hafiza aise
Mon 20 December 2010, 12:55 pm GMT +0200
İttiba İle Taklit Arasındaki Fark
İnsanlar ittiba ile taklid arasındaki farkı bilmedikleri için aralarında büyük tartışmalar meydana gelmiştir. Mukallidler bazı şüpheleri ortaya atarak taklid etmenin vacib olduğunu savunmuşlardır. Ancak açıklayacağım ittiba ile taklid arasındaki farkla konu ile ilgili Kitab, sünnet ve müctehid alimlerin vacib olan ittiba'ını emredildiği ve haram olan taklidin yasaklandığı netleşecektir. Dolayısıyla mukallidlerin gösterdikleri nassların savundukları taklidin vacibliği ile hiçbir alâkası olmadığı ortaya çıkacaktır. Bu yüzden mukallidlerin konuyla ilgili geniş açıklamalarına hiç yer vermeden, yeterli bulduğum taklid ile ittiba arasındaki farkı açıklamakla yetineceğim.
Bil ki, Allah, Resulü ve müctehid alimler, konu başında tarifini öğrendiğin taklid ile uyulan kişinin yolunu takip edip yaptığının aynısını yapmak olan ittiba arasındaki farkı açıklamışlardır. Geçmiş konularda değindiğim bu farkı burada daha geniş açıklamak için bu bölümü tahsis ettim.
İbn Abdiiber şöyle demiştir: "Alimler ilmi (bilgi) açıklık ve birşeyi olduğu gibi idrak etmekle tanımlamışlardır. Kişiye birşey netleşirse o onu bilmiş olur; mukallidin ilmi, bilgisi olmaz. Nitekim Bühturî şöyle demiştir.
Alimler senin üstünlüğünü bilgiyle bilmişlerdir
Cahiller ise başkasına uyarak üstünsün demişlerdir."
İbn Hüveyl Mindad el-Melikî taklid ile ittibayı tanımlarken şöyle demiştir: "Taklid şer'î bir delile dayanmayan kimsenin sözüne uymaktır. İslâm'a göre bu yasaktır. İttiba ise şer'î delillere uymaktır. Şer'î delillerin kabul edilmesini gerektirmediği kimsenin sözüne uyan onu taklid etmiş olur. Kuşkusuz dinde taklid kesinlikle doğru değildir. Şer'î delillerin uymasını gerektirdiği kimsenin sözüne uyan ona tâbi olmuş olur. Dinde ittiba caiz, taklid ise yasaktır. Böylece şu sonuca varıyoruz. İttiba sadece ve sadece Resulullah'ın bize ulaşan hadîslerine uymak başka hiç kimsenin sözüne uyarak Peygamberin hadîslerini terketmemektir. İlk başta hadîsin sıhhat derecesine bakılır. Sonra sahih ise mânâsına bakılır. Daha güçlü bir nassla çelişiyor değilse, bütün dünya muhalefet ediyorsa bile, o hadîse göre amel edilmelidir. Ümmetin Resulullah'ın bir hadîsini terketmek üzere ittifak etmesinden Allah'a sığınırız. Bunun olması olağan sayılacak birşey değildir. Mutlaka ve mutlaka ümmetten birisi o hadîsi delil olarak almış olmalıdır. Sen hadîsi delil olarak al ve asla çoğunluğun onu terketmesiyle onu zayıf hadîs sınıfından sayma. Biz bunu derken alimlerin üstünlüğünü, değerlerini ve dini muhafaza etmek için sarfettikleri çabaları ve ictihadlarını asla inkar etmemeliyiz. Kuşkusuz her halükârda onlar Allah'ın mağfiretine ulaşmış; bir veya iki ecri kazanmayı haketmişlerdir. Ancak bu bizim, kat'î ve gayet açık nassları onlar daha iyi bilirler şüphesine kapılarak geçersiz sayıp askıya almamızı gerektirmez. Şayet illâki bu şüpheye göre hareket etmekte ısrar ediyorsan, o zaman nasslara dayanan onlardan daha alimdir. Bu durumda ciddiysen, ona neden uymuyorsun? Alimlerin sözlerini ve görüşlerini şer'î nasslarla karşılaştırıp ölçtükten sonra nasslara muhalif sözlerini farkeden onların görüşlerini heder etmiş ve onlara muhalefet etmiş sayılmaz; bilakis onlara gerçek mânâda ancak bunu yaparak uymuş olur. Çünkü onlar anlattığımız gibi taraftarlarına bile yapmalarını emretmişlerdir ve daima şer'î nassları kendi görüşlerinden üstün tutmayı tavsiye etmişlerdir. Oysa zamanımızda çoğu mukallidler uydukları imamın görüşü ile çelişen hadîsler için şayet bu hadîs sahih olsaydı veya sahih ise başka daha güçlü bir hadîsle çelişmemiş olsaydı veya nesh edilmiş olmasaydı, -şayet mukallid Şâfiî ise- İmam Şafiî onu delil olarak kabul ederdi, -ya da Malikî ise- İmam Malik onu kabul ederdi, derler ve doğrusu hadîslerle amel etmeyi dinden bir sapma olarak kabul edip, hadîslerle çelişiyor olsa da, alimlere uymanın vacîb olduğu inancını taşırlar.
Yukarıda zikrettiğimiz müctehid imamların tavsiyelerini bu koyu mukallidçilere anlatarak onları cevapsız bıraktığın zaman kaçmaya başlarlar. Her ne kadar sahih hadîsler günümüze kadar kitaplarda muhafaza edilmiş; cerh, tadil ve sened ilimleriyle tahrife uğramaktan korunmuş olsa da, ancak ne yazık ki günümüzde neshedilmiş olarak görünmektedir. Çünkü insanlar hadîslerle amel etmeyi terketmiş son devir fakihlerinin fetvalarına sarılarak sahih hadîslere muhalif olmasına rağmen reyle yetinmiş bulunmaktalar ve kendilerince hadîslerin hükmü geçersiz olmuştur. Neshin bundan da daha güçlüsü var mı? Kendilerini bu hususta uyardığın zaman "Mezhebimize göre durum budur" derler. Oysa onlar iftira ediyorlar. Her mezhep imamı bu hususta şöyle demiştir: "Sözlerim hadîsle çeliştiği zaman sözlerimi çöpe atın, hadîsle amel edin; mezhebim hadîstir. Alimin her söylediğini kabul edip ona uymak ile ilminden yararlanmak usûlünden istifade etmek arasında fark vardır. Birincisi alimin sözlerini hiç incelemeden kitab ve sünnetten delilini aramadan ona uyar, ikincisi İse Kitab ve sünnetin nasslarmı doğru bir şekilde anlamak İçin ilminden, usûlünden yararlanmaya çalışır. Delile ulaştığı zaman ne alimin ne de başkasının sözüne İhtiyacı kalır. Çünkü alim onun için delilleri doğru anlamak veya delilleri bulmak noktasında bir araçtır. Yıldızla kıbleyi arayan, kıbleyi bizzat müşahede ettiği zaman yıldıza ihtiyacı kalmaz, imam Şafiî şöyle demiştir: "Bir mesele hakkında Resulullah'm hadîsim bilenin başkasının sözünü alıp hadîsi terketmesi icma-i ümmetle caiz değildir."
Uyması gerekli olan Allah ve Resulünün hükmü ile, olsa olsa uyulması caiz olabilen müvvel hüküm arasında da fark vardır. Birincisi Allah'ın Resulüne vahiy olarak indirdiği Kitab ve sünnetten ibarettir ki, Allah'ın kullarına uyulmasını gerekli kıldığı ancak budur. İkincisi uyulması caiz, ona muhalefet etmekle ise insanın fıska veya küfre giremeyeceği müctehidlerin sözleridir. Çünkü müctehidlerin sözleri Allah'ın hükmü olarak kabul edilmez. Kendileri de hiçbir zaman böyle bir iddiada bulunmamışlardır. Nitekim Resulullah, müctehidin hükmüne Allah'ın hükmüdür demeyi yasaklayarak müctehid sahabiye şöyle demiştir: "Onları kendi hükmüne çağır. Allah'ın hükmüne isabet edip edemeyeceğini bilemiyorsun." Bu yüzden müctehidler ictihad ederken şöyle demeyi âdet edinmişlerdir: "Biz ictihad ettik, isteyen kabul eder, isteyen reddeder. Sözlerimizi ümmete vacib bir hüküm gibi gerekli kılmayız."
İmam Ebu Hanife, ictihadı için şöyle demiştir: "Bu benim görüşümdür; bana hadîs getireni kabul eder görüşümü bırakırım," Çünkü Ebu Hanife'nin ictihadı Allah'ın hükmü olarak kabul edilmiş olsaydı, Ebu Yusuf ve Muhammed, ona muhalefet etmezdi ve İmam Şafiî de İmam Malik'in ictihadına muhalefet etmezdi.
Harun Reşid,İmam Malik'e "Muvatta kitabına uymayı herkese gerekli kılalım" dediği zaman İmam Malik bunu reddetmiştir.
"Bu dosdoğru yoluma uyun. Sizi Allah yolundan ayrı düşürecek yollara uymayın." [145] âyeti kerimesi indiği zaman Resulullah (s.a.v.) yerde düz bir çizgi çizdi ve sağından solundan başka çizgiler çizdi. Sonra mübarek parmağını düz çizginin üzerine koyarak "Bu dosdoğru yoluma uyun" âyetini okudu ve diğer eğri çizgilere işaret ederek "Sizi Allah yolundan ayrı düşürecek yollara uymayın" diyerek âyeti tamamlayıp doğru çizgiye işaret etti.
Şeyh İbn Arabî, Fütuhat kitabında buna benzer bir olayı şöyle anlatmıştır. "Fas'ın deniz sahiline düşen Sela şehrinde büyük evliyadan bir adam bana şu rüyasını anlattı: 'Rüyamda aydınlık veren düz ve bembeyaz bir yol gördüm. Yolun sağında-solunda karanlıklar içinde, dikenli ve dar yollar vardı. Gördüm ki insanlar aydın ve bembeyaz yolu bırakıp o daracık karanlık yollarda debeleniyorlar. Dosdoğru yolda çok az kimseyle Resulullah vardı. Arkasına bakıyordu. Birden dosdoğru yolun ta ardında bir adamı gördüm. Sonra onun Şeyh Ebu İshak İbrahim b. Karkur olduğunu farkettim. (Şeyh Ebu İshak büyük muhaddislerden sayılmaktadır) Resulullah İbn Karkur'a 'İnsanları yola çağır' diye sesleniyordu. İbn Karkur ' da var gücüyle insanlara gelin yola 'Gelin, yola gelin,' diye sesleniyordu. Ancak ne kimse ona cevap verirdi' ne de çağırdığı yola gelirdi." [146]
[145] En'am: 6/153.
[146] Şeyh Senusi, Nassın Uygulanışı, İnsan Yayınları, İstanbul, 1995: 143-147.