hafiza aise
Thu 5 May 2011, 10:39 am GMT +0200
İSRA VE MİRAÇ
Hira'daki vuslattan bu yana on bir yıl geçmişti. Takvimler, Recep ayının yirmi yedisini gösteriyordu. Bu süre içinde çok gayret edilmiş; ama Mekke akıl almaz bir tepki gösterip bu gayretlere müspet cevap vermemişti. Gerçi, müspet cevap verenler de yok değildi; ama, imanla bütünleşmeleri adına ortaya konulan ölümüne gayretlere karşılık, bırakın müspet cevap vermeyi, koşarak gelmeleri gerekiyordu! Çünkü Allah Resülü (sallallahu aleyhi ve sellern), kendi adına yaşamıyor; can alıcı
434 İsra ve miraç, Kur'an ve sahih sünnetle sabit mütevatir bir mucizedir. Bu seyehate Allah Resülü (sallallahu aleyhi ve sellern), ruh ve bedeniyle birlikte gitmiş, Cibril'i de geride bırakarak nail olduğu olağanüstü iltifatlara rağmen yine ümmetinin arasına dönerek onlar için de, günde beş vakit eda edilecek bir miraçla yükselme ufkunu ortaya koyup kapıyı da sonuna kadar aralık bırakmıştır.
Bilhassa Kur'an açısından bakıldığında konuyla ilgili ayetlerin müphemiyet içinde meseleyi ele aldıkları göriilmektedir. Zira bu, imanı bir meseledir ve imanın dürbünüyle hareket edilmeden kavranılması zor bir hadisedir. Belki de, iradenin elinden ihtiyarı almamak için Yüce Mevla, isra ve miraçla ilgili ayetlerde, sadece güçlü bir imanla bakanların anlayabileceği bir üslup kullanmış ve böylelikle, sınırlı alanda bocalayan aklına meseleyi onaylatamayan1ar için de merhamet kapısını açık bırakmıştır. Aksi halde, sarih ayetiri ifade ettiği manayı inkar eden, şüphesiz bu rahmetten mahrum kalacak ve bu mahrumiyet ise, o insanı her şeyden mahrum edecekti
düşmanlannın bile iman şerbetinden kana kana yudumlayabilmeleri için elindeki bütün imkanlan ortaya koyuyor ve bunun için de hemen her gün kapı kapı dolaşıyordu.
Alkışlanması gereken bu gayretlerin gördüğü muamele de ortadaydı; bilhassa Ebu Talib ve Hz. Hatice'nin vefatından sonra Mekkelilerin takındığı tavır, Taif'te yaşadıklan ve tekrar geri döndüğünde insanlann, mübarek yüzüne ekşimeleri pak ruhunu sıktıkça sıkmıştı ve bu bunaltan ortamda Allah Resülü (sallallahu aleyhi ve sellern), kendini ancak ilahi rahmetin sıcak iklimine atarak bir teselli bulabiliyordu. Zaten, bu rahmet meltemleri de olmasa, Mekke'nin kasveti kaldınlacak gibi değildi!
Derken bir akşam Efendiler Efendisi, amcası Ebu Talib'in kızı Ümmü Hani'nin evinde bulunduğu bir sırada, evin tavanı adeta birden açılmış ve buradan yanına Cibril-i Ebrnin nüzül etmişti.435 Belli ki bu seferki geliş, öncekilerden çok farklıydı. Yanında, daha önceki peygamberlerin de üzerine bindikleri, merkepten biraz büyük, kahrdan da bir miktar küçük boyda 'Burak' adında bir binek vardı. Belli ki, bir davet vardı ve Cibril de, bu davete muhatap olan en kutlu misafiri almak için gelmişti; Sultan-ı Resül, Şah-ı Mümecced, biçôrelere devlet-i sermed, divan-ı ilahide seramed, Ahmed ü Mahmud u Muhammed (sallallahu aleyhi vesellem), Hakk'ın özel davetlisi olarak, gökler velimesine çağnhyordu.
Demek ki bugüne kadar yaşanan mukaddes hüzne, Allah tarafından lutfedilmiş bir ikram vardı ortada ... Vicdanında duyup hissettiği gerçekleri, göz ve kulağıyla da müşahede edebilmesi için Allah (celle celahıhü), kulu Muhammed Musta-
435 Bazı rivayetlerde bu hadisenin başlangıç yeri, Ümmü Hani'nin evi değil de Kabe olarak anlatılmaktadır. Muhtemelen, Ümmü Hani'nin evinde bulunduğu o akşam Allah Resı1lü (sallallahu aleyhi ve sellern), ibadet maksadıyla Kabe'ye gelmiş ve bir müddet ibadet ettikten sonra Hatim denilen yerde bu hadise vuku bulmuştıı.
fa'yı Mekke'den alacak ve kim bilir ne sırh bir yolculuğa çıkaracaktı.
Ancak, bu yolculuk öncesinde, süt annesi Halime-i Sa'diye'nin yanında yaşadığı hadiseye benzer bir ameliye gerekiyordu. Onun için Cibril-i Emin, Efendimiz'in göğsünü yardı ve içini Zemzem suyu ile yıkadı; ardından da, altın bir kase içinde, elinde tuttuğu iman ve hikmetle göğsünü doldurarak kapattı. Sonra da, semanın emini Cibril, insanlığın emini Hz. Muhammed Mustafa'nın elinden tutarak tarifi imkansız bir yolculuğa başladı.