saniyenur
Wed 28 December 2011, 10:48 pm GMT +0200
2- İstihsan ve Bid'at-ı Hasene
Bid'atın istihsan ile münasebetine gelince, onu da yine istihsanı açıklayarak tesbite çalışalım.
Ebu'l Hasen el-Kerhî, istihsanı şöyle tarif eder:
İstihsan, müctehidin daha kuvvetli gördüğü bir husustan dolayı, bir meselede benzerlerinin hükmünden başka bir hükme dönmesidir.
lstihsanın esası, hükmün küllî bir kaideye aykırı düşmesidir. Onun için öyle bir gerekçe olmalıdır ki, kaidenin dışına çıkmak, ona sarılmaktan şeriate daha yakın olsun.[405] Müctehid imamlardan Ebû Hanife ile İmam-ı Mâlik'in fazlaca başvurduğu istihsan deliline Şafiî şiddetle karşı çıkmaktadır.[406]
Bid'at-ı haseneyi tarif ederken, gizli veya açık, delâleten veya sarahaten Kitap ve sünnetten bir asla =temele isnad eden, Hz. Peygamber (bazılarına göre sahabe ve tâbiin)'den sonra ortaya çıkan şeyler[407] deniliyor ise de, bid'at-ı hasene kabul edilen öyle şeyler vardır ki hiç bir delile dayanmamaktadır. Bu konuda delil olarak ileri sürülen "Müslümanların iyi gördüğü Allah katında da iyidir, müslümanların kötü gördüğü Allah katında da kötüdür."[408] hadisi, Abdullah bin Mesûd'a nisbet edilen mevkuf bir hadistir, diğer bir takım sahih hadislerle tezat teşkil etmekdir.[409] Mesela:
"İsrail oğulları yetmişbir fırkaya ayrıldılar. Hristiyanlar yetmişiki fırkaya ayrıldılar, ümmetim ise yetmişüç fırkaya ayrılacaktır. Biri dışında diğerleri cehenneme gidecektir." Dediler ki:
"Ey Allah'ın Resûlû, ateşten kurtulacak bu fırka hangisidir?" O,
"Benim ve ashabımın üzerinde bulunduğu fırkadır" buyurdu.[410]
Tirmizî'nin "Bu hadis sahihtir" dediği bu hadiste, İslâm ümmetinin yetmişüç fırkaya ayrılacağı haber verilmektedir. Fırkalara ayrılacak ümmetin bir meselenin "iyiliği-güzelliği" konusundaki ittifakı nasıl olacaktır? Buradaki işkal, önceki hadisin yani "Müslümanların iyi gördüğü Allah katında da iyidir..." hadisinin haber-i vâhid olduğu ve mevkuf olduğu gerekçesiyle delil olamiyacağı ileri sürülerek giderilmeye çalışılmıştır.[411]
Kanaatimiz şudur ki, konu tamamen bir anlayış farkından ileri gelmektedir. Yani bid'at-ı hasene anlayışını benimseyen ulemâ, -meselâ, İmam Şafiî bunlardandır- istihsanı kabul etmemektedir. Isühsanı kabul edenler ise ya bid'at-ı hasene diye bir şey yoktur, bid'at, bid'attır, hesenesi seyyiesi olmaz demektedirler. Meselâ, Mâlikilerden Şâtıbî, Hanbelîlerden İbn Receb el-Hanbelî, Şâfiîlerden lbn Hacer el-Askalânî'yi sayabiliriz. Veya belli bazı şartlar ileri sürerek istihsan ile bid'at-ı hasene arasındaki ince farkı tesbit etmek suretiyle, her ikisinin aynı şey olmadığını; istihsanın mutlaka bir küllî kaide ile bağlantısı olurken, bid'at-ı hasenede her zaman böyle olmadığını, dolayısıyle ikisinin farklı şeyler olduğunu ifade etmektedirler. Buna göre belki şöyle ifade etmek mümkün olacaktır: Her istihsanla verilmiş hükümde bid'at-ı hasene ile ilgili bir yön bulunabilir, benzerlikler olabilir ama, her bid'at-ı hasenede, istihsan deliliyle ilgili yönler bulunmaz.[412]
[405] M. Ebu Zehra, a.g.e., s. 262 Trc. s.226.
[406] M. Ebu Zehra, a.g.e., s. 270 Trc. s.232; Şafiî, Risale, s. 219; Şâtıbî, l'tisam, II, 137.
[407] Akhisârî, Risaletü'l-Muhdes, vr.93a.
[408] Müsned,I,379.
[409] Şâtıbî, a.g.e., II, 152.
[410] Tirmizî, 2/107; lbn Mâce, 2/1321-1322.
[411] Ebû Sünne,el-Örf,s.25.
[412] Ali Çelik, Kavram ve Mahiyet Olarak Sünnet ve Bid’at, Beyan Yayınları, İstanbul, 1997: 141-142.