- İzahat

Adsense kodları


İzahat

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
sumeyye
Sat 10 September 2011, 02:14 pm GMT +0200
                   
      İzahat




Ravi kimdir?

Hz. Abbas (R.A) peygamberimizin amcasıdır. Peygamber efendimiz den yaş itibarı ile iki sene büyüktü.

Bir gün Hz. Abbasa soruyorlar : «Senmi büyüksün, yoksa nebiyyi ek-rem sallallahü aleyhi vesellemrrii büyüktür?»

Gayet zeki, idraklı ve ilmî metanete sahip olan Hz. Abbas, hemen şöy­le  cevab veriyor :

«O (Peygamber saliallahü aleyhi vesellem) benden büyüktür. Ben on­dan yaşlıyım.»

Hz. Abbas, cahiliyyet devrinde reis idi ve mescidi haramın îmar ve ta­miri ona verilmişti. Oraya gelenleri sulama salahiyyetide onda idi.

Hz. Abbas, İslama cok evvel girmişti, fakat gizlerdi. Gönülden istemediği halde mükrehen bedir savaşına bile çıkmıştı. Bu sebebden dolayı Rasûlü Ekrem efendimizde onun hakkında ashabına şöyle buyurmuştu :

«Kim Abbasla karşılaşırsa, onu öldürmesin. Zira o müşriklerle gönül­den istemiyerek çıkmıştır.»

Hz. Abbasın vefatı, Medine-j münevverede kendisi seksen sekiz (88) yaşında iken hicretin otuz ikinci senesinde Recebi şerifin on iki (12) sin­de cuma günü vuku bulmuştur. Ve cennetülbakîa defnolunmuştur Allahü-teâla ondan razı olsun ve bizlere şefaatini ihsan etsin.  Amin.

Hadisi şerifde beyan edilen hakikatlar, bir kimsenin gönlü, Allahı rab tanımaya kanaat eder, kalbi rahat eder göksü genişler ise, o kimse Allanın her işlediğini hoş karşılar, bela ve musibetlerine sabreder, nimetlerine kar­şıda şükreder, kaza ve kaderi ilâhîsine râzi olur, onun verdiği veya men edip vermediği şeylerede boyun eğer hoş karşılar, isyan etmez, bir hikmet ve sebebin olduğunu düşünerek hayır yolunu bulur.

Şayet, puta, ateşe, leşe, ölüye, paraya, karıya, makam ve mansıba gönlü bağlanırsa, bu takdirde putpereslerden olur.

Birde İslama razi ve kanî olan mümin, islamın şer'i hükümlerine imtisal edip emri ilahileri yapar, nehyi ilahilerden kaçınır, ve Muhammed Aley-hisselamın hak teâla tarafından Resul olarak gönderildiğine gönlü razi olup itminan olan kişide onun sünnet ve adaplarında ona tabi olur, onun ahlak ve yaşantısını kendisine rehber edinir, dünyadan çekinmesini kendi­sinde bularak ahireti unutmaz. Bütün yaptıklarının ahirette hesabını vere­ceğini düşünerek îmanın tadını bulmaya çalışır.

İşte bu temiz gayeler esasına bağlı olan her mümin, taşıdığı imanın tadını vücudunda bulur. Mânevi zevklerin içinde huzur ve neş'e ile yaşar. Ve nihayet bu mânevi zevkin en büyük semeresi olan ahiret saadetine nail otur. Allahda istikametli imanının karşılığında o kulun razi ve hoşnut ola­cağı cennet, nimet ve cemali ilahisini lütfeder.

Hadîsi şerifde şu mealdâki âyeti kerîmelere işaret vardır :

«Allah onlardan razı ve onlarda ondan (Allahdan) râzt ve hoşnuttur­lar. İşte bu (mükâfatlar ve Allanın rızası) Rabbisinden korkanlara mahsus­tur.»   Beyyine sûresi, 8

Diğer âyeti kerîme meali :

«Ve (Bugün) size din olarak, İslama razî oldum.»  Mâide sûresi, 3

«Kim, islamdan başka bir din ararsa, o istediği din, asla kendisinden kabul olunmaz ve o ahiretde ebedî zarar görenlerdendir.» Ali İmran sûresi, 85[72]

 

Tercümesi :

 

10 - (9), Ebû Hüreyre (R.A) den rivayet olunmuştur, dediki ;

Resûlüllah (S.A.V) buyurdu :

«Nefsi muhammediyem yedi kudretinde olan Allahüteâllaya yemin ederimkî, bu ümmetten (ümmeti dâvetden) yahûdi ve hjrıstiyan bir kişi be­ni işitmez, Sonra Peygamber olarak gönderildiğime îman etmeden ölürse, işte o kimse, ancak cehennemin yaranından olur.»  [73]                           

 

Îzahat
 

Ravî Ebî Hüreyre (R.A) hazretlerinin hai tercümesi, kısada olsa yukar­da üçüncü hadîsi şerifin îzah böiümünde zikredilmiştir.

Hadîsi şerifin ilk cümlelerinde mes'elenin ehemmiyetine binâen Resu­lü Ekrem sallallâhû aleyhi vesellem efendimiz, hâltkı zülcelâla yemin ede­rek başlamıştır.

Yahûdî ve Hıristiyanlar, Peygamberimizi Peygamber olarak tanıyıp inanmadıkları haide ölürlerse, küfür üzere öldüklerinden cehennemliktir­ler. Zira onların Alfaha îman edip sevmelerinin alâmet ve esası, cenâbu hakkın en son olarak gönderdiği peygamber olan Muhammed aleyhisse-lâma ve onun getirdiği Kur'anı Kerîme inanmalarıdır. Aksi takdirde Kur'-anı kerîmde cenâbu hakkın buyurduğu ve peyğamberimizinde yukardaki mübarek sözünde beyan ettiği üzere kâfirlerdir, ve küfürlerinden dolayıda cehennem    odunudurlar.

Yahûdî ve Htnstıyan«keferelerinin durumları kur'ant kerimde şöyle be­yan edilmiştir :

«Ey ehli kitaplar (yahûdî ve Hıristiyanlar}! Niçin hakkı bâtıl ile karış­tırıp örtüyor ve (Muhammed aleyhissefâmın hak peygamber olduğunu bil­diğiniz haide) hakikati gizliyorsunuz?.»    Ali tmran sûresi, 71

Alitîmran sûresinin, 64-70 âyetlerimde mutlaka okumak gerekir. Zîra bu âyeti kerimelerde yahûdî ve Hıristiyanların, küfür ve fenalıkları, en güzel şekilde îzah edilmiştir.

Hadîsi şerifde geçen «ümmet» kelimesinden m^kaad, ümmeti davet­tir. İslâmı kabul etmeyip, peygamberimize inanmayan vnhûdî ve Hıristiyan cinsinden olan ehfi kitap kefereler, en son peygambere ve onun getirdiği hükümlere {Kur'anı kerim ve sünnetlere) inanmaları için islâma davet edil­diklerinden bunlara  «ümmeti davet» denilmiştir.

Fakat en son din olan islamı ve bütün hükümlerini kabul eden üm­meti muhammede, «ümmeti îcâbet» denir. [74]

 

Tercümesi :
 

11- (10)  Ebû Mûsâ el'Eş'ari (R.AJ den mervidir, şöyle demiştir :

Resûliuh (S.A.V) buyurduki!

«Üç kişinin ikişer ecri vardır. (O kimselerde şunlardır) :

a)  EhM kitabdan bir adam oiubda, hem kendi Peygamberine, hemde Muhammet (S.A.V.) e iman eden kimsedir.

b)  Birinin mülkü olan köledirki, hem Allahü teâlantn, hemde efendile­rinin hakkını edâ ettiğinde (O da iki ecre nail olur).[75]

c)  Üçüncüsüde öyle bir adamdırki, kenöi yanında tasarruf edebile­ceği bir câriye bulunurda onun terbiyesini  (yumuşaklıkla ve   şiddetden uzak olarak güzel güzel) terbiye eder, tâlimini (yine rıfk ile güzel güzel) Sâlîm eder ve sonradan onu âzâd edib nikahla alır. (İşte) böytesininde iki ecri vardır.» [76]                                                                               

 

İzahat
 

Ravi Hz. Ebû Musa Ei Eşr'ari kimdir?

Hz. Ebû Musa Ei Eş'ari (R.A), ismi Abdullah Bin Gaysdır. Mensub oldukları (Eş'ari) Yemen de bir kabilenin ismi olması hasebiyle nisbet edil­miştir.

Bu kabilenin pederlerinin gövdesi kıllı olduğundan sıfatı müşebbehe ismi ile (Eş'ar -çok kıllı) manasını ifade eden kelime ile isimlendirilmiş, son­rada onun evlat ve ahvadina (Eşarî) ve onlara mensup olanlarada (Eş'ariy-yün) denilmiştir.

Ebû Musa (R.A), hicretten evvel müslüman olmuş sonra kendisi ile beraber inanan kardeşleri ve diğer kimselerle tekrar vatanlarına dönmüş­lerdir.

Daha sonra Peygamberimizin hicretinin yedinci senesinde hayberi fet­hi esnasında Habeşistanlı muhacirlerle birlikde Rasûlü Ekrem efendimize kavuşmuşlardır.

Hz. Ömer, Ebû Musa (R.A) ı basraya Vali .tayin etmiştir. Bir çok ül­kelerin fethini sağlamıştır. Hz. Ali zamanında basra valiliği ve ordu kuman­danlığı devam etmiştir. Ancak sonra azl olundular ve sıffiyn olayında ha­kemlik yaptığı zaman, aldanmıştı. Ondan sonrada hemen Mekke-i Mü-kerremeye gittiler ve orada hicretin elli iki (52) tarihinde vefat ettiler. Üç yüz atmış (360) hadisi şerif rivayet etmiştir.

Hutbelerde hulefâya dua etmek, ilk defa Ebû Musa Eİ Eş'arî hazret-lerinden varid olmuştur. Basra valiliği esnasında Cuma hutbesini okuduk­ça Hz. Ömerül Faruk (R.A) a dua ederlerdi.  [77]                     

Daha sonra bu duanın benzerini ibni Abbas (R.A) Hz. Alinin hilafeti zamanında kendisinin basra valisi olduğu zaman cuma günü hutbede halife hazreti AN hakkında «Allahümmensur Aliyyen-Ey Allahım! Aliye yardım et» duasını yapardı. Aynı eser sahife, 22

Hadisi şerifde beyan edilen iki ecir alacak üç kişiyi kısa kısa açıkla­maya  çüiışaltm;

a)  Yahûdî ve hırıstiyan taifeleri gibi ehli kitapdan olan kimselerin da­ha evvel kendilerine Peygamber olarak gönderilen Hz. Musa ve Hz. İsâya inanmalarından sonra en son Peygamber Muhammed    Aleyhisselâmada inanmaları ile iki ecre nail olacaklardır.

Ecrin birisi, daha evvel gönderilen mübarek Peygamberlere onların getirdikler1 hükmü ilâhilere inanmaları, diğer bir*ecrü mükâfatda, tevrat ve incilde ismi ve vasfı beyan edilen ve en son Peygamber olarak gönderile­ne en güzel şekilde ihlasla inanmalarıdır.

Her iki ecrin verileceği Kur'anı kerimdede şöyle beyan edilmiştir : «Kur'andan evvel kendilerine kitap verdiklerimiz (Yahudi ve hınstıyan-lardan bazıları) Kur'ana îman ediyorlar.

—  Onlara Kur'an okunduğu zaman; Biz buna îman ettik. Şüphesiz bu Rabbıimiz tarafından inzal edilen hak kitapdır. Doğrusu   biz Kur'anı size okumadan evvelde müslüman olmuş idik, dediler.

—  İşte bunlar, hem kendi kitaplarına, hemde kur'ana îman hususun­da gösterdikleri azm (ve sebatla, yapılan eziyetlere) Sabırlarından dolayı mükafatları iki kat verilecektir. Bunlar kötülüğü iyilikle defederler ve ken­dilerine verdiğimiz rızıkdan infak ederler.» Kasas sûresi, 52-54

Birde Peygamber (S.A.V) efendimizin Hirakle yazmış olduğu mektup-da şu cümle var idi :

«Müslüman ol, Allâhü teala sana ecrini iki kat verir.»

b)  Bir ağanın hizmetçisi olan kölede, hem Allâhü tealaya kulluk vazi­fesini yaparak namazını kılar, orucunu tutar, zengin ise zekatını verir, ha­ram ve halellara riayet eder ve teşbih, tehlillerine devam eder hemde ağa­sının hizmetinde koşar isyan etmezse, bu köle ve hizmetçide aym iki ecri mükâfata nâii olur.

Keza bir işçide ağasına itaat eder yediği ekmeği hela! etmeye çalışa­rak doğru ve dürüst olur, aynı zamanda Allâhın emirlerini yapar, nehile-rinden kaçınırsa, işte bu işçi de iki ecre nail olur. Birisi Allâha kulluğundan, diğeride işini gördüğü ağasına itaatındandır.

Bir dâirede çalışan memur, bekçi ve emsali kişilerde, çalışdığı kapıya nankörlük etmez, Allâhc kulluk vazifesi ile âmirlerine itaat ederlerse, bun­larda iki ecre nail olurlar.

Peygamberimiz (S.A.V) efendimiz bir hadisi şeriflerinde buyurmuştur ; «Bizim küçüğümüze merhamet etmeyen ve   büyüğümüze hürmet ve saygıda bulunmayan, bizden değildir.»

Evet müslüman büyük ve amirine, ağası ve babasına, itaat etmekle mükelleftir. Ancak ağa, baba, âmir ve iş verenler haram ve yasak olan şeyleri buyurursa, bu takdirde onlara itaat edilmez. Zira Allâha isyan olan yer ve şeylerde kula itaat etmek haram ve künah olur. Bu husus hem âyeti Nriyme ve hem hadîsi şeriflerde beyan edilmiştir.

Bir hadîsi şerifde şöyle buyurulmuştur :

«Âflâha isyan olan şeyde, kufa itaat edilmez.»

c) Bir adamda yanındaki cariyesini hem tedip ve din talimini öğre­terek edepli bir şekilde yetiştirir, sonrada bu cariyesini azad edip hürre hanımlar sırasına sokarak iffet ve namusunu korumak maksadı ile aile olmak için nikahlarsa, işte bu adamda iki ecre nail olur.

Ecrin birisi, o kadıncağızın tâlim ve terbiyesini sağlamasının karşılı­ğında alacağı mükafattır.

Diğeride câriyelikden âzad edip iffet ve namusunu korumak maksa­dı ile nikahlayıp aile efradına katmasının mükafatıdır.

Bu son maddeden anlaşılmıştırki, bir kimsenin kendi evinde ve aile­sinin himayesinde büyütüp terbiye- ettiği kız çocuğunu, o evin erkeği ola­bilir. Ancak sıhriyyet ve akrabalık icabeden haramlıklar olursa, nikahlan­mak haram olur. Bu meselenin daha geniş izahı «Mülteka Tercümesi» ad­lı eserimizin birinci cildinin «Nikah bahsinde» ve «nikahlanmaları haram olanlar babında» mezkûrdur.

Köle : İslam ve îmanı yükseltip yaymak için kâfirlerle harb esnasın­da esir alınan ve harbde bulunan müslüman askerlere hıssaları nisbetin-de taksim ve teslim edilen erkek kimselere «köle» denir.

Câriye ; kölenin tarifi şeklinde kâfirlerden esir alınan kadırvlara da «câriye» ismi verilmiştir.

Köle ve câriye ve hükümleri ile ilgili geniş malûmat, fıkıh kitablarında mezkurdur. [78]

 

Tercümesi :
 

12 - (II) İbni Ömer (R.A) den mervidir, demiştir :

Resûlüllah (S.A.V) buyurduki :

«AlEâhdan başka hak ilah olmadığına ve Muhammedin Alfanın Resulü olduğuna (dil-ile) şehâdet etmeleri oluncaya kadar. Namazı dosduğu kılın-caya ve zekatı edâ edinceye kadar insanlarla muharebe etmekle emro-lundum.

—  Onlar,  bunları yapınca  müsiümanlar hakkının  iktizası  (olan  had­ler) islam hakkı müstesna olmak üezere, canlarını ve mallarını benim elim­den kurtarırlar,  (içlerindeki  kalblerinin-niyyetlerinin) işlerimin hisâbına ge­lince, oda Allâha aittir (zira içden olan niyyet ve gayeleri Allah bilir).»[79]

—  Fakat müslim, «Ancak i s la m in hakkı müstesnadır.» Cümlesini zik-retmemiştir.[80]

 

İzahat
 


Ravi ibni Ömer hakkında kısa izahat, dördüncü (4) hadisi şerifin al­tında zikredilmiştir.

Hadisr şerifde kelime-i şahadeti söyleyinceye, namazı dosdoğru kı-lıncaya, orucu tutup, zekâtı edâ edinceye kadar insanlarla muharebe et­me meselesini şöyle anlamak icab eder :

Burada zikri geçen «İnsanlar» puta tapan müşriklerdir. Zira kendile­rine kitap verilen yahûdi ve hırıstıyanlar, Allaha şehâdet ederler. Ancak onlar Muhammed Aleyhisselâmı tasdik edip Peygamber tanımadıkça bo-vunları kılıçdan kurtulmaz. Birde tayin edilmiş bir cizye olurda onu edâ etmeyen ehli kitaplardanda kılıç kaldırılmaz.

«Namazı dosdoğru kılıncaya kadar» Cümlesindende şu hükümler an-laşılmaktadır :

a)  Namaz kılmayanlar, Islamin şartlarından birisini terk   ettiklerinden onlarla muharebe edilmesi gerekir.

b)  İmamı  şafi-î hazretlerinin  beyanına göre, namazı terkedenler öl­dürülür. Zira bilerek namazı terk eden kâfir olur, diyerek fetvada bulun­muştur. Sahabeden ve diğer müctehidlerdende aynı görüşü îzah edenler olmuştur.

c)  Namazı kılmayanların, en azından tedib edilip dövülmesi lazımdır. Nitekim İmamı Azam hazretleri, namazı vaktinde edâ edib kılmayanların hapsedilmesi ve namazı kılıncoya kadar dövülmesi gerektiğini beyan   et­miştir.

İlgili Fetva :

Namazı terk eden zeyde şer'an ne lazım olur?

Ei-CEVAP... Tazir ve hapis lazım olur.    Fetâvâyı Abdun-ahim, C. 1,4 Bu hususda daha geniş malumat, «İslama sokulan Bidat ve Hurafe­ler» adlı eserimizle «Müiteka Tercümesi» isimli eserimizin ikinci cildinde verilmiştir.

Evet namaz, zekât, oruç ve hac gibi îmanın yaşantısını ve alâmetin: ihtiva eden bu ameller, dînin direği, Islâmm şiarı ve müminin en mühim amellerinden birer farzı ilâhîdir. Hadîsi şerifde, «İslâmın hakkı müstesna­dır.» cümlesine gelince, Allâha ve ahiret gününe inanan her mümin, Kur'anı kerimde açık ve kesin olan ilâhi emir ve nehîlerden hiç birini inkâr ede­mez. İstisnasız Kur'anı kerîmin hükümlerinin hepsini kabul eder ve güzel görür.

Şayet Kur'anı kerimde beyan edilen ilâhî hükümlerden herhangi biri­sini bir kişi inkar eder veya tahkir ederse, işte o kimse, islâmın hakkına tecâvüz ettiğinden mürted olur. Öldürülmesi gerekir.

İslâmın hakkına tecâvüz eden kimse, daha evvel kelimei şehâdet ge­tirse dahî, böyle kimse, mürted olduğundan İslâmın kılıcından kendini kur­taramaz. Evvelâ Küfür ve irtidâdından nedamet edib islâmın hükmüne dönmesi teklif edilir. Şayet rucû etmezse, hemen boynu vurulur.

Nitekim bir hadîsi şerifde şöyle buyurulmuştur :

«Bir kimse dînini tebdil eder müfted olursa, onu hemen öldürün.»[81]

Diğer hadîsi şerif meali :

«Allahdan başka ilah olmadığına ve benim onun Resûlu olduğuma şe­hâdet eden bir müsEümanın kanını akıtmak, ancak üç sebebden bîri ile olur.

— (Bunlarda) Zina eden dul (evli veya evlenib boşanmış kimse), cana karşı canla mukabele (kısas) ve dînimi bırakıb cemaatı (islam cemaatını) terk eden kimsenin (mürtetdin kanı helal £>lur.)»               Buhârî, Müslim

Hadîsi şerifin bu son cümlesi ile hüküm istinbat edip icrayı hüküm­de bulunan ilk müctehid ve mücâhid, Hz. Ebû Bekir (R.A) olmuştur. Hz. Ebû Bekir Hilafete geçirildiği zaman, bakdıki insanların bir kısmı zekat ver­mekten kaçınıyor. Hemen ashabı kirami toplayıb bir hutbe îrad etti, bu hükmün hakikatini anlattı ve Allâhın emri olan zekatın en azını dahi bı-rakmıyacağını, tek basmada olsa, fakirin hakkı olan zekatı alıp ehline ve­receğini beyan etti.

İşte bu hareket, islâmın hakkı olan zekâtın edası için icra edilmiş en güzel cihad ve mücâdeledir. İslâmin hakkı, kıyamete kadar böylece koru­nacaktır. [82]

 

Tercümesi :

 

13 - (12) Enes (R.A) den mervidir, demiştir:

Resûlüllah (S.A.V) buyurduki :

«Bir kimse, bizim namazımızı kılar, kıblemize İstikbâl eder ve kesdiği-mizi yerse. İşte bu müsiüman, Allanın ve Rasûlünün zimmetinde (sigorta­sında) dır. Binâenaleyh Aflâhüteâlânın zimmetinde (olan müslümana dil uzatarak) hainlik etmeyiniz.» [83]                                                                   

 

İzahat

 

Râvî Hz. Enes (R.A.) hakkında gerekli bilgi 7. hadisi şerifin altında zik­redilmiştir.

Bu hadîsi şerifde de gayet açık ve seçik bir şekilde beyan edilmiştir-kt, kıbleye dönüp namazını kılan, kurbanda kurbanını kesen ve kesilme şartlarına riâyet ederek hayvanı kesen ve müslümanfann kesdiklerinr yiyen kimseler^ Ailâhın hâlis kulu peygamber efendimizin sâdık ümmetlerinden dirier.

Binâenalehy böyle müminlere dil uzatıp, iftira ve isnadlarla küfür kelimesini veya kâfir damgasını söyleyip vurmanın asla doğru olmadığını ve olamıyaoağını açıkça ifâde etmektedir. Zira o müminler. Allanın ve Re­sulünün sigortasjndadırlar.

Akâid kitaplarında uzun uzun İzahlar ve misallar yazılmış ve beyan ediimiştirki, ehli kıbleden her hanki bir müstümana asla kâfir denilemez. Günah işleyenlerine âsî ve mücrim denir. Yani mümindirler, fakat günah­kar ve âsî mümindirler.

Esasen akıllı mümin, bu hükümlere mümasil bilgileri kendisinde top­lar, hiç bir mümine «kâfir» diyemez. Zira başkasına kâfir diyenler, kendi­leri kâfir olurlar.

Daha geniş malûmat, «İslama Sokulan Bid'at ve Hurâferler» adlı ese­rimizin birinci cildinde beyan edilmiştir[84]

 

Tercümesi :
 

14 - (13) Ebû Hüreyre (R.A) den mervidir, demiştirki :

Bir Ârâbî (bedevi bir arab)  Nebiyyi Ekrem (S.A.V)  efendimize geldi ve dedi :

«Bana bir amel delâlet et (öğret) ki, ben o ameli işlediğim de Cenne­te gireyim.»

Resûlüllah  (S.A.V)  de buyurdu :

«Âllaha (C.C) ibâdet edersin ve ona (Allaha) hiç bir şeyi şerik koş­mazsın, farz namazları kılarsın, farz olan zekâtı edâ edersin ve Ramazan orucunu tutarsın.»

Bunun üzerine Ârâbı dediki :

«Nefsim yedi kudretinde olan Allâha yemin ederimki, bunun üzerine hiç bir şeyi ben ziyâde edemem (yâni, bundan fazlasını işleyemem) ve bundan da noksanlaştırmam.»

Vaktaki o Ârâbî döndü gidiyor idi, Nebiyyi muhterem (S.A.V) efendi­miz : [85]                                                                       

«Bir kimse, Cennet ehlinden bir kişiye bakmakla sürurlanmak isterse, işte bu adama baksın, buyurdu.»   [86]                                         

 

İzahat
 


Râvî Hz. Ebî Hureyre hakkında üçüncü hadisi şerifde gerekli bilgi zik­redilmiştir.

Hadîsi şerifde beyan edilen Allâha ibâdet ve kullukdaki ihlas ve ona hic bir şeyi şerik koşmamak, îman ve ibâdetin en üstünü ve bütün ha­yırların ekmelidir. Zira îman ve ibâdetin ihlasa bağlı olup şirkin her çeşi­dinden kaçınmak kulluğun en yüksek mertebelerindendir.

Bir âyeti kerîmede meâlen şöyle buyuruSmuştur;

«Her hangi bir kimse, Rabbisine kavuşmayı arzu ederse, sâlih bir amel işlesin ve Rabbisine yapdığı ibâdete hiç kimseyi ortak   koşmasın» Kehf sûresi, 110

Şu halde Allâha kul :olan bir kişi. Şirkin eşed ve büyüğü olan puta, ateşe, leşe, resim ve heykele tapmayı yapmadığı gibi şirki hafi olan riya­karlığı (gösterişi) de yapmaz.

Arâbînin sayılan ibâdetlerden fazla eksik yapamıyacağını beyan et­mesi ise, ya daha fazlasını yapmaya takati olmadığındandır veya o ibâdet­lerden fazia veya noksan yapacak olursa, Resulü ekrem efendimize saygı­sızlık yaparak isyan etmiş olacağındandır.

Resûüflâha sorduğu ve taleb ettiği hüküm karşısında hulus ve sadâ-kaîla tesiimiyyetini gören peygamber, o zatı gösteriyor ve «Bir kimse cen­net ehlinden bir kişiye bakmakla sururlanmak isterse, işte bu adama bak­sın»  buyruyor.

Bu cümleleri okuyup iyi düşünen her mümin, Allâha ve Resulüne inan­madaki sadâkatini ve ilâhî emirlere itaatinin ne derece olduğunu düşünür. Düşünür ve araştırırda kendinin ihlaslı ve rızayı bâriye uygun ameli olup, olmadığını, dolaysiyle cennet ve cemâli ilâhiyye nimetine nâiliyyetini umar. [87]

 

Tercümesi :
 

15 - (14) Abdullah Essekafînin oğîu Süfyan (R.A) den rivayet olun­muştur, demiştirki :

«Ben dedim; Yâ Resülellah! Bana islamdan bir söz söyleki, senden son­ra hiç bir kimseden sormayayım. Bir rivayette senden başkasından (sorma­yayım).

Resûlüllah (SAV) buyurdu :[88]

«Allâha îman ettim, de. Sonrada Müştekim (dosdoğru) ot.» [89]   

 

İzahat
 

Râvî kimdir?

Süfyan bir Abdullah Es sakafî (R.A), taifli müslüman sahabelerdendir, Resulü Ekrem efendimizle bir çok sohbette bulunmuşlar, rivayet ettiği hadisi şeriflerin en meşhuru yukarda mealini arz ettiğimiz hadisi şerifdir.

Hz. Süfyan (R.A) emirül müminin Hz. Ömer (R.A) in hilâfeti zamanında tâıf valisi olmuştur.

Râvi Hz. Süfyanın saf ve idraklı bir kişi olması hasebiyle resulü ekrem sallallahü aleyhi vesellem efendimize islam hakkında cok fevkalade bir sual soruyor. Öyle bir sual ki, kendisine ve ümmete garenti ve aydınlık getiren bir sual.

Resulü Ekrem efendimizde ona cevab vererek ümmetine nur saçan kıy­metli yolu şöyle tarif ediyor.

«AlEahü teâlaya îman ettim, de. sonrada istikâmet et.»

İman hakkında yukarda cibril hadisi olan ikinci hadisi şerifde gerekli malumat verilmiştir.

İstikâmet : İlahi emirlere imtisal edip nehiylerinden kaçınmaktır.

Bu tarifin içine, kalblerin ve bedenlerin amellerinden oian îman, islam, ihsan ve emsali iyilikler girer. Zira istikamet, bütün eğrilik ve kötülükleri terk edip iyi ve hayır olanlara inanıp amel etmekle olur.

Şayet kötü ve fena olan şeylerden bir şeyin bulunması olursa, bu takdir­de istikamet yok olur. Fenalık ve dalâlet ortada cereyan eder.

İstikamet halinde yaşamak çok güç ve zordur. Zira beşer hak yolda devam edip dünkü gün ve amellerinden bu günkü amelleri daha iyi ve riaha güzel, İslama ve hakkın rızasına uygun olacaktır.

Bu sebebden dolayı Resulü Ekrem efendimiz şöyle buyurmuştur:

«Beni, hûd sûresi kocaltdı.»

Sûre-i Hûdun kocaltmasından maksad, o sûredeki şu maldaki istika­met emri idi :

«Habibim emrolunduğun gibi istikâmet et.»

Resulü Ekrem efendimiz hâşa eğri yolda değildi. Doğru yolda idi. Bura­daki emir her ne kadar Resûlüllahın kendisine isede, «Kızım sana söylüyo­rum, gelinim sana» kabilinden, bu emri ilahi doğrudan doğruya ümmetlerine-dir.

Ama bununla beraber, ilahi emre muhatap olup teklifi ilâhinin en güzel şekilde ifasının güçlüğü elbette Allahın Resulünü düşündürüyordu.

Fahrüddini Razî Hz. diyor ki : «İstikamet, çok güç ve zor bir iştir. Zira İtikat ve inançda cenabu hakkı bir şeye teşbih etmekden, muattal nisbotin-den, suret ve siretlere kıyas etmekden kaçınarak ilâhi emirleri tağyir ve teb­dil etmeden olduğu gibi işleyip'ahlakî görüş ve yaşantılarda ifrad ve tef-riddan uzak olmak üzere gereken çok ciddi bir iştir.»

İmcimi gazali Hz. de diyor ki : Dünyada doğru yol üzere istikamet et­mek cehennem sıratından geçmek gibi güçtür. Bunların her ikiside kıldan ince kılıçdan keskindir.

Nitekim bir hadisi şerifde Resûlüilah (S.A.V) efendimiz şöyle buyur­muştur :

«İstikamet ediniz, gayret ediniz. Zira hakkı ile istikamet etmeğe kadir olamazsınız. Fakat hakkı ile itaata yetişip ulaşılamıyanın hepsi, tamamen terk edilmez.» [90]   

Ehli takva mutasavvıflarda şöyle demişler :

«Bir istikâmet, bin kerametten hayırlıdır.»

Evet Peygamber sallallahü aleyhi vesellem efendimiz istikametle emro-lunmuştur. ^erâmet izharı ile emrolunmamıştır. Aslında istikamet sahibi olan her kişide keramet zuhur eder. .Fakat keramet iddiasında bulunan her in­sanın durumuna bakılır. Eğer îtikat ve ameli şeriata uyuyor ve istikamet üze­re devam ediyor ise, keramet olur. Şayet îtikat ve ameli istikametde olma­yıp kötü yolda ise, onun iddiası batıldır ve kendisindeki görülen fevkalade haller, kâfir ve zalimlerde görülen ve «istidrac» ismi verilen zuhuratlar­dır.

Esasen Peygamberlerde Mucize, Velilerde keramet, kâfir ve zalimlerde, istidrac gibi haller her zaman ve devirlerde görülmüştür. Böyle harikalar hakkında gerekli malumat «Islâmda Evliya meselesi ve Hârikalar» adlı ese­rimizde beyan  edilmiştir.

İstikamet : Kalbde ve amelde olmak üzere ikiye ayrılır.

a)  Kalbdeki istikâmet : doğru ve iyi olan şeyler üzerine kalbin karar ve sebat etme hâlidir.

b)  Amelde istikamet : Amellerin, islâmın beyan ettiği doğru yol üzerine olup ihlas ve hulusla yapılma halidirki, riya, süm'a dünyevi bir garaz ve ta­lep olmadan sırf rızayı bari için yapılmasıdır.

Kalblerin istikametli olması, amellerin istikametli olmasını sağlar. Şayet kalbler istikamet üzere olmazsa, amellerde istikametli olmayıp bâtıl ve atıl olur.

Bu hususu Resulü Ekrem efendimiz bir hadisi şeriflerinde şöyle beyan buyurmuşlardır :

«Kulun (Kalbindeki) îmanı, istikametli olmaz. Tâki kalbi istikametli ola. Kalbide istikametli olmaz, tâki dili istikametde ola.»

Hadisi şerifde açıkça izah edildiği üzere, bir kişinin îmanının istikamet­ti olması, kalbinin temiz ve stikarhetli olmasına bağlıdır.

Yine bir kimseninde kalbinin istikametli ve düzgün olabilmesi, dilinin is­tikametli olmasına bağlıdır.

Binaenaleyh bir kimse, dili ile yalan, dolan, iftira, tezvir ve küfür keli­melerini söyler bir tarafdanda «Benim dilime bakmayın, benim kalbim te­miz» derse yalan ve aldatıcı bir ifâdede bulunmuştur. Zira insanın dili, kalbi­nin tercümanıdır.

Şu halde bir kişi, dili ve fîli ile kötülük işleyor veya kötülüğü işleyenleri tasvip ediyorsa, işte o kimsenin kalbi ve niyyetide aynı kötülük içindedir.

Hülasa dünya ve ahiret seâdetini temin etmek için, sağlam bir îmandan sonra istikâmet ve doğruluk üzere olmak kurtuluşun tek yoludur.   [91]

 

Tercümesi :

 

16 - (15) Talha bin Ubeyduliah (R.A) den mervidir, demiştir : Necit  halkından sacı darma dağınık   (fakir) bir kimse,     Resûlüllah '(S.AV) efendimize geldi. Uzaktan sesini karma karışık duyuyor, fakat ne söylediğini anlamıyorduk. Nihayet (Resûlullaha) yaklaştı. Meğer islâmın ne olduğunu- soruyormuş. (Bu suâline karşı) Resûullah (S.A.V) : «Bir gün bir gecede beş (vakit) namaz» buyurdu.

—  (Adamcağız) : «Üzerimde bu namazlardan başka (Namaz da) ola-cakmı?» diye sordu.

—  Resûlüllah (S.A.V) :

«Hayır, meğerki nafile olarak kılarsan (yani, kendin fazladan kılarsan başka) cevabını verdi.

—  Ondan sonra Resûlüllah (S.A.V) : «Birde senede (biray) Ramazan Orucu» buyurdu.

—  (Adamcağız yine) : «Üzerimde bundan başkasıda olacakmı?» diye sordu.

—  Ö da (yani, Resûlüllah da) : «Hayır, ancak nafile olarak edâ eder tu­taçsın» cevabını verdi.

—  Talha (R.A) derki  «Resûlüllah (S.A.V) Zekâtıda ona söyledi.

—  (O adam yine) : «üzerimde bundan başkasıda olacakmı?» diye sor­du.

—  Yine Resûlüllah (S.A.V) : «Hayır, ancak nafile (sadaka) olarak ve­rebilirsin.» Cevabını verdi.

—  Bunun üzerine (Necitli fakir) : «Vallahi bundan ne fazla, ne de ek­sik bir şey yapacak değilim.» diyerek ve arkasını dönerek gitti.

—  Resûlüllah (S.A.V) o adamın sözünü duyunca) :[92]

«Eğer doğru söylüyorsa, feîah buldu gitti» buyurdu : [93]

 

İzahat
 

Râvî kimdir?

Hz. Taiha (R.A) aşere-i mübeşşereden birisidir. İlk müslümaniardandır. Bedir savaşından başka bütün savaşlarda hazır bulunmuştur. Bedir Mu­harebesinde bulunmadığı halde peygamberimiz önada ganimetten nasîbmi vermişti.

Uhud Muharebesinde Hz. Taiha Peygamber sallallâhü aleyhi veseileme atılan bir kılıcı kolu ile müdâfaa ettiği için çolak kalmıştı.

Hz. Tatha, otuz sekiz (38) hadîsi şerif rivayet etmiştir. Yedisi Buftârî ve müslimde, ikisi Buhâri ve biriside müslümde mezkûrdur.

Hz. Taiha (R.A) Hz. Ali (R.A) nin hilâfeti zamanında vuku bulan ve «Cemel vak'ası» diye isimlenen vak'ada altmış yaşlarında oldukları halde Mervanın oku ile şehid olduîar. Allah ondan rözi olsun.

Yukardaki hadîsi şeîfi sormaya gelen müslümanın hâli, çok dikkat ge­reken ve düşünülmesi lâzım olan haldir. Adamcağız Tâ Necid çöllerinden kalkıyor, gece gündüz günlerce yol yürüyüb geliyor. Ve kendisinin seâdetini temin edecek îman ve amei meselelerini teker teker soruyor. Aldığı cevap­lara itiraz etmediği gibi tam bir inkıyadla, hiç eksiltme ve fazlalaştırmada bulunmadan buyuruiduğu şekilde yapacağını teahhüd ediyor ve gidiyor.

İşte bu hal ve hareket ilim tâlim edenler ve edeceklere, ilim sahibi ulema ve bilginlere sual soracaklara ve sorup öğrendikten sonra ne şekilde hare­ket edilmesi gerektiğini bilmeyenlere, en güzel ve en doğru bir örnektir.

Ataların bir sözü vardır : «Anlayana sivri sinek saz, Anlamiyana davul zurna azdır»

Hadîsi şerifin ihtiva ettiği hükümler hakkında gerekli malumat, baş ta-rafdaki hadîsi şeriflerin îzah bölümünde beyan edilmiştir. [94]

 

Tercümesi :
 


17 - (16) İbni Abbas (R.A) den mervidir, demiştir : Abdul  kays kavmi  (Bahreyn taraflarında) Nebiyyi Muhterem (S.A.V) efendimizin huzuruna geldikleri zaman :

—  Resûlüllah (S.A.V) : «Siz, kimlerdensiniz?» yahut «Nerenin cemaatı­sınız?» diye sordu.

—  Resûlüllah (S.A.V) : «Hoş geldiniz. (Allah sizi) utandırmasın, Peşîman ettirmesin.»  buyurdu.

—  Bunun üzerine (Müsafir olan cemâat) : «Ya ResÛlelleh, biz sana yalnız haram aylarda gelebiliriz. ,BUirsinki) aramızda kâfir olan Mudar (ka­bilelerin) den şu cemâat vardır. O halden bize kesin bir şey emir buyurda, geride kalanlarımıza haber verelim, o sebeblede Cennete girelim.» dediler.

—  (Nebiyyi Muhterem A.S.V) e, İçkileri (yahut içki kaplarını) da sordu-

— (Resûlüllah; (S.A.V), onlara dört şey emretti ve dört şeydende neh-yetti. Onlara yalnız Allâha İman ile emrettikten sonra;

«Bilirmisiniz her şeyde tek Allâha îman etmek ne demektir?» diye sordu.

—  (Onîarda), «Allah ve Resulü bilir.» dediler.

—  (Resûlüllah S.A.V) : «AElâhdan başka Hah olmadığına ve Muhamme-din Resûiüllah olduğuna şahadet etmek. Namaz kılmak, Zekat vermek, Ra­mazan orucunu tutmak ve ganimetin beşte birini (1/5 ni) vermektir.» buyur­du.

—  Keza onları {dört şeyden yâni) içi sırlı ağzı yanından yapılmış kır­mızı veya yeşil toprakdan yapılmış testi, Testi makamında kullanılan boş kuru kabak, şıra koymak, için içi oyulmuş ağaç parçası, Ziftle {kara sakızla) sıvanmış testi {denilen kaplara, hurma, yahut üzüm şırası : Şarab  koymak) dan nehyetti.

—  İbni Abbas (R.A) in Müzeffet yerine mukayyer (zift manasına olan kâr veya kîr ile sıvanmış testi) dediğide mervidir.

—  Resûlüllah (S.A.V) :

«Bunları hıfzedin ve sizin yanınızda olmayan kimselere haber verin.» buyurdu. [95]                                                                                       

Bu hadîsi şerifin lafzı Buhârinindir. [96]

 

İzahat

 

Râvî kimdir?

İbni Abbas (R.A) Peygamber sallallahü aleyhi vesellem efendimizin am­casının oğlu Abdullah (R.A) dır. Hicretten üç sene veya beş sene evvel dün­yaya gelmiştir. Peygamberimizin öhirete irtihalı sırasında on üç (13) veya on beş (15) yaşlarında idi.

Hz. Abdullah (R.A) bu ümmetin en âlim ve fazıllarındandı. Peygamber sallallahü aleyhi vesellem efendimiz bunun ilim ve hikmet sahibi ve fıkıh İfmine âlim olmasına dua etmişti. Tefsir ve tevîlide iyi bilirdi. Peygamberimi­zin yanında çok bulunurdu. Bu sebeble vahyi ilâhiyi getiren cebrâil Afeyhis-selâmı iki sefer 'görmüştü.

Hz. Ömer, halifeliği zamanın da büyük ve dev sahabelerin yanında genç yaşda olan bu zatı yanına olurdur ve kendisi iie istişare ederdi.

Beyaz tenli, uzun boylu, yüzü nurlu ve dili fasih bir zad idi. Ömürlerinin sonunda gözlerine âma arız olduğundan görmezlerdi.

Hz. Abdullah (R.A) bin altiyüz altmış (1660) hadisi şerif rivayet etmiş­lerdir.

Cuma günü hutbede hulefa-i reşidin ve sultanlara dua etmek, sahabe arasında Abdullah bin Abbas tarafından yapılmıştır. Basra valisi iken Haz-reti Ali hakkında dua etmiştir. Bundan evvelde Hz. Ömerin (R.A) hilafeti za-nanında aynı yerde Ebû Musa ef Eş'arî yapmıştı. Bu günkü hutbenin so­nunda veya içinde yapılan emsali dualar, bu zamana ve bu şahısların yap­akları dualara iltihak ve istinad etmektedir.

Hz. Abdullah (R.A) yetmiş yaşlarında oldukları halde atmış sekiz (68) sene-i hicrîde Taifde vefat etmiştir. Allahüteâla ondan razı olsun.

Hadisi şerifin baş tarafında geçen cümlelere dikkat etmek lâzımdır. Zira Resulü ekrem efendimiz, huzuruna gelen misafirlerine kimler oldukla­rını soruyor.«ve merhaba hoş geldiniz. Allah sizi utandırmasın, peşiman et­tirmesin» diyerek iltifat ediyor ve haklarında hayırlı duada bulunuyor.

Bir müslümanın huzuruna veya ev ve dükanına bir müsafir geldimi, böyle iltifat edip iyi mukabelede bulunarak hal ve hatırlarını sorup dilek ve temennilerine takati nisbetinde cevab vermek gerekir.

Rasûiüllahm huzuruna glen misafirler her zaman gelemediklerini an­cak tâ eski devirlerden beri devam ede gelen ve insanında ilk zamanların­da muharebe etmenin haram olduğu malum olan zil'kâde, zilhicce, muhar­rem ve receb aylarında ancak gelebildiklerini beyan etmeleri, şâyani dik-katdır. Zira diğer aylarda geilrlerse, kâfirlerden mudâr kabilesinin tecavu-zuna uğrama tehlikesi olduğu anlaşılıyor.

Burada muharebe etmenin haram olduğu aylar hakkında bir kaç satır izahatta   bulunalım.

Kur'anı  keıimde şöyle buyurulmuştu  :

«Muhakkak gökleri ve yeri yarattığı günden beri kesin hükmünde ay­ların sayısı, Allah katında on iki (12) aydır. Onlardan dördü (zilkade, zil­hicce, muharrem ve receb) haram olanlardır. Bu ayların {içinde muharebe­nin) haram kılınışı (İbrahimden gelen) doğru dinin bir hükmüdür. Bu se-bebden bilhassa bu aylarda nefislerinize (bir birlerinize) zulmetmeyiniz. Bununla beraber, müşrikler sizinle top yekûn harp ettikleri gibi, sizde on-farfa topunuz harp ediniz. Ve bif.inizki Allah (cc.) fenalıklardan sakınan­larla beraberdir.»   Tevbe Sûresi, 36                                                             

Cahil, kâfir ve müşriklerin beytullahı ziyarete gelenlere ezâ ve cefc vermelerinden dolayı cenabı hak harp etmenin, ezâ ve cefada bulunmanın yasak ve haram olduğu ayları tayin ederek beytullahı ziyarete gelecekleri korumuştur. Bu hüküm islam'ın mekke devrinde ve Medine-i münevverenin ilk günlerinde aynı devam ediyordu.

Sonra hükmün değişmesi ve haram ayların kaldırılması halinde müş-. riklerin öldürülmesi gerektiği beyan edilmiştir. Bu hükmü beyan eden âyet­ler şunlardır :

«Eğer (o müşrikler) tevhid ve hicretten yüz çevirirlerse, onları buldu­ğunuz yerde yakalayın, tutun ve öldürün. Onlardan ne bir dost nede bir yar­dımcı edinmeyin.»  Nisa sûresi, 89

Diğer âyeti kerime meali :

«(Dkunulması) haram olan o aylar {zilkade, zilhicce, muharrem ve re­ceb) çıktını zaman artık müşrikleri, onları nerede bulursanız   öldürünüz.»Tevbe sûresi, 5

Evet islamın ilk zamanlarındaki haram aylara tazim etme hükmü, son zamanlarında kaldırılmış ve neshedilmiştir. Kaldıran âyeti kerime de bu son âyetdeki, «artık o müşrikleri, onları nerede bulursanız, öldürünüz.» Hükmü ilâhi olduğu beyan edilmiştir.[97]                                   

Hadisi şerifdeki birinci dört emri beyan sadedinde Rasûlüllahın, «bilir-misiniz, her şeyde tek olan Allaha iman ne demekdir?» Sualine kendileri iman edip huzuru Resule geldikleri halde «Allah ve Rasûlü bilir» demeleride edep ve hürmetlerinden idi. Bir büyüğün huzurunda işte böyle hareket edi­lir. Nasibi olanlar bu edepli hareketden hisselerini alırlar.

Yoksa b;'en fâzıl kişilerin huzurlarında onlardan küçük ve mertebece aşağı olanların, bilgiçlik taslamaları veya onlara saygı hududunu aşarak ko­nuşmaları, uzak yerlerden gelen bu kemallı insanların halinden çok ve çok aşağı ve bir edepsizlikdir.

Şu dünyada aradım kıldım taleb,

Her hüner makbuldür ama illa edep, illâ edep.

Peygamberimiz bu edepli cemaatına dört emri beyan ettikden sonra, nefsin arzu ve emelinden ve şeytanın amelinden olan şarabınyapımı, mu­hafaza edilişi ve taşınışı, yani alınışı, satışı, içimi ve emsali kötü amel ve fiillerden nehyetmişti.

Şarap ve emsali sarhoş eden şeylerden RasûlüNah (S.A.V) efendimiz yasaklıyor «ve hükümleri iyi muhafaza edin, gidiniz orada kalan müslü-manlara haber verin» diyerek islamın tebliğ vnzifesinide bırakmamalarını ehemmiyetle tavsiye ediyor.

Evet şarabın ve emsali Sarhoş eden şeylerin iv^i haramdır. Şarob kadiyetle necisdir. Alınması, satılması, hamallığı ve vesair ameller haram­dır.

Fakat şarabdan başka sarhoş edenlerin içimi haram oimak-n beraber başka yerlerde istimalları ve satışları, ihtilaflıdır. Daha geniş malumat, fikıh kitablarında mezkûrdur. Bizim «Mültekâ tercümesi» adlı eserimizin dördün­cü cildinin «İçkiler Bahsinde» de beyan edilmiştir.

Allah ve Resulüne îman etme keyfiyyetini buyuran Resulü okrem efen­dimiz, Kur'an âyetlerine işaret etmektedir.

«Artık (Ey Resulüm!) şunu bflki, Allahdan başka ilâh yoktur.» Muhammed sûresi, 13

Resulü ekrem efendimizin AMâhın Resûlu olduğunu beyan eden ilah' âyet meali :

«MUHAMMED (A.S) Allâhm Resulüdür.» Fetih sûresi, 29[98]




[72] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 1/94-95.

[73] Müslim

Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 1/95.

[74] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 1/96.

[75] Buhâri, Müslim(Çeşitli lafız değişikliği ile Tirmizî, Nesâî, ibni mâce ve Ahraed tahric etmişlerdir.)

[76] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 1/97.

[77] Elhakâik, C. 1,143

[78] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 1/97-99.

[79] Buhâri, MüsLim

[80] (Hadîsi şerif, Nesâî ve ibni Mâcenin sünenlerinde ve Tabarânî filevsatda' vardır.)

Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 1/100.

[81] Buhâri

[82] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 1/100-101.

[83] Buharı(Ebû Dâvud, Tirmizî ve Nesâî de bu mânada hadîsi şerif zikretmişler­dir)

Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 1/102.

[84] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 1/102.

[85] Buhârî, Müslim

[86] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 1/103.

[87] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 1/103-1014.

[88] Müslim (Nesâî, İbni Mâce ve Tirmizîde sünenlerinde zikretmişlerdir. Ve Tirmizî, hasen hadis, demiştir.)

[89] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 1/104.

[90] Mirkatül mefatih, 73

[91] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 1/104-106.

[92] Buhâri, Müslim(Ebû Dâvud ve Nesâîde sünenlerinde zikretmişlerdir.)

[93] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 1/107-108.

[94] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 1/108.

[95] Buhâri, Müslim.

[96] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 1/109-110.

[97] Keza mirkatül mefatih, 77

[98] Mustafa Uysal, İzahlı Mişkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayınları 1/110-112.