- İslâmın içinde doğup gelişmesinde toplumun yapısı

Adsense kodları


İslâmın içinde doğup gelişmesinde toplumun yapısı

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
sidretül münteha
Fri 27 May 2011, 03:21 pm GMT +0200
I. Fasıl
Dîne Da'vet
İslâm'ın İçinde Doğup Gelişmesinde Toplumun Yapısı



ALLAH'ın Rasûlü Hz. Muhammed (s.a.v), ın en şiddetli bir muhalefetin karşısına dikildiiği bir toplumda İslâm dinini tebliğ ettiğini söylemeye ihtiyaç yoktur sanırım. Çünkü bu dinin tabiatı ve nizâm anlayışı, devrinin ve asrının yaşama sistemine ve özüne ters düşüyordu. Mesajının insanlara yaptığı etki, o günkü ve daha önce bilinen hayat telakkilerinden bambaşka idi.
Cahiliyye müşrikliğinin devlet olduğu dönemde, bu din ile karşılaşan her insan âni bir değişikliğe uğruyor ve bir gariplik içine giriyordu, inkâra kalkışıyor, reddediyor. Fakat bir türlü etkili olamıyordu. Bu yeni dini ilk defa duyanlar korkuyor ve çekiniyorlardı. Hatta yeni dinin etki alanına girmemek konusunda son derece titiz davranıyorlardı.
Nihayet câhiliyye toplumunun ileri gelenleri, yiğit ve cesur kimseleri, azimlileri bu dine gönül açıp îman edince, ailelerinden ve kabilelerinden tecrid edildiler, yalnız bırakıldılar. Kendileriyle her türlü ilişki ve münâsebet kesildi. Boykot ve nümayişler düzenlendi. Günler yeni dinin mensuplarına çeşitli gaileler yükledi. Onlar yeni bir eğitim döneminin ilk öğrenceleri oldular adetâ. Durumlar ve şartlar değişmeye yüz , tuttu. İnsanlar ALLAH'ın bu yeni dinini tanımağa başladı. Tarihin akışını değiştirecek olan bu yeni insanlar yeni dinin savunmasında çelikleşen askeri oldular, insanlar dalga dalga, kabile olarak bu dine girmeye başladı.
Böylece bu din adım adım insanların kalplerinde kökleşmeye başlayarak topyekûn insanlığı etkilemeye başladı.
Tarihte eşine rastlanmayacak şekilde fedâkârlıklar gösteren ALLAH'ın Rasûlü (s.a.v.) ile ashabı büyük bir cehd ve gayretle bu dinin savunuculuğunu üstlendi. Çölün o çekilmez şartlarına rağmen bir avuç insan, şanlı sahâbi, şirk zulmü altında ezilen bu müstakbel toplumun ilk koruyucuları fakir kimselerdi. Sayı ve kuvvet bakımından düşmanlarına kıyasla çok az idi. Fakat yeni din sayesinde elde ettikleri dinamizm ve aktif davranışları, onlara, ilk ortaya çıkışlarından itibaren üstünlük sağladı. Azimleri zayıflamadı. Düşmanlarına karşı sabır ve metanet göstermeye devam ettiler.
Evet… İşte beklenen ve özlenen nizamın ilk müjdecileri yeryüzünde görünmeye başladı. ALLAH'ın arzında İslamın gücü iktidar oldu. 14 asır önce tamamlanmış bu büyük ınkılab, "ma'ruf ve münker" çalışmasını temel olarak kabul etmişti. Yani ma’ruf ve münker bu inkılâbın güvenilir ve yaygın tefsir idi. Bu evrensel inkılâb incelendiği zaman üç sahada çalışma yaptığı görülür:
1- Da'vet ve tebliğ
2- İslâm Devleti'ni kurma hedefi
3- ALLAH yolunda cihad
Müslümanm hayat boyu tahakkukuna çalışacağı bu üç saha, esasen ma'rufu emr münkeri nehiy görevinin bizzat kendisidir. Çünkü bu sahalarda yapılacak çalışma; ALLAH'ın arzu ettiği nizâmın kuruluşu ve ona zıd olan her çeşid sistemin de ortadan kaldırılışını hedef alır. Bu sahalar dışında yapılacak her çalışma; ne ALLAH'ın dinine da'vet olur, ne de bu da'vet İslâmî bir da'vet olur. Yapılan cihad, cihad sayılmadığı gibi, tatbik edilecek hüküm de ilâhi şeriatın hükmü olmayacaktır. Şimdi bu üç temel sahadan genişçe söz etmek istiyoruz:
Da'vet ve Tebliğ: Terim olarak, ma'ruf ve münker görevi, çoğu kez da'vet ve tebliğ ile ilişkili olmadığı, ancak idare ve otoriteye muhtaç bir çalışma olduğu sanılır. Oysa geçmiş bölümlerde açıkladığımız gibi bu kavramlarla ilgili böyle bir ş üpheye düşmenin yersiz olduğu görülecektir. Kapsam ve sahası itibariyle de bu böyledir. Kaldı ki ilim otoritelerinden naklettiğimiz görüşler böyle bir şüpheye de yer bırakmamaktadır. Çünkü dine da'vet ve onu tebliğ etmek, ma'ruf ve münker çalışmalarından biridir. Esasen "ma'ruf ve münker bu kanalla yapılır" dense daha doğru olur.
Bu görüşümüzü te'yid edecek başka açıklamalar arzedelim:
İbn-i Cerir et-Taberî'ye göre, Kur'an-ı Kerimin'in "en hayırlı ümmet" diye vasıflandırdığı ümmet, ma'ruf ve münker görevini yürüten ümmet olarak anlaşılmıştır. Çünkü "ma'ruf'u emredersiniz," ifadesi ALLAH'a ve peygamberine îman eder ve onun getirdiği şeriatıyla hükmetmeyi emredersiniz." demektir. "Münkerden nehyedersiniz," yani ALLAH'a şirk koşmaktan, peygamberi ve onun tebiğ ettiği şeriatını yalanlamaktan ve her çeşit şirk düzenlerine tabi olmaktan insanları men' edersiniz" demektir. 150
Melâciyyun şöyle der:
"Ma'rufu emredersiniz" yani Hz. Muhammed'e (s.a.v.) Kur'an-ı Kerim'e iman etmeyi veya ALLAH'a ve onun tüm kanunlarına itaat etmeyi emredersiniz, "Münkeri nehy edersiniz." yani inkarcılıktan, tüm isyan ye günahlardan insanları men' edersiniz. 151
İmam eş-Şevkanî: Sizden, hayra da'vet eden, ma'rufu emredip münkerden uzaklaştırmağa çalışan bir ümmet "cemaat" olsun, âyetini tefsir ederken şöyle der:
"Dehhak'tan gelen rivayete göre; "ma'rufu emrederler, yâni ALLAH'a ve O'nun Rasûlü'ne îman etmeyi, ALLAH yolunda harcamayı ve ALLAH'a her hâl-ü kârda itaati emrederler, şirk ve kâfirlikten men'ederler. 152
İslâm alimlerine göre ma'ruf ve münker çalışmasının diğer bir yolu da şudur:
1- İnsanları ALLAH'a, Rasûlûn'e ve kitabına da'vet etmek (yani bir da'vet müessesesi kurmak).
2- Şirk, küfür ve peygamberliği inkâr edip onun lüzumsuzluğunu savunanlara karşı kesin tavır takınıp onlarla savaşmak ve bu savaşın farz olduğuna inanıp süresiz cihad yapmak.
Tabiînin büyüklerinden olan Ebu'l-Aliye şöyle buyurur: "ALLAH Teâlâ'nın Kur'an-ı Kerim'de zikrettiği "ma'rufu emretmek"ten murad; insanlığı şirkten kurtarıp islâm'a kazandırmak, "Münkeri nehiy" ise putlara, putçuluga ve şeytanlara boyun eğip kul olmaktan insanlığı uzaklaştırmak' tır. 153



150 el-Câmi-ul Beyân fi-Tefsir-il Kur'an: 4/28
151 et-Tefsir-ul Ahmediyyc: 124
152 Feth-ul Kadir: 1/364
153 Câmi-ül Beyân fi-Tefsir-il Kur'an: 10/109