Eslemnur
Tue 21 September 2010, 07:01 am GMT +0200
İSLÂMÎ HÜKÜMETİN ÖRNEK USULÜ
Hükümetin maksadı.
Kur'an-ı Kerim'e göre, hükümetin maksadı, iyilik, adalet ve ilâhî kanunu hâkim kılmaktır.
A. "Yeryüzüne yerleştirdiğimiz kimselerin kendilerine iktidar verdik. Bunlar, namazı ayakta tutarlar, zekât verirler, iyiliği emrederler ve fenalıktan menederler. İşlerin sonu da Allah'a aittir."
(Hac: 41),
Yani Hak Taalânın yardımına ve O'nun inayetine müstahak bulunan halkın vasıfları şudur: Yeryüzünde kendilerine iktidar ve hükümranlık verilince, şahsi ahlâkları itbiariyle fısk ve fücur, gurur ve kibir, kendilerini büyük görmek yerine, namazı ayakta tutarlar, ellerinde bulunan serveti gayrı ahlakî yollarda ve boş işlerde, nefs havasında ve işrette sarf etmeyip, zekât öderler. Onların hükümeti, iyiliği ortadan kaldırmak için değil, iyiliği teşvik etmek gayesi ile hizmet görür. Fenalıkları teşvik etmek için değil, fenalıklara son vermek için çalışır.
İşte bu kısa tarif ile İslâmda hükümetin maksadı ifade edilmiş olur. Ve bu hükümetin memurları ve buyruk sahiplerinin vasıfları ve hususiyetleri de meydana çıkar. Bir kimse eğer anlamak isterse bu kısa izah ile İslâmda hükümet diye anlatılmak istenilen devlet şeklinin ne olduğu ve ne için vücut bulacağını kavramış olur.[275]
Bu ümmetin şeref ve ayrıcalıklı vasfı, bütün insanlık haklarını yerine getirmesidir. İyi ve makbul (maruf) işlere hizmet etmek, halkı bu hedeflere yöneltmek, fert ve cemiyet olarak hep bu yolda çalışmaktır.
B. "Ve böylece sizi aracı bir Ümmet kıldık (ümmet-i vasat) siz dünya halikının üzerinde gözcü (şahidi) olursunuz. Nitekim Resul de sizin üzerinizde (şahid) gözcüdür."
(El – Bakara: 143).
İşte bu, Hazret-i Muhammed Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in ümmetine has olan önderliğin ilânıdır. Burada her iki cihete de "işaret" vardır. Bir tarafta Hak Taalâ-nın önderliği vardır. Buna göre, "Hazret-i Muhammed Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in tebaiyetini kabul edenler doğru yoldadır" denmektedir. Bunlar doğrulukla ilerlemeye yüz tutmuşlardır. İlerleyerek, öyle bir mertebeye ulaşmışlardır ki, aracı ümmet olmak hakkını kazanmışlardır. İşte bu, kıblenin değişmesiyle alâkalıdır. Dirayet yoksunu kimseler, kıblenin bir mahalden diğer bir mahale değişmesini sadece ve alelade bir yer değişmesi zannederler. Halbuki bu iş doğrudan doğruya o zamanki dünya ahvalinin değişmesi demektir. Hak Taalâ o zamana kadar, dünya önderliğini İsrail oğullarına vermişti. Bu âyet-i kerime ile takdiri ilâhî, bu önderliği ortadan kaldırarak, Hazret-i Muhammed Sallallahu Aleyhi ve Sellemin ümmetini dünya milletlerine önder olarak tayin buyurmuştur. İsrail oğullarını da böyle bir makamdan azletmiştir. İşte bu hususun belirtilmesi için de kıblenin değişitirilmesi emredilmiştir. Yoksa kıblenin Beytülmukaddesten Kabeye değiştirilmesinin başka bir sebebi yoktur.
"Ümmet-i vasat" mefhumunun manası çok kapsamlıdır. Bu kelimenin tercümesini başka kelimelerle yapmak mümkün değildir.
Bundan maksat, ümmetin öyle yüksek ve öyle üstün bir makamı olmasıdır ki, adalet ve insaf ancak bu ümmetin vasıtasiyle kaim kılınmış olur. Dünya milletleri arasında başkanlık bu ümmete verilmiş bulunuyor. Bu ümmet doğruluk ve hakikat üzerinde yürür; eğrilik ve haksızlıkla alâkası bulunmaz.
Sonra buyruluyor ki, sizi "ümmeti vasat" kıldığımızın sebebi de şudur:
"Siz, halkın üzerine gözcü olursunuz. Nitekim Resul de sizin üzerinizde gözcüdür."
İnsanlar ahirette hesap vermeye başladıkları zaman Resul de bizim mesul mümessilimiz olarak bize şehadet verip diyecektir ki, bu ümmete, benim öğrettiğim doğru düşünce, sahih amel ve adalet nizamı üzere yürümüşler ve kendilerine öğretmiş bulunduğum düsturları noksansız olarak, bir şey değiştirmeden ve üzerine birşey eklemeden diğer halka da ulaştırmış ve öğretmişlerdir. Amelî olarak da bu işleri doğru tatbik etmişlerdir. Bundan sonra Resulün yerine geçme vasfı ile, siz de umum insanlara şahidlik edip dersiniz ki, Resul bize neyi nasıl öğretti ise, biz de aynen bunu bu insanlara ulaştırdık. Resul bize neyi nasıl gösterdiyse, biz de bunlara aynı şekilde noksansız ve eksiksiz gösterdik. Ve bu hususta hiç bir kusur işlemedik.
Bu şekilde bu dünyada bir kimse yahut da bir zümre Allah tarafından şahid olmak mansıbına yükselmiş, olursa, hakikatte bu kimse veya bu zümre, halka imamlık ve önderlik makamına da yükselmiştir. Buna göre nerede fazilet ve üstünlük varsa, orada mesuliyet derecesi de o kadar fazla ve büyüktür. Buradan şu mana da anlaşılır ki, nasıl Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem bu ümmete, Allah korkusu, doğru yaşamak, adalet, halt taraftarlığı için canlı şahid ise, bu şekilde O'nun ümmeti de bütün dünya için canlı şahiddir. Nitekim Resulün söz ve fiilleri bu ümmet için örnek teşkil ediyorsa, O'nun ümmetinin de söz ve fiilleri dünyanın diğer halkı için örnek olacaktırs.
Aynı âyetten bir de şu mana anlaşılır:
Nasıl ki Hak Tealâ, bir ümmet olarak, doğru yolda yürümeniz için, hidayet yolunu göstermek maksadiyle Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellemi göndermiş ve O' da sizi doğru yola götürmekten mesul ise — hatta o kadar mesul ki, zerre kadar bu hususta kusur etmiş olsaydı hemen Hak Taalâ kendisini tenkit ederdi — aynı şekilde O'nun ümmeti olan siz de dünyanın diğer halkını doğru yola götürmek ve hidayet yolu göstermek için, bir ümmet kılınmışsınız ki, vazifenizi yapmadığınız zaman siz de tenkit edileceksiniz.
Şimdi eğer biz, Allah Taalânın adaleti karşısında doğru şehadet edip de; Senin Resulün vasıtasiyle bize ulaşmış bulunan hidayetlerini biz de senin diğer kullarına ulaştırmakta kusur etmedik, diye bildiremezsek, o zaman biz de ağır bir durumda mesul oluruz. Bize verilmiş bulunan İmamlık ve önderlik iftiharı da ortadan kalkıp gider.
Bizim imametimiz ve bizim önderliğimiz devrinde, hakiki kusurlarımız, fikir ve ameldeki sapıklıklarımız yüzünden, dünyada bu kadar fitne ve fesat ortaya çıkmıştır. Bunların hepsi için, Şer Önderleri veya Şeytanlar, ins ve cin de bir arada tenkit edileceklerdir. Bize de şu sual sorulacaktır: Dünyada o kadar masiyetler, zulümler ve sapıklıklar icra edilmişti. Bunlar icra edilirken sizler nerede idiniz?[276]
C. "Siz halk için ortaya çıkarılmış en iyi ümmetsiniz ki, doğru yola emreder, eğri yoldan men eder ve Allah'a da iman edersiniz."
(Âli İmran: 110).
Bu mefhum Sûre-i Bakara'nın 70. nci rükuunda da beyan edilmiştir. Nebiyyi Arabî Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in tabilerine bildirilmiştir ki, siz, dünyanın imamlığı, önderliği ve rehberliği mansıbına yükselmiş bulunuyorsunuz. Benî israil, ehliyetsizliklerden ve beceriksizlikleri yüzünden bu mansıptan azledildiler. Onların yerine siz geçirildiniz. Bunun için, şimdi siz ahlak ve amel bakımından dünyanın en iyi insan camiasısınız. Siz de öyle vasıflar olmalıdır ki, bu vasıflar adil imamette zarurîdir. Yani iyiliği kaim kılmak, fenalığı ortadan kaldırmak, Allah (Vahdehü La Şerike Leh) ın cazibesine kapılmak, hem itikadla hem de amel ile kendinizi Rabbe teslim etmek, sizin şiarınız olmalıdır. Buna göre şimdi size tevdi edilmiş bulunan vazifeden siz mesulsünüz. Bunu bilmeniz lâzımdır. Yanlış yolu bırakıp doğru yoldan yürümeniz icabeder.[277]
D. "Beni İsrailden, kâfur yolu tutmuş olanlar, Davud'un ve İsa ibn-i Meryem'in lisanı ile lanet edildiler, bu, onların taşkınlık yaptıkları ve aşırı gittikleri içindir. Onlar eğriliklerden men etmez ve eğri işi ilerletirlerdi. Ne kadar da kötü işler işlerlerdi."
(Maide: 78 - 79).
Her kavim arasında taşkınlık ilk önce birkaç kişi tarafından başlar. Kavmin içtimaî vicdanı canlı ise, o zaman kamuoyu bu taşkınlığa karşı koyar ve taşkınlık ortadan kalkar. Fakat kavmin efradı bu gibi işlerde müsamaha gösterirler, yanlış yol tutan güruhu ayıplayacakları ve onları doğru yola getireceklerine bu sapık azınlığı beğenirlerse, o zaman cemiyet de bu yanlışlıklara ve bu eğri yol tutanlara kapılmış olur. Gitgide fenalık yayılarak bütün ferdleri sarar. Ve bütün bir milleti berbat eder. işte Beni İsrailin içtimaî durumunun da bozulmasına sebep olan hastalık budur.[278]
E. "Ve O'nun yolunda çalışınız; olur ki, siz felah bulursunuz."
(Maide: 35)
Âyet-i kerimenin metninde "cahidû: çalışınız" kelimesi kullanılmıştır. Bu mefhum alelade çalışmak değil; burada karşılıklı çalışma mefhumu vardır. Çünkü kelime "Mücahede: karşılıklı çalışma" şeklinde kullanılmıştır. Aynı zamanda kelimenin kökü "cehd" den geldiğine göre, çaba ve gayretle çalışmak kastedilmiştir. Sade çalışma değil, çaba ile demektir. Esas sahih mefhum şu manayı aksettirir: Hak Taalânın emrettiği yolu kapatmak isteyen herhangi bir kuvvet ve illet ortadan kaldırılmalıdır. Bu yolu açmak ve Allahın rızasını kazanmak için müslümanların işbirliği yapması ve birbirlerine dayanarak çalışması gerekir. Gerek kendi nefsinizi yahut da diğer müslümanları Allahtan başkasına kul yapmak isteyenlerin karşısına dikilerek ve onların bütün bu uygunsuz işlerinin önüne geçerek doğruluğu ortaya koymak için, dayanışmak, yardımlaşmak ve el birliği ile çalışmak şarttır. Ancak böyle bir çalışma sizin gerçek manadaki kurtuluşunuzun ve muvaffakiyetinizin ve Hak Taalâya yakın olabilmenizin anahtarıdır.
Bu âyet-i kerime, her mümin kulu, doğru olmayan işlerle savaşmaya, Allah yolunda çalışmaya, ne şekilde olursa olsun, hangi vasıta bulunursa bulunsun mücadele etmeye davet eder ve yol gösterir. Bir taraftan mel'un şeytan, ve mel'un şeytanın şeytanî olan ordusu, diğer taraftan da insanın kendi nefsinin içinde bulunan nefsi arzuları bütün bunların yanında da Hak Taalâdan yüz çevirmiş yığın yığın insanlar, — ki, bunlar arasında her çeşit, içtimai, medenî ve geçim peşine takılıp Hak Taalâ-yı unutanlar da vardır. — başka bir taraftan, yanlış din, yanlış mezhep ve akideler ile medenî ve siyasî nizam kurup Allahu Taalâya karşı ayaklanma yolu tutmuş olanlar ve Hakkın kulu olmak yerine batılın kulu olmaya insanları mecbur edenler. Bütün bu çeşitli düşmanlara karşı müslüman olanlar çarpışacak ve savaşacaktır. Karşıda bulunan ve savaşılması icabedenlerin hepsinin de silâhları ayrı ayrı olmakla beraber, bir tek gayeleri vardır ve bu gayede müşterektirler. Onların gayesi insanı Allah'tan başka birisine itaat ettirmek ve Allah kulluğundan çıkarıp kula kul yapmaktır. Bunun hilafına insanın ilerlemesi, Hakka yakınlığı ve bu mertebeye yükselebilmesi, şu temel kaideye bağlıdır: Tamamen Allaha itaat etmek, batınından zahirine kadar halis bir niyetle Allahın emrettiği yol üzerinde bulunan maniaları ortadan kaldırmak için savaşa girişmek, her zaman ve her durumda bu maniaları temizleyip yolun açılması İçin çalışmak ve bu şekilde bu yolda yürüme imkânını bulabilmektir.[279]