Allhü teâla Adem (A.S) i yarattığı zaman (bir sebeb ve vasıta   ve İlâhi kudreti ile) sağ omuzuna (Melek) vurdu, hemen sağ küreğinden zerre misali (küçük karıncalar misâli) nûrânî bembeyaz zum yet çıkarda,

—  Ve birde İlâhi kudretle Ademin sol küreğine (Melek) vurdu, hemen simsiyah kömür gibi zürriyet çıkardı.

—  \şt& o anda AHahü teâia buyurdu :

—  Şu sağ tarafdan çıkarılanlar, cennete vasi) olurlar ve bundan dolayı benim' İçin hiç bir iftihar ve değişiklik yoktur.[61]

—  Ve sol tarafdan çıkarılanlar içinde, bunlar Cehenneme gidecekler­dir, bu haldede benim için bir hal ve zaruret değişikliği yoktur (yani ben is­tediğimi işlemekde hür ve muhtarım), buyurmuştur.» [62]

 

Tercümesi :
 

120 - (42) Ebi nadra (R.A) den mervidir:

—  Peygamber saflallahü aleyhi vesellemin ashabından Ebû AbdilJah denilen bir adam ağlayarak Resûlüllahın ziyaretine geldi ve yanına girdi,

—  Ashabı kiram o addama dedier :

«Sen; ağlatan şey nedir? Sana ResûlüUah (S.A.V) ;

—  (Bıyığından al) sonrada bana (havzı kevser başında) kavuşuncaya kadar öylece devam et demedimi?»

O adam evet, (buyurdu) dedi. Ve fakat Resulüllah (S.A.V) dan işittim, buyuruyorduki:

«Muhakkak AHahü teâla sağ eliyle (sağ kudreti ile) bir kabza kabzala-mış (bazı zürriyetini sağdan yaratmış) tır. Ve diğer bazısını da sol eliyle kat-zalamıştsr.

—  Sonrada demiştirki : «Şunlar, şunlar için, bunlarda   bunlar içindir. Bununla beraber bende bir değişiklik yoktur.»

—  Resûlülİah (S.A.V) kendisi hakkındada, ben bu iki kabzanın hanki-sinden oiduğumuda bilmiyorum, diyor.» [63]                                                 

 

İzahat
 

Râvî Ebî Nadra (R.A) kimdir?

Hz. Ebî Nadra, Basralı tâbiindendir. Hz. Hasan (R.A) in şehâdetinden az bir zaman evvef vefaî etmiştir. Kendisi İbni Ömer, Ebû Said ve îbni Ab-bas (R.A) den hadisi şerif işitmiş ve öğrenmiştir. Ondanda İbrahimi etteymi, katâde ve said bin zeyd hadis rivayet edip öğrenmişlerdir. Allah ondan razı olsun.

Bu hadisi şerifde Resûlütlahın huzuruna gelen kişinin bıyığını uzatıp dudağını kaplayarak ağzına giren şekli varmış, o halin iyi olmadığını, bıyı­ğın uzununun kesilmesi hakkında Peygamberimizin tavsiyesini ashabı ki­ram o adama hatırlatıp uyarıyorlar.

Evet fıkıhda beyan edildiği üzere, bıyığın üst dudağı kapatacak kadar uzaması, kerahattır.

Resulüilah saliaüahü aleyhi vesellem efendimizin, kıyametde havzın ba­şında kendisine kavuşuncaya kadar bıyığın kısaltılıp kesilmesini buyurmo sida, sünneti muvakkat bir zaman işleyip terk etmenin doğru olmadığına işarettir.

Evet sacını, başını ve bıyığını karıştırıp erkekmi kadınmi bilinmeyecek derecede pislik içerisinde gezen zavallıların hali perişandır. Sâde bıyığı uzun olupda yemeğe oturanın artığı 'dahi kerâhat iken, her tarafı pislik içinde olan böyle kimseleri cenabı hak ıslah eylesin.

Halk arasında bâzı kimseler, bıyığını uzatıp üst dudaklarını örtecek şe­kilde terk ediyorlar. Ve bu hallerini «falan filan kimseler işlemiştir» diyerek müdofo ediyorlar.

Yukardaki hadisi şerif gibi pek çok hadisi şerifler ve bu hadisi şeriflerin hükümlerini en güzel şekilde açıklayan fıkhı hükümler, meydanda iken filan şöyle yapmış, falan şöyle idi, demek sapıklık ve zındıklık olur. O hali İşle­yenler, Peygambere muhalefet eden mikrop, zındık ve sapık kimselerdir.

Bıyıkların uçlarını uzatmak ise, harp meydanlarında daha yiğit görün­meyi sağlamak için caiz olduğu ve Hz. Ömer askerlere cephede aynı şekli yaptırdığı vakîdlr.

Ehli sünnet yolunu takip edip cenneti âlâda Peygamberimizle komşu oimak isteyen her müslüman sünnete uyar ve sünnetin dediği ile amel eder[64]

 

Tercümesi:
 

121 - (43) İbnl Abbas (R.A) dan meraldir.

Peygamber sallallahü aleyhlvesellem buyurduk!:

«Aliahü teâla, Arafatda Nâman isimli dağda Ademin neslini sırtından çıkardığında söz (and) aldı. Hemen kıyamete kadar yaratılacak zürrlyetinin hepsini sulbünden çıkardı, Zerreye (küçük karıncaya} benzer şekilde bütün neslini Ademin önüne (veya bazısını sağına, bazısınıda soluna) dağıttı. (Yani Ademin önüne veya sağına soluna toplu halde veya dağınık şekilde yığdı). Sonra açık bir ifade İle onlara söyleyerek dedik!:

— Ben sizin rabblnlz devimiyim?[65]

— Onlarda evet (RabbimizsinJ! dediler. (Cenubu hakda) kıyametde biz bundan gafillerden idik yahut bizden evvel gecen babalarımız şirk et­mişlerdi, btzde onlardan sonra gelen zürrlyetlerden İdik, bu sebeble batıl yolda gidenlerin yüzünden blzt helâkmı edeceksin? dlyememelerinlz için biz aşlmüşşan satıid olduk (dedi).» [66]                                         

 

İzahat
 

Bu hadisi şerlfde beyan edildiği üzere, AIEahü teâla Adem aleyhisselâ-mı yarattıkdan sonra kendi sulbünde meydana gelecek bütün neslini ara-fatın yakınında veya tâlfle arafat arasında «Nâman» isimli dağda iken bütün zürrlyetinl küçük karıncalara benzer şekilde zerrecikler halinde ve Ademin önünde veya bazısını sağında diğer bazısınıda solunda yığınlar halinde yara­tıyor.

Sonrada «Ben sizin rabblniz değilmiyim? diyor» Bütün insanlar top ye­kûn «Evet rabbimlzsin» diyorlar.

Bunun üzerine Ademin neslinin kıyamette bu ikrarlarını inkar etmeme teri veya inkar edememeleri için, kendini, veya Melekleri veya insanları bir birlerine şâhid diktiğini ve hatta insan neslinin «bizden evvel gecen baba­larımız şirk etmişlerdide, bizlerde onlardan sonra gelenlerden idik, onların kötü îtikad ve amellerinden dolayı bizi helak mi edeceksin» diyememeleri fçin şâhld diktiğini beyan ediyor.

Evet insanın nesli, tâ Adem Aleyhissetâmın yaratılışı zamanında ilahi hitaba müsbet cevab vererek iman ettiğinden, müslümanın ve kâfirin yeni doğan çocuktan vaktiyle îman ettikleri fıtrat üzere doğarlar. Bu daha acık bir ifâde ile yukarda doksanıncı (90) hadisi serifde beyan edilmiştir. [67]

 

Tercümesi :
 

122 - (44) Obeyyibni Kâb (R.A) den rivayet olunmuştur, AMahü te-âianın şu meâfdaki : «Habibim hatırla o zarnanıki,) Rabbin, Adem oğulları­nın sulblerinden zürriyetlerini çtkarıb söz aldığı vakit» Kavli kerimi hak-kmnda (Übeyyibni kâb R.A) dedi:

—  Ademin zürriyetini cem etti. Topladı ve onları erkekli dişili yarattı. Ondan sonra onlara suret verdi, onlara konuşma kabiliyyeti (akıl ve nutuk) verdi. Bunun üzerinede onlar Allah in dilemesi ile konuştular. Ondan sonra da cenabu hak, onlardan ahdi m İs ak (ikrarlı söz) aldı. Ve kendilerine ken­dilerini (birbirlerine ve kendi nefislerine kendilerini) şâhid tutarak :

—  Ben sizin Rabbiniz değilmiyim? (dedi.)

—  Onlarda (Ademin zürriyetide), Evet Rabbimizsin, şâhid olduk, dedi­ler.

—  AMahü teâlada buyurdu :

—  Elbet bende yedi kat semayı ve yedi kat arzı şâhid dikiyorum ve ba­banız Ad em ide sizin üzerinize şâhid dikiyorumki, kıyamet gününde biz bu­nu gerçekdeh bilmeyorduk demeyesiniz. Bilinizki, benden başka ilâh yoktur. Benden başka Rap, yoktur. Bana hiç bir şeyi ortak koşmayınız. Eibet ben size ahdi misâkımı hatırlatıp uyaran elçilerimi göndereceğim. Kitaplarımı üzerinize (Elçilerim vasıtası ile) indireceğim.

—  Onlar (Ademin zürriyetide) dediler :

—  Bildik ve itiraf ettikki, Elbet sen bizim (ve bütün varlıkların) Rabbi-miz ve iiâhımızsın. Senden başka bizim için Rab yoktur ve senden başka ilâhımız yoktur.

—  İşte böyle Ademin zürrjyeti bu zikredilenlerin hepsini ikrar ettiler.

—  Adem Aleyhisselam onlara (zürriyetierine) bakar halde iken maka mı ûHye yükseltilerek onların üzerine kaldırıldı.

—  Âdem onlardan zengin, fakir, güzel suretti ve güzel sûretliden başka sini gördü ve hemen : (Ey Allahım!} Keşke kulların arasında müsavat ya­paydın (hepsini aynı seviyede yarataydın), dedi.

—  AHahü teâlada : Elbet ben şükredilmem! istedim, dedi.

—  Ve Adem (A.S) onların içinde (zürriyetieri içinde) üzerlerinde yanan ışıklar (lambalar) misali nurlu Peygamberleri gördü, o Peygamberler umu­mî misak (sözleşme) den sonra risâtet ve nübüvvet hakkında husûsî mâhi­yette başka bir misak ile tahsis edilmişlerdi.

—  Ve o Peygamberlerle olan ahdi mîsakda AHahü teâlânın şu kavli şe­rifi ildi:

—  «(Ey Habibim!) hatirlaki bir zaman Peygamberlerden söz almıştık, sendende Nuhdanda, İbrahim, Musa ve Meryemin oğlu İsâdanda, onlardan sağlam bir söz almışdık.»   (Ahzab sûresi, 7)

—  îsa (Peygamber) işte şu Peygamberlerin ruhlarından idi.   Hemen onu (Hz. Isayı) AHahü teâla Meryeme (Cebrâü Aleyhisseiam   vasıtası ile) îlkâ edip gönderdi.

—  İşte bu hüküm Übeyyibni kâbden tahdis olunup şöyle söyledi : «O ruh (İsa Aleyhisselam), annesinin ağzından girdi.» Ahmet bin hanbel

(NOT : Râvi Übey bin kâb hakkında kısa malumat, 115, hadîsi şerifin altında geçmiştir.) [68]

 

Tercümesi :
 

123 - (45) Ebidderdâ (R.A) den mervîdir, demiştir;

«Biz Rasûlüllâhın yanında hâdiselerden bir şeyler müzâkere edip ko­nuşuyor idik, hemen Resulü Ekrem sallallâhü aleyhi ve sellem buyurduki:

«Bir dağı yerinden kayıp yer değiştirdiğini işitirseniz, bu hadiseyi tas­dik ediniz. Ve fakat bir adamın ahlakının değiştiğini işitirseniz, tasdik etme­yiniz. Zira adamın ahlakı, cibilliyyetf ne ise, öyle olur.» [69]

 

İzahat
 

Râvî Ebidderdâ (R.A) in kısa hal tercümesi, biraz yukarda geçmiştir.

Hadisi şerifin manası ve temsîfi izahı, çok ve çok dikkat gerekir. Zira dağın yerinden değiştiğine veya dağda tamamen tebdili mekan ve şekil ol­ması duyulduğunda inanılmasını tavsiye buyururken, adamın ahlakının de­ğiştiğine dair işitilen cümleleri tasdik etmeyip red etmenin lüzumunu beyan etmesi, elbet telif ve tevil hususu her kişi tarafından anlaşılamaz. Fakat biz kısada olsa açıklamaya çalışacağız.

Evvelâ dağın yer değiştirmesi meselesi, günümüzde daha ayan beyan görülmektedir. Zelzeleler, âfetler, yer altı patlamaları, mâden ve emsali şey­lerin meydana gelmesi gibi haller dağın tebdili mekan etmesine sebeb ol­maktadır. Hatta daha evvel bazı dağların uçtuğuda yazılmaktadır. Her ne ise dağın yerinden uçtuğu ve uçabileceğ muhakkaktır. Ataların bir sözü var­dır. «Deniz yanarmı, ihtimal»

Nitekim bir zamanlar, Istanbula gelen bir vapurun benzini patlayıp kara denize dökülüyor. Günlerce denizde yangın devam etmişti. Bu hâli gözü­müzle görmüştük ve pek çok kimselerde gördüler.

Adamın ahlak ve teabiatının değişmesi meselesi ise, şöyle anlaşılma­sı gerekir:

İnsanın yaratılıştaki soy sop, cibilliyet ve tabiatı îcobı, hakkında kaderi ilâhide ne şekilde tesbit edilip yazıldı ise, o yazılan kaza ve kader şeklinin icâbı, amel ve ahlakına tabî olan kişide tabiat ve ahlakının değişmesi ol­maz, Yani asılda değişme olmaz. İleride gelecekği üzere, vasıfda değişme

olabilir. Asıl hali izah edelim; Mesele); akıllı, ahmak olmaz. Sahi kimse, pahıl olmaz. Şecaatlı kişi, korkak olmaz. Keza bunların akside tab'an ve adeten değişmez. Yaratılış cibiltiyyet ve kâbiliyyet ne ise öyle olur. Asıl cibillî ahlâk değişmez. İnsanın içinde karar eder.

İnsanın tabiat ve cibilliyetinin İcabı, nefsinde kararh ve dâima görülen veya görülebilecek ofan hallerin beyanı bâzı âyeti kerime ve hadisi şerif-İerdede açıklanmıştır.

Bir âyeti kerimede şöyle buyurulmuştur:

«Öfkelerini yutanlar, takva sahipleridir.» (Ali imran sûresi, 134)

Bu âyeti kerimede «öfkelerini yutanlar. » buyurulmuşturda «Öfkelerini yok edenler.» denilmemiştir.

Ayeti kerime de beyan edildiği üzere, öfke ve kazabı tamamen yok et­mek zikredilmeyorda,, öfke ve kazabı yutarak kötülüğü önleyenlerin fazile­tinden bahsediliyor.

Demek oluyor ki. Kötü ahlâkdan olan gazabın aslını söküp atmak im­kânı olmayor veya olmayacak da, o öfke ve gazab dururken zararını önle­mek için öfkenin yutularak sabra tahvil etme imkânı oluyor veya öyle ola­bileceği beyan buyuruîuyor.

Diğer bir âyeti kerîmede de tabiat ve cibilliyetin sabitliği şöyle Deyan buyurulmuştur:

«(Ey habîbim!) Deki, eğer siz, Rabbimin rahmet hazînelerine sâhtb ol­saydınız, o zaman harcayıp tüketmek korkusuyla muhakkak cimrilik ederdi­niz. İnsan (tabiat ve cibilliyeti İcabı) çok cimridir.» (fsrâ sûresi, 100}

Ayeti kerime de beyan edildiği üzere, insanın mayasında tutuculuk ve mal, müfk makam ve mansıb hırsı vardır.

Bir hadisi şerifde de şöyle buyurulmuştur:

«Eğer Adem oğlunun, iki dere dolusu altını olsa, üçüncü dereyi arzu eder, Adem oğlunun kursağını, ancak toprak doldurur. Tevbe edib hırsa ka-pilmayanların tevbesıni, Allâhü teâla kabul eder.» [70]

Ataların bir sözü vardır: «Can çıkmayınca, huy çıkmaz.»

Ataların diğer bir sözieride şöyledir:

«Asıl azmaz. Her şey aslına çeker. Her şey aslına rucû eder.»

Bu sözlerde, cibilliyet ve tabiatın aslı değişmeyeceğini beyan eden hadî­si şerifin hükmüne muvafıkdırlar.

İnsanın cibilliyet ve tabiat esâsına dayanan asıl mayası ve aslı esası değişmez. Fakat yaşantı ve dış âlemle ilgili görüntülerde ki, ahlâkî hayatta değişme olabilir. Yani yaratılışı olan aslı ve iç güdüsü ki kaderi ilâhiye da­yanan esaslarda değişme ve tebdil veya sabit olmak gibi haller ne ise, o şe­kilde tecellî eder. Aslî oian şeyde her ne kadar değişme olmaz isede vasfî olanlarda irâde ve çalışmanın esâsına dayalı şekilde tezahür ederek de­ğişme olur veya olabilir. Vasfî olan ahlâkın değişmesi ve tebdil? mümkindir.

Netekim bir âyeti kerîme de şöyle buyurufmuştur:

«Şüphesiz Allâhın (küfür ve mâsıyetten) temizlediği kimse, (korktuğun­dan) kurtulmuştur»   (Şems sûresi, 9)                                                                 

Diğer âyeti kerîme meali şöyledir :

«(Habîbim!) Sen bağışlama yolunu tut, iyiliği emret ve cahillerden yüz çevir.» (Araf sûresi, 198)                                                                                         

Bu ayeti kerîmelerde ve bu ayeti kerîmeler gibi pek çok ayeti kerîme­lerde insanların, hem kendi nefislerini ve hem başkalarını isiah edib düzelt­mekle emrofunmaları, kötü ahlakın tebdil ve teğyîrinin mümkün olduğunu açıkça beyan etmektedir.

Şu halde asıl maya ve tabîat her ne kadar değişmez isede, dış alemle ilgili ahlâkî.yaşantı ve düşüncelerin değişebileceği gayet açık şekilde be­lirtilmiştir. Vâzu nasîhat, talim terbiye, iyilerle teşriki mesâi ve ıslâhı nefis gibi hareketler, «Din nasihattir» esâsına dayalı olarak yaşamak ve ahlakın güzelleştirilmesi için gayretler dînin en güzel icraat işlemidir.

Bir hadîsi şerifde şöyle buyurulmuştur:

«Ahlakınızı, güzelleşiriniz.»[71]                                                     

Diğer hadîsi şerif meali şöyledir:

«Ey Allahım! Yaratılışımı güzel halk ettiğin gibi, Ahlakımı da güzelleş-tir.» [72]                                                                                                   

Calibi dikkat bir hadîsi nebevide de şöyle buyurulmuştur:

«Rabbim beni terbiye ettiği için, güzel terbiye etti.»[73]

Yukarda naklettiğimiz iki yönlü hükümleri okuyarak rasûlü Ekrem efen­dimizin mübarek .sözlerini iyi anlayalım. Tezat halinde hükümler olduğu ze-hâbinden kendimizi böylece kurtaralım. Şayet dikkat etmez iyi araştırmaz isek, belki yanlış hüküm veririz ve sevgili Peygamber efendimizde veya onun beyanlarında eksiklik arayanlar sırasına gidebiliriz. Bu ise, çok ve çok teh­likeli ve sapıklıkdır.

Bir âyeti kerîmede şöyle buyurulmuştur:

«Ey îman edenler! Allahdan korkunuz ve sâdıklarla beraber olunuz.» (Tevbe sûresi, 119)

Peygamber (S.A.V) efendimizde şöyle buyurmuştur : «Kişi, arkadaşı­nın dîni üzeredir. Binaenaleyh sizden biriniz kimle arkadaşlık yapıyor, ona iyi baksın.»  [74]                               .                                     

Yine denilmiştir : «Tabiat tabiattan çalar, sahibinin haberi bile olmaz.»

Halk arasında : «İnsanı, akranı azdırır.» denilir.

Hülâsa mümin, mazbut ve iyi ahlak sahibi olmak için, ahlakını güzelleş­tirici amelleri işlemesi ve güzel ahlaklı kimselerle taşrîki mesâide bulunması lâzımdır. [75]

 

Tercümesi :
 

124- (46) Ümmü seleme (R.A) den mervîdir, dediki:

«Ya Resûlellah! (Hayberde) yediğin zehirli koyundan meydana gelen elem, senenin hepsinde sende tesiri görülüyor, hiç ayrılmıyor.[76]

— Resûlülfah buyurdu :

«O koyundan olan şey (Zehir), bana isabet etmemiştir. Ancak Adem balçık halinde iken benim hakkımda yazılmış olan elem bana tesir etmiş­tir.» [77]                                                                                                       

 

İzahat

 

Râvî Ümmü Seleme (R.A), Peygamberimiz efendimizin hanımlarından, dolaysıyie vâlidelerimizdendir. Ebi ümeyyenin kızıdır. Peygamberimiz bu vâlidemizide dul olarak nikahlayıp almıştır. Hicretin dördüncü nenesi şev­val ayında izdivaç buyurmuştur.

Vefatı, hicretin elli dokuzuncu senesinde seksen dört (04) yaşında Medine-i Münevverede vuku bulmuştur, kabri şerifi Cennetül Bakîdedir. Hamdü senalar olsun ziyareti acizanem olmuştur. Allah razi olsun ve şefaati­ni nasib buyursun. Amin.

Bu hadîsi şerifde şu âyeti kerîmeye işârst buyurulmuştur:

«{Zelzele, kıtlık ve kuraklık gibi şeyler) ne yerde, ne de (zehirlenme, hastalık ve musibet gibi) nefislerinizde bir musibet başa gelmez ki, ancak bılz onu yaratmazdan evvel o bir kitabda (levhi mahfuzda - Aliâhın ilminde yazılmıştır. Şüphesiz bu, Aİlaha göre kolaydır.»  {Hadîd sûresi, 22) [78]

 

(4) Kabir Azabının İsbati Babı Birinci Fasıl


125 - (I) Berrâ ibn Âzib (R.A) den rivayet olunduğunu göre. Resûlülllah (SAV) buyurdu:

«Müslüman, kabirde sual olunduğunda, Alfandan başka iiah oimadığı-na ve Muhammed-in Allahın Rasûlü olduğuna şehâdet eder. İşte bu (rnüs-lümanın şehâciet hükmü), Allâhü teâlanın şu kavli şerifidir ; Allah (c.c.) mü­minleri hem dünyada ve hem Öhirette (kabirde) sâbiî söz!o (şahadet keli­mesi ile) tevhide bağlı kılar.»

Diğer rivâyetde Resûlüllah (S.A.V) şöyle buyurdu :[79]

«(Allahü teâlantn,) Allah, müminleri hem dünyada, hem âhiretde (ka­birde) sabit sözle (şehâdet kelimesi ile) tevhide bağiı kılar, kavli şerifi kabir azabı hakkında nazil olmuştur. Mümine kabirde danlr: Rsbbin kîm? Hemen oda, Rabbim Allah, nebim Muhammeddİr, der.» [80]                 

 

İzahat
 

Râvi Berrâ ibni Âzib kimdir?

Hz. Berrâ ibni Âzib (R.A), Medine-i münevvereü Enseri  kiromdandır. Bu zatın babasıda sâhâbe-i kiramdan idi.

Künyesi, Ebü umâretül Ensârîdir. Küfeye Hz. Alinin yanma nakli me­kan etmişti. Hz. Ali (R.A) ile cemel ve sıffîn muharebelerinde hazır bulun­muştur. Ve kendisi Küfede vefat etmiştir. Kendisinden pek çok kimseler. Hadis rivayet etmiştir, ASah ondan razı olsun.

Yukardaki hadisi şerifde beyan edildiği üzere, Ahiretin ilk evi ve mekâ­nı olan kabirde, sual, cevab, seâdet veya azab olunacağı beyan buyurul-maktadır. Müminler, îrad edilen suâle karşı iyi cevab ve şehâdetde bulu­nacaklarını cenabu hak haber veriyor.

Ve kabirde ilk sualin, Allahın varlığı, birliği, mabûdû hakîki olduğu, on­dan başka bir ilahın olmadığı ve Muhammed Aleyhisselâmtn onun kulu ve Resulü olduğuna şehâdet hususunda olacağı açıklanmıştır.

Kabirde Allahdan ve Peygamberlerden sual edenler© karşı müminlerin rahatlıkla iyi cevab verebileceği hem âyeti kerime ve hem hadisi şerifde beyan edilmiştir. Fakat kâfir ve fasık müminlr, kabirde sual soran Melek­leri, görünce onları, korku, heyecan ve hayret etme halinin galebe calip cevab vermede şaşkınlığa kapılıp iktidarları kalmayacaktır. Bilhassa kâfir­ler, hiç cevab vermeyip hapt olup kalacaklardır.

İşte bu sebebden kâfirler, kabir azâbtnı muhakkak surette görecekler. dir. Âsî müminler ise, ilahi afve nail olmazlarsa, onlarda kabir azabını gö­receklerdir.

Kabir sıkması ise, her ferde şâmildir. Kabir sıkmasını görmeyen kim­se olmayacaktır. Ancak kâfir ve zalimlerin kabir sıkması, kuvvetli iki şeyin arasında ezilip pestil halini alarak et ve kemikler bir birine geçerek sıkışıp perişan olanlar gibi, kabir sıkışacak onlarda böyle perişan olacaklardır.

Müminleri kabir sıkması ise, bir ananın yavrusunu kucağına alıp sev­gisinden dolayı sıkıştırması gibi olacaktır.

Kabir azabı hakkında ehli sünnetin delil olarak naklettikleri delillerden şu âyet meallerimde okuyalım :

«Onlar (kâfirler, kabirlerinde kıyamet gününe kadar) sabah ve akşam ateşe arz edilecektir.» Mûmün sûresi, 46                                                       

Diğer âyeti kerime meâll:

«Biz (azimüşşan), onları (münafık ve zalimleri} iki defa (dünyada ve ka­birde) azablandıracağız.

Sonrada kıyamette, büyük bir azaba (ateşe) atılırlar.»Tevbe sûresi, 109

Resûlüllah (S.A.V) efendimiz bir hadisi nebivisinde şöyle buyurmuş­tur:

«Kabir, Cennet bahçelerinden bir bahçedir veya cehennem çukurların­dan bir çukurdur.»[81]                                                             

Diğer hadisi şerifde şöyledir:

«Muhakkak kabir, âhiret menzillerinin ilk durağıdır. Bnâenaleyh bir kimse, oranın azabından emin ofur kurtulursa, ondan sonrasıda kolay olur. Şayet o kabrin azabından emin olup kurtulmazsa, ondan sonrası daha eşed olur.» [82]İmamı Azam' (R.A) de Fıkhul Ekberinde şöyle zikretmiştir; «Kabir azabı, kâfirlerin hepsi ve bâzı âsi müslümanlar için hakdır. Ola­caktır.»

Evet ölen her insan nereye gömüiürse gömülsün, mutlaka kabir azabı veya kabir nimeti olacaktır. Kâfir ve zalimler, kabir azabına müstehak ola­caklar ve göreceklerdir. Salih ve mülteki müminler ise, kabirde rahmeti ilâ­hiye, cennet nimetlerinden bir hayata kavuşacaklardır.

Kabirde, ruhların sahiplerine iadesi veya güneşin tesiri gibi uzakdan tesir ederek bir hayatın olup sevine veya azab görüleceği keyfiyeti îzah edilmiştir.

Ölen kimseye, ruhun tesiri veya iade yoluyla hayat bulup kabir ahvalini yaşamasını, uykuda oian insana temsil etmişlerdir. Uyuyan kişi, bir nevi ölü demektir. Ruh çıkmış gibi fakat ruhun kendine tesiri devam ettiği için, uy­kuda iken rüyasında bâzı kimse, çok korkunç şeyler görür, terler. Adetâ savaşmış, mücadele etmiş ve yırtıcı mahluklardan kaça kaça kendisini parçalayacak duruma gelmiştir. Uykudan uyanınca kurtula katır. İşte kabir­de azab gören veya, görecek olan kimse, bu. adama benzetilmiştir. Bu adamcağızın ızdirab ve azabından, dışarda veya yanında uyanık halde bu­lunan kişilerin hiç haberi olmaz.

Uykuda zevkli rüyalar görüpde neşelenen adamda, kabirde cennet bahçelerinden bir bahçede zevklenen veya zevklenecek olan kimseye teş­bih edilmiştir.

Kabirde ruh olmadığı halde insanın eti nasıl azab göreceği ResûlüÜa-ha sorulduğunda, Peygamberimiz şöyle cevab vermiştir:

«Senin dişinde ruh olmadığı halde nasıl ağrıyıb acı duyuyorsan, öylece olacaktır.»

Kabir azabının, kafirlerde daimi olmakla -beraber, cuma günleri veya cuma geceleri ve Ramazan ayında kabir azabı kalkacağı beyan edilmiştir. Ancak bu gün ve aylar geçtikden sonra azabın tekrar avdet edip etmeyece­ğinde ihtilaf edilmiştir. Asan olan görüş, kafirlerin kabir azabr avdet edip devam edeceğidir.

Kâfirlerden, cuma günü, cuma gecesi ve Ramazan ayında kabir azabının kalkması. Peygamber sallallahü aleyhi vesellem efendimiz hürmet inedir. Yani, kâfirler dahi. Peygamberimizin âleme Rahmet olarak gönderilmesin­den istifade etmiş oluyorlar.

Cuma günü veyo cuma gecesi ölen müminler, kabir azabı görmüyecek-leri hususunda beyanlar vardır. Bu beyanlar ulemânın çeşidli delil ve kay­naklardan aldıkları bilgilerin mahsûlüdür.

Meraktl felahda Şu mealdeki hadisi şerif nakledilmiştir:

« Üç kişiyi Atfifhü teâta kabir azabından koruyacaktır. (O üç kişide şunlardır:)

«Müezzin, şehîd ve cuma gecesi vefat eden kişidir.» Cuma babı

Merakıl felah tahtavisindede Şu görüşler zikredilmişti'-

«Ebül muîn usûlunda dedikj : Ehli sünnet velcemaat dedi; Kabir azabı ve münker, Nekir Meleklerin suâ'i hakdır. Fakat o kabirdeki kişi, kâfir olur­sa, işte bunun azabı ktyameie kadar deva meder. Ancak Peygamber sal­lallahü aleyhi vesellem hürmetine, cuma günü ve Ramazan ayında kabir azabı onlardan kalkar,

«Bundan sonra müminlerde iki kısımdırlar. Eğer mümin itaatkar olur­sa, onun için kabir azabı yoktur. Ve fakat kabir sıkması olacaktır. Bu kabir sıkmasının korkusunuda Altahtn verdiği nimete karşı hakkı ile şükredeme-diğinden görüp tadacaktır...

«Şayet ölen mümin asi ve günohkar olursa, onun için kabir azabı ve kabir sıkması vardsr.

Ancak bu âsî müminden cuma günü ve cuma gecesi Kabir azabı kesilir ve bir daha kabir azabı kıyamete kadar avdet etmez. Eğer o âsî mümin. ouma gecesi veya cuma günü ölürse, kabir azabı ve kabir sıkınası, bir oaat kodar bir şey olur. Ondan sonra ondan kabir azabı kesilir, kıyamete ka­dar bir daha avdet etmez. Mecmaürrivâyei ve tefarhâmyedede böylece dır.»[83]

Daha geniş izah Aliyyül kârinin Fıkhul Ekber şerhinde mezkûrdur. Ay­rıca kabir azabı ve kabirdeki diğer ahvaliara âit deiii ve hükümler, hemen ileride gelecektir.

Esasen kabir âlemi, âhiret hayatının başlangıcı olması hasebiyle bir nevî gaibdir. Bu âlemdeki hayatın İzahı, âyet ve hadîsi şeriflerdeki beyan lardan ibarettir. Dünya umuruna benzetilemez, kıyas edilemez.

Akâid kitablarında bu husus şu ifâde ile açıklanmıştır.

«Gâib oian şeyi, şâhid ve hâzır oian şeye kıyas etmek, Fasittir.» [84]

 

Tercümesi :

 

126 - (2) Enes (R.A) den mervîdîr, dedi:

«Muhakkak kul (ölü) kabrine konduğu ve adamları ondan ayrılıp gittik­leri vakit, o kabir sahibi adamlarını ayakkapEarının tıpırdttarını işitir halde iken ona iki tane Melek gelir, hemen onu (kabirdeki kutu) oturturlar ve der­ler :

—  Muhammed saüallahü aleyhi veseüem olan bu adam hakkında ne dersin?

—  İşte o sorutan kişi mümin cîursa, hemen ; Ben şehâdet   ederimki, elbette o (Muhammed AS), AÜahm kuîu ve Resulüdür,der.

Bunun üzerine o kimseye şöyle denir:

—  Cehennemde oian makamına bak artık ANahü teâla senin o maka­mını cennet makamına tebdil etti. İşte o anda bu kimse, o ,;ki meleği tama-miyle görür.

—  Şayet o sorulan kimse, münafık ve kâfir olursa, ona   denir : Bu adam (Muhammed Aleyhisseiam) hakkında ne dersin?..

—  Bunun üzerine   Münafık ve kâfir) bilmiyorum, der. İnsanların (Mü­minlerin) dediğini bende (dünyada) der ic'/m : hemen ona : Doğru olanı bil-medin ve gerçeğe tâbi olmadın, denir ve Demirden yapılmış kırbaç şiddetle vuruiur. O vurulan kişi (Kâfir veya münafık) şiddetli bîr şekilde bağırır, onun bu bağrışını insanlarla cinnilerden başka kendisine yakın olan (hayvanlar, melekler ve kuşlar gibi canh) şeyler işitir.»  [85]                             

 

İzahat
 

Hadisi şerifin baş tarafında, kabre konan ölünün kendini kabre getirip koyanların ayak tıpırtılarını işittiği beyan buyurulmaktadır. Bu hükümle ka­birde bir nevi hayata kavuşma keyfiyeti ortaya çıkıyor. Haîta bazı hadisi şeriflerde Ölünün kendini kefenieyeni, namazını ktlanı ve yüklenip gidip kab­rine defneden kimseleri bilir, olduğu zikredilmiştir. Kabirdeki bu şekildeki anlayış, duyuş ve bilme halleri bir nevi hayatın olduğunu ortaya koyuyorki, kabirde mutlak hayat şekli vardır. Ancak hayatın durumu ve mahiyeti açık­lanmamıştır.

Kabirdeki  hayat hakkında  ulema ihtilaf etmişlerdir. Bir kısmı ruhun iadesi ile olduğunu beyan etmişler. Diğer bir kısım bilginler ruhun iadesi ol­mayıp kabirde sual ve cevabları anlayıp cevab verebilecek ve bâzı hal ve hadiseleri anlayıp bilecek kadar bir kabir hayatı (di;...ne şskli) olacağı hu susunu belirtmişlerdir.

Böyle ihtilaflı anlayış ve izah ediş şekillerinin ihtilafından dolayı, İmamı Azam Ebû Hanife (R.A) kabirdeki hayat şeklini izah etmeyip tevekkuf et­miştir.

Hadisi şerifde, «Ona iki tane melek gelir...» Cümlesinin ihtiva ettiği hükümdede «Münker» ve.«Nekir» ismini alan meleklerin ölüye gelip sual sorup ölünün durumunu tesbit etmeye geleceklerini beyan buyurmakta­dır. Bu meleklerin-isimlerini beyan eden hadisi şerifler hemen ileride gele­cektir.

Hadîsi şerifde beyan edilen diğer bir husus da, kabre konan mümin ise, meleklerin suallerine güzel cevab neticesi kabirde kendisine cennet bahçelerinden bir bahçe gösterilerek «işte burası senin mekânın» denerek hemen seâdet hayatına oradan başlayacağı beyan buyurulmaktadır,

Hadîsi şerifde münafık ve kâfirier'in suale karşı müsbeî cevab vere-miyecekieri ve bu sebeble de kabir de şiddetli bir azaba duçar olacakları zikredilmektedir. 

Demirden kırbocın şiddetle vurulması keyfiyetinde ise şu âyeti kerime­ye işaret vardır:

«Şu iki sınıf (müminlerlerle kâfirler}, Rablerinin dîni hakkında bir bir-leriyie davaya kalkışan1 iki hasımdır.

—  İşte o kâfir (ve münafık) olanlar için ateşten kaftanlar biçilmiştir. (onların) başlarının üstünden kaynar su dökülür.

—  Kaynar su ile karınlarında olan şeyier ve derileri eritilir.

—  Onlar için birde demirden kamçılar var.

—- Her ne zarnan onun (Gteşin) ;zd ırasından ateşten çıkmak isterle.-ser yine (o demir vurularak) içine döndürülürler. Ve onlara : Haydi tadın yangın azabını, denir.» (Hac sûresi, 19-22)

Bir az yukarda geçtiği üzere, kabir seâdetli ve iyi olursa, âhiretin di­ğer safhalarıda iyi olur. Allah muhafaza, kabir hayatı kâfir ve münaffkia-rın uğrayacakları kötülüklerle dolu olursa, âhiretin diğer safhalanda çok kötü ve perişn olur.

Cenabu hak, bütün >müslüman kardeşlerle bizleri, kabri mes'ud olup âhiretin diğer saflarıda mes'ud ve iyi olanlardan eylesin. Amin.

127 - (3) Abdullah bin Ömer (R.A) den menfidir, dedi:

Resûlüliah (S.A.V) buyurdu :

«Sizin biriniz öldüğünde kuşluk ve akşam (Sabah, akşam) ona (ölen kimseye) mekanı arz olunur. Eğer o ölen kimse, cennet ehlinden İse, onun mekanı (ve makamı) da, ehli cennet mekânıdır. Ve eğer o öten kimse, Ce­hennem ehlinden ise, mekanıda, cehennem ehlinin mekânıdır.[86]

— İşte bu şekilde arz etme hati o odama:

«Seni Allahü teâla kıyamet gününde dinlenceye kadar, işt® mekânın budur, denir.»  [87]           

 

Tercümesi:

 

128 - (4) Aişe (R.A) den rivayet olunduğuna göre,

«Yahudi b.ir kadın Aişenin yanına girdi. Kabir azabını zikretti, hemen vahûdî kadın Aişe (R.A) ye dedi ki : Allah (c.c.) seni kabir azabından mu­hafaza etsin.

— Bunun üzerine Aişe (R.A), Resûlüüah (SAV) e kabir azabından

—  Resûlüliah (S.A.V) de : Evet, kabir azabı hakdır, buyurdu.»[88]

—  Aişe (R.A) : Ondan sonra Resûlüliah sallalfahü aleyhi   veseiieml her namazdan sonra daima kabir azabından Allaha sığınır gördüm dedi.» [89]

 

Tercümesi:
 

129 - (5) Zeyd bin Sabit (R.A) den mervîdir, dedik!:

«Resûlüliah (S.A.V) aramızda Beni neccâra (ensardan bir   kabileye)

ait bahçede onun bir dişi katın üzerinde idi. Bizde onunla beraber idik. O

halde iken dişi katır ürktü nerede ise, dişi katır onu (Resûlüllahı) üzerinden

düşürüyordu. Hemen o halde iken attı veya beş adet kabir, zuhur ediverdi.

—  Bunun üzenine Resûlüliah (S.A.V) : 3u kabirlerin adamlarını kim bili;-? dedi.

—  Bir adam ben dedi.

—  Resülüfiah (S.A.V) «Ne zaman öldüler?» dedi.

—  O adam : Müşrik oldukları halde öldüler dedi.

—  Resûlütlah (S.A.V) «Şüphesiz bu ümmet, kabirlerinde imtihan olu­nur. Eğer defn olunma salardı, kabir azabından benîm işittiklerimden İm­tihan olunanları size işittirmesi İçin Aİlahü teâlaya dua    ederdim, dedi, Sonra Resûlülfah bize doğru döndü ve şöyle dedi:

«Kabir azabından, Ailaha sığınınız.»

—  Ashabı kiram dediler: Kabir azabından ANaha sığınırız.

—  Resûlüllah (S.A.V) dedi :

«Gizli ve aşikâr fitneden, AMöha sığınınız,»

—  Ashabı kircm dediler : Gizli ve aşikar fitneden Allâha sığınırız.

—  Resûlüllah (S.A.V) dedi : «Deccâlın fitnesinden, Allâha sığınınız.»[90]

—  Ashabt kiram dediler : Deccâlın fitnesinden Allâha sığınırız,» [91]

 

İzahat

 

Ravî Zeyd bin Sabit (R.A) kimdir?

Hz. Zeyd bin Sabit (R.A), Peygamberimizin vahy kâtiblerinin en efdait, sahabenin en fakihlerinden ve ferâiz ilmini en iyi bilenlerinden idi. medînei münevvereli ensardandır.

Peygamber efendimiz Medİne-i münevvereye hicret ettiği zaman, Hz. Zeyd bin Sabit onbir yaşlarında idi. Küçük yaşlı olması hasebiyle Bedir mu­haberesine iştirak edememiştir. Fakat Uhud muharebesi ile diğer muhare­belerde haztr bulunmuştur.

Hz. Ebû Bekir (R.A) zamanında Kur'am kerimi cem edenlerin birisi idi. Hafızı kur'an olan bu zat, Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer zamanında Hilâfete zaman zaman vekil bırakılmıştır, Hatta Hz. Osman da bu zatı hilâfete vekil olarak biraktıkları olmuştur. Demek oluyorki, bu zot, ilim, dirayet ve idâri yönden sahabenin en şereflilerinden birisidir. Hz. Osman zamanında Bey-tulmalın memuriyeti, buna verilmiş idi,

Kur'anı kerîmi mushaft şerife nakletmek, yine Hz. Osman zamanında bu zat tarafından icra edilmiştir.

Peygamber efendimizden doksan iki (92) hadisi şerif rivayet etmişler­dir. Ve kendisinden pek çok kimseler hadis rivayet etmiştir.

Vefatı, Hicretin kırk beş (45) inde elli altı (56) yaşında Medîne-i mü­nevvere de vuku bulmuştur. Allah ondan râzî oisun.

Hadîsi şerifde Şirk üzere ölenlerin cehennemde oldukları beyan bu-yurulduktan sonra, Kabir azabından, fitneden ve Deccâlın şerrinden Allâha sığınmanın ehemmiyeti zikredilmiş ve ashabı kiram efendilerimiz de hemen peygamber efendimizin tavsiyesine ittibâ ederek Allâha sığınıyorlar. Bizler için çok uyarıcı bir husustur. Cenâbu hak bu tavsiye ve uyarılara dikkat edenlerden kılsın. Amin. [92]

 

Kabir Azabı İle İlgili İkinci Fasil

Tercümesi :
 

130 - (6) Ebî Hüreyre (R.A) den mervîdir, dedi:

—  Resûlüllah (S.A.V) buyurduki:

«Ölü kabire konduğu vakit, siyah yüzlü ve gök gözlü iki melek o ölüye gelirler. Bu Meleklerin birine «Münker,» diğerine «Nekir» denir.

—  Bu iki Melek : «Bu adam (Muhammed Aleyhisselâm) hakkında ne dersin?, derler.

—  Hemen o ölü : O adam, Allahin kulu ve Resulüdür, Allahdan başka ilah olmadığına ve Muhammed'in Allanın kulu ve Resulü olduğuna şehâdet edirim, der.

—  Bunun üzerine o iki Melek : Biz biliyoruz, sen bunu daha evvel söy­lerdin, derler. Bundan sonra o kulun kabri yetmiş arşında yetmiş arşın (yani, çevresi yetmiş arşın) genişler, sonrada o kabrin içi nurlanır (nurla doldurulur). Sonra o kula : Uyu denir.

—  Bu söz üzerine o kul : Ehli i yalıma deneyimde onlara bu hali haber vereyim, der.

—  İşte o anda iki Melek derlerki : Zifaf gecesinde   uykudan sevgili ehli, muhabbet ve sevgi ile kaldırmadıkça uykuya dalan gelinin   uyuması gibi, uyu, tâki Allahü teâla onu yatağından diriltip kaldırıncaya kadar (uyu, derler).

—  Şayet iki Meleğin geldiği o ölü, münafık olursa, o münafık : İnsan­lardan işittim, onlar bir şeyler derlerdi, bende onların dedikleri gibi derdim, bilmiyorum, der.

—  Bunun üzerine o iki Melek ; Biz seni daha eyveS bilirdik, sen böylece derdin, derler.[93]

Yere) den irk i : Bunun üzerine kavuş bunu sıkıştır. Hemen yer, onun üzerine kavuşur, onu sıkıştırır. Bu sıkıştırma ile o ölünün kemikleri bir bi­rine girer {âdeta pestil halinde sıkıştırır), bu sıkıştırma hâli, Allahü teâfantn onu yatağından tekrar diriltip gönderinceye kadar azab olarak devam eder.» [94]                                                           

 

İzahat
 

Yukardaki hadîsi şerifin uzun cümle ve İzahlarında münker, nekir me­leklerinin kabirde suale çekecekleri ve onların suallerine mümin olan ktm-seierin rahatlıkla cevab verebilecekleri ve meleklerin onlara iyi şehâdet edip nimete devamlarını tebşir ediyorlar.

Şayet ölü münafık ve kâfir olursa, cevab veremeyecekleri ve kabirde şiddetli sıkma ile azab olunacakları beyan buyurulmaktadır.

Ayrıca kabirdeki seâdet ve nimete kavuşan müminlerin, dünyaya dö­nüp ehil (yalına o nîmetten haber vermek için taleb edeceğini ve fakat izin verilmeyip huzur ve seâdet içinde tekrar mahşere dirilip gelinceye kadar uykuda devam etmeleri söylenecektir. [95]

 

Tercümesi
 

131 - (7) Berrö İbni Âzib (R.A) den rivayet olunduğuna göre, Resulü!-!ah sallallahü aleyhi vess'İem dedik!:

«(Kabre konan kimseye)' iki melek getir, onu olurdurlar ve o kimseye : Rabbtn kim? derler.

—  Bunun üzerine (Mümin) ı Rabbim Allah, der.

—  Melekler tekrar o kıîmseye : Dinin nedir? Derler.

—  Hemen o adam (mümin), dinim îslamdır, der.

—  Melekler yine derlerki : Size gönderilen bu adam (Muhammed Aiey-hisseiam) kimdir?

— O ölü derki: O adam, Altohın Resulüdür.

—  Melekler derlerki: Sana bu haber nereden yetişmiştir?

—  O kimse derki : Allanın kitabını okudum ve tasdik ettim, işte o da şu kavli ilâhidir.

«Aİlah, müminler^ hem dünyada, hem âhsrette (kabirde) sabit sözle (ke-lime-i şehâdet İle) tevhide bağlı kılar.»                         (İbrahim sûresi, 27}

—  Resûlüilah (S.A.V) dediki:

«Semâdan nida eden bir nidaci, (hak tarafından) şöyîe nida eder : Ku­lum doğru söyledi, onun için o kuluma cennet yataklarından bir yatak seriniz ve cennet elbiselerinden bîr elbise, giydiriniz ve ona cennete acilen kapıyı açınız, kapıda hemen açılır.

—  Resûlüilah (S.A.V) buyurdu : O adama cennetin güzel yeli ve müba­rek kokusu gelir ve o adama gözünün yetişip görebildiği mikdarda kapri ge­nişletilir.

— Fakat  öien kişi kâfir İse, işte onun ölümünü Resûlüilah zikretti, de-

«Kafirin ruhu cesedine avdet eder ve iki melek gefir, onu   oturturlar,

—  Hemen kâfir der : Hey hey, bilmiyorum!

—  Bunun ürerine melekler derler ; Size gönderilen bu adam {Muham­med Aleyhisselam) hakkında ne dersin?

—  Hemen kâfir der : Hey heyki ben bilmiyorum!

—  İşte bu anda hemen semadan nida eden bir nidacı şöyle nida eder : Bu kâfir yatan söylemiştir, bu sebeble buna cehennem döşeklerinden bir dö­şek seriniz ve cehennemin kapısını bu adama açınız.

—  Resûlüilah (S.A.V) dediki : Bu kâfire cehennemin harareti ve sıcak rüzgârı gelir.

—  Resûtüllah (S.A.V) buyurdu : Kabir o kâfiri öyle sıkarki, nerede ise, kemik ve etlerini bir birlerine katar. Sonra ona kör ve sağır oian zebani (hiç bir şeye kulak verip görmeyen, azgın zebânî) musallat olur. O zebanide de­mirden yapılmış kırbaçda beraberdir. Eğer o kırbaç bir dağa vuruisa, o dağ dağılarak toprak olur. İşte bu kırbacı o zebânî, o kâfire bir vurdumu, insanlar ve cinnilerden başka doğu batı arasında ki bütün varlıklar o kırbacın sesini işitir. Hemen o kâfir, toprak olur. Ondan sonra ruh, tekrar o kâfire iade olu­nur (yani, tekrar yine diriltilir, azabı böylece deva meder).»[96]

 

Tercümesi
 

132 - (8) Osman (R.A) den rivayet olunduğuna göre, (Hz. Osman} çok zaman bir kabrin başında durdumu, sakalı ısianıncaya kadar ağlardı. Kendisine denildiki : Bu kabjr, cennet ve cehennemi hatırlatıyor, bu sebeb-den ağlamalısın ve bu kebirden içinmi ağlarsın?!.

—  Bunun üzerine Hz. Osman dedi : ResûlüMah (SAV) buyurmuştuki :

—  Muhakkakkî kabir, Ghiret mekanlarından ilk mekandır. Binaenaleyh bîr kişi burada kurtuluşa nail olursa, bundan sonrası buradan daha kolay olur.»

—  Şayet bir kimse, burada (kabirde) necata kavuşamazsa,   bundan sonrası, buradanda eşed olur.»

—  Osman (R.A) dedi,

—  Resûlüilah (S.A.V) buyurdurki:[97]

«Kabirden daha korkunç bir manzara (mekan ve mevzi!) görmedim. An­cak orayı en korkunç yer gördüm,» [98]

 

Tercümesi
 

133 - (9) Yine Osman (R.A) den mervîdir, de; diki:

— Resûlüllah (S.A.V) ölüyü defnedip fariğ olduğunda o ölünün başın­da dururdu ve derdik!:

«Kardeşinize istiğfar ediniz, sonra ona kavli sabit için (Kelime-i tevhidi söylemesi için) dua ediniz. Zira şu anda o, sual olunmaktadır.» Ebû Davud[99]

 

İzahat
 


Bu hadîsi şerîfde, kabre konulan bir mevtanın mağfireti için dua etmenin iyi bir vazife ve amel olduğu beyan buyurulmaktadır. Her ne kadar açıkça telkin meselesini beyan etmeyorsada, kabre konan mevtanın sual olunacağı ve bu suale sabit ve iyi bir şekilde cevab verebilmesi İçin, ölü hakkında ha­yırlı dua edilmesi hususunun tavsiye buyurulması, bir nevî telkindeki dilek ve temennilerin icrası beyan buyurulmaktadır.

Aslında kabirde telkin merasimi yoktur. Hatta Bid'attır. Fakat yukardaki hadîsi nebeviler gibi muhtelif hadîsi şeriflerin hükümlerini tatbik etmek key­fiyeti, ölüye bir nevî hayır dua ve istiğfar olduğunu beyan ederek müteahhi-rîn âlimleri, telkini güzel görmüşlerdir.

Netekim bu hususdaki mes'elenin yönleri, Fıkıh' kitabiarında beyan edilmiştir. Bilhassa «Mülteka tercümesi» adlı eserimizin cenaze bahsinde kısa yoldan İzah edilmiştir.

Şârih Aliyyülkâri şu hükümleri zikretmektedir:

İmamı Şâfi-Î ve ashabına göre, kabirdeki ölünün yanında Kur'andan âyetler okumak müstehabdır.

Şâfi-Î Alimleri ise, dedilerki : Kur'anı kerîmin tamamını öiünün huzurun­da yani, mezarının başında hatmetmek güzeldir.

Beyhakî-nin süneninde de şöyledir : Ölü defnedildikten sonra kabrin başında süre-i Bakaranın başını ve sonunu okumak, ibni Ömer {R.A) a göre müstehabdır.

Bir rivayette de, süre-i Bakaranın evveli, ölünün başında ve sonu ölünün ayak ucunda okunur  [100]                                     

Hulasa her ne şekil ve surette olursa olsun, ölüye kabri başında ve ka­bir ziyareti ânında dua, istiğfar, teşbih, tehlil ve iyi dileklerde bulunmak iyi­dir. Ölüye mutlaka fâidesi vardır.

Daha geniş malûmat, Akâid kitabiarında mezkurdur. [101]

 

Tercümesi
 

134 - (10) Ebİ Saİd (R.A) den mervidir, dedi:

— Resûlüllah (S.A.V) buyurdu :

«Elbet kâfire, kabrinde doksan dokuz adet büyük yılan (zebani) musal­lat olur. O büyük yılan, o kâfiri kıyamete kadar ısırır ve sokar. Eğer o büyük yılandan bir tanesi yer yüzüne üfleyip ağzının rüzgarı vasıl olsa, o yerde hiç yeşillik bitmezdi.» Dârimî, Tirmizi buna mümasil rivayet ettiği hadisde «dok­san dokuz» yerine «yetmiş» diyerek rivayet etmiştir. [102]

 

İzahat

 

Hadîsi şerifde geçen doksan dokuz zebânî hakkında bâzı îzahîar yapıl­mıştır. Biz de onlardan bir kısmını açıklamaya çatışalım.

Evvelâ «Tinnîn» kelimesinin «Büyük yılan, cehennem zebanilerinin bü­yüğü» olarak açıklandığını hatırlayalım. Sonra Zebaninin niçin doksan dokuz olduğu cihetini öğrenelim.

Zebaninin doksan dokuz olması, Cenâbu hakkın doksan dokuz ismi ilâ­hisi vardır. Kâfir olan kişi, Aİiâhü tealaya doksan dokuz ismin karşıhğındq doksan dokuz çeşit küfür ve şirk isnadında bulunmuştur. Ceza amelin cin­sinden olması hasebiyle, Kâfire de doksan dokuz adet büyük yılan Zebânî kabrinde azob etmeye başlayarak cezasını çektirmektedir. Yâni her isim karşılığında bir zebânî musallat kılınarak azablanacaktır.

Yahut Cenabu hakkın rahmeti ilâhîsinin tecellîsi, yüz (100) derecedir. Yüz derece rahmeti ilahîsinden bir derecesini dünyada kullan üzerine ve varlıklara lütfetmiştir. O bir derece rahmeti ilâhinin tecellîsinin şum-'ılü ila insanların bir birlerini sevmesi, kan ile kocanın mehabbetleri, ananın ycv-rulartnı sevmesi, vahşî hayvanların dahî yavrularını korumaları, büyüklerin küçüklere şefkat etmeleri ve küçüklerin, büyüklere hürmet ve saygıda bu­lunmaları ve bunların emsali iyiliklerin cereyan etmesi, hep bir rahmeti ilâhînin tecellîsidir.

Yüz derece rahmeti Hâninin doksan dokuzu, ahirette tecellî edecek ve doksan dokuz rahmeti üâhînin hebsi müminlere yayılıp şümullanacaktır.

İşte müminlere tahsis edilip şumullanacak olan doksan dokuz derece töhmeti ilâhînin karşılığında, kafirlere de doksan dokuz büyük yılan Zebanı, azab etmek üzere musallat kılınmaktadır.

Bu görüş ve izahları, fbni melek de aynı şekilde beyan etmiştir

îmcms gazaîî merhum ise. Kâfire yapılan bu kadar adet yılanın azabı, kötü ahlakın adedi o kadardır da onun içindir, demiştir. Yâni kötü ahlak-ın adedi. Doksan dokuz, olduğundan ve Kâfir o kötü ahlakın hepsini işlediğin­den, her kötülük karşılığında bir büyük yılan takdir edilib azablandınlıyor.

Her ne suret ve sebebie olursa olsun, kâfir mutlaka kabrinde bu cezayı çekecek, ahîretin ilk evi ve menzili olan kabirde azablanmaya böylece baş-İayıp cehennemde ebedî olarak azabı devam edecektir. Cenabu hak, küfür üzere ölmekten cümlemizi koruyup İman üzere ölmemizi nasib buyursun. Amin. [103]




[49] Hadîsi, Ahmed rivayet etmiştir.

[50] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 1/235-236.

[51] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 1/236.

[52] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 1/236-237.

[53] (Hadisi, Ahmet, Ebû Dâvud, İbni Mâce rivayet etmişlerdir.)

[54] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 1/237-238.

[55] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 1/238-239.

[56] Tirmizi, Ebû Davud, İbni Mâce.

[57] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 1/239.

[58] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 1/239.

[59] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 1/240.

[60] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 1/241-242.

[61] (Hadîsi, Ahmet bin tfanbel rivayet etmiştir.)

[62] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 1/242.

[63] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 1/243.

[64] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 1/243-244.

[65] Ahmet bin hanbel

[66] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 1/244.

[67] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 1/245.

[68] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 1/246-247.

[69] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 1/248.

[70] (Mirkâtülmefatîh, 162)

[71] (Mirkat, 162)

[72] {Mirkat, 162)

[73] (Receb efendi, C, 2, 40)

[74] (Aynul ilim. C. 1, 356)

[75] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 1/248-250.

[76] İbni mâce

[77] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 1/251.

[78] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 1/251.

[79] Buhâri, Muslini

[80] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 1/252.

[81] Tirmizi, Tabarâni

[82] Tirmizî, (Küçük Fıkhul Ekber şerhi Aliyyülkârî, 183)

[83] Merakıi felah Tahtavisi, 28£

[84] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 1/252-255.

[85] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 1/256.

[86]  (Hadîsi, Buharı, Müslim ittifakla rivayet etmişlerdir.)

[87] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 1/257-258.

[88] (Hadîsi, Buharı, Müslim ittifakla rivayet etmişlerdir.)

[89] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 1/258-259.

[90] (Hadîsi, Müslim rivayet etmiştir.)

[91] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 1/259-260.

[92] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 1/260.

[93] (Hadîsi, Tirmizî rivayet etmiştir.)

[94] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 1/261-262.

[95] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 1/262.

[96] (Hadîsi, Ahmed, Ebû Davud rivayet etmiştir.)

Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 1/263-264.

[97] (Hadîsi, Tİrmizi, ibni mâce rivayet etmiştir, ve tirmizi, bu hadis, garibdir, dedi.)

[98] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 1/265.

[99] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 1/266.

[100] (Mirkâtül Mefâtih, C. 1, 173)

[101] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 1/266.

[102] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 1/267.

[103] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 1/267-268.