- Kabir Ziyaretinde Rabıta

Adsense kodları


Kabir Ziyaretinde Rabıta

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

rray
bengisu
Tue 11 December 2007, 03:34 pm GMT +0200
Peygamber Efendimiz (S.A.V) hadis-i şerifte şöyle buyurmuştur:
   “Sizler işlerinizden şaşkınlığa ve hayrete düştüğünüz vakit, kabir ehlinden yardım isteyiniz.” (Keşfü’l-Hafa; 1/85)
 

   Bu hadis-i şerife binaen ve başka şer'i delillerden de anlaşıldığına göre, nebiler ve onların varisleri olan veliler, hayatlarında olduğu gibi vefatlarından sonra da himmet istenildiği zaman, himmet ederler.

   Uzaklık ve yakınlık söz konusu olmaksızın, kabiliyetli her mü’min özellikle mürid, Hz. Peygamber (S.A.V)'in kabr-i şerifine veya hakkında Ümmet-i Muhammed'in ittifak ettiği büyüklerin ruhlarına kalbini rabt edebilir; yönelmiş olup himmet istediği zat, feyz almasına vesile olabilir.

   Hatta hemen hemen bütün tarikatlarca makbul bir veli olan Ma'ruf-u Kerhi, müridi Sırrı-i Sakati’ye şöyle demiştir:
   "Allah'tan bir hacet dileyeceksen, bana yemin ederek, Ma'ruf'un hürmetine diye iste!"

   Yalnız edebe riayet etmek lazımdır. Bir kabri ziyaret edecek olan mürid, nefsini her türlü dış etkenlerden, kalbini dünya hallerinden temizlemelidir. Ziyaret ettiği zevatın ruhaniyetinin, hissi keyfiyetlerden mücerred bir nur olduğunu farzetmelidir.

   Kâmil velilerin ruhaniyetleri feyiz kaynağıdır. Feyiz isteyen kişi, feyiz verecek olan zatın kabrinin ayak ucu hizasında durmalıdır. O zata karşı hayattaki edebini, aynen muhafaza etmelidir.

   Râbıta usullerinden birisi de;  mürşidi ile râbıta kurmalı, bedenine bir hareket ve canlılık geldiği zaman, (râbıta kurduğuna kanaati geldiğinde) kabir sahibine dönmeli ve sünnette ifade edildiği gibi selam verip, onbir  ihlas ve bir fatiha okumalıdır. Sonra kabir sahibine dönüp, edebini bozmadan bu keyfiyete devam ederse, kabir sahibinden kalbine feyz gelir. Râbıtanın kuvvet derecesine göre, kabir sahibinin hallerinden bir hal, râbıta yapanın kalbine akseder. Zira kâmil zevatın ruhaniyeti, Allah-u Zülcelal'in feyzine menba ve oluktur. Olukların altında durup sabreden, mutlaka kemal sahibinden feyiz alır.

   Müntesip Ravza'da bile olsa, Mescid-i Saadet'in dışında, mürşidinin bulunduğu tarafa yüzünü dönüp, hayatta olan mürşidine yapılan râbıtalardan biri ile mürşidinin ruhaniyetine yönelerek, onu vasıta etmelidir.

   Hararet bedenine hakim olduktan sonra, kemal-i edeb, kemal-i ihlas ve kemali muhabbetle Kabr-i Şerif'e dönüp, onbir defa: "Es-salatu ve's-selamu aleyke ya Rasulallah" dedikten sonra, onbir İhlas-ı Şerife ve bir Fatiha okuyup, şöyle niyazda bulunmalıdır:
   “Ey Allah'ın Rüsûlü! Rabb'im: "Eğer onlar, kendilerine zulmettikleri zaman sana gelseler, Allah'tan günahlarının bağışlanmasını dileseler, elbette Allah'ı çok affedici ve çok merhametli bulurlardı." (Nisa; 64)

   İşte senin ümmetinden filan oğlu filanım. Bütün suçlarımı itiraf edip, onlardan Allah-u Zülcelal'e tevbe etmekle huzuru saadetinde istiğfar ederim."

   Kemâl-i itina ile mücerred bir nurani keyfiyetten ibaret Fahr-i Alemin Kabr-i Şerifi'ne yönelip, bir kaç dakika ayakta durarak, bu keyfiyete devam etmelidir. Sonra kemal-i edeb ve tevazu ile mescide girip, Fahr-i Âlem (S.A.V)'in penceresinin karşısına geçmeli ve bu haline devam etmelidir. Sonra da dönüp Hz. Ebu Bekir-i Sıddık ve Hz. Ömer'in  pencerelerinde de -kabir ziyareti- vazifelerini yerine getirmelidir.

   Ravza ile minber arasında iki rekât nafile namaz kılıp, o yeri işgal etmeden kalkıp biraz uzaklaşarak, müsait bir yerde oturmalıdır. Oturduktan sonra dilerse râbıtaya devam, dilerse Salat-i Şerife ve münasib olan bir ibadete devam etmelidir.

   Gavs-ı Hizani (K.S) bu hususta şöyle buyurmuştur:
   "Mürid, kendi şeyhinin râbıtasına kemali edeble itina gösterip, Ravza'da dahi kendi şeyhine râbıta ederek Ravza'ya yönelmelidir. Diğer enbiya ve evliyaların markatlarında da kendi şeyhinin râbıtasını terk etmemek, müridliğin alâmetlerindendir."

   Ancak ahirete irtihal etmiş bir mürşidin râbıtası ile yetişen bir kimse, ne kadar yücelirse yücelsin, zahirde bir zattan icazet almazsa başka insanları irşadı sahih olmaz.
 

ceren
Wed 15 July 2015, 05:28 pm GMT +0200
Esselamu aleykum.Rabbim razı olsun paylaşımdan kardeşim.Kişi kabir ziyaretine gittiğinde dünyayı arkasında bırakmalı,ve kabrin ayak ucunda durup,himmet isteyip,feyzine erişirler.

Bilal2009
Wed 15 July 2015, 05:42 pm GMT +0200
Ve aleykümüsselam , Rabb'imizi ( celle celaluhu ) bizlere hatırlatan kişilerin kabirleri de Allah ' ı ( celle celaluhu ) hatırlatır.

ikranur 7d
Wed 15 July 2015, 06:54 pm GMT +0200
Ve aleykumuaselam ve rahmetullah ve berakatuh. Kabir ziyareti yapan bir insan dunyayla alakasi kesilip dusuncelere daliyor cnk birgun bizimd onlar gibi olacagimizi topragn altina girecegimizi dusunuyorz. Ayda bird olsa kabir ziyareti yapmak lazm. Allhm bizleri kabir ziyaretlerindn mahrum etme insllh.

mevlüde06
Wed 29 July 2015, 01:17 pm GMT +0200
Ve aleykumusselam ve rahmetullah.Allah razı olsun hocam.çok değerli bilgiler.
okurken insanın içine huzur veriyor,rahatlatıyor.
Rabbim daim kılsın inşAllah bu haletimizi.

Kevšer
Fri 7 August 2015, 03:03 am GMT +0200
Paylaşım için Rabbim Razı olsun.Kabir ziyaretlerini sık sık yapmalıyız. Nefse de iyi geliyor aslında inşaAllah.

ceren
Tue 18 December 2018, 01:50 pm GMT +0200
Esselamu aleykum. Rabbim razı olsun bilgilerden kardeşim. ..

Ali Al-Yunani
Tue 18 October 2022, 05:08 pm GMT +0200
Peygamber Efendimiz (S.A.V) hadis-i şerifte şöyle buyurmuştur:
   “Sizler işlerinizden şaşkınlığa ve hayrete düştüğünüz vakit, kabir ehlinden yardım isteyiniz.” (Keşfü’l-Hafa; 1/85)
 

   Bu hadis-i şerife binaen....
Bu hadis denen söz uydurmadır. Hadis değil. Kabir ehli hiçbir yardım etmez.

..Uzaklık ve yakınlık söz konusu olmaksızın, kabiliyetli her mü’min özellikle mürid, Hz. Peygamber (S.A.V)'in kabr-i şerifine veya hakkında Ümmet-i Muhammed'in ittifak ettiği büyüklerin ruhlarına kalbini rabt edebilir;
Etmez.
yönelmiş olup himmet istediği zat, feyz almasına vesile olabilir.
Olmaz.

..Hatta hemen hemen bütün tarikatlarca makbul bir veli olan Ma'ruf-u Kerhi, müridi Sırrı-i Sakati’ye şöyle demiştir:
   "Allah'tan bir hacet dileyeceksen, bana yemin ederek, Ma'ruf'un hürmetine diye iste!"
Kaynak? Kaynak bile olsa/verilse, hüccet değil.

  Yalnız edebe riayet etmek lazımdır. Bir kabri ziyaret edecek olan mürid, nefsini her türlü dış etkenlerden, kalbini dünya hallerinden temizlemelidir. Ziyaret ettiği zevatın ruhaniyetinin, hissi keyfiyetlerden mücerred bir nur olduğunu farzetmelidir.

   Kâmil velilerin ruhaniyetleri feyiz kaynağıdır. Feyiz isteyen kişi, feyiz verecek olan zatın kabrinin ayak ucu hizasında durmalıdır. O zata karşı hayattaki edebini, aynen muhafaza etmelidir.

   Râbıta usullerinden birisi de;  mürşidi ile râbıta kurmalı, bedenine bir hareket ve canlılık geldiği zaman, (râbıta kurduğuna kanaati geldiğinde) kabir sahibine dönmeli ve sünnette ifade edildiği gibi selam verip, onbir  ihlas ve bir fatiha okumalıdır. Sonra kabir sahibine dönüp, edebini bozmadan bu keyfiyete devam ederse, kabir sahibinden kalbine feyz gelir. Râbıtanın kuvvet derecesine göre, kabir sahibinin hallerinden bir hal, râbıta yapanın kalbine akseder. Zira kâmil zevatın ruhaniyeti, Allah-u Zülcelal'in feyzine menba ve oluktur. Olukların altında durup sabreden, mutlaka kemal sahibinden feyiz alır.

   Müntesip Ravza'da bile olsa, Mescid-i Saadet'in dışında, mürşidinin bulunduğu tarafa yüzünü dönüp, hayatta olan mürşidine yapılan râbıtalardan biri ile mürşidinin ruhaniyetine yönelerek, onu vasıta etmelidir.

   Hararet bedenine hakim olduktan sonra, kemal-i edeb, kemal-i ihlas ve kemali muhabbetle Kabr-i Şerif'e dönüp, onbir defa: "Es-salatu ve's-selamu aleyke ya Rasulallah" dedikten sonra, onbir İhlas-ı Şerife ve bir Fatiha okuyup, şöyle niyazda bulunmalıdır:
   “Ey Allah'ın Rüsûlü! Rabb'im: "Eğer onlar, kendilerine zulmettikleri zaman sana gelseler, Allah'tan günahlarının bağışlanmasını dileseler, elbette Allah'ı çok affedici ve çok merhametli bulurlardı." (Nisa; 64)

   İşte senin ümmetinden filan oğlu filanım. Bütün suçlarımı itiraf edip, onlardan Allah-u Zülcelal'e tevbe etmekle huzuru saadetinde istiğfar ederim."

   Kemâl-i itina ile mücerred bir nurani keyfiyetten ibaret Fahr-i Alemin Kabr-i Şerifi'ne yönelip, bir kaç dakika ayakta durarak, bu keyfiyete devam etmelidir. Sonra kemal-i edeb ve tevazu ile mescide girip, Fahr-i Âlem (S.A.V)'in penceresinin karşısına geçmeli ve bu haline devam etmelidir. Sonra da dönüp Hz. Ebu Bekir-i Sıddık ve Hz. Ömer'in  pencerelerinde de -kabir ziyareti- vazifelerini yerine getirmelidir.

   Ravza ile minber arasında iki rekât nafile namaz kılıp, o yeri işgal etmeden kalkıp biraz uzaklaşarak, müsait bir yerde oturmalıdır. Oturduktan sonra dilerse râbıtaya devam, dilerse Salat-i Şerife ve münasib olan bir ibadete devam etmelidir.

   Gavs-ı Hizani (K.S) bu hususta şöyle buyurmuştur:
   "Mürid, kendi şeyhinin râbıtasına kemali edeble itina gösterip, Ravza'da dahi kendi şeyhine râbıta ederek Ravza'ya yönelmelidir. Diğer enbiya ve evliyaların markatlarında da kendi şeyhinin râbıtasını terk etmemek, müridliğin alâmetlerindendir."

   Ancak ahirete irtihal etmiş bir mürşidin râbıtası ile yetişen bir kimse, ne kadar yücelirse yücelsin, zahirde bir zattan icazet almazsa başka insanları irşadı sahih olmaz.
 [/b]
Medet sadece ALLAH’ tan istenir

Abdul-Kadir Geylani: «Allah’tan başka herşey puttur» ve «Senin en basit halin, Rabbin Azze ve Celle’yi hatırlayarak anman, O’ndan başka birinden değil de ; sadece O’ndan istemen hasebiyle O’nu birlemen (Muvahhid), ihtiyacını O’ndan başkasına bırakmamandır» dedi. [kaynak: Fütûhu’l Gayb]

Abdulkadir Geylani şöyle demisti;
“Yazık sana! Allah sana her şeyden daha yakın olduğu halde Allah’tan başkasından bir şey talep etmeye utanmıyor musun?
Allah’tan başka kimseden korkma ve sadece ondan dile. Bütün ihtiyaçlarını Allah’a havale et ve bunları ondan talep et.
Allah Azze ve Celle’den başka kimseye güvenip dayanma. Sadece ona itimat et. Tevhid, tevhid, tevhid! Her şeyin tamamı tevhiddir.”
 [kaynak: El-Fethur-Rabbâni (159 ve 373)]

Fatiha Sûresi 5 (Allahım!) Yalnız sana ibadet ederiz ve yalnız senden yardım dileriz.

Bakara Sûresi 45 Sabrederek ve namaz kılarak (Allah’tan) yardım dileyin.(7) Şüphesiz namaz, Allah’a derinden saygı duyanlardan başkasına ağır gelir.

Bakara Sûresi 107 Bilmez misin ki, göklerin ve yerin hükümranlığı Allah’ındır. Sizin için Allah’tan başka ne bir dost, ne de bir yardımcı vardır.

Bakara Sûresi 123 Kimsenin kimse namına bir şey ödemeyeceği, hiç kimseden fidye alınmayacağı, kimseye şefaatin (aracılığın) yarar sağlamayacağı ve hiç kimsenin hiçbir taraftan yardım göremeyeceği günden sakının.

Bakara Sûresi 153 Ey iman edenler! Sabrederek ve namaz kılarak Allah’tan yardım dileyin. Şüphe yok ki, Allah sabredenlerle beraberdir.

Bakara Sûresi 214 Yoksa siz, sizden öncekilerin başına gelenler, sizin de başınıza gelmeden cennete gireceğinizi mi sandınız? Peygamber ve onunla beraber mü’minler, «Allah’ın yardımı ne zaman?» diyecek kadar darlığa ve zorluğa uğramışlar ve sarsılmışlardı. İyi bilin ki, Allah’ın yardımı pek yakındır.

Bakara Sûresi 250 (Tâlût’un askerleri) Câlût ve askerleriyle karşı karşıya gelince şöyle dediler: «Ey Rabbimiz! Üzerimize sabır yağdır, ayaklarımızı sağlam bastır ve şu kâfir kavme karşı bize yardım et.»

Bakara Sûresi 286 Allah, bir kimseyi ancak gücünün yettiği şeyle yükümlü kılar. Onun kazandığı iyilik kendi yararına, kötülük de kendi zararınadır. (Şöyle diyerek dua ediniz): «Ey Rabbimiz! Unutur, ya da yanılırsak bizi sorumlu tutma! Ey Rabbimiz! Bize, bizden öncekilere yüklediğin gibi ağır yük yükleme. Ey Rabbimiz! Bize gücümüzün yetmediği şeyleri yükleme! Bizi affet, bizi bağışla, bize acı! Sen bizim Mevlâmızsın. Kâfirler topluluğuna karşı bize yardım et.»

Âl-i İmran Sûresi 13 Şüphesiz, karşı karşıya gelen iki toplulukta sizin için bir ibret vardır: Bir topluluk Allah yolunda çarpışıyordu. Öteki ise kâfirdi. (Onları) göz bakışıyla kendilerinin iki katı görüyorlardı. Allah da dilediğini yardımıyla destekliyordu. Basireti olanlar için bunda elbette ibret vardır.

Âl-i İmran Sûresi 122 Hani sizden iki takım (paniğe kapılarak) çözülmeye yüz tutmuştu. Hâlbuki Allah onların yardımcısı idi. Mü’minler, yalnız Allah’a tevekkül etsinler.

Âl-i İmran Sûresi 123 Andolsun, siz son derece güçsüz iken Allah size Bedir’de yardım etmişti. O hâlde Allah’a karşı gelmekten sakının ki şükretmiş
olasınız.

Âl-i İmran Sûresi 124 Hani sen mü’minlere, «Rabbinizin, indirilmiş üç bin melek ile yardım etmesi size yetmez mi?» diyordun.

Âl-i İmran Sûresi 125 Evet, sabrettiğiniz ve Allah’a karşı gelmekten sakındığınız takdirde; onlar ansızın üzerinize gelseler bile Rabbiniz nişanlı beş bin melekle size yardım eder.

Âl-i İmran Sûresi 126 Allah, bunu size sırf bir müjde olsun ve kalpleriniz bununla yatışsın diye yaptı. yardım ve zafer ancak mutlak güç sahibi, hüküm ve hikmet sahibi Allah katındadır.

Âl-i İmran Sûresi 147 Onların sözleri ancak, «Rabbimiz! Bizim günahlarımızı ve işimizdeki taşkınlıklarımızı bağışla ve (yolunda) ayaklarımızı sağlam tut. Kâfir topluma karşı bize yardım et» demekten ibaretti.

Âl-i İmran Sûresi 150 Hayır! Yalnız Allah yardımcınızdır. O, yardımcıların en hayırlısıdır.

Âl-i İmran Sûresi 160 Allah size yardım ederse, sizi yenecek yoktur. Eğer sizi yardımsız bırakırsa, ondan sonra size kim yardım edebilir? Mü’minler, ancak Allah’a tevekkül etsinler.

Nisâ Sûresi 45 Allah, sizin düşmanlarınızı çok daha iyi bilir. Allah, dost olarak yeter. Allah, yardımcı olarak da yeter.

En’âm Sûresi 40 (Ey Muhammed!) De ki: «Söyleyin bakalım. Acaba size Allah’ın azabı gelse veya size kıyamet saati gelip çatsa (böyle bir durumda) siz Allah’tan başkasını mı çağırırsınız? Eğer doğru sözlü iseniz söyleyin.

A’râf Sûresi 128 Mûsâ, kavmine, «Allah’tan yardım isteyin ve sabredin. Şüphesiz yeryüzü Allah’ındır. Ona, kullarından dilediğini mirasçı kılar. Sonuç Allah’a karşı gelmekten sakınanlarındır» dedi.

A’râf Sûresi
192 Hâlbuki onlar (edindikleri ilâhlar) ne onlara yardım edebilirler, ne de kendilerine yardım edebilirler.

A’râf Sûresi 197 Allah’tan başka taptıklarınızın ise size yardım etmeğe güçleri yetmez. Onlar kendilerine de yardım edemezler.

Enfal Sûresi 9 Hani Rabbinizden yardım istiyor, yalvarıyordunuz. O da, «Ben size ard arda bin melekle yardım ediyorum» diye cevap vermişti.

Enfal Sûresi 10 Allah bunu, sadece bir müjde olsun ve onunla kalpleriniz yatışsın diye yapmıştı.Yardım ancak Allah katındandır. Şüphesiz Allah, mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir.

Enfal Sûresi 26 O vakti hatırlayın ki siz yeryüzünde güçsüz ve zayıf idiniz. İnsanların sizi kapıp götürmesinden korkuyordunuz.Derken Allah sizi barındırdı, yardımıyla destekledi ve sizi temiz şeylerden rızıklandırdı ki şükredesiniz.

Enfal Sûresi 40 Eğer yüz çevirirlerse bilin ki Allah sizin dostunuzdur. O, ne güzel dosttur; O, ne güzel yardımcıdır!

Enfal Sûresi 48 Hani şeytan onlara yaptıklarını süslemiş ve, «Bu gün artık insanlardan size galip gelecek (kimse) yok, mutlaka ben de size yardımcıyım.» demişti. Fakat iki taraf (savaş alanında) yüz yüze gelince (şeytan), gerisingeriye dönüp, «Ben sizden uzağım. Çünkü ben sizin görmediğiniz şeyler (melekler)(12) görüyorum. Ben Allah’tan korkarım. Allah, cezası çetin olandır» demişti.

Tövbe Sûresi 51 De ki: «Bizim başımıza ancak, Allah’ın bizim için yazdığı şeyler gelir. O, bizim yardımcımızdır. Öyleyse mü’minler, yalnız Allah’a güvensinler.»

Tövbe Sûresi 116 Şüphesiz göklerin ve yerin hükümranlığı yalnız Allah’ındır. O, diriltir ve öldürür. Sizin için Allah’tan başka ne bir dost, ne de bir yardımcı vardır.

Yûnus Sûresi 38 Yoksa onu (Muhammed kendisi) uydurdu mu diyorlar? De ki: «Eğer doğru söyleyenler iseniz, haydi siz de onun benzeri bir sûre getirin ve Allah’tan başka, çağırabileceğiniz kim varsa onları da yardıma çağırın.

Yusuf Sûresi 18 Bir de üzerine, sahte bir kan bulaştırılmış gömleğini getirdiler. Yakub dedi ki: «Hayır! Nefisleriniz sizi aldatıp böyle bir işe sürükledi. Artık bana düşen, güzel bir sabırdır. Anlattıklarınıza karşı yardımı istenilecek de ancak Allah’tır.»

Ra’d Sûresi 11 İnsanı önünden ve ardından takip eden melekler vardır. Allah’ın emriyle onu korurlar.(4) Şüphesiz ki, bir kavim kendi durumunu değiştirmedikçe Allah onların durumunu değiştirmez. Allah, bir kavme kötülük diledi mi, artık o geri çevrilemez. Onlar için Allah’tan başka hiçbir yardımcı da yoktur.

İbrâhim Sûresi 15 Peygamberler, Allah’tan yardım istediler ve her inatçı zorba hüsrana uğradı.

İsrâ Sûresi 75 İşte o zaman sana, hayatın da, ölümün de katmerli acılarını tattırırdık. Sonra bize karşı kendine hiçbir yardımcı
bulamazdın.

Enbiyâ Sûresi 112 (Peygamber), «Ey Rabbim! Hak ile hüküm ver. Bizim Rabbimiz, sizin nitelemelerinize karşı yardımı istenecek olan Rahmân’dır» dedi.

Hacc Sûresi 78 Allah uğrunda hakkıyla cihad edin. O, sizi seçti ve dinde üzerinize hiçbir güçlük yüklemedi. Babanız İbrahim’in dinine uyun. Allah, sizi hem daha önce, hem de bu Kur’an’da müslüman diye isimlendirdi ki, Peygamber size şahit (ve örnek) olsun, siz de insanlara şahit (ve örnek) olasınız.(10) Artık namazı dosdoğru kılın, zekâtı verin ve Allah’a sarılın. O, sizin sahibinizdir. O, ne güzel sahip, ne güzel yardımcıdır!

Mü’minûn Sûresi 26 (Nûh), «Rabbim! Beni yalanlamalarına karşı bana yardım et!» dedi.
Mü’minûn Sûresi 39 O peygamber, «Ey Rabbim! Yalanlamalarına karşı bana yardım et!» dedi.

Furkân Sûresi 31 Biz, işte böyle, her peygamber için suçlulardan bir düşman yarattık. Yol gösterici ve yardım edici olarak Rabbin yeter.

Ankebût Sûresi 22 Siz, yerde de gökte de (Allah’ı) âciz bırakacak değilsiniz. Sizin Allah’tan başka ne bir dostunuz, ne de bir yardımcınız vardır.

Yâsîn Sûresi 74 Belki kendilerine yardım edilir diye Allah’ı bırakıp da ilâhlar edindiler.

Şûrâ Sûresi 31 Yeryüzünde O’nu âciz bırakamazsınız. Sizin için Allah’tan başka hiçbir dost ve yardımcı yoktur.

Ahkâf Sûresi 28 Allah’ı bırakıp O’na yakınlık sağlamaları için edindikleri ilâhlar kendilerine yardım etseydi ya!? Aksine onları yüzüstü bırakarak uzaklaşıp kayboldular. Bu, onların yalanı ve uydurmakta oldukları şeydir.

Muhammed Sûresi 7 Ey iman edenler! Eğer siz Allah’a yardım ederseniz (emrini tutar, dinini uygularsanız), O da size yardım eder ve ayaklarınızı sağlam bastırır.

Muhammed Sûresi 11 Bu, Allah’ın inananların yardımcısı olması, inkâr edenlerin ise, hiçbir yardımcısı bulunmamasından dolayıdır.

Tahrîm Sûresi 2 Allah (gerektiğinde) yeminlerinizi bozmayı (ve kefaret ödemeyi) size meşru kılmıştır. Allah, sizin yardımcınızdır. O, hakkıyla bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.


Rabıta ve Tevessül

Soru: Zamanınmızdaki tarikatlarda rabıta konusunda ben de hem fikirim ama geçmiş dönem evliyalar mesela SEYYİD ABDULKADİR GEYLANİ diyor ki zor durumda olduğunuzda yardım isteyin Allah’ın izniyle gelirim yardımınıza. Tevessül konusu hadislerde de geçiyo açıklayabilir misiniz bana konuyu.

Cevap: Abdulkadir Geylani, Müslümandır; fıkıhta Hanbeli mezhebine tabidir. Fakat tasavvufçular onun adına kitaplar basıp, onun ağzından böyle şirk dolu sözler eklemişlerdir bu kitaplara.
İnsanlara «ibadet» nedir diye sorduğumuzda «namaz, oruç, hac, zekat» gibi amelleri sayarlar. Oysa bunların dışında ibadet olan daha birçok amel vardır. Bunlardan biri de «yardımına çağırmak»tır.

Allah-u teala şöyle buyuruyor:
«Yalnızca sana kulluk eder ve yalnızca senden yardım dileriz.» (Fatiha: 4)

«Yalnızca sana kulluk ederiz» demek; bütün şirklerden uzak durarak, kendimizi şirkten tamamen arındırarak sana ibadet ederiz, demektir.
«Senden yardım dileriz» demek; her konuda yalnız senden yardım isteriz, demektir. Çünkü gerçek kuvvet sahibi yalnız Allah’tır.

«O’ndan başka çağırdıklarınız, bir çekirdek lifine bile sahip değildirler. Eğer onları çağırırsanız, sizin çağırınızı işitmezler; işitseler bile, size cevap vermezler. Kıyamet günü sizin ortak koşmanızı inkar ederler. Her şeyden haberdar olan Allah gibi hiç kimse sana haber veremez.» (Fatır: 13-14)

«Ey Muhammed! De ki: «Allah’tan başka ilah sandığınız şeyleri çağırın. Onlar ne sizi uğradığınız zarardan kurtarabilirler ne de onu sizden uzaklaştırabilirler. Onların taptıkları da Rablerine daha yakın olmak için bir yol arar. Her biri Allah’a daha çok yaklaşmak için çalışır. O’nun rahmetini umarlar, azabından korkarlar. Elbette Rabbinin azabı korkulan azabdır.» (İsra: 56-57)

«(Ey Muhammed!) De ki: «Allah’ı bırakıp da, ne göklerde ve ne de yerde zerre kadar bir şeye sahip olmadıkları, bunlardan hiçbir ortaklıkları bulunmadığı ve onlardan hiçbiri Allah’ın yardımcısı olmadığı halde, ilah diye ileri sürdeklerinizi haydi çağırın! O’nun katında kendisinin izin verdiğinden başkasının şefaati fayda vermez. Hatta onların kalblerinden korku giderilince (birbirlerine): «Rabbiniz ne dedi?» derler. Derler ki: «Hakkı.» (buyurdu). O Aliy’dir, Kebir’dir.» (Sebe: 22-23)

Rasulullah sallAllahu aleyhi ve sellem şöyle buyuruyor:
«Yardım istediğin zaman yalnızca Allah’tan yardım iste.» (Müslim)

Hadisi şerifte yardımın sadece Allah’tan istenebileceği ve her şeyde O’na güvenilmesi gerektiği bildiriliyor.
Bir kişi yalnız Allah’ın yapabileceği bir şey için Allah’tan başkasından yardım isterse büyük şirk işlemiştir.

*~*~*~*~*~*~*~*~*~*~*~*~*~*

Enes b. Malik (r.a) şöyle demiştir:
«Halk kıtlığa düştüklerinde, Ömer b. Hattab (r.a) Rasulullah (s.a.s)’in amcası Abbas b. Abdilmuttalib (r.a)’ye, yağmur yağması için Allah’a dua etmesini söyler ve:
«Allah’ım! Bizler nebimiz hayatta iken ona dua ettirerek senden niyazda bulunurduk da bize yağmurlar ihsan ederdin. Şimdi de nebimizin amcasının duasıyla senden niyaz ediyoruz. Bize yine yağmur ihsan et» diye dua ederdi. Bu duayı edince yağmur yağardı.» (Buhari)

Tevhid inancı, her çeşidiyle ibadetlerin yalnız Allah’a yapılmasını emreder. Her kim, küçük ya da büyük olsun ibadet hükmüne giren herhangi bir ameli Allah’tan başkasına yaparsa, tevhidi bozucu harekette bulunmuş, şirk koşarak müşrik sıfatını kazanmış olur. Burada şunu da belirtmemiz gerekiyor: Herhangi bir amelin Allah’tan başkasına yapıldığında şirk hükmüne girebilmesi, bu amelin Kur’an veya sünnette ibadet olarak vasıflandınlması şartına bağlıdır. Örneğin; dua etmek, yardıma çağırmak, kanunlarına teslim olmak, hakimiyetini kabul etmek, kurban kesmek, adak adamak gibi fiiller, Kur’an ve sünnette ibadet olarak vasıflandmldığı için bunlardan birisini Allah’tan başkasına yapan kimse müşrik olur. Allah (c.c) Muhammed (s.a.s)’i risalede görevlendirdiği anda, bu gerçeği kendisine vahyetmeye başlamış, La ilahe illAllah düsturunu dinin giriş kapısı göstererek, buna teslim olan kullarını her türlü şirkten temizlemiş, «yalnız Allah’a ibadet» şuurunu kalblerine yerleştirmişti. Ömer (r.a)’nun yukarıdaki yağmurun yağmaması gibi sıkıntılı bir anda, daha önceden vefat etmiş olan Rasulullah’ı yardıma çağırmayıp onu tevessül (vesile edinmek) edinmemesi ve bunun yerine yanlarında sağ olarak bulunan Abbas (r.a)’den, dua etmesini istemesi de La ilahe illAllah şuurunun kalbine yerleşmesindendi. Ömer (r.a), vefat etmiş olan Rasulullah (s.a.s)’i yardıma çağırması halinde, bunun kişiye fayda veya zarar vermeyecek halde olan bir ölüyü yardıma çağırmak, böylelikle de Allah’a şirk koşmak manasına geleceğini çok iyi biliyordu. Bu sebeple Abbas (r.a)’ya dua talebinde bulunmuştu.

Kim ki Şeyh kalpten geçeni bilir derse veya inanırsa kafir olur..

«De ki: {Göktekiler ve yerdekiler gaybı bilemezler, ancak Allah bilir. Onlar öldükten sonra ne zaman diriltileceklerinin de farkında değildirler}» (Neml 65)

TARİKAT NEDİR ?
Tarikat aracılık hizmetlerine denir. Allah cc ile kul arasında ki aracılık hizmetlerini yapan şirk-etin adıdır!. Bu aracılık hizmetleri her devirde bazı farklılıklar arzetmiştir. Peygamber a.s zamanında aracılık hizmetlerini putlar ve putcular yapıyordu. Günümüzde ise bu hizmetleri tarikatlar ve şeyhler yapıyor. İslam’da bu aracalılık hizmetlerine ŞİRK denir. Bu hizmeti alanlara verenlere ise müşrik denir.

Andolsun, insanı biz yarattık ve nefsinin ona verdiği vesveseyi de biz biliriz. Çünkü biz ona şah damarından daha yakınız. (Kaf 16)

Kullarım, beni senden sorarlarsa, (bilsinler ki), gerçekten ben (onlara çok) yakınım. Bana dua edince, dua edenin duasına cevap veririm. O halde, doğru yolu bulmaları için benim davetime uysunlar, bana iman etsinler. (Bakara 186)


Allah'tan başka hiç kimseden yardım istenmez - Medet sadece ALLAH'tan istenir

1-) Hiç bir ayet ve hadiste veliden yardım istenır veya istenebilir diye bir bilgiye rastlanmaz.

2-) Ashabı kiramdan tutun tabiin ve müctehid alimlerin hiç birinden veliden yardım talep edilebilir diye bir nakle rastlanmaz.

3-) Yardımın çeşitleri vardır.

A-) Her hangi bir vasıtayla birine ulaşarak yardım talebinde bulunmak ise;

Kişi sizi duyuyorsa, görüyorsa, bir dilekçe veya mektupla iletişim kurulabiliyorsa, biriyle haber göndererek haberdar edebiliyorsanız ( yani maddi bir vasıtayla iletişim kurabiliyorsanız )
Bu insandan maddi yardım talep edebildiğiniz gibi, ilim ve dua talebinde de bulunabilirsiniz.


B -) Her hangi bir vasıta yoksa, birinden yardım talep etmek ise yanlıştır.

Bu ise
ya ahmaklıktır,
Ya cahilliktir,
Ya da bile bile Allah'a c.c. şirk koşmaktır.

Ayrıca koştuğu şirke kılıf uydurmaktır.


C -) İletişim vasıtası olmadan yardım talebinde bulunmak ise ancak ve ancak ALLAH'tan dilenir.
Çünkü Allah c.c. her halü kârda bilir, duyar, görür..... ve cevap verir. Yani duaları ya kabul eder, yada red eder. Dolayısıyla, görmediğimiz, duymadığımız, maddi iletişim kuramadığımız halde, her çeşit taleplerimizi ancak Allahtan dileriz.

Bir başkasından dilemek küfürdür, şirktir.


İslam Kur'an + Sünnettir. Tek kelime ile Allah'tan başka hiç kimseden yardım istenmez. Allah her şeyi görür ve her şeye Kadirdir.

Bilal2009
Thu 20 October 2022, 07:19 pm GMT +0200
Peygamber Efendimiz (S.A.V) hadis-i şerifte şöyle buyurmuştur:
   “Sizler işlerinizden şaşkınlığa ve hayrete düştüğünüz vakit, kabir ehlinden yardım isteyiniz.” (Keşfü’l-Hafa; 1/85)
 

   Bu hadis-i şerife binaen....
Bu hadis denen söz uydurmadır. Hadis değil. Kabir ehli hiçbir yardım etmez.

..Uzaklık ve yakınlık söz konusu olmaksızın, kabiliyetli her mü’min özellikle mürid, Hz. Peygamber (S.A.V)'in kabr-i şerifine veya hakkında Ümmet-i Muhammed'in ittifak ettiği büyüklerin ruhlarına kalbini rabt edebilir;
Etmez.
yönelmiş olup himmet istediği zat, feyz almasına vesile olabilir.
Olmaz.

..Hatta hemen hemen bütün tarikatlarca makbul bir veli olan Ma'ruf-u Kerhi, müridi Sırrı-i Sakati’ye şöyle demiştir:
   "Allah'tan bir hacet dileyeceksen, bana yemin ederek, Ma'ruf'un hürmetine diye iste!"
Kaynak? Kaynak bile olsa/verilse, hüccet değil.

   Yalnız edebe riayet etmek lazımdır. Bir kabri ziyaret edecek olan mürid, nefsini her türlü dış etkenlerden, kalbini dünya hallerinden temizlemelidir. Ziyaret ettiği zevatın ruhaniyetinin, hissi keyfiyetlerden mücerred bir nur olduğunu farzetmelidir.

   Kâmil velilerin ruhaniyetleri feyiz kaynağıdır. Feyiz isteyen kişi, feyiz verecek olan zatın kabrinin ayak ucu hizasında durmalıdır. O zata karşı hayattaki edebini, aynen muhafaza etmelidir.

   Râbıta usullerinden birisi de;  mürşidi ile râbıta kurmalı, bedenine bir hareket ve canlılık geldiği zaman, (râbıta kurduğuna kanaati geldiğinde) kabir sahibine dönmeli ve sünnette ifade edildiği gibi selam verip, onbir  ihlas ve bir fatiha okumalıdır. Sonra kabir sahibine dönüp, edebini bozmadan bu keyfiyete devam ederse, kabir sahibinden kalbine feyz gelir. Râbıtanın kuvvet derecesine göre, kabir sahibinin hallerinden bir hal, râbıta yapanın kalbine akseder. Zira kâmil zevatın ruhaniyeti, Allah-u Zülcelal'in feyzine menba ve oluktur. Olukların altında durup sabreden, mutlaka kemal sahibinden feyiz alır.

   Müntesip Ravza'da bile olsa, Mescid-i Saadet'in dışında, mürşidinin bulunduğu tarafa yüzünü dönüp, hayatta olan mürşidine yapılan râbıtalardan biri ile mürşidinin ruhaniyetine yönelerek, onu vasıta etmelidir.

   Hararet bedenine hakim olduktan sonra, kemal-i edeb, kemal-i ihlas ve kemali muhabbetle Kabr-i Şerif'e dönüp, onbir defa: "Es-salatu ve's-selamu aleyke ya Rasulallah" dedikten sonra, onbir İhlas-ı Şerife ve bir Fatiha okuyup, şöyle niyazda bulunmalıdır:
   “Ey Allah'ın Rüsûlü! Rabb'im: "Eğer onlar, kendilerine zulmettikleri zaman sana gelseler, Allah'tan günahlarının bağışlanmasını dileseler, elbette Allah'ı çok affedici ve çok merhametli bulurlardı." (Nisa; 64)

   İşte senin ümmetinden filan oğlu filanım. Bütün suçlarımı itiraf edip, onlardan Allah-u Zülcelal'e tevbe etmekle huzuru saadetinde istiğfar ederim."

   Kemâl-i itina ile mücerred bir nurani keyfiyetten ibaret Fahr-i Alemin Kabr-i Şerifi'ne yönelip, bir kaç dakika ayakta durarak, bu keyfiyete devam etmelidir. Sonra kemal-i edeb ve tevazu ile mescide girip, Fahr-i Âlem (S.A.V)'in penceresinin karşısına geçmeli ve bu haline devam etmelidir. Sonra da dönüp Hz. Ebu Bekir-i Sıddık ve Hz. Ömer'in  pencerelerinde de -kabir ziyareti- vazifelerini yerine getirmelidir.

   Ravza ile minber arasında iki rekât nafile namaz kılıp, o yeri işgal etmeden kalkıp biraz uzaklaşarak, müsait bir yerde oturmalıdır. Oturduktan sonra dilerse râbıtaya devam, dilerse Salat-i Şerife ve münasib olan bir ibadete devam etmelidir.

   Gavs-ı Hizani (K.S) bu hususta şöyle buyurmuştur:
   "Mürid, kendi şeyhinin râbıtasına kemali edeble itina gösterip, Ravza'da dahi kendi şeyhine râbıta ederek Ravza'ya yönelmelidir. Diğer enbiya ve evliyaların markatlarında da kendi şeyhinin râbıtasını terk etmemek, müridliğin alâmetlerindendir."

   Ancak ahirete irtihal etmiş bir mürşidin râbıtası ile yetişen bir kimse, ne kadar yücelirse yücelsin, zahirde bir zattan icazet almazsa başka insanları irşadı sahih olmaz.
 [/b]
Medet sadece ALLAH’ tan istenir

Abdul-Kadir Geylani: «Allah’tan başka herşey puttur» ve «Senin en basit halin, Rabbin Azze ve Celle’yi hatırlayarak anman, O’ndan başka birinden değil de ; sadece O’ndan istemen hasebiyle O’nu birlemen (Muvahhid), ihtiyacını O’ndan başkasına bırakmamandır» dedi. [kaynak: Fütûhu’l Gayb]

Abdulkadir Geylani şöyle demisti;
“Yazık sana! Allah sana her şeyden daha yakın olduğu halde Allah’tan başkasından bir şey talep etmeye utanmıyor musun?
Allah’tan başka kimseden korkma ve sadece ondan dile. Bütün ihtiyaçlarını Allah’a havale et ve bunları ondan talep et.
Allah Azze ve Celle’den başka kimseye güvenip dayanma. Sadece ona itimat et. Tevhid, tevhid, tevhid! Her şeyin tamamı tevhiddir.”
 [kaynak: El-Fethur-Rabbâni (159 ve 373)]

Fatiha Sûresi 5 (Allahım!) Yalnız sana ibadet ederiz ve yalnız senden yardım dileriz.

Bakara Sûresi 45 Sabrederek ve namaz kılarak (Allah’tan) yardım dileyin.(7) Şüphesiz namaz, Allah’a derinden saygı duyanlardan başkasına ağır gelir.

Bakara Sûresi 107 Bilmez misin ki, göklerin ve yerin hükümranlığı Allah’ındır. Sizin için Allah’tan başka ne bir dost, ne de bir yardımcı vardır.

Bakara Sûresi 123 Kimsenin kimse namına bir şey ödemeyeceği, hiç kimseden fidye alınmayacağı, kimseye şefaatin (aracılığın) yarar sağlamayacağı ve hiç kimsenin hiçbir taraftan yardım göremeyeceği günden sakının.

Bakara Sûresi 153 Ey iman edenler! Sabrederek ve namaz kılarak Allah’tan yardım dileyin. Şüphe yok ki, Allah sabredenlerle beraberdir.

Bakara Sûresi 214 Yoksa siz, sizden öncekilerin başına gelenler, sizin de başınıza gelmeden cennete gireceğinizi mi sandınız? Peygamber ve onunla beraber mü’minler, «Allah’ın yardımı ne zaman?» diyecek kadar darlığa ve zorluğa uğramışlar ve sarsılmışlardı. İyi bilin ki, Allah’ın yardımı pek yakındır.

Bakara Sûresi 250 (Tâlût’un askerleri) Câlût ve askerleriyle karşı karşıya gelince şöyle dediler: «Ey Rabbimiz! Üzerimize sabır yağdır, ayaklarımızı sağlam bastır ve şu kâfir kavme karşı bize yardım et.»

Bakara Sûresi 286 Allah, bir kimseyi ancak gücünün yettiği şeyle yükümlü kılar. Onun kazandığı iyilik kendi yararına, kötülük de kendi zararınadır. (Şöyle diyerek dua ediniz): «Ey Rabbimiz! Unutur, ya da yanılırsak bizi sorumlu tutma! Ey Rabbimiz! Bize, bizden öncekilere yüklediğin gibi ağır yük yükleme. Ey Rabbimiz! Bize gücümüzün yetmediği şeyleri yükleme! Bizi affet, bizi bağışla, bize acı! Sen bizim Mevlâmızsın. Kâfirler topluluğuna karşı bize yardım et.»

Âl-i İmran Sûresi 13 Şüphesiz, karşı karşıya gelen iki toplulukta sizin için bir ibret vardır: Bir topluluk Allah yolunda çarpışıyordu. Öteki ise kâfirdi. (Onları) göz bakışıyla kendilerinin iki katı görüyorlardı. Allah da dilediğini yardımıyla destekliyordu. Basireti olanlar için bunda elbette ibret vardır.

Âl-i İmran Sûresi 122 Hani sizden iki takım (paniğe kapılarak) çözülmeye yüz tutmuştu. Hâlbuki Allah onların yardımcısı idi. Mü’minler, yalnız Allah’a tevekkül etsinler.

Âl-i İmran Sûresi 123 Andolsun, siz son derece güçsüz iken Allah size Bedir’de yardım etmişti. O hâlde Allah’a karşı gelmekten sakının ki şükretmiş
olasınız.

Âl-i İmran Sûresi 124 Hani sen mü’minlere, «Rabbinizin, indirilmiş üç bin melek ile yardım etmesi size yetmez mi?» diyordun.

Âl-i İmran Sûresi 125 Evet, sabrettiğiniz ve Allah’a karşı gelmekten sakındığınız takdirde; onlar ansızın üzerinize gelseler bile Rabbiniz nişanlı beş bin melekle size yardım eder.

Âl-i İmran Sûresi 126 Allah, bunu size sırf bir müjde olsun ve kalpleriniz bununla yatışsın diye yaptı. yardım ve zafer ancak mutlak güç sahibi, hüküm ve hikmet sahibi Allah katındadır.

Âl-i İmran Sûresi 147 Onların sözleri ancak, «Rabbimiz! Bizim günahlarımızı ve işimizdeki taşkınlıklarımızı bağışla ve (yolunda) ayaklarımızı sağlam tut. Kâfir topluma karşı bize yardım et» demekten ibaretti.

Âl-i İmran Sûresi 150 Hayır! Yalnız Allah yardımcınızdır. O, yardımcıların en hayırlısıdır.

Âl-i İmran Sûresi 160 Allah size yardım ederse, sizi yenecek yoktur. Eğer sizi yardımsız bırakırsa, ondan sonra size kim yardım edebilir? Mü’minler, ancak Allah’a tevekkül etsinler.

Nisâ Sûresi 45 Allah, sizin düşmanlarınızı çok daha iyi bilir. Allah, dost olarak yeter. Allah, yardımcı olarak da yeter.

En’âm Sûresi 40 (Ey Muhammed!) De ki: «Söyleyin bakalım. Acaba size Allah’ın azabı gelse veya size kıyamet saati gelip çatsa (böyle bir durumda) siz Allah’tan başkasını mı çağırırsınız? Eğer doğru sözlü iseniz söyleyin.

A’râf Sûresi 128 Mûsâ, kavmine, «Allah’tan yardım isteyin ve sabredin. Şüphesiz yeryüzü Allah’ındır. Ona, kullarından dilediğini mirasçı kılar. Sonuç Allah’a karşı gelmekten sakınanlarındır» dedi.

A’râf Sûresi
192 Hâlbuki onlar (edindikleri ilâhlar) ne onlara yardım edebilirler, ne de kendilerine yardım edebilirler.

A’râf Sûresi 197 Allah’tan başka taptıklarınızın ise size yardım etmeğe güçleri yetmez. Onlar kendilerine de yardım edemezler.

Enfal Sûresi 9 Hani Rabbinizden yardım istiyor, yalvarıyordunuz. O da, «Ben size ard arda bin melekle yardım ediyorum» diye cevap vermişti.

Enfal Sûresi 10 Allah bunu, sadece bir müjde olsun ve onunla kalpleriniz yatışsın diye yapmıştı.Yardım ancak Allah katındandır. Şüphesiz Allah, mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir.

Enfal Sûresi 26 O vakti hatırlayın ki siz yeryüzünde güçsüz ve zayıf idiniz. İnsanların sizi kapıp götürmesinden korkuyordunuz.Derken Allah sizi barındırdı, yardımıyla destekledi ve sizi temiz şeylerden rızıklandırdı ki şükredesiniz.

Enfal Sûresi 40 Eğer yüz çevirirlerse bilin ki Allah sizin dostunuzdur. O, ne güzel dosttur; O, ne güzel yardımcıdır!

Enfal Sûresi 48 Hani şeytan onlara yaptıklarını süslemiş ve, «Bu gün artık insanlardan size galip gelecek (kimse) yok, mutlaka ben de size yardımcıyım.» demişti. Fakat iki taraf (savaş alanında) yüz yüze gelince (şeytan), gerisingeriye dönüp, «Ben sizden uzağım. Çünkü ben sizin görmediğiniz şeyler (melekler)(12) görüyorum. Ben Allah’tan korkarım. Allah, cezası çetin olandır» demişti.

Tövbe Sûresi 51 De ki: «Bizim başımıza ancak, Allah’ın bizim için yazdığı şeyler gelir. O, bizim yardımcımızdır. Öyleyse mü’minler, yalnız Allah’a güvensinler.»

Tövbe Sûresi 116 Şüphesiz göklerin ve yerin hükümranlığı yalnız Allah’ındır. O, diriltir ve öldürür. Sizin için Allah’tan başka ne bir dost, ne de bir yardımcı vardır.

Yûnus Sûresi 38 Yoksa onu (Muhammed kendisi) uydurdu mu diyorlar? De ki: «Eğer doğru söyleyenler iseniz, haydi siz de onun benzeri bir sûre getirin ve Allah’tan başka, çağırabileceğiniz kim varsa onları da yardıma çağırın.

Yusuf Sûresi 18 Bir de üzerine, sahte bir kan bulaştırılmış gömleğini getirdiler. Yakub dedi ki: «Hayır! Nefisleriniz sizi aldatıp böyle bir işe sürükledi. Artık bana düşen, güzel bir sabırdır. Anlattıklarınıza karşı yardımı istenilecek de ancak Allah’tır.»

Ra’d Sûresi 11 İnsanı önünden ve ardından takip eden melekler vardır. Allah’ın emriyle onu korurlar.(4) Şüphesiz ki, bir kavim kendi durumunu değiştirmedikçe Allah onların durumunu değiştirmez. Allah, bir kavme kötülük diledi mi, artık o geri çevrilemez. Onlar için Allah’tan başka hiçbir yardımcı da yoktur.

İbrâhim Sûresi 15 Peygamberler, Allah’tan yardım istediler ve her inatçı zorba hüsrana uğradı.

İsrâ Sûresi 75 İşte o zaman sana, hayatın da, ölümün de katmerli acılarını tattırırdık. Sonra bize karşı kendine hiçbir yardımcı
bulamazdın.

Enbiyâ Sûresi 112 (Peygamber), «Ey Rabbim! Hak ile hüküm ver. Bizim Rabbimiz, sizin nitelemelerinize karşı yardımı istenecek olan Rahmân’dır» dedi.

Hacc Sûresi 78 Allah uğrunda hakkıyla cihad edin. O, sizi seçti ve dinde üzerinize hiçbir güçlük yüklemedi. Babanız İbrahim’in dinine uyun. Allah, sizi hem daha önce, hem de bu Kur’an’da müslüman diye isimlendirdi ki, Peygamber size şahit (ve örnek) olsun, siz de insanlara şahit (ve örnek) olasınız.(10) Artık namazı dosdoğru kılın, zekâtı verin ve Allah’a sarılın. O, sizin sahibinizdir. O, ne güzel sahip, ne güzel yardımcıdır!

Mü’minûn Sûresi 26 (Nûh), «Rabbim! Beni yalanlamalarına karşı bana yardım et!» dedi.
Mü’minûn Sûresi 39 O peygamber, «Ey Rabbim! Yalanlamalarına karşı bana yardım et!» dedi.

Furkân Sûresi 31 Biz, işte böyle, her peygamber için suçlulardan bir düşman yarattık. Yol gösterici ve yardım edici olarak Rabbin yeter.

Ankebût Sûresi 22 Siz, yerde de gökte de (Allah’ı) âciz bırakacak değilsiniz. Sizin Allah’tan başka ne bir dostunuz, ne de bir yardımcınız vardır.

Yâsîn Sûresi 74 Belki kendilerine yardım edilir diye Allah’ı bırakıp da ilâhlar edindiler.

Şûrâ Sûresi 31 Yeryüzünde O’nu âciz bırakamazsınız. Sizin için Allah’tan başka hiçbir dost ve yardımcı yoktur.

Ahkâf Sûresi 28 Allah’ı bırakıp O’na yakınlık sağlamaları için edindikleri ilâhlar kendilerine yardım etseydi ya!? Aksine onları yüzüstü bırakarak uzaklaşıp kayboldular. Bu, onların yalanı ve uydurmakta oldukları şeydir.

Muhammed Sûresi 7 Ey iman edenler! Eğer siz Allah’a yardım ederseniz (emrini tutar, dinini uygularsanız), O da size yardım eder ve ayaklarınızı sağlam bastırır.

Muhammed Sûresi 11 Bu, Allah’ın inananların yardımcısı olması, inkâr edenlerin ise, hiçbir yardımcısı bulunmamasından dolayıdır.

Tahrîm Sûresi 2 Allah (gerektiğinde) yeminlerinizi bozmayı (ve kefaret ödemeyi) size meşru kılmıştır. Allah, sizin yardımcınızdır. O, hakkıyla bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.


Rabıta ve Tevessül

Soru: Zamanınmızdaki tarikatlarda rabıta konusunda ben de hem fikirim ama geçmiş dönem evliyalar mesela SEYYİD ABDULKADİR GEYLANİ diyor ki zor durumda olduğunuzda yardım isteyin Allah’ın izniyle gelirim yardımınıza. Tevessül konusu hadislerde de geçiyo açıklayabilir misiniz bana konuyu.

Cevap: Abdulkadir Geylani, Müslümandır; fıkıhta Hanbeli mezhebine tabidir. Fakat tasavvufçular onun adına kitaplar basıp, onun ağzından böyle şirk dolu sözler eklemişlerdir bu kitaplara.
İnsanlara «ibadet» nedir diye sorduğumuzda «namaz, oruç, hac, zekat» gibi amelleri sayarlar. Oysa bunların dışında ibadet olan daha birçok amel vardır. Bunlardan biri de «yardımına çağırmak»tır.

Allah-u teala şöyle buyuruyor:
«Yalnızca sana kulluk eder ve yalnızca senden yardım dileriz.» (Fatiha: 4)

«Yalnızca sana kulluk ederiz» demek; bütün şirklerden uzak durarak, kendimizi şirkten tamamen arındırarak sana ibadet ederiz, demektir.
«Senden yardım dileriz» demek; her konuda yalnız senden yardım isteriz, demektir. Çünkü gerçek kuvvet sahibi yalnız Allah’tır.

«O’ndan başka çağırdıklarınız, bir çekirdek lifine bile sahip değildirler. Eğer onları çağırırsanız, sizin çağırınızı işitmezler; işitseler bile, size cevap vermezler. Kıyamet günü sizin ortak koşmanızı inkar ederler. Her şeyden haberdar olan Allah gibi hiç kimse sana haber veremez.» (Fatır: 13-14)

«Ey Muhammed! De ki: «Allah’tan başka ilah sandığınız şeyleri çağırın. Onlar ne sizi uğradığınız zarardan kurtarabilirler ne de onu sizden uzaklaştırabilirler. Onların taptıkları da Rablerine daha yakın olmak için bir yol arar. Her biri Allah’a daha çok yaklaşmak için çalışır. O’nun rahmetini umarlar, azabından korkarlar. Elbette Rabbinin azabı korkulan azabdır.» (İsra: 56-57)

«(Ey Muhammed!) De ki: «Allah’ı bırakıp da, ne göklerde ve ne de yerde zerre kadar bir şeye sahip olmadıkları, bunlardan hiçbir ortaklıkları bulunmadığı ve onlardan hiçbiri Allah’ın yardımcısı olmadığı halde, ilah diye ileri sürdeklerinizi haydi çağırın! O’nun katında kendisinin izin verdiğinden başkasının şefaati fayda vermez. Hatta onların kalblerinden korku giderilince (birbirlerine): «Rabbiniz ne dedi?» derler. Derler ki: «Hakkı.» (buyurdu). O Aliy’dir, Kebir’dir.» (Sebe: 22-23)

Rasulullah sallAllahu aleyhi ve sellem şöyle buyuruyor:
«Yardım istediğin zaman yalnızca Allah’tan yardım iste.» (Müslim)

Hadisi şerifte yardımın sadece Allah’tan istenebileceği ve her şeyde O’na güvenilmesi gerektiği bildiriliyor.
Bir kişi yalnız Allah’ın yapabileceği bir şey için Allah’tan başkasından yardım isterse büyük şirk işlemiştir.

*~*~*~*~*~*~*~*~*~*~*~*~*~*

Enes b. Malik (r.a) şöyle demiştir:
«Halk kıtlığa düştüklerinde, Ömer b. Hattab (r.a) Rasulullah (s.a.s)’in amcası Abbas b. Abdilmuttalib (r.a)’ye, yağmur yağması için Allah’a dua etmesini söyler ve:
«Allah’ım! Bizler nebimiz hayatta iken ona dua ettirerek senden niyazda bulunurduk da bize yağmurlar ihsan ederdin. Şimdi de nebimizin amcasının duasıyla senden niyaz ediyoruz. Bize yine yağmur ihsan et» diye dua ederdi. Bu duayı edince yağmur yağardı.» (Buhari)

Tevhid inancı, her çeşidiyle ibadetlerin yalnız Allah’a yapılmasını emreder. Her kim, küçük ya da büyük olsun ibadet hükmüne giren herhangi bir ameli Allah’tan başkasına yaparsa, tevhidi bozucu harekette bulunmuş, şirk koşarak müşrik sıfatını kazanmış olur. Burada şunu da belirtmemiz gerekiyor: Herhangi bir amelin Allah’tan başkasına yapıldığında şirk hükmüne girebilmesi, bu amelin Kur’an veya sünnette ibadet olarak vasıflandınlması şartına bağlıdır. Örneğin; dua etmek, yardıma çağırmak, kanunlarına teslim olmak, hakimiyetini kabul etmek, kurban kesmek, adak adamak gibi fiiller, Kur’an ve sünnette ibadet olarak vasıflandmldığı için bunlardan birisini Allah’tan başkasına yapan kimse müşrik olur. Allah (c.c) Muhammed (s.a.s)’i risalede görevlendirdiği anda, bu gerçeği kendisine vahyetmeye başlamış, La ilahe illAllah düsturunu dinin giriş kapısı göstererek, buna teslim olan kullarını her türlü şirkten temizlemiş, «yalnız Allah’a ibadet» şuurunu kalblerine yerleştirmişti. Ömer (r.a)’nun yukarıdaki yağmurun yağmaması gibi sıkıntılı bir anda, daha önceden vefat etmiş olan Rasulullah’ı yardıma çağırmayıp onu tevessül (vesile edinmek) edinmemesi ve bunun yerine yanlarında sağ olarak bulunan Abbas (r.a)’den, dua etmesini istemesi de La ilahe illAllah şuurunun kalbine yerleşmesindendi. Ömer (r.a), vefat etmiş olan Rasulullah (s.a.s)’i yardıma çağırması halinde, bunun kişiye fayda veya zarar vermeyecek halde olan bir ölüyü yardıma çağırmak, böylelikle de Allah’a şirk koşmak manasına geleceğini çok iyi biliyordu. Bu sebeple Abbas (r.a)’ya dua talebinde bulunmuştu.

Kim ki Şeyh kalpten geçeni bilir derse veya inanırsa kafir olur..

«De ki: {Göktekiler ve yerdekiler gaybı bilemezler, ancak Allah bilir. Onlar öldükten sonra ne zaman diriltileceklerinin de farkında değildirler}» (Neml 65)

TARİKAT NEDİR ?
Tarikat aracılık hizmetlerine denir. Allah cc ile kul arasında ki aracılık hizmetlerini yapan şirk-etin adıdır!. Bu aracılık hizmetleri her devirde bazı farklılıklar arzetmiştir. Peygamber a.s zamanında aracılık hizmetlerini putlar ve putcular yapıyordu. Günümüzde ise bu hizmetleri tarikatlar ve şeyhler yapıyor. İslam’da bu aracalılık hizmetlerine ŞİRK denir. Bu hizmeti alanlara verenlere ise müşrik denir.

Andolsun, insanı biz yarattık ve nefsinin ona verdiği vesveseyi de biz biliriz. Çünkü biz ona şah damarından daha yakınız. (Kaf 16)

Kullarım, beni senden sorarlarsa, (bilsinler ki), gerçekten ben (onlara çok) yakınım. Bana dua edince, dua edenin duasına cevap veririm. O halde, doğru yolu bulmaları için benim davetime uysunlar, bana iman etsinler. (Bakara 186)


Allah'tan başka hiç kimseden yardım istenmez - Medet sadece ALLAH'tan istenir

1-) Hiç bir ayet ve hadiste veliden yardım istenır veya istenebilir diye bir bilgiye rastlanmaz.

2-) Ashabı kiramdan tutun tabiin ve müctehid alimlerin hiç birinden veliden yardım talep edilebilir diye bir nakle rastlanmaz.

3-) Yardımın çeşitleri vardır.

A-) Her hangi bir vasıtayla birine ulaşarak yardım talebinde bulunmak ise;

Kişi sizi duyuyorsa, görüyorsa, bir dilekçe veya mektupla iletişim kurulabiliyorsa, biriyle haber göndererek haberdar edebiliyorsanız ( yani maddi bir vasıtayla iletişim kurabiliyorsanız )
Bu insandan maddi yardım talep edebildiğiniz gibi, ilim ve dua talebinde de bulunabilirsiniz.


B -) Her hangi bir vasıta yoksa, birinden yardım talep etmek ise yanlıştır.

Bu ise
ya ahmaklıktır,
Ya cahilliktir,
Ya da bile bile Allah'a c.c. şirk koşmaktır.

Ayrıca koştuğu şirke kılıf uydurmaktır.


C -) İletişim vasıtası olmadan yardım talebinde bulunmak ise ancak ve ancak ALLAH'tan dilenir.
Çünkü Allah c.c. her halü kârda bilir, duyar, görür..... ve cevap verir. Yani duaları ya kabul eder, yada red eder. Dolayısıyla, görmediğimiz, duymadığımız, maddi iletişim kuramadığımız halde, her çeşit taleplerimizi ancak Allahtan dileriz.

Bir başkasından dilemek küfürdür, şirktir.


İslam Kur'an + Sünnettir. Tek kelime ile Allah'tan başka hiç kimseden yardım istenmez. Allah her şeyi görür ve her şeye Kadirdir.


Bu forum da bunun için değerli üyemiz. Seneler önce (doğru veya yanlış olsun) açılan bir konuya böyle bir açılım getirmenizden dolayı Allah razı olsun. Allah doğru ve düzgün bir şekilde inanmayı ve ona göre amel etmeyi nasip eylesin.

Ali Al-Yunani
Wed 21 December 2022, 04:36 am GMT +0200
İşte Rabıta Reddiyesi


Rabıta : Bağlantı, bağlantı vasıtası, bağlılık, tutarlılık, tertip, düzen, bağ, munâsebet, ilgi; mûridin, şeyhini düşünerek, kalbinden dünya ile ilgili şeyleri çıkarması, şeyhi vasıtasıyla Peygamber (s.a.v.)'e ve ALLAH'a kalbini bağlaması anlamında bir tasavvufî terim. "Rabıta" Arabca bir kelime olup, "r-b-t" kökünden türemiş bir isimdir. Çoğulu "revâtib"dir.

Kur'an'da "rabıta" kelimesi geçmemekle beraber, kökü olan "r.b.t" mazi fiili iki yerde, muzarisi olan "yerbitü" bir yerde, emri çoğul olarak "râbitu" şeklinde bir yerde ve aynı kökten gelen "ribât" ismi de bir yerde geçmektedir.

-(Ashabı Kehf'in) kalblerini (sabır ve metânetle) bağla(yıp kuvvetlendir)mıştık" (Kehf, 14);
-"Musâ'nın annesinin gönlü bomboş sabahladı. Eğer biz (vâ'dimize) inananlardan olması için onun kalbini iyice pekiştirmemiş(sabır ve sukûnete bağlamamış) olsaydık, neredeyse işi açığa vuracaktı" (Kasas, 10).
-"O zaman sizi, ALLAH'tan bir güven almak üzere hafif bir uyku bürüyordu; üzerinize sizi temizlemek, şeytanın pisliğini (içinize attığı kötü düşünceleri) sizden gidermek, kalblerinizi birbirine bağlamak ve ayaklarınızı pekiştirmek için üzerinize gökten bir su indiriyordu" (Enfâl, 11).

Bu ayetlerde geçen "r.b.t" kelimesi, insanı sabır, sukûnet ve metanette sabit kılmak, ona bu duyguyu vererek itmi'nana kavuşturmak demektir.
(ez-Zemahşerî, el-Keşşâf, Kâhire1977, IV,216;el-Beydâvî, el-Envâr, Mısır 1955,II,3)

Bazen de, "ribât" kelimesi, bağlanıp beslenen atlar (savaş araçları) manasını ifâde etmektedir:

-"Onlara (düşmanlara) karşı gücünüz yettiği kadar kuvvet ve cihad için bağlanıp beslenen atlar (savaş araçları) hazırlayın. Bununla ALLAHın düşmanını, sizin düşmanlarınızı ve onlardan başka sizin bilmediğiniz, ve hiç haksızlığa uğratılmazsınız" (Enfâl 60).

"Râbitu" şeklindeki emrin bulunduğu ayetin meâli de şöyledir:
-"Ey iman edenler, sabredin; direnip (düşman karşısında) sebât gösterin; üstün gelin; cihad için hazır ve rabıtalı olun" (Âl-i İmran, 200).

Bu ayette söz konusu olan "rabıta''nın ne demek olduğu hususunda alimlerin farklı yorumları vardır.

Alimlerin bu husustaki değişik tariflerini şöyle sıralamamız mümkündür:

1- Atlarla saf bağlayıp tam bir irtibat halinde düşmana karşı durmak.
2- Düşman hudutlarındaki karakolları beklemek.
3- ALLAH düşmanlarının saldırısını önlemek için nöbet beklemek.
4- Bir namazdan sonra diğer namazı beklemek.
(et-Taberi, Camiul-Beyân on Te'vili Ayetil-Kur'an, Mısır 1954,
IV, 221 v.d.; el-Kurtubî, el-Camiul i Ahkamil-Kur'an, Mısır 1967, IV, 323 vd.; er-Razî, et-Tefsirul-Kebir, IX, 156.)

Bazıları da bu ayette kastedilen rabıtanın tasavvufî manada olduğunu söylemişlerdir.
(Muhammed Vehbi, Hulâsetul-Beyân fi Tefsiril-Kur'an, Şehzadebaşı 1341-1343, III, 289.)

Murabata – rabıta iki türlüdür:

1. Yukarıda söylediğimiz, İslam ülkesinin sınır boylarında nöbet tutmak ve düşmana karşı uyanık olmak. Bu mana murabatanın hakiki manasıdır.
2. Nefsin hilelerine karşı uyanık olmak. Bu da murabatanın mecazi manasıdır.
Bu manada olarak Peygamber (s.a.v.) de şöyle buyurmuştur:
“Bir namazın ardından diğerini beklemek ribat/rabıta kabilindendir.” “Size ALLAH’ın hatalarınızı ne ile sileceğini, derecelerinizi ne ile yükselteceğini söyleyeyim mi? Evet, buyur, söyle dediler. Zor şartlarda dahi mükemmel bir abdest almak, mescidlere doğru çok adım atmak, bir namazın ardından diğerini intizar etmek… İşte ribat/rabıta budur, rabıta budur, rabıta budur”

Osman (radıyalahu anh) anlatıyor: "Rasûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ı dinledim şöyle diyordu:
"ALLAH yolunda bir günlük ribât, diğer menzillerde (ALLAH yolunda geçirilen) bir günden daha hayırlıdır."
(Tirmizî, Fedâilu'l-Cihâd 26, 1667, 1664, 1665); Buharî, Cihâd 73; Muslim, İmaret 163; İbnu Mâce, Cihâd 7, Nesaî, Cihâd 39, 6, 39).Kutub-i sitte: 962)

Fadâle İbnu Ubeyd (radıyalahu anh) anlatıyor:
"Her ölenin ameline son verilir, ancak ALLAH yolunda ölen murâbıt mustesna. Çünkü onun ameli kıyamet gününe kadar artırılır. Ayrıca O, kâbir azabına da uğratılmaz."
(Tirmizî, Fedâilu'l-Cihad 2,(1621); Ebu Dâvud, Cihâd 16, (2500). Kutub-i sitte: 963)

Kurân-ı Kerim’de ve sünnette bulunan bir kavramı Peygamber’in ve onu izleyenlerin anladığı gibi anlamak esastır. Bu ve benzeri kavramları doğru anlayabilmek için muhtaç olduğumuz birinc kural budur.
İkinci kuralımız ise, sık sık tekrarladığımız gibi şudur:
İbadetler tevkîfidir, yani Peygamber tarafından sabitlenmiştir, onlarda hiçbir artırma ve eksiltme olmaz. Çünkü ibadetlerin neler olduğu ve nasıl yapılacağı akıl üstü konulardır ve bizler ibadetlerden hiçbir şeyi kaldıramayacağımız gibi, onları değiştiremeyiz ve eklemeler de yapamayız. Onlar tamamen Mabudun hakkıdır ve onlara müdahale bidat sayılır. Efendimizin ifadesiyle; “Bütün bid'atler dalâlettir ve bütün dalâletler de cehenneme götürür”.

Rabıtacıların tevil ettikleri Mâide Sûresi'nin 35'inci ve Tevbe Suresi’nin 119'uncu âyet-i kerîmelerine ilişkin İslâm âlimlerinin tefsirlerinden örnekler:

_1. Ebu Cafer Muhammed bin Cerîr Et-Taberî (Öl. H. 310)'ye ait Câmi’ul-Beyân Fi Tefsîr'il Kur'ân adlı tefsirinden:
a) Mâide Sûresi, 35'inci âyet-i kerîmesinin açıklaması: «O'na yaklaşmak için vesîle arayınız.»
«Diyor ki: O'na, kendisini hoşnut kılacak amelle yakınlık arayınız. vesîle kelimesine gelince: (Arapça) faîle veznindedir. Şöyle ki: Kişi “Filan kese tevessül ettim“ der ; Bu, ona yaklaştım demektir. Yine bu cümleden olarak (Şair) Antere şöyle diyor: »
«Vardır sana gençlerde yiğitlerde vesîle, Çek sürmeyi kına yak madem ki öyle.»
Taberî bu açıklamadan sonra bazı hadislerle de yine “vesîle“ kelimesinin, yakınlık kazanmak için arayış anlamına geldiğini kanıtlamaya çalışmaktadır.
b) Aynı kaynakta, Tevbe Sûresi, 119'uncu âyet-i kerîmesinin açıklaması:
«Kelamın manâsı ancak şudur: »
«ALLAH'ın emir ve yasaklarına dünyada titizlikle uymak suretiyle ahrette sadıklarla beraber olunuz. (...) Tefsircilerden bazıları da şöyle demişlerdir: “Bunun manâsı: Ebubekr ile, Ömer'le, ya da Hz. Peygamber ve muhacirlerle birlikte olunuz.“ ALLAH onlara rahmet eylesin.»

_2. Mu'tezileden Ebulkasım Jârullah Mahmûd b. Omar ez-Zemakhşerî (Öl. H. 538)'nin, El-Keşşâf An Hakâik'i Gavâmıd'ıt-tenzîl adlı tefsîrinden:

a) Mâide Sûresi, 35'inci âyet-i kerîmesinin açıklaması:
«Vesîle: Başvurulan her araç vesîledir. Yani bir yakınlık, bir iş, ya da başka bir şey... Bundan esinlenilerek emirlere uymak veya yasaklardan sakınmak suretiyle ALLAH'a yakınlık için başvurulan herhangi bir şey demektir.»

b) Aynı kaynakta, Tevbe Sûresi, 119'uncu âyet-i kerîmesinin açıklaması:
«Sadıklarla birlikte...»
Sadıklar: Niyet, söz ve eylem olarak ALLAH'ın dininde dürüst davrananlardır ; Veya: “Onlar ALLAH'a verdikleri sözü yerine getiren kimselerdir.(enbiya 23) âyetinden anlaşıldığı üzere gerek imanlarında, gerekse ALLAH' a ve Rasûlüne verdikleri sözde bağlılık gösterenlerdir.

_3. Fahruddîn-i Râzî (Öl. H. 606) olarak bilinen Muhammed b. Omar b. el-Hasan el-Bekrî'nin Mefâtîh'ul–Gayb adı altında kaleme aldığı Tefsîr-i Kebîr'inden:

a) Mâide Sûresi, 35'inci âyet-i kerîmesinin açıklaması:
«“O'na yaklaşmaya yol arayınız“ ALLAH'ın yasaklarını çiğnemekten sakınanlar olunuz ; ALLAH'ın hoşnutluğunu kazanmak için O'nun emirlerine tevessül ediciler olunuz. »

b) Aynı kaynakta, Tevbe Sûresi, 119'uncu âyet-i kerîmesinin açıklaması:
«“Doğrularla beraber olunuz.“ yani, savaşlarda Peygamberle ve ashabıyla birlikte olunuz; Sakın münâfıklarla birlikte savaşlardan geri durup evlerinizde oturmayınız.»

_4. Kurtubî Tefsiri olarak bilinen Endülüslü İslâm bilginlerinden Ebu Abdillâh Muhammed b. Ahmed el-Ensârî (Öl. H. 671)'ye ait, El-Jâmi' li-Ahkâm'il-Qur'ân adlı kaynaktan:

a) Mâide Sûresi, 35'inci âyet-i kerîmesinin açıklaması:
«“Ey iman edenler, ALLAH'ın emir ve yasaklarına titizlikle uyunuz ve O'na yaklaşmak için vesîle arayınız “: vesîle, yakınlık kazanmak demektir. (...) Ve vesîle, yakınlık kazanabilmek için başvurulması gereken şeydir.»

b) Aynı kaynakta, Tevbe Sûresi, 119'uncu âyet-i kerîmesinin açıklaması:
« “Doğrularla birlikte olunuz“ Yani, münâfıklarla değil, Peygamberle beraber çıkanlarla birlikte olunuz; Yani, sadıkların anlayışı ve yolu üzere olunuz. Denilmiştir ki, onlardan amaç peygamberlerdir.»

_5. Kadı Beyzâvî Tefsîri (Öl. H. 691) olarak bilinen, Nâsiruddîn Ebu Said Abdullah b. Omar el-Baydâvi'nin yazdığı, Envâr'ut-Tenzîl ve Esrâr'ut-Te'vîl isimli eserden:

a) Mâide Sûresi, 35'inci âyet-i kerîmesinin açıklaması:
«“O'na yaklaşmak için vesîle arayınız“ Yani gerek O'na tâatta bulunmak (emirlerini yerine getirmek), gerekse ma'siyetleri terk etmek (günah işlemekten sakınmak) suretiyle sevabını ve yakınlığını kazanmak için arayışta bulununuz.»

b) Aynı kaynakta, Tevbe Sûresi, 119'uncu âyet-i kerîmesinin açıklaması:

«“Doğrularla beraber olunuz“ Yani yeminlerine ve keza verdikleri söze olan bağlılıkları bakımından, ya da ALLAH'ın dininde (ALLAH'a karşı olan muamelelerinde) gösterdikleri içtenlik ve dürüstlük bakımından doğrular (doğruluktan şaşmayan insanlar) la birlikte olunuz, (onlar gibi davranınız.»

_6. Medârik'ut-Tenzîl ve Hakâik'ut-Te'vîl adı altında, Ebu'l-Berekât Abdullah b. Ahmed b. Muhammed en-Nesefî (Öl. H. 701) tarafından yazılan ve kısaca Nesefî tefsiri olarak bilinen eserden:

a) Mâide Sûresi, 35'inci âyet-i kerîmesinin açıklaması:
«“O'na yaklaşmak için vesîle arayınız“ âyet-i kerîmesindeki (vesîle):Herhangi bir surette (O'na) yaklaşabilmek ve yaklaşmayı sağlayabilecek bir iş yapmak üzere başvurulan her türlü çaredir. Bu çareler, ALLAH Teâlâ'nın hoşnutluğunu kazanabilmek için tâatlarda bulunmak ve kötü eylemlerden sakınmak anlamında kullanılmıştır.»

b) Aynı kaynakta, Tevbe Sûresi, 119'uncu âyet-i kerîmesinin açıklaması:
«“Doğrularla beraber olunuz“ Yani, imanlarında doğru olanlar gibi olunuz, münâfıklar gibi değil. Ya da savaştan geri durmayanlar veya gerek niyet, gerek söz ve gerekse eylem olarak ALLAH'ın emir ve yasaklarına uyanlarla birlikte olunuz.»

_7. Alâuddîn b. Muhammed b. İbrahim (Öl. H. 741) tarafından yazılan ve Khâzin Tefsiri olarak bilinen Lubâb'ut-Te'vîl Fi Maânit-Tenzîl adlı kaynaktan:

a) Mâide Sûresi, 35'inci âyet-i kerîmesinin açıklaması: «“O'na yaklaşmak için vesîle arayınız“ Yani emirlerine uyarak ve rızasına erişebilecek davranışlarda bulunarak O'na yakınlık kazanma yollarını araştırınız.»

b) Aynı kaynakta, Tevbe Sûresi, 119'uncu âyet-i kerîmesinin açıklaması:
«“Doğrularla beraber olunuz“ Yani, Peygamber (s)'e ve arkadaşlarına savaşlarda bağlılık gösterenler ve onları onaylayanlarla birlikte olunuz; Savaştan geri kalıp evlerinde oturan ikiyüzlülerden olmayınız.»

_8. İbn Kesîr Tefsiri (Öl. H. 774) olarak bilinen ve Ebu'l Fidâ İsmail İmâduddîn b. Omar b. el-Kethîr tarafından yazılan Tefsîr'ul-Kur'ân'il-Azıym adlı eserden:

a) Mâide Sûresi, 35'inci âyet-i kerîmesinin açıklaması:
«“O'na yaklaşmak için vesîle arayınız“ Yani Onun emirlerine uymak ve O'nu razı edecek işler yapmak suretiyle yakınlığını kazanınız.»

b) Aynı kaynakta, Tevbe Sûresi, 119'uncu âyet-i kerîmesinin açıklaması:
«“Doğrularla beraber olunuz“ Yani Muhammed (s) ve arkadaşlarıyla birlikte olunuz..»

_9. Ebu Tahir Muhammed b. Ya’kûb el-Firûzâbâdî (Öl. H. 817) tarafından yazılan, Tenvîr'ul-Mikbâs Min Tefsîr'i İbn. Abbas adlı kaynaktan:

a) Mâide Sûresi, 35'inci âyet-i kerîmesinin açıklaması:
«“O'na yaklaşmak için vesîle arayınız“ ALLAH katında üstün dereceler kazanmak için çarelere başvurunuz demektir. Nitekim yararlı işler yaparak, üstün derecelere nail olmak amacıyla arayışlarda bulununuz denmektedir.»

b) Aynı kaynakta, Tevbe Sûresi, 119'uncu âyet-i kerîmesinin açıklaması:
«“Doğrularla beraber olunuz“ Yani gerek hazarda, gerek savaş için evden ayrılma sırasında, gerekse fiilen savaşta Ebubekr'le, Ömer'le ve onların dâvâ arkadaşlarıyla birlikte olununuz.»

_10. Kanûnî döneminin ünlü Şeyhu'l-İslâm Ebussuûd el-İmâdî (Öl. H. 982)'nin yazdığı İrşâd'ul-Akl'is-Selîm İla Mazâyâ'l-Kitab'il-Kerîm adlı tefsirden :

a) Mâide Sûresi, 35'inci âyet-i kerîmesinin açıklaması:
«Ey İmân edenler! ALLAH'dan sakınınız.» «Can almanın ve bozgunculuk yapmanın ne dehşetli hadiseler olduğu
(önceki âyetlerde) anlatıldıktan sonra; İkisinin hükmü açıklandıktan ve cinâyet işleyenin tevbe ettiği takdirde ALLAH'ın onu bağışlayacağına işaret edildikten sonra; sakınılması gereken can alma ve fesat çıkarma gibi ALLAH'a başkaldırı sayılan eylemlerden uzak durmak; ruhları yaşatmak ve bozgunculuğu bertaraf etmek gibi tedbirler almak; bununla birlikte tevbede acele etmek suretiyle mü'minlerin her hâlükârda ALLAH'ın öfkesinden sakınmaları emrolunmuştur.»
«Arayınız» «Yani kendiniz için arayınız.» «O'na» «Yani O'nun vereceği sevabı kazanmak ve O'na yaklaşmak için» «Vesîle -arayınız-»
«Vesîle: (Arabca) Faîle veznindedir ve ALLAH'a yakınlık kazanmak için emirlere uymak ve yasaklı şeyleri bırakmak anlamına gelir.»

b) Aynı kaynakta, Tevbe Sûresi, 119'uncu âyet-i kerîmesinin açıklaması:
«Ey İman edenler!» «Burada hitap geneldir. Bütün tevbekârlar öncelikle buna dahildir. Bununla birlikte, özellikle Tebuk Seferi’ne katılmaktan kaçınanların amaçlandığı söylenmektedir.»
«ALLAH'dan sakınınız.» «Gerek işleyeceğiniz, gerekse bırakacağınız her şeyde (ALLAH'dan sakınınız.) Öncelikle savaşlar konusunda Hz. Peygamberle olan ilişkiler bu hitabın kapsamına girmektedir.»
«Ve sadıklarla birlikte olunuz.» «İmanlarında ve verdikleri sözde (onlarla) beraber olunuz. Ya da ALLAH'ın dini ile ilgili olarak (genel anlamda): niyette, sözde ve eylemde onlarla birlikte olunuz; veya her konuda (doğrularla beraber olunuz.) Veyahut tevbelerinde ve bağlılıklarında onlarla birlikte olunuz. Bu takdirde amaç, şu üç kişi ve benzer durumda olanlardır.»

** Bütün bunlara ek olarak bir de Şiî (Ca'ferî) Mezhebi'ne mensup ulemâdan Ayetullah Nasır Mukârim Şirâzî başkanlığında bir heyet tarafından hazırlanmış bulunan Tefsîr-i Numûne adlı eserden söz konusu iki âyet-i kerîmenin yorumu aşağıda sunulmuştur.

a) Mâide Sûresi, 35'inci âyet-i kerîmesinin açıklaması:
«Ey iman edenler! ALLAH'dan sakınınız ve O'na (yakınlık kazanabilmek için) vesîle arayınız.»
«Ey iman edenler! Sakınmayı kendinize huy (kural, alışkanlık) edininiz ve ALLAH'a yaklaşabilmek için kendinize bir vesîle seçiniz.»

b) Aynı kaynakta, Tevbe Sûresi, 119'uncu âyet-i kerîmesinin açıklaması:
«Ey iman edenler! ALLAH'dan sakınınız ve sadıklarla beraber olunuz.»
«Ey iman edenler! ALLAH'ın emrine (muhâlefet etmekten) sakınınız ve sadıklarla beraber olunuz.»

***

İşte Nakşibendîlerin, tezlerini kanıtlamak için ileri sürdükleri iki âyet-i kerîmenin gerçek ve özlü açıklamaları bunlardır. Bu açıklamalar,dünyadaki Müslüman çoğunluğun güvendiği ve saygı duyduğu, aynı zamanda ilim adamlarının başvurduğu tefsirlerin başında gelen ve yukarıda adları geçen kaynaklardan aktarılmıştır.

Ancak ne hayret verici bir husustur ki, kitap ve sünnet çizgisinden sapmış olan Şiîler ve Mu'tezilîler bile (yukarıdaki örneklerde görüldüğü üzere) bu iki âyet-i kerîmeyi tefsir ederlerken kişisel yorumlarını ortaya koymaktan âdetâ dikkatli bir şekilde sakınmışlardır. Buna karşın, Sünnilikte kimseye sıra vermeyen tarîkatçılar ALLAH'ın yüce kelâmına istedikleri her anlamı yakıştırmaktan çekinmemiş, üstelik bu yorumlarını günümüzde bir kitab haline getirmek suretiyle de cür'et ve pervâsızlıklarını sergilemişlerdir.

Görüldüğü üzere yukarıdaki tefsirlerin hiç birinde ne kelime olarak, ne de kavram olarak «râbıta» denen bir şeyden söz edilmemektedir. Özellikle burada şu noktayı hatırlatmakta yarar vardır ki Kurân-ı Kerîm'in bütün âyetleri birer nedene bağlı olarak inmişlerdir. Bunlardan bazen birkaçının iniş nedeni aynıdır. Bu nedenlere İslâm'ın akademi dilinde «Esbâb-ı nüzûl» denir ve bu konu o kadar önemlidir ki Kur'ân ilimleri arasında bir bilim dalı olmuştur. Bu branş, âyetlerin iniş nedenlerini incelemekte, bir, ya da birkaç âyetin birden inmesine sebep oluşturan hadiseleri açıklamakta, bazen ilgili yer ve kişiler hakkında da bilgi vermektedir.

Daha ziyade hadisten desteğini alan bu ilim dalında örneğin, Eb’ul-Hasan Ali b. Ahmed el-Vâhidî, ve Celaluddîn Abdurrahman es-Suyûtıy gibi İslâm âlimleri değerli eserler vermişlerdir. İşte yukarıda sözü edilen iki âyet-i kerîmeyi bu açıdan da ele aldığımız zaman görmüş oluruz ki her birinin belli bir iniş nedeni vardır . Bu nedenlerin ise râbıta diye bir şeyi çağrıştıracak hiç bir yanı yoktur.

Evet Mâide Sûresi'nin 35'inci âyet-i kerîmesi de -kaynaklara bakılacak olursa - ondan önceki iki âyet ve sonraki iki âyetle birlikte beş âyet olarak aynı olay hakkında birbirlerini tamamlayıcı şekilde inmişlerdir.

Rivâyet edildiğine göre Ukl ve Urayna Kabîleleri'nden bir topluluk Medîne'ye gelerek Peygamber (s.a.v.)'i ziyaret etmiş ve Müslüman olmuşlardı. Çölün mahrumiyetinden şikâyette bulunan bu adamlara ALLAH'ın Elçisi ilgi göstermiş, hem İslâm'a ısınmaları, hem de dinlenmeleri için onları Medîne dışında havadar bir yerde ağırlamak istemişti. Ne var ki bu vahşi çöl adamları konuklandıkları bu mevkide bir süre kalıp rahatladıktan sonra Peygamber (s.a.v.) tarafından onlara, sütünden yararlanmaları için tahsis edilmiş olan deve sürüsünün çobanını öldürmüş, develeri de alıp kaçmışlardı.

İşte Mâide Sûresi'nin 35'inci âyet-i kerîmesi, yakalanan bu canilere uygulanacak cezayı bildirmek üzere inerken, bu münasebetle savaşlarda düşmana karşı nasıl davranılacağı ve ALLAH'ın hoşnutluğunun (başta cihad olmak üzere) çeşitli hayırlı amellerle nasıl kazanılacağı hakkında 34. 36. ve 37'nci âyet-i kerîmeler de (belki bu ilgiyle ve) bir çeşit tamamlayıcı bilgi olarak inmişlerdir.

Hiç kuşku yok ki Kurân-ı Kerîm, tüm beşeriyet âlemine çağlar üstü bir ilâhî mesaj olarak gönderildiği için âyet-i kerîmeler (gerek iniş sebeplerine göre, gerekse taşıdıkları çok yönlü mânâ ve hikmetlere göre) her devirde insanlara, özel ve genel hayatlarında ışık tutacak ve yollarını aydınlatacaktır.
Şu var ki bazı âyetler çok genel anlamlar taşımaktadır. Mâide Sûresi'nin 35'inci âyet-i kerîmesi gibi. Burada ALLAH Teâlâ'nın bizden istediği şey: O'na yakınlık kazanmak için her yararlı işe sarılmak ve bütün hayırlı yolları denemektir. Çünkü bu âyet-i kerîmedeki «vesîle» araç demektir. Öyle ise Rabb'imizin yakınlığını ve hoşnutluğunu bizim için sağlayacak olan her şey, bu âyet-i kerîmenin kapsamı içine girmektedir.

Şu halde âyet-i kerîmedeki bu sınırsızlığı inkâr edercesine onu sırf râbıta için bir kanıt olarak ileri sürmek; ya da genelliğini kabul etmekle beraber hiç bir alâka yokken onu râbıta ile iliştirmek ve hele bütün bunların ötesinde, (kaynağını Budizm'den aldığı ve İslâm'a zaman içinde yamandığı bütün çıplaklığıyla ortada bulunan, üstelik bir Hind meditasyonundan asla başka şey olmayan) râbıtayı meşrulaştırmak için bu âyet-i kerîmeyi alet etmek, iki ihtimali ortaya getirmektedir:

Birinci ihtimal : İslâm'ı çarpıtmak ve onu içeriden çökertmek için amaçlı düşmanlıktır ki bu ihtimali râbıta yapanlar ve yaptıranlar için düşünmek (ileride ayrıntılarıyla açıklanacağı üzere) mümkün değildir.

İkinci ihtimal : Bilgisizlik, ya da bilgi yetersizliğidir; Buna bağlı şartlanmışlık altında gösterilen direniş ve inattır. Yani bu iş, esasen akıllı bir düşmanın marifeti olmasa gerektir.


sadıklarla birlikteyken
 


Tevbe Sûresi'nin 119'uncu âyet-i kerîmesine gelince, bu da yine tefsir âlimlerinin tesbitine göre Peygamber (s.a.v.)'in H. 8/M. 630 yılında tertip buyurduğu Tebuk Seferi'ne katılmaktan bilinçli olarak geri kalan Şair Kâab b. Mâlik, Hilâl b. Umeyye ve Mirâra b. Rabi' adlarındaki üç zat hakkında inmiştir ki zaten bundan önceki âyette (yani Tevbe Sûresi'nin 118'inci âyet-i kerîmesinde) adları açıklanmamış olsa bile bu asker kaçaklarının üç kişi oldukları ifade edilmektedir.

Dolayısıyla âyetin iniş sebebi berrak bir şekilde ortadadır. Şimdi, bu âyet-i kerîmeyi başka yönlere çekenlerin iman, akıl, bilgi ve ahlâk bakımından hangi derekelerde bulunduklarını bir kez daha teşhis edebilmek için onu, önceki iki âyetle birlikte tekrar incelemeye çalışalım. Evet ALLAH Teâlâ, Tevbe Sûresi'nin, 117. 118 ve 119'uncu âyet-i kerîmelerinde meâlen şöyle buyurmaktadır:

Tevbe 117: «Gerçek şu ki ALLAH, Peygamber (s.a.v.)'i ve O'na o zor saatte uyan muhacirleri ve ensârı bağışladı. İçlerinden bazılarının kalpleri kaymaya yüz tutmuşken yine de onların tevbesini kabul etti. Çünkü O, onlara karşı şefkatli ve esirgeyicidir.
Tevbe 118: «Keza seferden kendilerini geri bırakan o üç kişinin de tevbesini kabul etti. Dünya bütün genişliğine rağmen onların başına daralmıştı. Canları sıkıldıkça sıkılmış, ancak ALLAH'a sığınmaktan başka çareleri olmadığını anlamışlardı. (Nihâyet) tevbe etsinler diye ALLAH onların tevbesini kabul buyurdu . Çünkü elbette tevbeyi kabul eden ve elbette ki esirgeyen ALLAH'dır.»
Tevbe 119: «Ey iman edenler! ALLAH'ın emir ve yasaklarına titizlikle uyun ve doğrularla beraber olun.»

Görüldüğü üzere son âyet, öncekileri âdetâ tamamlayıcı bir anlam sergilemekte ve çok genel bir mesaj vermektedir. Dolayısıyla bu olayın gerek o günün şartlarında uyandırdığı izlenimler ve sebep olduğu olumsuzluklar, gerekse dünya durdukça meydana gelecek benzerlerinin neden olabileceği sonuçlar bakımından bu âyette bizlere yöneltilmiş o kadar büyük bir uyarı vardır ki bu noktayı bilinçli olarak göz ardı edip onu Hind kaynaklı bir meditasyon uygulamasına kanıt göstermek, ALLAH'ın yüce kitabını alaya almaktan başka bir şey değildir!

Bu ise ister bilgisizlik, isterse bir hamâkat eseri olsun, bir yanlışlık ya da mazeret olmaktan uzaktır.

Başta Halid Bağdâdî olmak üzere bu şahıslar, meşruluğunun da ötesinde onun kaçınılmaz gerekliliğini, hatta râbıtanın, kaynağını Kurân-ı Kerîm'den ve Rasulullah (s.a.v.)'ın sünnetinden aldığını kanıtlamak için olağanüstü çaba sarf etmişlerdir. Râbıtaya bazı izahlarla belli bir boyut kazandıranlar, yakın tarihte yaşamış olan Nakşibendî şeyhleridir.