- Kabirlerin yanında yapılması haram olanlar

Adsense kodları


Kabirlerin yanında yapılması haram olanlar

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
sidretül münteha
Wed 9 March 2011, 04:30 pm GMT +0200
Kabirlerin yanında yapılması haram olanlar


›-125- Aşağıdaki hususların kabirlerin yanında yapılması haramdır:
 

      Küçük ve büyük baş hayvanların kesilmesi. Çünkü Peygamber (s.a) şöyle buyurmaktadır: "İslamda kabir yanında hayvan kesmek yoktur."

 

Abdu'r-Rezzak b. Hemman dedi ki:"(Cahiliye dönemi insanları) kabrin yanında bir inek ya da bir koyun keserlerdi."[1]

 

 

Şeyhu'l-İslam İktida-u Sırati'l-Mustakim (s. 182)'de şunları söylemektedir: "Orada -yani kabirlerin yakınında- hayvan kesmek kayıtsız ve şartsız olarak yasaklanmıştır. Bunu mezhebimize mensub ilim adamları da, başkaları da bu hadis sebebiyle böylece belirtmişlerdir. Ahmed el-Mervezi'nin ondan naklettiği rivayete göre şöyle demiştir: Peygamber (s.a) bu işi yasaklamıştır. Ebu Abdullah böyle bir hayvanın etini yemeği mekruh kabul etmiştir. Mezhebimize mensub ilim adamları şöyle demişlerdir: Zamanımızın insanlarının çoğu kabrin yanında ekmek ve benzeri şeyleri tasadduk kabilinden yaptıkları işler de bu anlamda değerlendirilir."

 

Nevevi, el-Mecmu (V, 320)'de şunları söylemektedir: "Kabrin yanında küçük ve büyük baş hayvan kesmek ise Enes'in bu hadisi dolayısıyla yerilmiş bir şeydir. Bu hadisi Ebu Davud ve Tirmizi rivayet etmiş olup, Tirmizi: Hasen, sahihtir demiştir."

 

Derim ki bu hüküm orada yapılan kesim yüce Allah için olduğu takdirde böyledir. Şâyet bazı cahillerin yaptığı gibi kabir sahibi için olursa bu apaçık bir şirktir, onu yemek de haram ve fısktır. Nitekim yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Üzerine Allah'ın adı anılmayanlardan yemeyin. Çünkü o elbetteki bir fısktır." (el-En'am, 6/121) Yani durum Allah'tan başkası için kesildiğinden dolayı hükmü böyledir. Zira buradaki fısk yüce Allah'ın şu buyruğunda zikrettiği gibidir:"Ve Allah'tan başkasının adına boğazlandığından dolayı fısk olanlar." (el-En'am, 6/145) Nitekim Fakih el-Heytemi'nin, ez-Zevacir adlı eserinde (I, 171)'de de böyledir.

 

Yine Peygamber (s.a) şöyle buyurmuştur: "Allah, Allah'tan başkası için hayvan boğazlayan kimseye lanet etmiştir. (Bir rivayette lanetlenmiştir)."[2]

 

›-2- Mezarın içinden çıkan toprağa başkasını ekleyerek yükseltmek.
›-3- Kireç vb. şeylerle kabri sıvamak.
›-4- Üzerine yazı yazmak.
›-5- Üzerine bina yapmak.
›-6- Üzerine oturmak.
 

Bu hususta birtakım hadisler vardır:

 

Birinci hadis: Cabir (r.a)'dan dedi ki: "Rasûlullah (s.a) kabrin alçı ile sıvanmasını, üzerine oturulmasını, üzerine bina yapılmasını [yahut üzerine (toprak) ilave edilmesini], [yahut üzerine yazı yazılmasını] yasaklamıştır."[3]

 

 

İki fazlalık Ebu Davud ve Nesai'ye aittir. Birincisi ise Beyhaki'ye aittir. İkinci fazlalık ayrıca Tirmizi ve Hakim'de bulunmakta, Hakim senedinin sahih olduğunu belirtmekte, Zehebi de ona muvafakat etmiş bulunmaktadır. Ancak el-Münziri (IV, 341) ile başkaları Süleyman b. Musa ile Cabir arasında ınkıta (sened kopukluğu) bulunmakla illetli olduğunu belirtmişlerdir fakat bu Ebu Davud ve başkalarının rivayet yoluna bakarsak böyledir. Aksi takdirde Hakim bunu İbn Cüreyc, Ebu'z-Zübeyr'den, o Cabir'den diye rivayet etmiştir. Bu da Müslim'in şartına uygun bir seneddir. İbn Cüreyc orada -yani Müslim'in kaydettiği bir rivayette- Ebu'z-Zübeyr'den dinlediğini açıkça ifade etmiştir.

 

Ebu'z-Zübeyr de Cabir'den rivayet etmiştir. Böylelikle onların tedlis yapmaları şüphesi ortadan kalkmış olmaktadır. İşte birinci rivayet sözünü ettiklerimiz tarafından bu yoldan rivayet edilmiştir. Nevevi (V, 296)'da: "Bunun senedi sahihtir" demiş, sonra bunu kabirden çıkan toprağa başka yerden toprak eklenmemesinin müstehab olduğuna bunu delil göstermiş ve şöyle demiştir: "Şafiî dedi ki: Eğer dışardan getirilen toprak ilave edilirse bunda bir sakınca yoktur. Bizim mezheb alimlerimiz: Bu, bunun mekruh olmadığı manasına gelir demişlerdir."

 

Derim ki: Bu nehyin zahirine muhaliftir. Çünkü nehyde aslolan haram kılmaktır. Gerçek İbn Hazm'ın, el-Muhalla (V, 33)'de söylediğidir: "Kabrin bina edilmesi helal olmadığı gibi, alçı ile sıvanması da, toprağına bir şey ilave edilmesi de helal değildir. Bütün bunlar yıkılır." İmam Ahmed'in sözünün zahirinden anlaşılan da budur. Ebu Davud, el-Mesail (s. 158)'de şöyle demektedir:

 

"Ben Ahmed'i şöyle derken dinledim: Kabre başka yerden getirilen toprak ilave edilmez. Ancak yeryüzü ile dümdüz olmuş tanınmayacak hale gelmişse müstesna. Sanki o vakit bu işe ruhsat verilmiş gibidir." Fakat el-İnsaf adlı eserde (II, 548) ondan sadece mekruh olduğu hükmünü nakletmiştir. İmam Muhammed el-Asar'da (s. 45) şöyle demektedir:

 

"Bize Ebu Hanife, Hammad'dan naklen haber verdi. Hammad, İbrahim'den şöyle dediğini rivayet etti: Kabri onun kabir olduğu bilinip, çiğnenmeyecek hale gelecek şekilde yükseltiniz. Muhammed dedi ki: Biz de bunu kabul ediyoruz. Bununla birlikte ondan çıkan toprağa bir şey ilave edilmemesini uygun görüyoruz. Kabrin alçı ile ya da çamur ile sıvanmasını yahut yakınında bir mescid ya da bir alem konulmasını ya da üzerine yazı yazılmasını mekruh görüyoruz. Kabrin alçı ile bina edilmesi yahutta kabrin içinin onunla yapılması da mekruhtur. Fakat kabrin üzerine su serpmekte bir sakınca görmüyoruz. Bu Ebu Hanife'nin de görüşüdür."

 

Derim ki hadis mefhumuyla kabrin içinden çıkan toprağın elverdiği kadarıyla yükseltilmesinin cevazına delildir. Bu da yaklaşık bir karış kadar olur. Bu 107. meselede daha önce geçen nassa da uygundur. Kabrin kireçle sıvanmasına gelince, el-Kamus'da şöyle denilmektedir: "Kabın kireçlenmesi, kabı kireçle doldurmak demektir. Bina için sözkonusu

olursa onu kireçle sıvamak anlamına gelir."

 

Kabrin kireçle sıvanmasının yasaklanması bir tür ziynet olmasından dolayı olabilir. Nitekim bazı mütekaddimun alimleri böyle demiştir. Buna göre kabrin çamurla sıvanmasının hükmü nedir? İlim adamlarının bu hususta iki görüşü vardır: Birinci görüşe göre mekruhtur. İmam Ahmed az önce ondan yaptığım nakilde görüldüğü üzere bunu açıkça ifade etmiştir. Onda mekruhluk mutlak olarak zikredildiği vakit tahrim ifade eder. Hambelilerden, Ebu Hafs da -el-İnsaf (II, 549)'da belirtildiği üzere- mekruh olduğunu söylemiştir. Diğer görüşe göre ise bunda bir sakınca yoktur. Bu görüşü Ebu Davud (158)'de İmam Ahmed'den nakletmiş, el-İnsaf adlı eserde de bunu açık olarak ifade etmiştir. Tirmizi de (II, 155)'de bu görüşü İmam Şafiî'nin görüşü olarak nakletmiştir. Nevevi bunun akabinde şunları söylemektedir: "Mezhebimize mensub ilim adamlarının çoğunluğu bu hususu sözkonusu etmemişlerdir. Sahih olan açıkça ifade edildiği üzere bunun mekruh olmadığıdır. Çünkü bu hususta herhangi bir nehy varid olmamıştır."

 

Derim ki muhtemelen doğru olan aşağıdaki şekilde konuyu etraflı bir şekilde ele almaktır: Eğer çamurla sıvamaktan maksat kabri korumak ve onu şeriatın hoşgördüğü kadarıyla yüksek bir şekilde kalmasını sağlamak ve rüzgarların onu savurmaması, yağmurun dağıtmaması ise şüphesiz ki bu caizdir. Çünkü bu meşru olan bir gayeyi gerçekleştirmektedir. Belki de Hambelilerden çamurla sıvamak müstehabtır diyenlerin görüşlerinin açıklaması budur. Şâyet maksad ziynet ve buna benzer faydasız şeyler ise o vakit bu caiz olmaz çünkü bu sonradan ihdas edilmiş (bid'at bir iş)dir. Kabir üzerine yazı yazmaya gelince, hadisin zahirinden anlaşılan haram olduğudur. İmam Muhammed'in sözlerinin zahirinden de bu anlaşılmaktadır. Şafiîlerle, Hambeliler ise sadece mekruhluktan sözetmişlerdir.

 

Nevevi (V, 298)'de şunları söylemektedir: "Mezhebimiz alimleri der ki: Kabrin üzerindeki yazı ister bazı insanların adet edindikleri üzere başı ucunda bir tahtada yazılmış olsun, ister başka bir şeyde yazılmış olsun. Hadisin umumi ifadesi dolayısıyla her türlüsü mekruhtur."

 

Bazı ilim adamları süslemek maksadıyla olmamak, aksine tanıtmak maksadıyla ölünün adını yazılmasını istisna etmişlerdir. Bunu da Peygamber (s.a)'ın daha önce işaret ettiğimiz meselede (107. mesele) geçtiği üzere Osman b. Maz'um'un kabri üzerine taş koymasına kıyas ederek söylemişlerdir.

 

Şevkâni dedi ki: "Bu kıyas yoluyla (başka umumi nassları) tahsis etmek kabilindendir. Cumhur böyle demiştir. Yoksa bu Dav'u'n-Nehar adlı eserde denildiği gibi nassa karşıt bir kıyas değildir. Şu kadar var ki durum bu kıyasın sahih olduğudur."

 

Benim görüşüme göre -doğrusunu en iyi bilen Allah'tır- bu kıyasın mutlak olarak sahih olduğunu söylemek uzak bir ihtimaldir. Doğrusu bunu kullanılan taş eğer Rasûlullah (s.a)'ın kendisi sebebiyle taşı koyduğu gayeyi gerçekleştirmiyor ise ki bu gaye de mezarın kime ait olduğunu tanıtmaktır ve bu tanınmama mesela kabirlerin çokluğu, tanıtıcı taşların çokluğu sebebiyle olabilir- o takdirde sözü edilen amacın gerçekleştirileceği kadarıyla ismin yazılması caiz olur. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır. Hakim'in hadisin akabinde söylediği şu sözlere gelince: "Uygulama buna göre değildir. Müslümanların doğudan batıya kadar bütün

imamlarının kabirleri üzerinde yazı vardır ve bu halefin de, selefin de yaptığı bir uygulamadır."

 

Zehebi şu sözleriyle onu reddetmektedir: "Söylediğimiz fayda sağlayacak bir ifade değildir. Bir sahabinin dahi bu işi yaptığını bilmiyoruz. Bu tabiînden birilerinin ve onlardan sonra gelenlerin –nehy kendilerine ulaşmamış olduğu halde- ortaya çıkardıkları bir şeydir."

 

İkinci hadis Ebu Said el-Hudri'den rivayet edilmiştir: "Peygamber (s.a) kabrin üzerine bina yapılmasını yasaklamıştır."[4]

 

Derim ki es-Sindi, İbn Mace Haşiye'sinde şunları söyler: "Zevaid'de: İsnadı sahihtir, ravileri sikadırlar denilmektedir." Ancak bu kimden geldiğini bilemediğim bir yanılmadır.

 

Bu hadisi Ebu Ya'la da şu lafızla rivayet etmiştir: "Allah'ın Peygamberi (s.a) kabirlerin üzerine bina yapılmasını yahut üzerlerine oturulmasını ya da üzerlerinde namaz kılınmasını yasakladı." el-Heysemi, Mecmau'z-Zevaid (III, 61)'de şunları söylemektedir: "Ravileri sikadırlar." Daha sonra bu hadisin senedini Müsned-u Ebi Ya'la (III, 287)'de tesbit ettim. Bu hadisin bizzat el-Kasım b. Muhaymire yolu ile geldiğini gördüm fakat şunu anladım ki el-Busıri'nin kesin olarak ifade ettiği munkatı oluşunun izah edilir bir tarafı yoktur. Çünkü onun dayanağı İbn Main'in şu sözleridir: "Bizler onun ashab-ı kiram'dan herhangi birisinden hadis dinlediğini duymadık." Fakat et-Tehzib'de onun İbn Amr, Ebu Said ve Ebu Umame'den rivayetinin bulunduğunu, Aişe (r.anha)'a soru sorduğunu zikretmektedir.Onun vefat yılı da bunu desteklemektedir. Oraya bakılabilir.

 

Üçüncü hadis Ebu'l-Heyyac el-Esedi'den rivayet edilmiştir. O dedi ki: "Ali b. Ebi Talib bana dedi ki: Rasûlullah (s.a)'ın beni görevli gönderdiği işe seni göndereyim mi? Nerde bir heykel görürsen [bir rivayette bir suret] [bir evde] mutlaka onu dümdüz edeceksin ve ne kadar yüksek bir kabir görürsen, mutlaka onu da dümdüz edeceksin."[5]

 

Şevkâni -yüce Allah'ın rahmeti üzerine olsun- (IV, 72)'de bu hadisi şerhederken şunları söylemektedir: "Bu hadisten çıkartılacak hükümlerden birisi de şudur: Sünnet gereği kabir

yerden fazla yükseltilmez. Bu hususta faziletli kabul edilen ile daha az faziletli olduğu kabul edilen kimse arasında fark yoktur. Açıkça görüldüğü kadarıyla kabirlerin şer'an izin verilen miktardan fazla yükseltilmesi haramdır. Bunu Hambeli mezhebi alimleri ile bir topluluk ile İmam Şafiî ve İmam Malik açıkça ifade etmişlerdir."

 

Yine Şevkâni şöyle demektedir: "Hadisin kapsamına öncelikle giren kabir yükseltme çeşitlerinden birisi de kabirler üzerinde bina edilmiş kubbeler ve meşhedlerdir. Aynı zamanda bu iş kabirleri mescid edinmek kabilinden de sayılır. Peygamber (s.a) da ileride geleceği üzere bunu yapanlara lanet etmiştir. Kabirler üzerinde bina yükseltip, bu binaları güzel yapmaktan ötürü nice fesadlar ortaya çıkmıştır ki İslam adına bunlara ağlanılır. Bunlar arasında cahil kimselerin bu gibi yerlere kâfirlerin putlar hakkındaki inançlar gibi bir inanç

beslemeleridir. Bu o kadar büyük bir iş haline geldi ki cahiller bu kabirlerin fayda sağlamaya ve zararı önlemeye kadir olduklarını zannedecek hale geldiler. İhtiyaçlarının görülmesini istemek için gidecekleri yer arzularının gerçekleşmesi için sığınacakları yer olarak bellediler. O kabirlerden kulların Rablerinden istediklerini istemeye koyuldular.

 

Oralara yolculuk yapmak amacıyla yüklerini bağladılar. Kabirlere ellerini sürdüler ve onlardan yalvararak yakararak dileklerde bulundular. Özetle söyleyecek olursak, onlar buralarda cahiliyenin putlara yapıp da yapmadıkları hiçbir şey bırakmadılar. İnna lillah ve inna ileyhi raciun. Bu korkunç münker ve müthiş küfre rağmen Allah için öfkelenen hanif din için gayrete gelen ne alim, ne öğrenci, ne emir, ne vezir, ne de bir hükümdar görüyoruz. Bize bu hususta o kadar çok haber geliyor ki bu verilecek örneğin gerçekliği hususunda şüphe etmeye imkan kalmıyor. Bu kabirperestlerden çok kimseye ya da onların çoğuna hasımları tarafından Allah adına yemin etmeleri söylenecek olursa, yalan yere yemin edebilir. Bundan hemen sonra ona şeyhin adına yahut inandığın filan veli adına yemin et denilecek olursa, hemen dili tutulur, dolanır, böyle bir yemini kabul etmez ve gerçeği itiraf eder. İşte bu onların şirklerinin haşa yüce Allah ikinin ikincisi, yahut üçün üçüncüsüdür diyenlerin şirklerinden daha ileri dereceye vardığının en açık delillerinden birisidir.

 

Ey din alimleri! ey müslümanların hükümdarları! İslam adına küfürden daha büyük bir musibet olabilir mi? Bu din için Allah'tan başkasına ibadetten daha büyük bir zarar hangi musibet olabilir? Müslümanların bu musibete denk musibetleri olabilir mi? Eğer böyle bir şirke karşı çıkmak farz değil ise, karşı çıkılması gereken münker hangisidir? "Andolsun eğer hayatta ölen birisine seslenirsen duyurursun Fakat senin seslendiğin kimsenin canı yok Ve eğer bir ateşe üflesen aydınlatır etrafını Fakat sen bir küle üflüyorsun."

 

Derim ki: Merhum Şevkâni'nin bu hususta faydalı ve güzel bir eseri vardır. Buna: "Şerhu's-Sudur fi Tahrimi Raf'i'l-Kubur" adını vermiş olup, el-Mecmuatu'l-Muniriyye adlı koleksiyon arasında basılmış bulunmaktadır. (I, 62-76)

 

Dördüncü hadis Sümame b. Şufey'den dedi ki: "Fedale b. Ubeyd ile birlikte Rum diyarına çıktık. O sırada o Muaviye adına ed- Derb'de vali idi. (Bir rivayette: Rum diyarına gazaya çıktık. Ordunun başında Fedale b. Ubeyd el-Ensari kumandandı.) Bir amca oğlumuz Rodos1 [da] isabet aldı. Fedale onun namazını kıldırdı ve kabre gömülme işi bitinceye kadar mezarının başında durdu. Bizler üzerine toprağı düzeltirken şunları söyledi: Üzerini hafif tutunuz. (Bir diğer rivayette üzerini hafifletiniz) dedi.2 Çünkü Rasûlullah (s.a) bizlere kabirleri dümdüz etmeyi emrederdi."[6]

 

 

Bu aynı zamanda Ahmed'in de (VI, 21)'de zikrettiği bir rivayet olup, ondaki lafzı şu şekildedir: "Ben Rasûlullah (s.a)'ı şöyle buyururken dinledim: Kabirlerinizi yer hizasında

düzleyiniz." Senedinde İbn Lehia vardır ki o hıfzı kötü birisidir. Bu hadisin Taberani, el-Mucemu'l-Kebir (XVIII, 262-263)'de başka yollardan ve başka lafızlarla rivayeti de vardır.

Dillerde meşhur olan: "En hayırlı kabirler büsbütün silinip, yok olmuş kabirlerdir lafzı ile meşhur olan hadisin ise sünnet kitablarının hiçbirisinde bir aslı, dayanağı yoktur. Hadis zahiriyle münkerdir. Çünkü kabrin büsbütün silinmesi gerekmez. Aksine kabrin önceden de geçtiği üzere yerden bir karış kadar yüksek ve görünür bir şekilde varlığını devam ettirmesi gerekir ki kabir olduğu bilinsin, korunsun, tahkir edilmesin, ziyaret edilsin, terkedilmesin."

 

Diğer taraftan Fedale'nin rivayet ettiği hadisteki: "O bizlere kabirleri dümdüz yapmayı emrederdi." Hadisinin zahirinden anlaşılan hiçbir şekilde mutlak olarak yükseltilmemek üzere yer ile dümdüz edilmesi anlaşılmaktadır. Fakat kesinlikle söyleyebiliyoruz ki zahiren anlaşılan bu mana kastedilmiş değildir. Buna delil de şudur: Sünnet olan kabrin az önce işaret edildiği üzere bir karış kadar yükseltilmesidir. Bunu bizatihi aynı hadiste geçen Fedale'nin söylediği: "Hafifletiniz" ifadesi desteklemektedir ki maksat toprağı hafifletinizdir. O üzerinden toprağın büsbütün kaldırılmasını emretmiyor. Alimler bunu böylece tefsir etmişlerdir. Bk. el-Mirkat (II, 372)

 

Beşinci hadis Muaviye (r.a) dedi ki: "Şüphesiz kabirlerin dümdüz edilmesi sünnettendir. Yahudilerle hristiyanlar kabirlerini yüksek yaptılar. Onlara benzemeyiniz."[7]

 

 

Altıncı hadis Ebu Hureyre'den rivayete göre Rasûlullah (s.a) şöyle buyurmuştur: "Sizden herhangi birinizin bir kor ateş üzerine oturup, elbiselerini yakması, sonra onun derisine kadar varması o kimse için bir kabir üzerine oturmasında (bir rivayette kabri çiğnemesinden) daha hayırlıdır."[8]

 

 

1 Rodos, Akdeniz'de Türkiye'nin güneybatısında yer alan bilinen bir adadır.

 

2 Bu da bir önceki rivayet ile aynı anlamdadır. Sadece fiillerde kip farkı vardır. Mana değişmemektedir.

 

Yedinci hadis Ukbe b. Amir (r.a)'dan dedi ki: Rasûlullah (s.a) şöyle buyurdu: "Ayağımla bir kor ateş yahut bir kılıç üzerine yürümem ya da ayağımla ayakkabımı dikmem benim için müslüman bir kimsenin kabri üzerinden yürümekten daha sevimlidir. Def-i hacetimi kabirlerin ortasında mı yapmışım, yoksa çarşı-pazarın ortasında mı yapmışım hiç farketmez."[9]

 

 

Sekizinci hadis: Ebu Mersed el-Ğanevi'den dedi ki: Rasûlullah (s.a)'ı şöyle buyururken dinledim: "Kabirlere doğru namaz kılmayınız, kabirlerin üzerine oturmayınız."[10]

 

 

Bu üç hadisde müslümanların kabri üzerine oturup, onların üzerinden geçmenin haram olduğuna delil vardır. Şevkâni'nin (IV, 57) ve başkalarının naklettiğine göre ilim adamlarının çoğunluğunun kabul ettiği görüş de budur. Fakat Nevevi ve Askalani ilim adamlarının bunu sadece mekruh gördüklerini nakletmektedirler. İmam Şafiî'nin el-Umm adlı eserdeki açık ifadesi de bu şekildedir. Yine İmam Muhammed de el-Asar (s. 45)'de mekruh olduğunu ifade etmiş ve: "Bu Ebu Hanife'nin de görüşüdür" demiştir.

 

Şafiî (I, 346)'de şunları söylemektedir: "Ben kabrin üzerinden basıp geçilmesini, üzerine oturulmasını ve ona yaslanılmasını mekruh görüyorum. Ancak eğer kişi ölüsünün kabrine gidebilmek için onun üzerinden geçmekten başka bir yol bulamıyorsa bu bir zaruret halidir. O vakit yüce Allah'ın izniyle onu bağışlayacağını ümit ederim. Kimi arkadaşlarımız şöyle demiştir: Kabir üzerine oturmakta bir sakınca yoktur. Yasaklanan def-i hacet için kabir üzerine oturmaktır. Ancak bize göre durum onun dediği gibi değildir. Her ne kadar def-i hacet için kabrin üzerine oturmak yasak ise de bu ihtiyaç olmadan da mutlak olarak kabrin

üzerinde oturmak nehyedilmiştir."

 

Şafiî merhum sanki bu ifadeleriyle İmam Malik'e işaret etmektedir. Çünkü o Muvatta adlı eserinde belirtilen tevili açıkça ifade etmiştir. Bu tevilin batıl olduğunda ise Hafız'ın (III, 174)'de naklettiği ve Nevevi'nin açıkladığı üzere batıl olduğunda bir şüphe yoktur.

 

 

Derim ki her ikisine göre de mekruhluk mutlak olarak kullanıldığı takdirde haramlık ifade eder. Sadece mekruh olduğunu söylemektense bu görüş doğruya daha yakındır. Gerçek ise bunun haram olduğunu söylemektir. Çünkü Ebu Hureyre ve Ukbe'nin hadislerinin açıkça belirttiği ifadelerindeki ağır tehdit dolayısıyla bu olmalıdır. Aralarında Nevevi'nin de bulunduğu Şafiî mezhebine mensub bir topluluk bu görüştedir. San'ani, Subulu's-Selam (I, 210)'da bu görüşü benimsediği gibi, fakih İbn Hacer el- Heytemi, ez-Zevacir (I, 143) adlı eserinde bunun büyük bir günah olduğu görüşüne meyletmiştir. Buna sebeb ise bizim işaret ettiğimiz ağır tehdid ifadeleridir ve bu doğru olma ihtimali uzak bir görüş değildir.



[1] Bu hadisi Ebu Davud -Abdu'r-Rezzak'ın sözünü de o zikretmektedir- (II, 71), Abdu'r Rezzak, Musannef (6690), Beyhaki (IV, 57), Ahmed (III, 197)'de rivayet etmişlerdir. Senedi sahih olup, Buhari ve Müslim'in şartına uygundur.

 

[2] Hadisi Ahmed (no: 2817, 2915, 2917)'de hasen bir sened ile İbn Abbas'tan,Müslim (VI, 84)'da Ali (r.a)'dan buna yakın ifade ile rivayet etmiştir.

 

[3] Hadisi Müslim (III, 62), Ebu Davud (II, 71), Nesai (I, 284-285-286), Tirmizi (II, 155) -sahih olduğunu belirterek-, Hakim (I, 370), Beyhaki (IV, 4), Ahmed (III, 295, 332, 339, 399)'da rivayet etmişlerdir.

[4] Hadisi İbn Mace (I, 373-374)'de bütün ravileri Sahih'in ravileri olan bir senedle rivayet etmiş olmakla birlikte hadis munkatıdır. el-Busiri, ez-Zevaid (k. 97/2)'de şunlarısöylemektedir: "Ravileri sikadırlar. Şu kadar var ki munkatıdır. el-Kasım b. Muhaymira, Ebu Said (el-Hudri)'den hadisi dinlememiştir."

 

[5] Hadisi Müslim (III, 61), Ebu Davud (II, 70), Nesai (I, 285), Tirmizi (II, 153-154)-hasen olduğunu belirterek-, Hakim (I, 369), Beyhaki (IV, 3), Tayalisi (no: 155), Ahmed (no: 741, 1064), Ebu Vail'in ondan (Ebu'l-Heyyac'dan) rivayeti yoluyla Taberani, el- Mucemu's-Sağir (s. 29), Ebu İshak'ın ondan rivayeti yoluyla rivayet etmişlerdir. Hadisin ayrıca Tayalisi (no: 96), Ahmed (no: 657-658, 683, 889)'da Ali (r.a)'dan gelen iki ayrı rivayet yolu daha vardır.

[6] Hadisi Ahmed (VI, 18) her iki rivayetiyle rivayet etmiş olup, senedi hasendir. İbn Ebi Şeybe (IV, 135-138)'de diğer rivayet ile rivayet etmiştir. Müslim (III, 61), Ebu Davud (II, 70), Nesai (I, 285), Beyhaki (IV, 2-3) diğer yoldan Sümame'den ona yakın fakat ondan daha muhtasar olarak rivayet etmişlerdir.

 

[7] Hadisi Taberani, el-Mucemu'l-Kebir (XIX, 352, 823)'de rivayet etmiştir. Senedi sahihtir. Mecmau'z-Zevaid'de "ravileri sahih hadisin ravileridir" demektedir.

 

[8] Hadisi Müslim (III, 62), Ebu Davud (II, 71), Nesai (I, 287), İbn Mace (I, 484), Beyhaki (IV, 79), Ahmed (II, 311, 389, 444)'de rivayet etmişlerdir. Diğer rivayet onun kaydettiği (II, 528) rivayetlerden birisidir.

 

[9] Bu hadisi İbn Ebi Şeybe (IV, 133), İbn Mace (I, 474)'de el-Busiri'nin, ez-Zevaid (k. 98/1)'de belirttiği üzere sahih bir isnad ile rivayet etmişlerdir. el-Münziri de, et- Terğib'de senedi ceyyiddir demiştir.

 

[10] Hadisi Müslim (III, 62)'de ve üç Sünen sahibi ile başkaları rivayet etmişlerdir. Bu hadisin İbn Abbas'ın rivayet ettiği bir şahidi daha bulunmaktadır. Bunu da ed- Dıya el-Makdisi, el-Ahadiysu'l-Muhtare'de zikretmiş olup, bu hadisin senedi ile ilgili olarak "Tahric-u Sıfat-i Salâti'n-Nebi" adlı eserde, sonra da "Tahziru's-Sacid" (s. 121)'de gerekli açıklamaları yapmış bulunuyorum.