- İslam'da Çelişki Var Mıdır?

Adsense kodları


İslam'da Çelişki Var Mıdır?

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
Eslemnur
Fri 1 October 2010, 05:44 pm GMT +0200

İslam'da Çelişki Var Mıdır?

Dünyada herhangi makul bir kimsenin istediği vasıf­ların başında, her şeyden önce, şu şart vardır: Bir me­selenin ileri sürülüşünde veya bir tezi müdafaa ediş tar­zında çelişki ve tezata düşmeye meydan vermemek. Akıl sahibi alelade bir insan bile, karşısındakinin sözle­rinde bir mantık silsilesinin bulunmasını ister. Sözlerde bir çe­lişki bulursa hemen itiraza kalkar. Daha ileri bir akıl sa­hibi, hiçbir zaman böyle çelişkiyi gerektiren söz­lere ta­hammül etmez. Fakat ne tuhaf ve acayip bir va­kıadır kî, itiraz edilecek olan, akıllının da üstünde bir dâhi değil, aklın yaratıcısı ve bütün hikmetlerin sahibi bulunan Hak Tealâdır. Yâni bu itiraza mâruz kalacak olan alelade câ­hil, bilgisiz bir kimse değildir. Bu insanlık çapındaki vak'alara itiraz edecekler arasında, ilimde önde gelen şahıslar, hadiseleri incelemeye tâbi tutan akıl ve zekâ temsilcileri, hikmet ve ir­fanla tanınmış sahabîler ve dünya muamelâtını iyi bilen içti­maiyatçılar da (sosyal bilimciler) vardı. Düşünce ve bilgi sahibi bu seçkin kişiler, elbette ki, Al­lah'ın muazzez kelâmında, çe­lişki olmasını istemezler. Böyle bir yanlışlığa da tahammül etmelerine imkân olabi­lir miydi? Yâni onlara şöyle mi hitap edilmesi lâzımdı: Ben arzın ve semavatın yegâne hükümdarı­yım, sizlere de yeryüzünün ayrı ayrı köşelerinde birer küçücük hüküm­darlık ihsan buyurdum. Ve sonra da halka şöyle mi İlâhî ferman erişti: Ey halk! Benim buyruklarıma itaat edin. Benden başka, o diğer ufacık hükümdarlara da itaat et­mekten uzak durmayın. İsterlerse bu iktidar sahipleri, benim hükümlerim ve emirlerim hilafına icraatta bulun­salar dahi, yine onlara uymakta kusur etmeyin. Bu ida­reciler kendi menfaatleri için bir kanun uydururlar, bun­dan başka herhangi bir kanunu da kabul etmez­ler. İlâhî kanunları yürürlüğe koyacakları yerde, arızî ve cemi­yeti gittikçe dejenere eden kanunları tatbik ederler. Gözleri ve idrâkleri İlâhî kanunları görmemezlikten gelir. Kendi ne­fisle­rine tapan bu zümre, keyfî kanunlarına hak kanunu ismi de vererek, halkı bu bozuk prensiplerle idareye kal­kışırlar.

Hak Tealâ, kendi mümtaz peygamberlerini, ancak şu­nun için vazifeli kılmışlardır ki, yeryüzü sakinlerini ilâ­hî dine davet etsinler, sonra da bu hayatî davetin tam zıddı bir şekilde hidâyete çağırdıklarının kanunlarına destek versinler (!) (Hatta Han Bahadır Sahib'e göre bu yolda hizmet etmelerini bile tav­siye ediyormuş.) Hem de irâde buyurmuş ki, bu dinden başka bir din'e de bir nizama da çalışıp hizmet edebilirsiniz (!). O din'in de. - Gayri ilâhî din - muvaffak olması için uğraşıp li­yakatinizi gösterin diye mi buyurmuş (!). Bir taraftan, bütün yeryüzü sakinleri arasından bir zümreyi seçerek, bir has ümmet kurmak isteyecek, onlara doğru yolu gös­terecek, onlar vasıtasiyle de doğru yolun (mârufun) ya­yılmasını sağlamak yoluna gidecek, eğri yolu (münkeri) de bu ümmet vasıtasiyle ortadan kaldırtacak; bu ümme­te de helâl haram ve saireyi öğ­retecek; diğer taraftan da kalkıp onların bazı seçkinlerine sözkonusu münkerleri korumayı farzı kifâye mi kıla­caktır? Bu kimselere siz de gelin, bu eğri yol (münker) lerin ayakta tutun­ması ve revaç bulması için, sarfedilen gayretlere iştirak edin mi denmiştir? Veya doğru yolun karşısına çıkıp durun; bu yoldan kimseyi geçirmeyin dî­ye mi talimat verilmiştir? Doğrulukları kaldı­rıp, bunla­rın yerine eğrilikleri ayakta tutmayı mı telkin edilmiş­tir? İtaat et­meyenler indinde bizim doğru yol dedi­ğimiz eğri yoldur, eğri yol diye bildirdiğimiz de doğru yol­dur; onlar böyle dedikleri için, siz de gelin onların vasıf­landır­dıkları gibi harekete geçin, bunların kalkınması için çalı­şın diye mi buyurul­muş­tur.

İşte çelişki meselesi açık olarak buradadır. Bizim için olduğu kadar muarızlarımız için de tezat bundan başka bir şey değildir. Bu, o kadar açık ve bellidir ki, dü­şünüp taşınmaya da ihtiyaç yoktur.

Fakat düşünülecek ve hayret edilecek asıl nokta şu­ra­sıdır ki, tefsir yazmış bulunan, fıkıh ve makulat ilimle­rinde tedris etmek kabiliyetini ihraz etmiş bîr zümre,.. kendi akılları­nın yettiği kadar .. Collectorlük: (maliye na­zırlığı), devlet işleri idareciliği ve bunun gibi koca ko­ca mevkilerin ve ma­kamların mesuliyetini ellerinde tu­tarlar da, bu işlerde bu gibi mevzularda da çelişkiye düştükleri­nin farkına bile varmazlar. Sonra da Hak TeaIâ hakkında, onların akılları öyle bir hâle gelir ki, alela­de, akılsız, bilgi­siz, cahil bir avam halktan bile buna ben­zer fahiş bir hata ortaya atılmaz.

Han Bahadır Sahib, yazısında şöyle diyor: "İki âyet­ten de açıkça sabit oluyor ki, Hazret-î Yûsuf Mısır hazi­nele­rinin başına geçtikten sonra da Mı-sır'da Firavunun salta­natı devam ediyordu. Mısır Fira­vununun dini de ka­nunu da o ülkede, yürürlükte bulunu­yordu. Yoksa, Allah isteme­seydi, Melik'in kanununa göre O, kardeşini alıko­yamazdı. Bu cümlelerden açık bir şekilde anlaşılıyor k, Mısır'da Melik'in "dini" o zaman yürürlükteydi."