- İ'tikadda Fırkalar

Adsense kodları


İ'tikadda Fırkalar

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
sidretül münteha
Tue 14 September 2010, 03:39 pm GMT +0200
İ’TÎKADDA FIRKALAR

İmam Şafiî, hayâtında, türlü tslânı fırkalarına mensup birçok kim­selerle buluşup görüştü. Onların bâzılarından Hadîs bile dinleyip aldı. Onların görüşlerini ve düşüncelerini inceledi. Yukarıda beyân ettiğimiz veçhile, Mukâtil îbn-i Süleyman´a ait sözü bunu göstermektedir. Şafiî´­nin çağım iyi anlayabilmek için görüşlerinden haberdar olduğu sanılan ve o devirde yaşayan dînî fırkalardan, kısaca da olsa, bahsetmek yerin­de olur. [1]



1. Fırka: Şîa

59- Şîanın Doğuşu:



Şîa en eski îslâm fırkasıdır. Hz. Osman devrinin sonlarında siyasî bir mezheb olarak meydana çıkmıştır. Hz. Ali devrinde büyümüş ve ge­lişmiştir. Çünkü Hz. Ali halkla temas ettikçe, onu gören halkın ondaki yüksek kabiliyete, onun din ve ilim bakımından kudret ve faziletine hay­ranlığı artıyordu. Propagandacılar bunu istismar ettiler ve kendi mes-heblerini insanlar arasında, yaymak için bunu vasıta yaptılar. Emevîler devri gelince Ali taraftarları zulme mâruz kaldılar. Emevîlerin onlara ezâ ve cefâsı arttı. Mazluma acımak cibilliyetinde olanlar bu halde on­lara acıdılar, içindeki sevgiler coştu ve onları daha çok sevmeğe başla­dılar. Hz. Ali´yi ve evlâdını zulme kurban gitmiş olan şehîdir mertebe­sinde tuttular. Bu sebeple Şîa Mezhebi yayıldı, taraftarları çoğaldı.

Şîa Mezhebinin esasları: Mutediller ve müfritler:

1- îmâmet, milletin re´yine bırakılmış umumî mesalihten değildir ki, ümmetin tâyin etmesiyle olsun. îmâmet dînin rüknüdür, İslâm´ın bir kaidesidir. Öyleyse Peygamber onu ihmal etmiş ve ümmete bırakmış de­ğildir, îmâmı Peygamber kendisi tâyin etmek lâzımdır. îmana büyük, kü­çük bütün günahlardan mâsundur[2].

2- Hz. Ali İbn-i Ebî Tâlib Peygamber aleyhİ´s-selâm tarafından se­çilmiş Halîfedir. O Ashabının (Allah cümlesinden razı olsun) efdalidir, derler. Öyle anlaşılıyor ki Hz. Ali´yi diğer Ashâbdan daha faziletli gö­renler yalnız Şîa değil, Ashâbdan buna kail olanlar da varmış. Ammâr b. Yâsir, Mikdâd b. Esved, Ebû Zer Gıfârî, Selman Fârisî, Câbir b. Ab­dullah, Übey b. Kâ´b, Huzeyfe, Büreyde, Ebû Eyyûb´el Eîısârî, Sehl b. Ha-nîf, Osman b. Hanîf, Ebıı Heysem, Huzeyme b. Sabit, Ebû Tufeyl Âmir b. Vâile, Abbâs b. Abdülımıttalib ve oğulları, Benî Hâşim´in cümlesi bun­lardandır. Zübeyr de bidayette buna kaildi, sonra döndü. Ümeyye oğul-îanndan da buna kail olanlar vardı. Hâlid b. Saîd b. As, Ömer b. Ab-dulaziz bunlardandır[3].

Şîanın hepsi bir derece üzere değildi. İçlerinde Hz. Ali´yi ve evlâdını takdirde çok aşırı gidenler olduğu gibi mutedil olanlar da vardı. Mutedil­ler, Hz. Ali´yi diğer Ashâbdan efdâl saymakla iktifa ederler, kimseyi tekfir etmezler. İbn-i Ebî Hadid bu mutedil zümreden olup onları bize Nehcü´l-Belâga´da şöyle anlatır:

"Bu meselede onlar Fevz-ü Necat Ashabından olup halâs bulmuşlar­dır. Çünkü onlar orta yoldan gitmektedirler... Hz. Ali kendinden önce Halîfe olanların halifeliğine razı oldu, onlara biat etti. Arkalarında na­maz kıldı, onlara kız verdi, onların ganîmetindefı yedi, onun yaptıkların­dan biz öteye geçemeyiz... Ashabın ulularına ta´an etmeyiz. Onlara onun gibi muamele yaparız."[4]



60- Gulât-ı Şîa:


Gulât-ı Şîa, yâni Şîanın müfritleri, Hz. Ali´yi Peygamberlik merte­besine çıkarırlar. Hattâ içlerinden bâzıları Peygamberlik onun hakkı ol­duğunu, Cebrail´in yamlarak onu Hz. Muhammed´e götürdüğünü bile söylerler[5]. Hattâ bir kısmı, Hz. Ali´yi —hâşâ— Tanrı mertebesine çıka­rırlar. Bir kısmı, Allah´ın Hz. Ali´ye ve evlâdından olan diğer imamlara hulul ettiğini söylerler. Bu söz, Allah´ın Hz. isa´ya hulul ettiğine inanan Hıristiyan Dînine benzer, içlerinden bir kısmı ise her imâmın ruhuna ulûhiyyet hulul ettiğine ve kendisinden sonra gelen imâma da intikal et­tiğine inanırlar.

Rafızî olan Şia´nın ekserisi son imâmın Ölümsüzlüğü i´tikadmdadır-lar. Onlara göre son imam hayattadır, günün birinde dönecektir, cevr ve zulümle dolan bu yeryüzünü o, adaletle dolduracaktır. Hattâ Sebeiy-ye taifesi, Ali İbn-i Ebî Tâlib´in hayâtta olduğuna, Ölmediğine inanırlar. Birtakımı ise Muhammed b. Hanîfe´nin hayatta olduğunu, Radvâ dağın da gizlendiğim, yanında bal ve su bulunduğunu söylerler. Bir taife ise, Yahya b. Zeyd asılmadı, Ölmedi, o sağdır, derler. Oniki imam etbâı ise: Onikinci imam olan Muhammed b. Hasan Askerî´ye mehdî unvanını ve­rirler. Otıun Hılle´de bir hanenin bodrumunda gizlendiğini, anasiyle bir­likte derdest edilince orada kaybolduğunu söylerler. Bu mehdi âhir za­manda çıkacak ve yeryüzünü adaletle dolduracak. Bu taife mehdinin çık­masını beklemektedir. Akşam namazından sonra bu hanenin bodrum ka­pısında dururlarmış, bir binek hazırlarlar ve mehdiyi ismiyle çağırarak çıkmağa davet ederlermiş, yıldızlar belirince dağılırlar mış. iş ertesi ak­şama kalırmış. Bunlardan bâzıları ölen imâmın tekrar dünyaya dönece­ğine inanırlar ve buna Kur´ân-ı Kerîm´den, Ashâb-ı Kehfi misâl geti­rirler.[6]


61- Şîanın Aslı:


Görülüyor ki Gulât-ı Şia´ya birçok garib inançlar karışmıştır. Bir­birine uymaz kanaatler kaynağı olmuş. Kendilerini evhama, hurafelere kaptırmış olan bu taife içine eski milletlerden bâtıl inançlar ve hurafeler girmiş. Onlara islâm kisvesi giydirmek istemişler. Yüksek ve saf İslâm akidesini, temiz tevhîd esasını bozmuşlar.

Avrupa ulemâsı Şia´nın aslım araştırmışlar, onda islâm´a sonradan karışma bâzı prensipler bulmuşlardır. Welhosen´e göre Şîa akideleri, İranlılardan ziyade Yahudilikten çıkmıştır"[7]. Zîrâ kunfcusu olan Abdul­lah İbn-i Sebe´nin Yahûdî olması bunu gösterir, diyor.

Dr. Dozi´ye göre ise, Şia´nın asıl menşei iranlıdır, zîrâ Araplar hür­riyete bağlıdırlar. Iranhlarsa krallığa, padişahlığa bağlıdırlar. Padişah­lıkta hükümdarlık miras kalır. Halîfe seçmenin ma´nâsmı anlayamazlar. Hz. Muhammed erkek evlâdı bırakmadan vefat etti. Onun yerine en mü­nasip şahıs amucası Ebû Tâlib´in oğlu ve aynı zamanda Peygamber´iiı damadı olan liz. Ali´dir. Hilâfeti ondan alan Hz. Ebû Bekir, Ömer, Os­man ve Emevîler onu hak sahibinden almış sayılırlar. Bundan başka İranlılar pâdişâhlara İlâhî bir kudsiyet nazariyle bakmağa alişkandılar. Hz. Ali´ye ve torunlarına da aynı gözle baktılar. İmâma itaat etmek bi­rinci derecede gelen ilk vâcibdir, ona itaat, Allah´a itaattir, dediler[8].

Won Flotn diyor ki: Fi´len sabittir ki, Şîa mezheblerinden bâzıları Budistlik, Zerdüştlük, Mânîlik gibi eski Asya dinlerinden karışmadır"[9]

Hiç şüphe taşımaz bir gerçek vardır ki, Şîa, Âl-i Beyti takdis etmek­le ve onlara candan bağlılıkla beraber Gulât´tan olanlar eski Asya dinle­rinden birçok şeyler almıştır. Ruhun bir insandan başka bir insana geç­tiğine kail olan Hind mezheblerinden tenasüh akidesini almıştır. Bir kısmı bu prensibi imamlarına tatbik etmişler, imâmın ruhunun kendisinder sonra gelene getçiğine inanmışlardır. Eski Bırahma ve Hıristiyanlık din­lerinden Tanrı´nın insana hululü akidesini almışlardır. Yahudilikten de birçok şeyler almaşlardır. îbn-i Hazm, imamların rücûu akidesinin Ya­hudilikten geçtiğini beyan ederken diyor ki: "Bunlar Yahudilerin yolun­da yürüdüler, zîrâ Yahudiler Hz. îlyas´m ve Finhas b. Âzâr b. Harun´un bugüne kadar hayatta olduklarına inanırlar. Sofiyyeden bir kısmı da bu yolu tutmuşlardır. Onlar da Hızır ile îlyas´m hâlâ sağ olduklarına inanır­lar. Bâzıları îlyas´m kırlarda, Hızır´ın da yeşil çayırlar ve çiçekler ara­sında bulunduklarını, anıldığı zaman derhal imdada yetiştiğini söylerler"[10]. Görülüyor ki, bâza Şîa akidelerine eski milletlerin ve mezheblerin bo­zuk ve bâtıl inançlarından birçok şeyler karışmıştır. Bunlar ya islâm´ı if-sâd etmek için veyahut da alışkanlık ve eski terbiye tesiriyli karışmıştır. Onlar Müslüman olmuşlar, fakat eskiyi sıyırıp atamamışlar, geleneklerin­den kurtulamamışlardır.

îşte Şia´nın durumu kısaca beyân olundu. Şimdi de Şia´nın bâza meş­hur fırkalarını, onların tarihçesini anlatmak istiyoruz. Tâ ki bu mezhebin , geçirmiş olduğu devirleri tanımış olalım. [11]



62- Sebeiyye Fırkası:


Sebeiyye: Banlar Abdullah îbn-i Sebe´ye uyanlardır. O, Hîreli bir ,; Yahûdidir, Müslüman görünmüştür. Anası bir Zenci câriyedir. Onun için ona İbn-i Sevda´ = Karaoğlu da denir. Hz. Osman´ın aleyhindp çalışıp propaganda yapanların başında gelir. Müslümanlar arasında fâsid düşün­celerini yaydı, bozguncu hareketlerde bulundu. Bunların çoğunu Hz. Ali nâmına uyduruyordu. Evvelâ halk arasında şunu yaymağa bağladı. Tev­rat´ta her Peygamberin bir vâsisi olduğu sözü varmış. Hz. Ali de, Hz. Muhammed´in vâsisi imiş. Hz, Muhammed Peygamberlerin en hayırlısı olduğu gibi, Hz. Ali de vâsilerin en hayırlısı imiş. Sonra Hz. Muhammed´­in tekrar bu dünya hayâtına döneceğini ortaya attı. Hz. îsâ´nın dönece­ğine inanıp da Hz. Muhammed´in döneceğine inanmayanların aklına şaşa­rım, derdi. Bu dediklerine Kur´ân´dan şu âyeti delil gösterdi: "Gerçekten Kur´ân´ı sana inzal kılan seni dönüş yurduna döndürecektir." (Kısas: 15). Sonra yavaş yavaş işi ilerletip Hz. Ali´nin Tanrılığını söylemeğe baş­ladı. Hz. Ali bunu duyunca onu öldürmek istediyse de Abdullah Ibn-i Abbâs buna mâni oldu: "Eğer sen onu öldürürsen taraftarların arasında ihtilâf başgösterir. Halbuki sen Şamlılarla savaşa gitmek niyetindesin, birlik parçalanmasın." dedi. Bunun üzerine Hz. Ali onu Medâin´e sürgün etti. Hz. Ali şehîd edilince, îbn-i Sebe, halkın Hz. Ali´ye olan sevgisini ve bağlılığını istismar etti. Muhayyilesinde işlediği yalanlan Hz. Ali´ye nisbet ederek halkı dalâlete ve fesada sürükledi. Öldürülen Hz. Ali olma­yıp onun suretine girmiş bir şeytan olduğunu, Hz. Ali´nin, Hz. îsâ b. Mer­yem gibi göğe çekildiğini söylüyordu. Yahudiler ve Hıristiyanlar Hz. îsâ´nın katli meselesinde yanıldıkları gibi, Haricîler de Hz. Ali´nin katli meselesinde yanılmaktadırlar. Yahudiler ve Hıristiyanlar, asılmış bir şa­hıs gördüler ve onu îsâ´ya benzettiler. Hz. Ali´nin öldürülmediğine kail olanlar da böyle, Ali´ye benzeyen öldürülmüş bir kimse gördüler ve onu Ali sandılar. Halbuki o göğe çıktı. Gök gürültüsü onun sesidir, şimşek onun gülümsemesidir, dediler. Gök gürlediği zaman Sebeiyye taifesi: Selâm sana yâ Emîrü´l-Mü´minîn, derler. Ömer b. Şurahbî´nin rivayet et­tiğine göre lbn-i Sebe´e, Ali öldürüldü, denilmiş. O da: "Şayet onun kel­lesini bir torba içinde getirmiş olsanız yine onun öldüğüne inanmayız, o ölmedi, gökten inecek, yeryüzüne baştanbaşa hâkim olacaktır." demiş­tir[12] [13]



63- Keysânîyye Fırkası:


Keysâniyye[14]: Bunlar Muhtar b. Ubeyd Sakafî´nin etbâıdır. O bida­yette Haricîlerdendi. Sonra Şia´dan oldu. Müslim b. Akıl, Hz. Hüseyin tarafından Küfe ahvâlini öğrenmek üzere oraya geldiği ^man o da gel­mişti. Ubeydullah İbn-i Zıyâd, Muhtâr´ı yakalattı. Onu doğdu ve hapse attı. Hz. Hüseyin şehîd edilinceye kadar hapiste kaJ´i. Ondan sonra kız kardeşinin kocası yâni eniştesi olan Abdullah İbn-i Ömer onun hakkın­da şefaatçi oldu. Kûfe´den çıkıp gitmek şartiyle serbest bıraktı. O da oradan çıkıp Hicaz´a gitti. Yolda giderken şöyle dediğini naklederler: "Müslümanların efendisi, Peygamberlerin seyyidinin kızının oğlu mazlum şehîd Hz. Hüseyin´in kanını isteyeceğim. Allah nâmına and içerim ki onun kanı için Peygamber Yahya b. Zekeriyyâ´mn kam uğrunda öldü­rülenlerin sayısınca ben de öldüreceğim." Bundan sonra Abdullah îbn-i Zübeyr´e katıldı, zafer kazandığı zaman onu vali yapmak şartiyle ona. bîat etti. Onun saflarında yer alarak Şamlılara karşı döğüştü. Sonraları Yezid´in ölümünden sonra yine Kûfe´ye döndü ve halka: Vâsî´nin oğlu Mehdi, beni size emîn ve vezîr olarak gönderdi. Mülhidieri öldürmemi, Ehl-i Beyt´in kanını dâva etmemi, zayıfları korumamı bana emir etti." dedi.

Bidayette kendisinin Muhammed b. Hanîfe tarafından gönderildiği­ni ortaya attı. Çünkü Hz. Hüseyin´in kanım dâva edecek velîsi o idi. 2îrâ Muhammed b. Hanîfe Hazretleri halk arasında çok itibarlı bir zâttı. Gönüller onun sevgisiyle doluydu. Şehristânî´nin dediği gibi o, ilim ve ir­fan sahibi bir zâttı, fikri keskin, görüşü isabetliydi. Babası Emîrü´İ-Mü´minîn Hz. Ali ona bu harb vak´alannı haber vermişti. Muhammed b. Ha-nîfe Muhtar Sekafî´nin evham ve yalanlarını ve onun kötü niyetlerini haber alınca ümnıet-i Muhammed huzurunda aşikâre ondan teberrî et­ti, ondan uzak olduğunu bildirdi. Buna rağmen Şia´dan bir kısmı Muh­tar Sekafî´ye uymakta devam etmiş, o da onların arasında kâhinlik ve bilgiçlik taslamış durmuştur. Kâhinlerin seci´li sözlerine benzer kafiyeli sözler söyler, onları oyalardı. Kitaplar onun bu secİ´Ii sözlerini nakleder. Muhtar Sekafî, Şîa düşmanîariyle harb etmiştir. Onlara karşı kılıç sallamıştır. Hz. Hüseyin´i öldürmeğe iştirak etmiş birini duydu mu, ona iyi bir kılıç oyunu oynardı. Bu sebeple Şîa onu sevmiş, onun etrafında toplanmıştır. Onlarla beraber intikam dâvasiyle ayaklanmış, fakat Mus´ab b. Zübeyr´le savaşta bozguna uğramış ve öldürülmüştür. [15]



64- Bunların Akideleri:


a) Keysâniyye akidesi: Bunlarda imamların Tanrılığına inanmak yoktur. Halbuki Sebeiyye, beyan ettiğimiz veçhile, Allah´ın cüz´ünün in­sana hulul ettiğine inanır. Keysâniyye´ye göre imam mukaddes bir şah­siyettir. Ona itaat lâzımdır. Onun ilmine mutlak surette güvenilir. Onun hatâdan salim ve ma´sum olduğuna inanılır. Çünkü imam ilm-İ ilâhînin bir sembolüdür.

b) Bunlar da Sebeiyye gibi imâmın rücu´ma inanırlar. Bunlara gö­re imam Hz. Ali, Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin´den sonra Muhammed b. Hanîfe´dir. Bâzıları onun öldüğüne inanır, fakat tekrar döneceğini söy­lerler. Ekserisi ise onun ölmediğine inanır. O Radvâ dağında gizlenmiş­tir, yanında bal ve su vardır. Keysâniyye´den olan şâir bu hususta ba­kın ne diyor:

"Bilmiş olun ki imamlar Kureyş´ten olur, hak velîler dörttür:

"Ali, ve onun oğullarından üçü, bunlar onun evlâdı, bunda gizli bir cihet yok.

"O oğullardan biri îman ve taat oğludur .(Hz. Hasan) Bir oğlu da Kerbeîâ´da gitti. (Hz. Hüseyin)

"Bir oğlu ölümsüzdür, atını sürüp çıkacak ve sancağı çekecektir. (Muhammed Mehdi)

"Bir müddet için Radvâ Dağında gizlendi, yanında bal ve su bulun­maktadır."

c) Bunlar Bedâe i´tikad ederler. Yâni Allâhu Teâlâ ilminin değiş­mesine uyarak dilediğini değiştirir. Bir şeyi emir eder, sonra onun hüâ-fını emir eder. Şehristânî bu hususta diyor ki:

"Muhtar Sekafî bedâe kail oldu. Çünkü o vukubulacak ahvâli bildi­ğini iddia ederdi. Bunlar kendisine ya vahiy olunurmuş veyahut da imam tarafından risâlet sıfatiyle bildirilirmiş. Arkadaşlarına bir şeyi yapmağı veya bir hâdisenin olacağını vaad ederdi. Eğer o şey dediği gibi çıkarsa onu dâvasına delil olarak gösterirdi, işte dediğim oldu, derdi. Yok, eğer öyle çıkmazsa o zaman: Rabbiniz bunu değiştirdi, derdi.

Bunlar ruhların tenâsuhuna inanırlardı. Yâni ruhun cesedden çıkıp başka bir cesede girdiğine kaildiler. Bilindiği gibi, bu fikir eski Hind fel­sefesinden alınma bir şeydir.

d) Bunlara göre her şeyin zahiri ve batım vardır. Her şahsın bi­rer ruhu bulunur. Her nazil olan âyetin bir te´vili vardır. Bu âlemde her misâlin bir hakikati mevcuttur. Varlıkta yayılmış ve serpilmiş olan hik­met ve esrar insanın şahsında toplanmıştır. Bu ilmi Hz. Ali, oğlu Muham­med b. Hanîfe´ye tevdi* etmiştir. Kendisinde bu ilim toplanmış olan adam, işte Hak imam odur.[16]

Bu zikrettiklerimiz onların akıl almaz inançlarından bir kısımdır. Bunlar gösteriyor ki onlar, İslâm prensiplerinden ayrılmışlardır. İslâm´ın ruhundan uzaktırlar. İmamları Peygamberler mertebesine çıkarırlar. On­larca güya Hz. Muhammed´in Peygamberliği onun ölümüyle sona ermi­yor, Âl-i Beyt´te devam ediyor. [17]



65- Zeydiyye Mezhebi:


Bu fırka Şîa fırkaları içinde Ehl-i Sünnet Ve´l-Cemâate en yakın olan fırkadır. Bunlar akidelerinde aşırılık göstermezler. Bunların ekserisi Peygamber´in Ashabından kimseyi tekfir etmezler. İmamları Tanrı ve­ya Peygamber mertebesine çıkarmazlar.

Bunların imâmı Zeyd b. Ali b. Hüseyin olup (Allah onlardan razı ol­sun), Emevî hükümdarlarından Hişâm b. Abdülmelik´e karşı Kûfe´de ayaklandı. Fakat muvaffak olamadı, yakalanıp Kûfe´de asıldı. Zeydiyye Mezhebinin esasları, tagayyüre uğramazdan önce şunlardır:

a) İmâmın ismi değil, vasfı nassla bildirilmiştir. Bir imam bulun­mak lâzımdır, bîat edilmesi gereken imâmın evsafı şöyledir: Hz. Fâtıma neslinden gelecek, muttaki, âlim, cömert olacak, çıkıp halkı kendisine da­vet edecek. Bu sonuncu şartta Şia´nın çoğu ona muhalefet ettiler. Hattâ kardeşi Muhammed Bakır da bunu onunla münakaşa etmiş ve, "Senin mez­hebinin şartına göre baban, imam sayılmamak gerekir. Çünkü o bu dâ­va ile ortaya çıkmadı ve hattâ çıkmağa teşebbüs bile etmedi."[18] demiştir.

b) Faziletçe daha aşağı derecede bulunanın imameti, reisliği caiz­dir. Demek yukarıda sayılan sıfatlar onlarca efdâl ve kâmil olan imam içindir. Bu vasıfları hâiz olan o makama başkalarından daha lâyıktır. Fa­kat söz sahibi olan millet nu vasıfların bâzısı kendisinde bulunmayan bir şahsı unam olarak seçer ve ona bîat ederse, onun imameti sahihtir, ona

Uymak lazımgelir, lıte bu esasa göre Ebu Bekir ve Ömer´in Halifelikleri onlarca d» yerindedir. Onlara biat öden Ashâb-ı Kirim tekfir olumuna. Hilâfet makamına Ebu Bekir´i getirdiler, bunda gözönllnde tuttukları bir masla­hat, riâyet ettikleri dînî bir kaide vardı. Fitne uyandırmamak, umumun kalbini okşamak maksadını gUttüler. Şöyle ki: Hz. Peygamber zamanın­da yapılan harbler henüz unutulmayacak kadar yakındı, Hz. Ali´nin bu harblerde gösterdiği kahramanlıklar herkesin hatırında idi. Kılıcında müşriklerin kanı henüz kuramamıştı. Kalbinde Hz. Ali´ye karşı kin ve intikam hisleri besleyenler vardı. Kalblerin hepsi tamâmiyle ona meylet­miş denemezdi. Herkes ona boyun eğip tabi´ olmayabilirdi. Hilâfete ge­çecek adamın yumuşak huylu, herkesçe sevilen, yaşlı başlı, eski Müslü­manlardan ve Hz. Peygamber´in yakın ahbaplarından biri olması mas­lahat îcâbı idi[19].

Bu sözlerinden dolayı Şia´nın ekserisi Zeyd´den ayrıldı. Bağdadî El-Fark Beyne´l-Fırâk kitabında diyor ki: "Zeyd ile Yûsuf b. Amr El-Sekafî arasında döğüş şiddetlenince bunlar Zeyd´e dediler ki:

— Düşmanlarına karşı biz sana yardımda bulunacağız, ancak bize gunu haber ver: Atan, Ali b. Ebî Tâlib´e haksızlık yapan Ebû Bekir´le Ömer hakkında re´yin nedir?

Zeyd bu suâle şu cevabı verdi:

— Ben onlar hakkında hayırdan başka bir şey söyleyemem. Ben Emevîlere karşı ayaklandım. Çünkü onlar atam Hz. Hüseyin´i şehit etti­ler. Harre günü Medine´yi mubah kılıp yağma ettiler. Kâbe-i Muazzama´-yı mancınıkla atılan taşlarla döğdüler, ateşe tuttular.

Bu sözler üzerine Zeyd´den ayrıldılar."

c) Zeydiyye Mezhebine göre başka başka iki memlekette ayrı iki imam bulunabilir. Aranılan vasıfları hâiz olan bu imamlardan her biri kendi memleketinde İmam — Halîfe sayılır. Bundan anlaşıldığına göre onlar, aynı memlekette iki imâmın bulunmasını caiz görmüyorlar. Çün­kü bu halkın aynı zamanda iki imâma bîat etmesini îcâb eder. Bu ise Hadîsle açıkça yasak edilmiştir.

d) Zeydiyyeye göre mürtekib-i kebîre yâni büyük günâh işleyen kimse tevbe-i nasuh*´etmedikçe Cehennemde ebedî olarak kalır. Bunu on­lar, Mu´tezile´den almışlardır. Çünkü Zeyd Mu´tezile Mezhebine biraz mü­temayildi. Mu´tezile´nin reisi olan Vâsıl İbn-i Atâ ile münâsebeti vardı. Mu´tezile´nin usûl hakkındaki görüşlerini almıştır. Denildiğine göre diğer Şia´nın Zeyd´i sevmemelerinin sebeplerinden biri de budur. Zîrâ Vâsıl´a göre: "Cemel vak´asında ve Şamlılarla yaptığı savaşlarda Hz. Ali yakînen sevap üzerine denemez.İki taraftan birisi hata üzere olduğu muhakkak fakat hangisi bu belli değil![20]


67- Îsmailiyye:


Bunlar Şia´nın imâmiyye bölümünden bir taife olup Cafer Sâdık´m oğlu ismail´e mensupturlar. Bunlara Bâtıniyye de denir. Çünkü imâmı bâtın bulunduğuna kaildirler. Bunlara göre: Cafer Sâdık´tan sonra imam, babasının tasrihi ile oğlu ismail´dir. İsmail her ne kadar babasından ön­ce ölmüş ise de bu tasrihin faydası, imamlığın onun neslinde kalmasını sağlamasıdır. İsmail´den sonra imamet oğlu Muhammed Mektum´e geç­miştir. Bu ilk gizlenen imamdır. Muhammed Mektum´dan sonra Cafer Musaddık´a, ondan sonra oğlu Muhammed Habîb´e geçer. Bu gizli imam­ların sonuncusudur. Ondan sonra Abdullah Mehdi´ye geçer. Bu Mağrib´e hâkim olmuştur. Ondan sonra da oğulları Mısır´a hâkim oldular. Fâtımî-ler işte bunlardır.[21]

Bu mezhebde olanlar; ilk zamanlarda çok takibe uğramışlardır. Onun için bu mezhebin silikleri İran´a kaçmışlar ve orada yuvalanarak bu mezhebe eski İran görüşlerinden birçok şeyler karıştırmışlardır. Gizli maksat güden bâzı kimseler böyle din perdesi arkasında oynamağı fır­sat bilmişler, din nâmına işlerini yürütmüşler ve bunların bağına geçmiş­lerdir.

Bu mezhebi ilk yayan Deysan namındaki kimsedir. Bu fikri Abdul­lah´tan almış vo IımııMm yuyıııııjliı Monra devletin kalbine im dar sokulmuş ve Basra´ya gelmiştir. Umutlu gizlice propaganda yaparak mezhebine davete başlamıştır. Âl-l Beyt´ln mezarlarını ziyaret eden Ye­men ileri gelenlerinden birisiyle buluşmuş, onunla anlaşarak Yemen´e gi­dip orada Âl-i Beyt nâmına davete başlamağa karar vermişler ve böyle» de yapmışlardır. Sonra Kaddah, Mağrib´e iki -adamım gönderdi. Çünkü Mağribliler propagandaya çok kapılırlar. Gönderdiği adamlarına:

Siz gidin, toprağı sürüp hazırlayın, tohum ekecek olan sonra ge­lecek... demiştir. Bundan sonra Mağrib´de Şia propagandası bir sel hâ Ünde aktı. Fâtımîler Afrika´da hükümet kurdular. Tarihten bilindiği gi­bi sonra Abbasî Halîfelerinden Mısır´ı aldılar.
[22]




[1] Muhammed Ebu Zehra, İmam Şafii, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları: 87.

[2] îbn-i Haldun mukaddimesi

[3] Ibn-İ Ebi´I-Hadîd, Nehcü´I-Belâga şerhi.

[4] İbn-i Ebi´I-Hadîd, Nechü´I-Belâga şerhinden hulâsa olarak.

Muhammed Ebu Zehra, İmam Şafii, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları: 87-88.

[5] Bunlara Gurâbiyye fırkası denir. Gurâb karga demektir. Kuş kuşa ben­zediği gibi Hz. AH de Hz. Feygamber´e benzermiş.

[6] İbn-i Haldun mukaddimesi

Muhammed Ebu Zehra, İmam Şafii, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları: 88-89.

[7] Ikdü´I-Ferid´in zikrettiği gibi Şa´bl´nin fikri de budur.

[8] Ahmed Emin, Feerü´l-Islam.

[9] El-Siyâdetü´1-Arabiyye.

[10] lbn-i Hazm, El-Milel Ve´1-Nihâl, c. IV, s. 180.

[11] Muhammed Ebu Zehra, İmam Şafii, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları: 89-90.

[12] Abdü´l-Kâhir Bağdadî, El-fark beynel-Fırak.

[13] Muhammed Ebu Zehra, İmam Şafii, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları: 90-91.

[14] Keysâniyye: Keysâne nisbet olunur. O ya Hz. Ali´nin kaiesiydi veya Mu­hammed b. Hanîfe´nin talebesiydi.

[15] Muhammed Ebu Zehra, İmam Şafii, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları: 91-92.

[16] Şehristânî, El-Milel Ve´1-Nihâl.

[17] Muhammed Ebu Zehra, İmam Şafii, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları: 92-93.

[18] Şehristânî, El-Müed Ve´1-Nihâl.

[19] Aynı eser.

[20] Şeristani El-Milel Ve’l-Nihal.Bu rivayet üzerinde durmak gerekir.Çünkü Mutezile tarihinde maruf olan onarlın mutedil Şiadan olduklarıdır.Şianın çoğu itikadda mutezile mezhebine kaçarlar.

[21]  îbn-i Haldun mukaddimesi. 96

[22] Muhammed Ebu Zehra, İmam Şafii, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları: 96-97.