saniyenur
Mon 23 January 2012, 09:27 am GMT +0200
3- İslâm'a Göre Ölüm
İslâm'a göre ölüm bir son değil, daha gerçek bir hayat ve varoluşa geçiştir. [160] İnsanın bu aşkın varoluşu, Kuran'da ahiret ile ifade edilmektedir. Mesela;
“Sonunda sizden birinize ölüm geldiği vakit, gönderdiğimiz melekler (elçilerimiz) onun ruhunu alırlar ve onlar (melekler) görevlerinde noksanlık etmezler. Öldükten sonra insanlar hak olan Mevtaları Allah'a çevrilip teslim edilirler...” [161] ve benzeri ayetlerde ölümün, insan ruhunun bedenden alınarak Allah'ın katına yükseltilmesi şeklinde değerlendirildiği açıkça görülmektedir. Ahiret hayatına geçişin kapısı niteliğindeki ölüm, bu bakımdan ahiret kavramının ayrılmaz bir parçası durumundadır. Bu bağlamda ölümü düşünen, onun ötesini de düşünmek zorundadır. Hal böyle olunca insanın bu dünyada yaptığı fiiller, bu düşüncenin etkisi altındadır ve bu düşünce aynı zamanda ahlakî değerlere de kaynaklık etmektedir [162]. Zira bu konunun mihveri olan kıyamet inancının devamlı olarak insan zihninde canlı tutulmaya çalışılmasının, hafiflik ve dikkatsizlik yerine insanları tam bir istek ve duyarlılıkla hareket etmeye yönelteceği kabul edilmektedir [163].
Kuran'da ahiret olaylarının çok canlı bir şekilde tasvir edildiğini [164], özellikle cennet ve cehennem konusunda diğer semavî dinlerden daha somut bilgiler verildiğini [165] ancak ölümle ilgili detaylı ve direkt bilgiler verilmediğini söylemek mümkündür [166]. İslâm'da bir inanç unsuru olarak ahiret, Allah'a iman ile birlikte tevhidi inanç sisteminin temelini oluşturmaktadır. Bu iki inanç unsuru, ancak bir arada bulundukları zaman var olabilmekte, sistemden birisi çıkarıldığı zaman diğeri de anlamını yitirmekledir Çünkü tevhidi sistem içerisinde insanın dünya ve ölüm sonrası ahiret hayatı, bir bütün olarak ele alınmıştır. Şöyleki, Kâdır-i Mutlak ve âdil olan bir Tanrının olması, zorunlu olarak ahiret hayatını da beraberinde getirmektedir. Zira bu dünyada yapılanların mükafat ve cezalarının verileceği bir ortam olmak zorundadır. Dolayısıyla İslâm'da Allah ve ahiret inancı, Kuran'ın tesis etmek istediği tevhid dininin esasını teşkil etmektedir. Böylece dünya hayatı, ahiret hayatına karakterini vermekte, insanın ahiret hayatındaki durumu, dünya hayatındaki hayat tarzına bağlanmaktadır. Yine ahiret hayatı insanın dünya hayatı üzerinde de doğrudan etkilidir. Şöyleki, insanın yalnızca dünya hayatını öne çıkararak zaaflarına tekabül edecek zevklere yönelmesi, diğer taraftan ahiret hayatını öne çıkararak, dünya hayatının nimetlerine sırt çevirmesi, tevhidi anlayışın dışında kalmaktadır. Oysa insan dünya ve ahiretteki varoluşunu birlikte ele almalıdır [167].
İslâm'a göre dünya-âhiret arasındaki ilişkiye daha yakından bakacak olursak, dünya ve âhiretin, insanın zevki ve faydası açısından değerlendirildiği söylenebilir. İnsanın acı ve zorluklardan kaçan tabiatı da bunu gerekli kılmaktadır. Yani dünya ve ahiret denildiğinde ilk olarak insana sunduğu fayda anlaşılmaktadır. Dünya insana arzuladığı menfaatleri sunmaktadır. Yani dünyada faydalanma vardır [168]. Ahiret ise hayrın sunulduğu yerdir [169]. İnsan ise dünya ve ahiret sevabını arzulamakta [170] ve ikisinin de acılarından kaçmaktadır [171]. Böylece dünya ve ahiret, insanın karşısında ulaşılması gereken birer hedef gibi durmakta, bu perspektiften dünya ve ahiret birbirlerinden farksız gibi görünmektedir [172]. Ancak mutlaka aralarında bir tercih yapılması gerekirse, Kur'an'da âhiretin dünyadan daha üstün tutulduğunu söylemek mümkündür. [173]
İslâm alimleri, özellikle ölümden sonra dirilme ve hayat konusunda yaptıkları açıklamalarla, ölüm hadisesini bir geçiş olarak değerlendirerek [174], ölümün mukadder bir fenomen olduğu ve ondan korkulmaması gerektiği tezinde birleşmişlerdir[175]. Buna göre onlar, ölüm karşısında sergilenmesi gereken tutumu, hiç ölmeyecekmiş gibi dünyaya, yarın ölecekmiş gibi ahirete hazırlanmak olarak tespit etmişlerdir. Böylece islâm dininin, inananların ölüm karşısında müspet bir tutum sergilemeleri ve dünya-ahiret dengesini korumalarını istediğini söylemek mümkündür.
İslâm'a göre her insanın ölümümün ne zaman olacağı daha önceden tespit edilmiştir ve onun zamanını Allah'tan başkası bilemez [176]. Ölümden sonra gidilecek olan ahiret hayatı ise ebedidir ve orada ölüm yoktur [177]. Yine Kuran'a göre inananların ölümlerinin de kolay olacağı vurgulanmaktadır [178].
Ayrıca İslâm, ölümle ilgili tutumları özellikle yeniden dünyaya gelme üzerine bina edilen Uzakdoğu dinlerinden kesin çizgilerle ayrılmakta, yeniden dünyaya dönenlerin eski durumlarını düzeltme yerine yine önceki gibi davranacaklarını ima etmektedir. Yani İslâm'a göre insan, öte âlemdeki geleceğini şekillendirme konusunda sadece tek bir şansa sahiptir ve o da doğumla ölüm arasında geçen süredir. [179]
Ölümü öte aleme bir giriş kapısı ve son derece tabiî bir olay olarak değerlendiren islâm dini, diğer dinlerden farklı olarak ölüm düşüncesi üzerinde özellikle durmuş, ölüm düşüncesini dini bir motivasyon olarak kullanmak istemiştir [180]. Bu meyanda Hz. Peygamber;
“Lezzetleri yok edici olanı, yani ölümü çokça hatırlayınız” [181] hadisiyle insanları ölümü düşünmeye yönlendirirken, başka bir zaman da kendisine yöneltilen;
“müminlerin en akıllısı kimdir?” sorusuna;
“ölümü çok anan ve ölümden sonrası için güzel hazırlık yapanlar var ya işte onlar en akıllı olanlardır” [182] cevabını vererek, ölüm düşüncesine verdiği önemi vurgulamıştır.
İslâm'a göre ölümden bahsederken belli başlı İslâm filozoflarının konuyla ilgili görüşlerine de değinmek yerinde olacaktır. Zira felsefe tarihinin başlangıcından bu yana üzerinde sık sık düşünülen ölüm konusu ile ilgili olarak, ahiret hayatına sürekli atıfta bulunan bir dine mensup olan İslâm filozofları da epeyce söz söylemişlerdir. Konuyla ilgili olarak Fârâbî, diğer müslüman düşünürler gibi en büyük mutluluğun ölümden sonra gerçekleşeceğine inanır [183]. Ayrıca Pisagor, Eflatun ve Stoa mektebinden gelen nefsin bedeni kayıtlardan kurtulduktan sonra tam mutluluğa erişeceği inancını o da paylaşmaktadır. Bununla birlikte bu düşünce, ona göre kimseyi hiçbir zaman ölümün iyi olduğu ve gönüllü olarak ölümün istenebileceği sonucuna götürmemelidir. Nitekim Fârâbî'ye göre erdemli kimse, ne bir kötümserin hayattan uzaklaşmak için ölümü bir çare saymak şeklindeki düşüncesine, ne de ölümün korkulması gereken büyük bir şey olduğu şeklindeki fikrine katılır. Bu durumda erdemli kişi, yaşamayı sadece mutluluğu artırmak için ister [184]. Ona göre erdemli kişi, kendi şahsi amaçlarını da aşarak, kendini memleket menfaatine atar. Ülkesine faydalı olacağı için yaşamak ister ve hatta vatanı için hiç çekinmeden ölür. Buna göre Fârâbî, ölümden ancak cahil ve fâsık ülkelerin insanlarının korkacağını, zira cahillerin gözünde değerli olan şeylerin, bayağı lezzetler, şehvet vb. gibi şeyler olduğunu, fâsıkların da, ya dünyada bırakacakları menfaatlerden ayrılmayı istemediklerinden, ya da öte hayatta mutluluktan mahrum kalacaklarını bildiklerinden dolayı ölümden korktuklarını savunur [185].
İbn Sîna, ölüm konusuyla üzerine müstakil bir risale yazacak kadar ilgilenmiştir. Bu konuyla ilgili görüşlerini daha ziyade bu risalede ortaya koyan düşünüre göre hayat ve ölüm tabiî ve iradî olmak üzeri ikiye ayrılır. Ona göre iradî ölüm; her türlü şehveti öldürmek ve şehvetlere düşkünlüğü terketmektir. İradi hayat ise, insanın dünya hayatında peşinden koştuğu, her türlü yeme, içme ve şehvetten ibarettir. Tabiî hayat; insanın gıpta edilecek ebediyetle ilimlerden müstefit olduğu lezzetlerle bekasını, cehaletten beraat ve kurtuluşunu ifade eder. Bundan dolayıdır ki Eflatun;
“İradenle öl ki, tabiatla diriksin” demiştir. Böylece tabiî ölümden korkan kimse, vukuu muhakkak olan bir şeyden korkmuş olur. Ölümün, insanın Allah'tan gelen varlığının yine O'na dönmesi demek olduğunu, bu durumda ölümden korkanların kendilerinden korkmuş olacağını düşünen İbn Sina'ya göre yokluğunu hayatında, noksanını tamamında zanneden birisinden daha kötü kimse olamaz [186]. Ona göre, ölüm korkusu insanın hissedebileceği korkuların en şiddetlisi ve en etkilısidir [187]. İbn Sina, bu görüşüyle bütün korkuların temelinde ölüm korkusu bulunduğunu öne süren günümüz psikolojisiyle de benzerlik arzetmektedır.
İbn Sina'ya göre ölüm korkusunun nedenleri özetle şöyledir: Ölümün gerçekte ne olduğunu bilmemek, öldükten sonra ruhun da bedenle beraber tamamen yok olacağına inanmak, öldükten sonra nefsin nereye intikal edeceğini kestirememek, ölümden önce ve ölüme neden olan hastalıkların acı ve ızdırabından başka ayrıca ölüm için de bir elemin var olduğunu zannetmek, cezalandırılmaktan korkmak, geride bırakacağı mal ve miras yüzünden üzüntü duymak [188]. İbn Sina'nın ölüm korkusunun boyutlarıyla ilgili yaklaşık on asır önce ortaya koyduğu bu tespitlerin, 1960’1ı yıllardan itibaren batıda, yoğun bir şekilde başlayan tanatoloji çalışmalarının ortaya koyduğu boyutlarla pekçok açıdan paralellik göstermesi ilgi çekici bir durumdur. Mesela Thorson-Powell tarafından geliştirilen ve bizim da araştırmamızda veri toplamak amacıyla kullandığımız “Ölüm Kaygısı Ölçeğinde de ölüm kaygısı aşağı yukarı aynı boyutlardan ele alınmıştır. Bu durum, psikolojik çalışmaların İslâm dünyasında batı dünyasından daha önce başladığına.açık bir delil teşkil etmektedir.
Gazâlî de ölümü bir uyanış olarak değerlendirir ve şöyle der:
“İnsan uykudayken rüyasında gördüğü bir takım şeylerin varlığına inanır. Uyanınca ise rüyasında gördüklerinin aslı olmadığını anlar. Dünya hayatı da âhirete göre bir uyku hali sayılabilir. Öyleyse içerisinde bulunduğumuz hayat da bir rüyadan başka bir şey değildir. Muhtemel ki ölünce uyanacağız” [189].
Ölümü dinî hayati olumlu yönde motive edebilecek ve ona ivme kazandıracak bir faktör olarak düşünen Gazâlî, bu konuda özetle şunları söyler:
“Kendisine ölümün pek yakın olduğu kimseye, sadece onu düşünmek, sadece onu anmak, o maksatla hareket etmek, onun hesabıyla meşgul olmak, zihnini ona vermek, sadece onu beklemek, kendisini ölülerden saymak ve onlarla bir görmek yaraşır. Zira gelecek olan her şey yakındır. Uzak olan ise gelici değildir” [190]. Gazâlî'nîn ölümü düşünmek konusunda söylediklerine baktığımızda abartılı bir ifade görmekteyiz. Zira hayatın her anını ölümü düşünerek geçirmek, daha önce de değindiğimiz gibi, insanı hem psikolojik olarak huzursuz eder, hem de dünyaya karamsar bir şekilde bakmasına neden olur [191]. Bundan dolayı Gazâlî'nin bu konuda söylediklerini, gerçek manasıyla değil de insanların ölüme ilgilerini çekmek için kesretten kinaye olarak değerlendirmenin daha doğru olacağı kanaatindeyiz.
Ölümün korkunç sırının çözülemeyeceği konusunda ısrar eden Gazâlî'ye göre, bir insanın şakı veya said olduğu ölüm anında belli olur. Eğer bir kişi dünya sevgisinin kalbinde baskın olduğu bir zamanda ölüyorsa, onun durumu tehlikeli olabilir. Çünkü ona göre kişi nasıl yaşarsa öyle ölür. Bu durumda ölüyorken ona korku ve dehşet düşer. Zira o öldükten sonra kalbinin değişmeyeceğini bilir. Değişiklik ise, ancak dünyada sahip olunan organlar vasıtasıyla olur. Geri dönme ihtimali olmadığına göre, insanın korku ve mutsuzluğu daha da artar. Allah sevgisiyle ölen insan, tıpkı bir hizmetçinin efendisiyle buluşmaya can atması gibi, Allah'a gitmek ister. Ona göre itaatkar insan, ölüyorken durumunun iyi olacağını bilebilir. Onun ruhu, muhtemelen hiçbir zorluk olmadan alınacaktır. O ölüm meleğini en güzel bir biçimde görebilir ve hatta ona cennette gideceği yerle ilgili olarak birtakım bilgiler de verilebilir. Günahkarlara da gidecekleri yerle ilgili birtakım bilgiler verilebilir ve onlar için ölüm meleğini görmek büyük bir azap olur [192]. Ölüm hakkındaki temel fikirleri böyle olan Gazâlî, ölüm korkusunun nedenlerini, dinin gereklerine göre yaşamamaktan kaynaklanan cezalandırılma korkusu, öte alemle ilgili belirsizlik, sahip olunan mal ve mülkü kaybetme ve buna bağlı olarak hayatın zevklerinden mahrum kalma korkusu olduğunu vurgulayarak [193], bu konuda aşağı yukarı Farabi ve İbn Sina ile aynı görüşleri paylaşmaktadır. İbn Mıskeveyh de müslüman bir düşünür olarak, insanların âhiret hayatındaki durumlarının bu dünyada yaptıklarına bağlı olduğuna inandığını ifade etmiştir. O, bilgi eksikliği yüzünden ruhun ölümsüzlüğü konusunda kuşkuya kapılanlardan söz ederek, onları diğer canlı ve bitkilerde olduğu gibi, insanın da bedensel bileşiminin bozulmasıyla yok olup gideceğini düşündüklerinden dolayı “İlhad” ile suçlar. Zira İbn Miskeveyh'e göre onlar, hikmet ve din yolundan çıkmışlardır [194]. Bu görüşlerinden hareketle ibn Miskeveyh'e göre, ölüm korkusunun nedenlerinden birisinin, ruhun ölümlülüğüne olan inanç olduğunu söyleyebiliriz.
Muhasibî'ye göre ise korku, salt bir heyecan, ümitsizlik ve panik hali değil, vazifelerin ve her türlü neticenin şuur halidir. Objesi asla Tanrı olmayan korku, vazifeleri tam olarak yerine getirip getirmeme, Tanrı'ya her an borçlu olunan şükrü ifa edip edememe endişesini, kişide azaba uğrayabileceği duygusunu ve âhiretin neticesinin verdiği dehşet hissini uyandırır. Ona göre takvanın aslı korkudur ve korku takvadan her zaman önce gelir [195]. Ölüm şuurunun devamlı uyanık tutulması gerektiğini vurgulayan Muhasibî'ye göre uyuyan insanda birtakım aktiviteler durur. Nefes de insanın aktivitelerinden birisidir ve uyku anında alınan nefesle beraber hayat devam etmektedir. Ölüm için hayatıyatın de durması gerekir. Uyku insan aktivitelerini durdurmakla, insanı ölüme bir adım yaklaştırmaktadır. Her gün böyle ölüme yaklaşıp dönen insanda ölüm şuurunun'da uyanık olması gerekir [196].
Bu konuda şunu da söylemek gerekir ki, devamlı ölümü düşünmeyi tavsiye eden bazı din âlimlerinin bu teklifleri, psikologlar tarafından pek fazla kabul görmemektedir. Zira onlara göre dindar olsun veya olmasın çoğu insan için devamlı ölümü düşünmek mümkün görülmemekle birlikte, bu durum hayatı yaşanmaz hale getirebilir. Buna göre devamlı bir korku içindeyken yaratıcı şeyler yapmak imkansız olmasa da psikolojik olarak son derece zordur, idamdan son anda (güçbela) kurtulan insanların sonradan anlattıklarına göre, onlar infazı beklerken bazıları sürekli bir kaygı içerisinde yaşamışlar, bazıları akıllarını kaybetmiş, bazıları da yıllar sonra bile o anda hissetmiş oldukları kaygıların nevrotik izlerinden kurtulamamış ve tedirgin bir hayat yaşamışlardır [197]. Ancak burada şu da ifade edilmelidir ki, islâm dini ölüm düşüncesini devamlı surette teşvik ederken onu dini bir motivasyon olarak kullanmak istemiştir. Yoksa insanları devamlı surette ölümü düşünmeye yönlendirerek bir bunalım oluşturmaya çalışmamıştır. Zira ölümü düşünmek islâm dinine göre farz değil sünnet, ama birçok farzın eda edilmesine büyük katkıda bulunabilecek bir sünnettir. Hz. Peygamberin ölüm düşüncesiyle ilgili hadislerinin de insanın ölümlü olduğu bilinciyle yaşaması gerektiği istikametinde değerlendirilmesinin daha doğru olacağı kanaatindeyiz. Yani netice olarak bu konuda din ile psikolojinin çatışmadıklarım söyleyebiliriz. Çünkü, devam surette ölümü düşünerek yaşamak, insanın dünyevi faaliyetlerini olumsuz yönde etkileyeceği gibi, dini hayatını da aynı yönde etkileyebilir. Zira insanın fizyolojik ve psikolojik olarak dengede olması, ibadetlerin de daha iyi yapılabilmesinde bir ön şarttır. [198]
İslâm tasavvufunda ise ölüm, bir halden başka bir hale, yani ölümlülük halinden, ölümsüzlük haline geçmek olarak değerlendirilmiştir.
“Biz Allah için varız ve Ona döneceğiz” [199] ayetini bir nevi ölümün tanımı olarak kabul eden mutasavvıflara göre ölüm, ruhun aslına dönmesi ve Rabbine kavuşması, için geriye dön çağrısından başka bir şey değildir. [200] Bu durumda ölüm sadece bedenin ölümüdür. Ruhun ölümü diye bir şey yoktur. Ölüm, Allah Tealadan gelen ruhun, tekrar ona dönmesi, karanlıklardan kurtulup aydınlığa kavuşması, gerçek ve sonsuz bir hayata başlamasıdır [201]. Bununla birlikte tasavvufta ölüm meselesi üzerinde fazlaca durulmuş ve tabiî ölüm gelmeden önce nefs, öldürmek (kontrol altına almak) şiddetle vurgulanarak, “ölmeden önce ölünüz” prensibi hem tasavvufta bir mertebe olarak kabul edilmiş [202] hem de tasavvufun odak noktasını, teşkil etmiştir. [203] Ölümle fazlaca meşgul olan mutasavvıflar, bir takım ölüm tasnifleri yapmışlardır. Mesela ölümü, kendisini Allah'a kavuşturduğu için “şeb-i arûs” (kavuşma gecesi) olarak vasıflandıran Mevlâna, tabiî ve iradî ölüm olmak üzere iki türlü ölümden bahsetmiş ve iradî ölümden riyazeti, tabiî ölümden de ruhun hapishane kabul edilen bedenden kurtuluşunu kasdetmıştır [204].
Mutasavvıfların ölüm karşısındaki tutumlarına Kuran-ı Kerim'in:
“… Ey Yahudi olanlar! Eğer insanlar arasında yalnız sizin Allah'ın dostları olduğunuzu sanıyorsanız, o halde ölümü temenni edin. Doğru iseniz bunu yapın, çünkü âhiret bu dünyadan çok daha iyidir” [205] ayetiyle de işaret edildiğini söylemek mümkündür. Zira ayet-i kerimede Allah ile yakın ünsiyet kurabilen Allah dostlarının ölümden korkmayacakları, bu alemden daha yüksek bir aleme gidecekleri vurgulanmaktadır.
Bu arada dikkati çeken bir diğer husus da tasavvuftaki ölüm anlayışıyla daha önce değindiğimiz Eflatun'un ölüm anlayışı arasındaki benzerliktir. Şöyleki ölümün, Allah'tan kopup gelen ruhun tekrar O'na dönmesi, karanlıklardan kurtulup aydınlığa kavuşması, ölümlülükten ölümsüzlüğe ulaşması olarak algılanmasında Eflatun ile îslâm tasavvufu hemen hemen aynı şeyleri düşünmektedir. [206]
[160] Krş. Salih Tug, “Death and lmmortality in the lslamic Thoughc”, in Death and Immortality in the Rdigions of the Worfd, Ed: Paul-Linda Badman, Paragon House, New York, 1987, s. 87.
[161] Bk. En'âm: 6/61-62.
[162] Krş. Toshihiko Izutsu, Kur'an'da Allah ve İnsan, Kevser Yayınları, Ankara (tarihsiz), s. 82.
[163] Krş. Izutsu, Kur'an'da Allah ve İnsan, s. 222.
[164] Bu olayları ifade eden ayetlerden bazıları için Bk. Nahl: 6/77; Yusuf: 12/107; Kehf: 18/21; Secde: 32/29; Yasin: 36/53; Saffat: 37/19-20; Zûmer: 39/68; Vakı: 56/1-3; Hakka: 69/1-3, 13-16; Abese: 80/34-36; Tekvir: 81/1-6; Kâri’a: 101/1-5.
[165] Bu konuyla ilgili olarak Bk. Vakıa: 56/10-38; İnşıkak: 84/7-12; Cehennemle ilgili olarak; Saffat: 37/62-64; Sâd: 38/57; Vakıa: 56/42-44, 51-56; Müzzemmil: 73/2-13.
[166] Krij. Tuğ, Death and Immortality, s. 86.
[167] Krş. Paçacı, Kur'an'da ve Kitab-ı Mukaddes'te, s. 308-309.
[168] Bk. Bakara: 2/37; Al-i İmran: 3/14.
[169] Bk. Mâun: 107/17; Duha: 93/4.
[170] Bk. Al-i İmran: 3/148; Nisa: 4/134.
[171] Bk. Teybe: 9/74; Nur: 24/19.
[172] Krş. Paçacı, Kur'an'da ve Kitab-ı Mukaddes'te, s, 112-113.
[173] Bk. Teybe: 9/38; Enam: 6/32, Nahl: 16/30; Bakara: 2/94, A’raf: 7/169, İbrahim: 14/27.
[174] Krş. Mehmet Aydın, “Al Gazalis idea of Death and His Classification of Men in The Word-to-come”, A.Ü. Î.Fak. Dergisi, Ankara 1983. c. XXVI, s. 223.
[175] Krş. Yakıt, Batı Düşüncesi ve, s. 90.
[176] Bk. Lokman: 31/34.
[177] Bk.Tâhâ: 20/74; A’la: 87/13.
[178] Bk. Fecr: 89/30.
[179] Bk. Nisa: 4/18; Enam: 6/28.
[180] Krş Secde: 32/26; Casiye: 45/45; Kaf: 50/36-37; Zariyet: 51/38.
[181] Bk. Tirmizî, Sünen, Zühd, 31; lbn Mace, es-Sünen, Zühd, 31, Tuh. Muhamed Fuad Abdulbaki, Daru Ihyai't-Türasi'l-Arabi, Beyrut 1975.
[182] Bk. İbn Mâce, Sünen, Zühd, 31.
[183] Bk. Fârâbî, Fusus, s. 161
[184] Bk. Fârâbî, Fusus, s. 153
[185] Bk. Fârâbî, Fusus, s 153.
[186] Bk. lbn Sina, Ölüm Korkusundan Kurtuluş, s 10.
[187] Bk. İbn Sina, Ölüm Korkusundan Kurtuluş, s. 9.
[188] Bk. İbn Sina, Ölüm Korkusundan Kurtuluş, s. 6-7.
[189] Bk. Gazâlî, Dalaletten Hidayete, s. 41-42.
[190] Bk. Gazali, ihya, G. IV s 928.
[191] Krş. Lepp, Death and Us Mysteries, s. 76, 134.
[192] Krş. Tuğ, Death and lmmonality, s. 89-90.
[193] Bk. Gazali, Mizanul Amel, s . 142
[194] Bk İbn Miskeveyh, Muhammed el-Mavuf, Tehzibu'l-Ahlak ve leâ-hiruVA'rdk, Mısır, 190, s. 59.
[195] Bk Muhasibi, er-Riâye, s. 608-609.
[196] Bk. Muhasibi, er-Riâye, s. 608; Krş. Aydın, Muhasibi'nin, s. 167
[197] Krş. Lepp, Death and Us Mysteries, s. 76.
[198] Krş., Nurettin Topçu, Din ve Ahlak Yay. Haz. A.Vahit İmamoglu, Erzurum 1995, s. 13.
[199] Bk. Bakara: 2/156.
[200] Krş. Yakıt, Batı Düşüncesi ve, s 100, Mehmet Demirci Mutasavvıflara göre Ölüm İslami Araştırmalar Dergisi, 1987, Sayı:3, s. 89-103
[201] Krş. Yakıt Batı Düşüncesi ve s. 101: Hançeroğlu, Felsefe Ansiklopedisi c.V.s.24 Habil Şentürk Ölüm Gerçeği ve Allah inancı Dokuz Eylül Üni. 1. Fak.Dergisi , Şafak Basım ve Yayınevi, İzmir 1983, c.1(1).s. 311.
[202] Krş. H. Ziya Ülken Tasavvuf Psikolojisi 1944-1945 Üniversite Serbest konferanslarından Ayrı Basım Kenan Matbaası İstanbul 1946 s. 200.
[203] Krş. Yakıt, Batı Düşüncesi ve, s. 93
[204] Krş. Yakıt, Batı Düşüncesi ve, s. 92.
[205] Bk. Cuma 62/6.
[206] Krş. Eflatun, Phaidon, s. 142; Aster, Felsefe Tarihinde Ölüm, s. 187-200 Yrd. Doç. Dr. Faruk Karaca, Ölüm Psikolojisi, Beyan Yayınları: 58-69.