- İsrailoğulları Karun Konusunda İkiye Ayrılmışlardır

Adsense kodları


İsrailoğulları Karun Konusunda İkiye Ayrılmışlardır

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
meryem
Sat 11 December 2010, 03:50 pm GMT +0200
İsrailoğulları Kârûn Konusunda İkiye Ayrılmışlardır

Karun'un mal ve hazineleri, Israiloğulları için bir fitne olmuştur. Mal, amansız bir fitnedir. Birçokları onunla baştan çıkar ve sınavı kaybeder.

Karun'un kendisi malları sebebiyle yoldan çıkmıştır. Mallarını fitne, bozgunculuk ve zulüm için kullanmıştır. Böylece kaybetmiş ve küfre gitmiştir.Malı, helak olmasının sebebi olmuştur.

Kur'an, halkının kendisine karşı iki kısma ayrıldığını bildirir. Bir kısım, iman eden, imanlarıyla üstün olan ve Allanın vereceği mükafatı umarak imanlarında sebat edip Karuna imrenmeyen müminlerdir. Bunlar Karun'un içinde bulunduğu durumu kavramış ve Allanın vereceği mükafatı tercih etmişlerdir.

Bu mümin grup, Karun'a şu sözlerle öğüt vermişlerdir: "Sevinme, şüphesiz Allah sevinenleri sevmez. Allahın sana verdiği şeylerle ahiret yurdunu kazanmaya bak. Dünyadan da payını unutma. Allahın sana iyilik yaptığı gibi sen de iyilik yap. Yer yüzünde bozgunculuk çıkarmaya çalışma. Çünkü Allah, bozgunculuk yapanları sevmez."

İkinci kısım, inancı zayıf olan madde düşkünleridir. Dünya hayatını ve ihtişamını isteyenlerdir. Bunlar Karun'a ve hazinelerine imrenip aklanmışlar, onun ihtişamına vurulmuşlar. İhtişamı içinde karşılarında görünce, "Keşke Karun'a verildiğinin benzeri bize de verilse, şüphesiz o çok şanslıdır" demişlerdir.

Karun'un malı sebebiyle israiloğullarının başına gelenler, her zaman ve her yerde her milletin başına da gelebilir.

Kimilerini Allah mal, zenginlik ve bollukla sınamakta, nzık kapılarını ona açmakta, mallarını çoğaltmakta, o da bu mallara aidanarak fitneye düşmekte, onları haksızlık, zulüm ve bozgunculukta kullanmakta ve Karun'un yolundan gitmektedir. İnsanlar böyle bir Karun'u görünce ona değişik gözle bakarlar.

îlim ve sebat sahibi müminler ise,ona aklanmazlar. Aksine ona öğüt verirler ve hatırlatmada bulunurlar. Onların dediğini kabul etmezse, kesin olarak zarar edeceğine ve helak olacağına inanırlar.

Ama sadece dünya hayatını tercih eden basit insanlar, Karun'a imrenir ve onun yerinde olmayı arzu ederler.

Milletlerde nice Karunlar ortaya çıkmaktadır! Bu Karunlara aldanan nice basit ve aşağılık insanlar olur! Ama Allahın koruduğu, imanda sebat eden, sabreden ve doğru yolu öğütleyen nice iyi kişiler de vardır!

Kur'anın öykülerinde örnek verdiği insanlar, bir zaman veya mekanla sınırlı kişiler değildir. Bunlar insanlar için genel örneklerdir. Tarihin değişik zamanlarında ortaya çıkmakta, bilgi ve basiret sahipleri bunları farketmekte ve kendileriyle beraber yaşayan kimi insanlara tıpatıp uyduğunu görmektedirler, insan öneklerinden tekrar eden durumlarda isimler ve yerler değişir, ama özellikler, kurallar, nitelikler ve gerçekler devam eder.

Kârûn ve ona aklanmayanlar! Ona aldanan ve yerinde olmak isteyenler! Tarihin hiçbir dönemi ve coğrafyası bu tiplerden yoksun olmamıştır.[197]

 Sevinme! Şüphesiz Allah Sevinenleri Sevmez:
 
İmanlarında sebat eden iyi kişiler Karun'a öğüt verdiler. Onun sevinç, kibir ve şımarıklık göstermemesini öğütlediler. "Sevinme! Şüphesiz Allah sevinenleri sevmez" dediler.

Bazıların tuhafına gidebilir; Sevinmek kötü mü ki sevinmemesini söylüyorlar? Allah bütün sevinenleri sevmez mi? Allanın bizleri sevmesi için sevinmeyi kendimize haram mı etmemiz ve sürekli bîr hüzün İçinde yaşamamız mı gerekir? diyebilirler. Şüphesiz her insan sevinir ve neşeli olarak   kalmak   ister.   O   halde   Karun'a   sevinmeyi yasaklamalarının anlamı nedir?

Bu soruları cevaplandırmak için Kur'am Kerimin sevinmekle ilgili söylediklerine kısaca bakalım. Isfahanı, Müfredat kitabında sevinmekle ilgili şöyle der:"Acil bir lezzetle kişinin içinin rahatlamasıdır. Bu daha çok bedeni zevklerde olur"[198]

Kur'anın âyetlerine baktığımız zaman, mubah sevinme ve yasak sevinme diye sevinmeyi ikiye ayırdığını görürüz.

Caiz ve mubah olan sevinme, insan içinin ferahlaması ve hoşnut olmasıdır. Mümin, Allanın kendisine verdiği nimetlere, verdiği güzelliklere ve lezzetlere sevinir. Bu nimetleri de Allahı hoşnut edecek yollarda kullanır.Bu nimetler kendisini şımarıklığa ve kibirlenmeye götürmez, onları hayatın gayesi de yapmaz. Yüce Allah buyuruyor: "Deki bunlar, Allanın bol nimeti ve rahmetiyledir. Buna sevinsinler. O, onların topladıklarından daha hayırlıdır"[199]

âyet sevinmeyi emrediyor ve teşvik ediyor. Sevinilecek şeylerin de, Allahın lutfu ve rahmeti olduğunu belirtiyor. Bunun, dünya malını toplayanların topladıklarından daha iyi olduğunu söylüyor.

Yine şöyle buyuruyor: "Allah yolunda öldürülenleri ölüler sanma. Bilakis diri olup rablerinin yanında rızıklanıyorlar. Alahın kendilerine lutfundan verdiklerine seviniyorlar"[200]

Bu şehitler cennettedirler. Allahın kendilerine yaptığı lütuf sebebiyle orada seviniyorlar.

ikinci çeşit sevinme, yasaklanan sevinmedir.Bu da şımarıklık ve tekebbür ifadesi olan sevinmedir.

Yüce Allah kafirleri kötüleyerek şöyle buyurmaktadır: "işte bu, yer yüzünde haksız yere sevinmeniz ve şimarmanızdan Ötürüdür" [201]

Kafirlerin sevinmesi haksız yeredir. Bu sevinme onları şımarıklığa,   tekebbüre,   serseriliğe   ve   bozgunculuğa götürür.

Yüce Allah buyuruyor:" And olsun ki insana nimetimizi tattırır, sonra onu kendisinden çekip alırsak, şüphesiz ümitsiz bir nanköre döner. Başına gelen sıkıntıdan sonra ona bir nimet tattırırsak, "musibetler başımdan gitti" der. Şüphesiz o, şımarıp böbürlenen birisidir."[202]

Ancak dar görüşlü, kötü ve basit insan, Allahın verdiği nimetlerle kibirlenme, şımarma ve ahlaksızlığa götürecek şekilde sevinir. Kuvvet, makam, sağlık, güzellik, mal ve mevki gibi sahip olduğu bütün nimetler, Allahın ona bağışı, nimeti ve ihsanıdır. Allah onu dilediği insana istediği zaman ve istediği kadar verir. Dilediği zaman da onu sahibinden almaya gücü yeter. Hiçbir kimse ona engel olamaz.

Sahibi ve yaratıcısı olmadığı bir nimetle bir şımarık, bir mütekkebir nasıl sevinir! Garantilemediği ve kendisine kalmayacak olan bir nimetle mütekebbir ve şımarık bir kişi nasıl sevinir! Böyle birşeyi yapan kişinin basit ve aidanmış biri olduğunu söylemedik mi?

Bu tür sevinme sahibini bozar, mahveder, Allanın gazap ve azabına uğramasına sebep olur. Allanın sevgisinden ve hoşnutluğundan yoksun yapar. "Şüphesiz Allah, sevinenleri sevmez".[203]

 Kur'an, Allahın Nimetlerini Kullanmak İçin Kurallar Koymuştur:
 
Karun'a öğüt veren müminlerin ikinci öğüdüne iyice baktığımız zaman, Allahın nimetlerini kullanmak ve malı harcamakla ilgili kapsamlı ve genel geçer şu kuralları içerdiğini görürüz.

1- Ona şöyle dediler: " Alahın sana verdiği şeyde ahiret yurdunu kazanmaya bak, dünyadan da payını unutma. Allah sana iyilik yaptığı gibi sen de iyilik yap, yer yüzünde bozgunculuk çıkarma, şüphesiz Allah bozguncuları sevmez" âyeti şu bölümlere ayırabiliriz:

a- Allahm    sana   verdiği    şeyde    ahiret    yurdunu kazanmaya bak.

b- Dünyadan da payını unutma.

c- Allahm sana iyilik yaptığı gibi sen de iyilik yap.

d- Yeryüzünde bozgunculuk çıkarma. e-Şüphesiz Allah bozgunculuk yapanları sevmez.

Bu cümlelerden her biri, genel olarak Allahın nimetlerini, özel olarak da malı belirlendiği şekilde kullanmakla ilgili Kur'anın sabit bir kuralını açıkladığını görüyoruz. Bu âyet, malda nasıl doğru tasarruf edeceğimizi ve nasıl doğru olarak kullanacağımızı göstermektedir, âyet, mala doğru bakmayı, hem sahibinin hem de başkaların

mutluluğu için nasıl kullanılması gerektiği, Allaha kulluk için, hoşnutluğunu ve cennetini kazanmak için nasıl harcamamız gerektiğini öğretmektedir.[204]

 Birinci Kural: Mal ve Nimetlerde Ahiret Yurdunu Kazanmaya Çalışmak:
 
Yüce Allahın "Allahın sana verdiği şeyde ahiret .yurdunu kazanmaya bak" sözü, onun bize verdiği mal ve nimetlerle ahiret yurdunu kazanmaya çalışmamız ve bütün bu nimetleri ahiret yurdunu kazanmaya yönelik kullanmamız, bütün bu nimetleri ahiret yurdunda mutlu olmamız için bir araç olarak görmemiz gerektiğini öğretmektedir.

Onlardan biri mal olmak üzere, bu nimetlerin kendisi amaç değildir. Sadece dünya hayatı için de bir araç değildir.Belki bütün bu nimetler ahiret yurdunda kurtuluş ve mutluluk için bir araçtır. Bu amacı gerçekleştirmek için sahibinin çok iyi kullanması gerekir.Her birinde ve her parçasında sahibinin bu isabetli kuralı gerçekleştirmesi ve Kur'anın bu güzel öğüdünü yerine getirmeye çalışması gerekir.

Bazı kimseler, "Allahın sana verdiği şeyde ahiret yurdunu kazanmaya bak" âyetini, özellikle ikinci bölümü olan " Ve dünyadan da payını unutma" bölümü ile birlikte ele aldığı zaman yanlış anlayabilir, âyetin her iki bölümünden malın şu iki kısma ayrıldığı sonucunu çıkarabilir:

a- Nimetlerin çoğunu ahiret yurdu için kullanır,

b- bazı nimetleri dünyadan payını almak için kullanır.

Halbuki bu dağıtım, cümlenin ilk kısmı ile bağdaşmaz. Çünkü âyet, Aliahın bize verdiği istisnasız bütün nimetleri ahiret yurdunu kazanmak için kullanmaya çağırmaktadır.

"Allanın sana verdiği şeyde" sözünde bunu açıkça görüyoruz. Yani bütün genelliği ve kapsamıyla Allanın sana verdiği şeyde bunu gerçekleştirmeye çalış, demektir.

Nimetler,  mutluluk ve refah için değil midir? Mal, kazanmak, bolluk ve refah için değil midir? insan, bolluğu, refah ve mutluluğu ne zaman gerçekleştirir? Bular dünyada gerçekleştirildiği   taktirde   kalıcı   ve   sürekli   olur   mu? Şüphesiz bunlar dünyada geçici ve sınırlıdır.  Keder ve sıkıntılarla  karışıktır.  Arzu  edilen,  umulan,  sevilen  ve istenen bütün bu anlamlar en mükemmel, en kalıcı, en sürekli ve en sağlam şekilde ancak ahiret yurdunda, yani cennette gerçekleşebilir.  Onun için Allanın bu gerçeği görmeye muvaffak ettiği kavrayışlı mümin cenneti bunun için   istemektedir.   Mümin,   bütün   bu   üstün   arzuları gerçekleştirmek için sahip olduğu bütün malları ve nimetleri kullanır ve onu ister. Allanın verdiği bütün nimetlerde ahiret yurdunda geçekleşecek olan  emelieri gerçekleştirmeğe çalışır.   "Allahm   sana   verdiği   şeyde   ahiret   yurdunu kazanmaya bak!".[205]

 İkinci Kural: Dünyadan Da Payını Unutmamak:
 
Bu kural, Allahm kendisine nimet verdiği ve onu ahiret yurdunu kazanmak için kullanan herkesi dünya hayatından payını unutmamaya çağırmaktadır.

Bu kural, birinci kuralın nasıl uygulanacağına açıklık getirmiş ve uygulanmasında bazı zihilerde doğabilecek kimi karışıklık ve kapalılıkları gidermiş bulunmaktadır.

Kimi müslümanlar, Allanın verdiği nimetlerle ahiret yurdunun nasıl kazanılacağını bilmeyebilir ve onları kendine haram edebilir.Mubah olan güzel yararlanma ile ondan yararlanmayı bırakabilir. Onu doğru ve helal bir

şekilde kuillanmayarak dünyada o nimetten yoksun yaşayabilir. Kendisine bu yasaklamayı da ahirette onu tatmak için yaptığını sanır.

Rahipler böyle anlamadılar mı? Evlenme, mal ve mülk sahibi olma gibi bazı nimetleri bu yanlış anlama sebebiyle kendilerine yasaklamadılar mı? Dünyada zühd ve nimetleri öhiret için kullanma adına müslümanlardan kimileri -bazı tasavvufçular- bazı mubahları ve güzel rızıkları kendilerine yasaklamadılar mı?

âyet her iki tarafın da yanlış anlayışını, yanlış algılamasını red etmekte, dünyada Allanın nimetlerini helal olarak kullanmayı terketmelerini kınamakta ve hayatta onlardan güzelce yararlanmaya çağırmaktadır.

Bütün nimetlerde ahiret yurdunu isterler. Doğru! Ancak bütün nimetlerde dünyadan da nasiplerini unutmamaları istenmektedir. Dünya hayatında o nimetleri kullanmaları, dünyada güzel ve  mutlu bir  hayat için nimetleri araç yapmaları   istenmektedir.    Kısaca,    malı   kullanır   ve tüketirken,    ahiret    hayatını    kaybettirecek    şekilde tüketmemek, haram yollarda ve şekillerde kullanmamak gerekir,    denilmektedir.    Nimetlerde   ahiret   yurdunu istemenin anlamı budur. Yani, nimetleri ve malları ahiret yurdunu kazandıracak şekilde kullanmak ve harcamak demektir.

"Allanın sana verdiği şeyde ahiret yurdunu iste ve dünyadan da payını unutma" kurallarını oluşturan iki cümle,  dünya  ile  ahireti  Kur'anm  öğrettiği  bir  bağla birbirine bağlamakta, dünyada mal ve nimetlerden yararlanma ile ahirette o mal ve nimetlerle mutlu olma arasında bir bağlantı ve bütünlük sağlamaktadır.

İki kural, Allanın verdiği nimetlerde ahiret yurdunu istemenin dünyada onları Kur'anın gösterdiği çerçevede doğru kullanmak demek olduğunu kararlaştırmaktadır. Böylece mümin, dengeli bir şekilde iki güzeli bir araya getirmektedir. Şöyleki;

a- Dünyada bu'nimetleri helal şekilde kullanmak ve ondan güzelce yararlanmak. Böylece mümin hayatını mutlu, müreffeh, huzurlu, güvenli ve tatlı bir şekilde yaşamış olur.

b- Dünyada yararlandığı nimetlerde ahiret yurdunu istemek, onlarla cenneti kazanarak orada mutlu, müreffeh ve güzel bir hayat sürmek.

Sadece dünya hayatına inanan ve her şeyi ondan ibaret bilen materyalistler, nimetleri ve matları yalnızca dünya hayatı için isterler, ahiretten paylarını unuturlar .Tabii ki ahirette de hiçbir paylan olmaz. Ama mümin insan, materyalistlerin dünyada nimetlerden yararlandığı gibi, hatta onlardan daha güzel yararlandığı halde, onları ahiret yurdunu da kazanacak şekilde kullanır.

Rahipler ve benzerleri, iddialarına göre, nimetleri sadece ahiret için istiyorlar. Böylece dünyadan da nasiplerini unutuyorlar. Ama mümin insan, dünyada onlardan yararlanırken, ahiretini de kazanır.

Yüce Allanın " Deki, Allanın kullarına verdiği ziyneti ve güzel rızkı onlara kim haram etmiştir? Deki, onlar dünya hayatında    müminler    içindir,    ahiret    günü    sadece onlarındır"[206] âyeti   bu   iki   kuralın   anlamını   ifade etmektedir.

Allanın kullarına verdiği ziyneti, güzel şeyleri kim yasaklamıştır? Onlarla ahiret yurdunu kazanmak ve ahirette yararlanmak iddiasıyla dünyada bu nimetleri ve ziynetleri kim kendisine haram eder? Şüphesiz dünya hayatında müminler bu nimetlerle yaşayacak ve onlardan yararlanacaklardır. Dünya hayatında bu nimetlerden yararlanmada müminler ve kafirler ortaktır. Ama müminler dünyada onlardan yararlanırken, ahiret yurdunu da kazanacak şekilde kullandıklarından, kiyamet günü onlar sadece müminler içindir.

Kafirler ise, nimetleri kullanırken ahiret yurdunu kazanma endişesi taşımayıp vahyin öğrettiği çerçevede kullanmadıklarından ve hepsini bu dünya hayatında tüketmek için çabaladığından ahirette alacakları birşey olmaz. Yüce Allah bunu şöyle belirtmektedir: "Ateşe sunuldukları gün inkar edenlere: Dünya hayatınızda sizin için güzel olan her şeyi harcadınız, onların zevkini sürdünüz. Ama bugün yer yüzünde haksız yere büyüklük taslamanızın ve yoldan çıkmanızın karşılığında alçaltıcı bir azap göreceksiniz, denir"[207]

 Üçüncü Kural: Allah Sana Verdiği Gibi, Sen De Ver:
 
âyet, Yüce Allanın verdiği bu nimetlerle insana büyük iyilik yaptığını kararlaştırır. Bu iyilik onun bir lutfu, ikramı ve İhsanıdır, âyet, şükretmek üzere Allanın yaptığı iyiliğe karşılık insanın da iyilik yapmasını istemektedir. "İyiliğin karşılığı iyilik değil midir? Öyleyken, Rabbinizin hangi nimetini yalanlıyorsunuz?"[208]

Bu nimetleri verdiği için Allaha şükrederek ve kullarına iyilikte bulunarak iyilik yapmak. Yüce Allah buyuruyor:

"Rabbiniz, şükrederseniz daha çok vereceğim, diye ilan etti '[209]

Verilen bu nimetlerle ahiret yurdunu kazanmaya çalışarak ve bu arada dünyadan da payını unutmayarak iyilik yapmak.

Bu rabbani nimetleri kullara yararlı olmak, iyiliği yaymak ve hayatlarında hakkın değerlerini egemen kılmak için kullanarak iyilik yapmak.

Allahın verdiği nimetleri insanın iyilik yollarında kullanması, içinde iyilik kavramlarının yerleştiğini, doğruluk, samimiyet, mertlik ve iyiliğinin delilidir.Çünkü ancak erdemli, değerli, samimi ve doğru olan insanlar iyilik yapar. Allahın verdiği iyilğe iyilikle karşılık verir. Allahın nimetlerini iyilikle ve iyilikte kullanır, dünyada onlardan iyilikle yararlanır, onlardan Allahın kullarına iyilikle harcama yapar, insanlarla iyilikle geçinir ve dünya hayatının tümünü iyilikle yaşar.İşte o zaman Allah, ona nimetlerini sürdürür ve iyiliğine iyilikle karşılık verir. "iyiliğin karşılığı iyilik değil mi?"[210]

 Dördüncü Kural: Yeryüzünde Bozgunculuk Çıkarmamak:
 
Yeryüzünde bozgunculuk çıkarma ve Allahın nimetlerini bozgunculuk yapmak için kullanma! Allahın sana verdiği mal nimetini yeryüzünde bozgunculuk çıkarmak için araç olarak kullanma!

Üçüncü ve dördürcü kural, Allahın verdiği nimetleri insanın güzel kullanması gerektiğinde birleşmektedir. Üçüncü kural kişiyi Allahın nimetlerini kullanırken Allaha karşı ve insanlara karşı iyilikle kullanmaya yönlendirmektedir. Dördüncü kural da, yer yüzünde onları bozgunculuk çıkarmak için kullanmak suretiyle kötü kullanmaktan sakındırmaktadır.

Allahın nimetleri, iyi değerlendirmeyen ve güzel kullanmayanların elinde bozulma ve bozgunculuk çıkarma aracı olmaktadır. Allahın verdiği nimetleri bozulmak ve bozgunculuk çıkarmak için kullanan nice kişiler vardır![211]

Makam ve iktidar nimetini azgınlık ve bozgunculuk için kullanan niceleri vardır! Kuvvet nimetini fesat ve zulüm için kullanan niceleri vardır! Sağlık ve afiyet nimetini niceleri bozgunculuk ve haksızlık için kullanmaktadır! Şehvet nimetini niceleri ahlaksızlık ve bozgunculuk için kullanmaktadır! Akıl, zeka ve yetenek nimetini niceleri

bozgunculuk ve kötülük için kuianmaktadır! Allahın türlü nimetlerini bozgunculuk ve kötülük için kullanan nice zalim ve azgınları görüyoruz!

Şüphesiz yeryüzünde ancak zalim ve mütekebbir kişiler bozgunculuk yapar.Allahın nimetlerini de ancak cahil, aldanmış ve aşağılık kişiler bozgunculuk ve kötülük için kullanır.

Bu kibirli ve zorba kişiler, Allahın nimetlerini bozgunculuk ve kötülük için kullanmakla ne elde ediyorlar?

Her şeyden önce bu nimetlerin temel fonksiyonunu işlevsiz kılmakta, güzel iş göreceğine, kötü, çirkin ve haksız bir iş görmeğe yönlendirmektedirler.

O nimetlerle hayatı güzelleştirecekleri ve insanlara yararlı olacakları yerde, hayatın yüzünü bozmakta ve Allahın kullarına eziyet etmektedirler. Onlarla Allahm gazabını istemekte, azabına davetiye çıkarmakta ve Allahın ateşine girmeyi hak etmektedirler. Bütün bunların sonucu olarak nimetleri kötü şekilde kullananlar zarar emekte, mahvolmakta, yıkılmakta ve başarısız olmaktadırlar.

Allahm nimetlerini iyilikte, insanlar arasında iyiliği yaymakta kullanarak kazanan iyi ve değerli insan nerede, nimetleri bozgunculuk, kötülük ve haksızlık için kullanarak zarar eden ve böylece mahvolan zalim, gururlu ve kibirli insan nerede![212]

 Beşinci  Kural: Şüphesiz Allah Bozguncuları Sevmez:
 
Bu cümle, hiçbir yerde ve hiçbir zaman değişmeyen kalıcı ve sürekli olan bir gerçeği kararlaştırmaktadır. O da Allahın bozguncuları sevmediği, gerçeğidir.

Allah, bozguncuları sevmez. Çünkü onlar yer yüzünde bozgunculuk çıkarırlar. Kötülük, zulüm ve haksızlığa çağırırlar. Halbuki Allah iyilik yapanları, ıslah edenleri, adalete ve erdeme çağıranları sever.

Bozguncuları sevmez. Çünkü insanlara eziyet ederler. Allah ise, insanlara yararlı olanları sever.

Allahın sevgisini kazanmayı başaramayan bir insan artık ne yapabilir? Allahın sevmediği bir insana kim bir yarar sağlayabilir? Allah bir insana gazap eder ve azap verirse, ona kimse yardım edebilir mi?

Allahın sevgisini kazanamamış bir insan her şeyi kaybetmiş olur. Ama Allahın sevgisini kazanmış bir insan her şeyi kazanmış olur.

Aliahın sevdiği niteliklere sahip olalım ve hoşlanmadığı niteliklerden uzak duralım ki onun sevgisini kazanalım.[213]

 Onu Bilgimle Kazandım:
 
Kârûn, öğüt verenlerin nasihatini nasıl karşılamıştır? Allahın nimetlerini kullanmayı öğrete- sabit kurallara nasıl bakmıştır?

Kârûn, yapılan Öğüdü red etmiş, gerçekler karşısında gözlerini kör etmiş ve Öğüt verenlere "Ben bunu kendi bilgimle kazandım" cevabını vermiştir.

Bu malı sahip olduğum bilgi ile elde ettim. Layık olduğum için Allah bu malı bana vermiştir. Allah biliyor ki ben buna layıkım. Layık olmasaydım, onu Allah bana vermezdi, demiştir.

Tefsirciler, "Onu sahip olduğum bilgi ile elde ettim" ifadesinin anlamı üzerinde değişik görüşler söylemişlerdir, lon Kesir bu görüşlerinden üç tanesini belirtmektedir.

1- Layık olduğumu bildiği ve beni sevdiği için Allah bu malı bana vermiştir. Bu açıklama, aşağıdaki âyetin anlattığı insanın tavrına benziyor: "İnsana bir zarar dokunduğu zaman bize yalvarır.Sonra bizden kendisine bir nimet verdiğimiz zaman, "bilgi sebebiyle bana verildi" der."[214] Yani, Allah beni bildiği için o malı bana verdi, der.

"Başına gelen bir zarardan sonra ona bizden bir rahmet tattırdığımız zaman, "bu benimdir" der."[215] Yani ben buna layıknTî, der.

2- Kârûn, simya/kimya bilgisine sahipti. Eskilere göre simya bilgisi şimdiki kimya anlamından başka bir anlama sahiptir. Hatta onların anlayışında masala dayanan mitolojik bir bilgidir. Onlara göre, simya bilgisine sahip bir insan bu bilgi ile bakır ve demir gibi değişik madenleri saf ajtına çevirebilir. Bu insanlara göre Karun, sahip olduğu bu bilgi ile önündeki madenleri altına çevirebiliyordu. Onun için malı artmış ve hazineleri çoğalmıştır.

Ibn Kesir, bu düşünceyi eleştirerek şöyle demektedir: Bu temelsiz bir görüştür. Çünkü simya bilgisinin kendisi batıldır. Zira maddeleri değiştirmeğe Allahtan başkasının gücü yetmez. Yüce Allah buyuruyor : "Ey insanlar! Bir örnek verilmiştir, onu dinleyin. Allanın dışında dua ettiğiniz kişiler, hepsi işbirliği de yapsa bir sinek bile yaratamazlar"[216]

3- Kârûn, Allanın ism-i a'zam (en büyük adını) biliyordu. Allaha bu isimle dua etmiş ve ondan dolayı kendisine mal verilmiştir."[217]

Önemli olan, Karun'un layık olduğu için, bu mala sahip olmaya ehil olduğu için, ona sahip omayı hak edecek özel niteliklere sahip olduğu için, başkası bu niteliklere sahip olmadığı için ve Allah kendisini sevdiği için malı kendisine verdiğini sanmasıdır. "Onu sahip olduğum bilgi ile edindim" demektedir.

Kârûn, Allahın kendisini mal ile sınadığı gerçeğini anlamamıştır. Allahın bir kişiye mal vermesinin onu sevdiğinin delili olmadığı gibi, birinin elinde malın az olmasının da Allahın onu sevmediğinin delili olmadığını, malın ikram üstünlük veya aşağılık sebebi olmadığını kavrayamamıştır. Kârûn bunları bilmediği için mal sınavında kaybetmiştir.

Allahın  mal  nimeti  verdiği  nice  insanlar  o  mala Karun'un    gözü    ile    bakmakta,     onun    ölçüsüyle değerlendirmekte ve onun anladığı tarzda anlamaktadır. Söz     veya     eylemleriyle     Karun'un     söylediğini söylemektedirler. Her biri " Ben onu sahip olduğum bilgi ile kazandım "anlayışıyla malı kullanmaktadır.

Kehf suresinde sözü edilen iki bahçe sahibinin bahçesine girerken söylediği şu sözleri hepimiz biliyoruz: "Kendisine yazık ederek bahçesine girerken: Bu bahçenin batacağını hiç sanmıyorum, kiyametin kopacağını da zennetmiyorum, eğer rabbime döndürülürsem, and olsunki orada bundan daha iyisini bulurum,dedi."[218]

Şüphesiz mal imtihan, fitne ve deneme aracıdır. Malın çokluğu sevilmenin ve üstün tutulmanın delili olmadığı gibi, azlığı da aşağılık ve horlanmışhğın delili değildir. Allahın yanında makbul olmanın temeli ve ölçüsü takvadır. Allahın yanında değerli olan da sadece zengin olan değil, takva sahibi olan kişidir. Allahın yananda en değerli olan, en zengin değil, en muttaki olandır. Kur'an bunu açıkça belirtmektedir : "Allahın yanında en değerliniz, en muttaki olanınızdır.Şüphesiz Allah, bilen ve haberdar olandır"[219]

Takva sahibi müminlerin ve sağlam Kur'an anlayışına sahip kişilerin anlayışı budur. Onun için ellerinde mal çoğaldığı zaman azgınlaşrnaz ve yer yüzünde fesat çıkarmazlar. Aksine, bağışladığı için malı Allaha kullukta kullanır ve şükrederler. Ellerinde mal az olduğu veya azaldığı azaman da mahzun olmaz veya ümitsizliğe düşmezler.

Ama Kur'an gözlüğünü ve iman ölçüsünü yitiren kişiler, malın ikram görmenin veya horlanrrfanın sebebi sanır. Çok mala sahip olduğunda Kârûn gibi davranır ve "Sahip olduğum bilgi ile onu kazandım" demeye başlar. Ama malı azalırsa, üzülür ve ümitsizliğe gömülür.

Kur'an böylelerin anlayışını şu şekilde tasvir eder: " Rabbi denemek için bir insana iyilik edip nimet verdiği zaman, "Rabbim beni şerefli kıldı" der.Ama onu sınamak için rızkını daraltıp azalttığı zaman, "Rabbim bana hor baktı" der.[220]

 İhtişamı İçinde Halkın Karşısına Çıktı:
 
Bu da mallarının çokluğunun işlemesine yolaçtığı diğer suçlarına ek başka bir suçtur. Mallarının çokluğu ile mağrur olmakla yetinmemiş, mallan sebebiyle yaptığı kibirlenme, zulüm, şımarıklık ve azgınhgıyla yetinmemiş, öğüt veren müminlerin öğütlerini red etmekle yetinmemiş, mallarına yanlış bakması, onları her türlü lezzet, aşağılık ve kötülük için, ahiret yurdunu unutması ve mallarının çokluğunu Allahın kendisine olan sevgisinin delili olarak göstermesi için kullanmakla yetinmemiştir.

Bütün bu uygulamalar ve cinayetlerle yetinmemiş, onlara daha kötü bir cinayet eklemiş. Halkı olan Israiloğulları için bir fitne olmuş. Onlara karşı azdıkça azmış, haksızlık yaptıkça yapmış ve zor bir sınavdan geçmelerine sebep olmuş. "Halkının karşısına ihtişamı içinde çıkmış".

Bu cümle kelimeleriyle, gölgeleriyle ve esintileriyle bize Karun'un caka satan, böbürlenen ve gözleri kamaştıran ziynet ve ihtişamını canlandırmakta, haya! etmek ve gözünün önünde canlandırmak için okuyucunun zihnini vadiden vadiye götüren saltanat ve debdebesini anlatmaktadır.

Karun'un halkının karşısına çıkarken içinde bulunduğu ihtişamı ne kadar canlandırmaya çalışsak, ne kadar tasvir etsek ve ne kadar anlatsak, yine de eksik canlandırmış ve anlatmış olacağız.Onun için ihtişamı hakkında birşey söylemeye gerek yoktur. Üstelik sahih hadislerde de ihtişamı hakkında hiçbir şey anlatılmamıştır. İhtişamı ile ilgili olarak rivayet edilenler israiüyyat olup kullanılmasının doğru olmadığını daha önce belirtmiştik.

Zaten sabit olmayan bu tür rivayetleri anlatmak, Karun'un halkın karşısına çıkarken içinde bulunduğu ihtişam ve ziyneti, azamet ve debdebeyi tasavvur etme zevkinden okuyucunun zihnini mahrum etmektedir. Onun için sözkonusu ihtişam ve ziynet hakkında bırakalım hayal dilediği tasviri yapsın, sahih olmayan sözler ve rivayetler °nu sınırlandırmasın.

İhtişamı içinde halkının karşısına çıktı. Onları baştan çıkarmak, onlara karşı azgınlığını sergilemek, onlardan daha güçlü ve daha zengin olduğunu göstermek, sadece kendisinin mutlu ve müreffeh bir hayat sürdüğünü belirtmek, hayatın anlamını sadece kendisinin bildiğini, başkaların ise hayat zevkinden ve yaşama lezzetinden yoksun olduğunu sergilemek için karşılarına çıktı.

Karun'un bu ahlaksız davranışı,  aynı yolu izleyen, başkalarını baştan çıkarmak, başkalarına eziyet etmek, onlara karşı kibirlenmek ve şımarmak, caka satmak ve tepeden    bakmak    için    malını    kullanan    herkesin davranışıdır.İnsanlann gönlünü kırmak ve baştan çıkarmak için başkaların huzuruna ziynet ve ihtişamlarıyla çıkanlar az mıdır!   Ahlaksızlık,   edepsizlik,   servet   ve   zenginlik haberlerini başkalarına masallar gibi anlatanlar az mıdır! Kaç çeşit yeyip içtiklerini, nasıl edepsizlik ve ahlaksızlık içinde debelendiklerini,  elbise ve şatafatlarını,  eşya ve mobilyalarını,  ev ve  saraylarını başkalarına ballandıra ballandıra anlatanlar az mıdır!

Hatta halklarının karşısına ihtişam ve ziyneti içinde çıkan     bazıları     Karun'u     fersah     fersah     geride bırakmaktadırlar.  Böyece Karun'dan daha azgın,  daha zalim, daha bozguncu ve daha çok baştan çıkaran kişiler olmaktadırlar.[221]


[197] Dr.Salah Abdulfettah Halidi, (Çeviren: Prof.Dr.İbrahim Sarmış), Kur'an Öyküleri, Kitap Dünyası Yayınları,  (2.Baskı) Konya 2005: I/161-163.

[198] Isfahanı, Müfredat,374

[199] Yunus,58

[200] Aliİmran, 169-170

[201] Mümin,75

[202] Hud,9-10

[203] Dr.Salah Abdulfettah Halidi, (Çeviren: Prof.Dr.İbrahim Sarmış), Kur'an Öyküleri, Kitap Dünyası Yayınları,  (2.Baskı) Konya 2005: I/163-166.

[204] Dr.Salah Abdulfettah Halidi, (Çeviren: Prof.Dr.İbrahim Sarmış), Kur'an Öyküleri, Kitap Dünyası Yayınları,  (2.Baskı) Konya 2005: I/166-167.

[205] Dr.Salah Abdulfettah Halidi, (Çeviren: Prof.Dr.İbrahim Sarmış), Kur'an Öyküleri, Kitap Dünyası Yayınları,  (2.Baskı) Konya 2005: I/167-168.

[206] Araf ,32

[207] Ahkaf, 20 Dr.Salah Abdulfettah Halidi, (Çeviren: Prof.Dr.İbrahim Sarmış), Kur'an Öyküleri, Kitap Dünyası Yayınları,  (2.Baskı) Konya 2005: I/168-171.

[208] Rahman, 60-61

[209] IbrahimJ

[210] Dr.Salah Abdulfettah Halidi, (Çeviren: Prof.Dr.İbrahim Sarmış), Kur'an Öyküleri, Kitap Dünyası Yayınları,  (2.Baskı) Konya 2005: I/171-172.

[211] Allalın verdiği mal ve nimetleri kötü kullanmak, sadece ahlaksızlık ve başkalarına zarar vermek için kullanmaktan ibare! değildir. Bunun yanında Allahın emrettiği infakın yapılmaması, yani is)amın öğrettiği yerlere harcanmaması da en büyük bozgunculuktur. Tarihteki zengin-fakir sınıflaşmasının ve bu iki sınıf çatışmasının sebebi, infakın yapılmamış olmasıdır. Zengin kapitalistlerin adaletsizlik ve hakszılık bozgunculuğuna tepki olarak doğan ve İnsana en büyük zulüm olan komünizm ve sosyalizmin doğmasının sebebi, infakın ve gelir adaletinin olmamasıdır.. Bu materyalist sistemlerin insana nasıl kan kusturduğunu bütün dünya biliyor. Bütün dünya bilmesine biliyor, ama islam dünyasında müslümanların başına  musallat olan ve aydın geçinen iki ayaklı bir sürü yaratık hala bunu bilmiyor. Bilmediği için insanları dünya ve ahirette mutlu kılmak için Allahın gönderdiği vahye düşmanlık yapıyor, zulüm ve felaket olan komünizm, sosyalizm ve onlar gibi bozgunculuk olan başka izmleri dirilterek egemen kılmaya çalışıyor.   Zengin müslümanlar da ellerindeki nimetlerde sadece dünyalık paylarını düşünerek bozgunculuk yaptıkları için "müslûman" sıfatlarıyla en büyük bozgunculuğa ortak oluyor ve insanların dinsizliğin kucağına atılmasına katkıda bulunuyorlar. Müslümanların, küçük bir azınlık dışında, yarı s inin rahiplik hayatına özenmeleri, diğer yarısının da dünya zevkinden başka bir şeye inanmayan materyalistlere benzemeleri sonucu bugün islam aleminin nasıt içler acısı bir duruma düştüğünü hemen herkes görmektedir, (çeviren)

[212] Dr.Salah Abdulfettah Halidi, (Çeviren: Prof.Dr.İbrahim Sarmış), Kur'an Öyküleri, Kitap Dünyası Yayınları,  (2.Baskı) Konya 2005: I/172-174.

[213] Dr.Salah Abdulfettah Halidi, (Çeviren: Prof.Dr.İbrahim Sarmış), Kur'an Öyküleri, Kitap Dünyası Yayınları,  (2.Baskı) Konya 2005: I/174-175.

[214] Zumer, 49

[215] Fussulit, 50

[216] Hac, 73

[217] İbn Kesir, Tefsir, 3/399

[218] Kehf,35-36

[219] Hucürat,13

[220] Fecir, 15-16 Dr.Salah Abdulfettah Halidi, (Çeviren: Prof.Dr.İbrahim Sarmış), Kur'an Öyküleri, Kitap Dünyası Yayınları,  (2.Baskı) Konya 2005: I/175-178.

[221] Dr.Salah Abdulfettah Halidi, (Çeviren: Prof.Dr.İbrahim Sarmış), Kur'an Öyküleri, Kitap Dünyası Yayınları,  (2.Baskı) Konya 2005: I/178-180.