sumeyye
Wed 12 January 2011, 06:25 pm GMT +0200
İyiliği Tamamlamak
300. Câbir (r.a.) rivayet ediyor:
"İyiliği tamamlamak ona başlamaktan daha faziletlidir." [978]
Peygamberimiz Haricîleri Lânetlemişti
301. Hz. Ali rivayet ediyor:
Muhammed (s.a.v.) ailesinden ilim sahipleri ve Ebû Bekir'in kızı Âişe Züssedye denilen Esved'in arkadaşlarının Resûlullahın (s.a.v.) lisanıyla lanetlendiğini biliyorlardı. Bunu Âişe'ye sorarak tahkik ettiler.[979]
İzah
Hadisin Mu'cemü'l-Evsat'taki rivayeti şöyledir: "Nehrevan ehlinin Muhammed'in (s.a.v.) lisanıyla lanetlendiğini Ebû Bekir'in kızı Âişe biliyordu."
Hz. Ali ile Hz. Muâviye arasında Sıffîn Savaşı yapılmış, bu savaş esnasında yenilmek üzere olan Muaviye taraftarları mızraklarına Kur'ân sayfaları geçirerek Hz. Ali taraftarlarını savaşı bırakmaya zorlamışlardı. Hz. Ali bunun bir harp hîlesi olduğunu, savaşa devam edilmesi gerektiğini söyledi ise de, bir grup "Biz Kur'ân'a karşı savaşmayız" diyerek ona karşı çıktılar. Netice iki grup arasındaki mücâdele hakeme havale edildi.
Ordular birbirinden ayrılıp herkes kendi bölgesine dönerlerken Hz. Ali'yi savaşı bırakmaya zorlayanlar yeniden savaşa dönülmesini istediler. Ayrıca ona hakem kabul etmekle kâfir olduğunu, dolayısıyla tevbe etmesi gerektiğini, tevbe etmez ise kendisiyle beraber bulunmayacaklarını söylediler. Hz. Ali her ne kadar bunlara nasihatta bulundu ise de sözünü dinletemedi. Bunlar kısa zamanda kalabalık bir grup oluşturdular ve 12 000 kişilik bir kuvvetle Küfe yakınlarındaki Harura'da konakladılar. Şebes bin Rebryi de kendilerine kumandan seçtiler.
İtaattan çıktıkları için bunlara "Haricîler" denildi. Hz. Ali Abdullah bin Abbas'ı (r.a.) bu topluluğa gönderdi. Onları yeniden itaate çağırdı. Kendisi de gitti. Fakat netice alamadı.
Haricîler gün geçtikçe azgınlaştılar. Hz. Ali taraftarlarına saldırdılar. Böylece büyük bir tehlike oluşturdular. Haricîler aralarında anlaşarak savaş için Nehrevan'da toplanmaya karar verdiler.
Aslında Peygamberimiz Haricîlere çok önceden ümmetine haber vermişti. Hz. Ali, Haricîlerle savaşmak üzere hazırladığı ordusuna bunu şöyle bildirdi:
"Ey Müslümanlar, Resûlullahın şöyle buyurduğunu işittim:
"Ümmetimden öyle bir topluluk çıkacak ki, Kur'ân okuyacaklar, öyle ki sizin okuyuşunuz onların okuyuşu yanında hiçbir şey değildir. Namazınız da onların namazı yanında hiçbir şey değildir. Orucunuz dahi onların orucuna nispeten hiçbir şey sayılmaz. Onlar Kur'ân okuyacaklar, onu kendilerinin lehinde zannedecekler, halbuki aleyhlerine olacak. Namazları köprücük kemiklerinden aşağıya geçmeyecek. İslâmdan, okun avı delip geçtikleri gibi çıkacaklar." (...)
"Vallahi ben onların bu kavim olduğunu kuvvetle ümit ediyorum. Çünkü onlar, dökülmesi haram olan kanı döktüler, halkın yaylımındaki hayvanlarını gaspettiler. Allah'ın ismiyle onların üzerine yürüyün."[980]
İşte Hz. Ali izahını yaptığımız hadiste de Haricîlerin Resûlullahın (s.a.v.) lisanıyla lanetlendiklerini, bunu Hz. Aişe'nin de bildiğini, arzu eden Âişe Validemizden bunu tahkik edebileceğini haber veriyor. Hadiste bir de "Züssedye" ismi geçiyor.
Asıl ismi Esved olan Züssedye, Peygamberimizin "dinden çıkacak olanlara" alâmet olarak tarif ettiği adamın ismidir. Resûlullah (s.a.v.) dinden çıkacak olanların arasında bulunan birisinin alâmetlerini saymıştır. Hz. Ali de yukarıda yer verdiğimiz konuşmasının bir yerinde bununla ilgili olarak şöyle demiştir:
"Bu kötü kavmin alâmeti şudur: İçlerinde bir adam bulunacak. O adamın pazusu olup kolu bulunmayacak. Pazusunun ucunda meme ucu gibi bir çıkıntı bulunacak. Üzerinde de beyaz kıllar olacak."
Hicretin 37. yılında Hz. Ali ordusu Nehrevan'da Haricîleri büyük bir bozguna uğrattı. Hz. Ali adamlarına Peygamberimizin dinden çıkan kavme alâmet olarak tarif ettiği adamı bulmalarını emretti. Aradılar, fakat bulamadılar. Hz. Ali, "Hayır, vallahi o bunların içinde olacak. Ben yalan söylemedim, yalanlanmam da" dedi. Sonra kendisi de o adamı aramaya çıktı. Nihâyet onu ölüler arasında buldu. Kolunda aynen kalın memesine benzeyen bir etin saraktığını, meme ucu üzerinde beyaz kılların olduğunu gördü. Bu et parçası çekilip uzatıldığında eli hizasına varacak kadar uzuyor, bırakıldığında eski halini alıyordu. Hz. Ali o adamı hakkaniyetine delil olarak gösterdi. Böylece Peygamberimizin bir mucizesi daha çıkmıştı. Hz. Ali tekbir getirdi, "Allahü ekber! Ben yalan söylemedim" dedi.
Haricîler hakkında tafsilat için Dört Halife Devri isimli eserimizin 337-388. sayfalarına ve Mezhepler Nasıl Ortaya Çıktı? isimli eserimizin "Haricîler" bahsine bakınız.[981]
Ramazan Ayında Cehennemlikler Azâd Edilir
302. Enes (r.a.) rivayet ediyor:
"Muhakkak ki Allah Ramazan'ın her gecesinde bazı kullarını Cehennemden azâd eder. Ancak Ramazan'da oruç tutmayıp içki içenler bundan hâriçtir."[982]
Zikrin Fazileti
303. Câbir bin Abdullah (r.a.) rivayet ediyor:
"Lâ havle velâ kuvvete illâ billah (Güç ve kuvvet ancak Allah'tandır)" cümlesini çok söyleyin. Muhakkak o doksan dokuz çeşit sıkıntıyı defeder. Bunların en küçüğü, üzüntü ve fakirliktir."[983]
İzah
Tirmizide, "Allah'tan kurtuluş yine Ona yönelmek iledir" ilâvesi vardır.
Bediüzzaman, "Lâ havle velâ kuvvete illâ billah" cümlesinin insanın yokluktan çıkıp atom vaziyetinden mü'min bir kul oluncaya kadar geçirdiği bütün tavır ve hallerine baktığı kanaatindedir. Bu hallerden bâzıları şunlardır:
1. Yokluktan çıkıp var olabilmek için gerekli olan güç ve kuvvet Allah'tandır.
2. Yok olmayıp baki kalabilmek için gerekli olan güç ve kuvvet Allah'tandır.
3. Zararlı şeyleri def edip faydalı olan şeyleri celbedebilmek için gerekli olan güç ve kuvvet Allah'tandır.
4. Musibetten uzak olup istenilen şeylere nail olabilmek için gerekli olan güç ve kuvvet Allah'tandır.
5. Allah'a isyan yoluna girmeyip itaat üzere devam edebilmek için gerekli olan güç ve kuvvet Allah'tandır.
6. Azaba maruz kalmayıp nimete mazhar olabilmek için gerekli olan güç ve kuvvet Allah'tandır.
7. Karanlığa düşmeyip nur ile nurlanmak için gerekli olan güç ve kuvvet Allah'tandır.
Evet, bu mânâları tefekkür ederek söylenecek olan "Lâ havle velâ kuvvete illâ billah" cümlesinin insana çok şeyler kazandıracağı açıktır.[984]
Bir İnsanın Hidâyetine Sebep Olmak
304. Ukbe bin Âmir el-Cühenî (r.a.) rivayet ediyor:
"Birinin Müslüman olmasına vasıta olan kimseye Cennet vacip olur."[985]
[975] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 1/398-399.
[976] Nesâî, Hacc: 7,9; Menâsik: II; Buhâri, Hacc:9; Müslim, Hacc 407. İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 1/399-400.
[977] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 1/400.
[978] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 1/400-401.
[979] Mu'cemü'l-Evsat, 2:458 (1792.) İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 1/401.
[980] Müslim, Zekât: 156; İbni Mâce, Mukaddime: 12.
[981] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 1/401-403.
[982] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 1/404.
[983] Tirmizî, Daavât: 141; İbni Mâce, Edeb: 59. İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 1/404.
[984] İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 1/404-405.
[985] Bediüzzaman Saîd Nursî, Mesnevî-i Nuriye, s. 121. İmam Taberâni, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, (İsmail Mutlu), Mutlu Yayınları: 1/405.