armi
Sat 9 January 2010, 01:20 pm GMT +0200
İslam Ve İmanın Açıklaması, Akaid, Ehli Sünnet´e Göre Kalbî Amellerin Şerhi
Allah Teala buyurdu ki: Ey iman edenler! Akidlere vefalı olun". (Maide/1); "Fakat bilerek yaptığınız/akdettiğiniz yeminlerden ötürü sizi sorumlu tutar". (Maide/89); "Hata ettiklerinizden ötürü sizin üzerinize günah yoktur. Fakat kalplerinizin kasdettikleri hariç". (Ahzab/5); "Ama sizi kalplerinizin kazandıklarından ötürü sorumlu tutar". (Bâkara/225)
Kalplerin kasdettiği ve kazandığı şeyler, kalbin akid ve amelleridir. Kalbin akidleri; halefin seleften naklederek aktardığı, ittifak edilmiş bir sünnettir. Müminlerden hiçbiri, bu akitler üzerinde ihtilaf etmemiştir. Bunlar onaltı adet olup sekizi dünyada farz, sekizi de ahirette vuku bulacak hususlardır.
Dünyada farz olan akidlere gelince, öncelikle kulun şuna itikad etmesi gerekir:
İman, söz ve fiildir. İman, ibadet ve taat ile artar, günahla eksilir. İlimle kuvvetlenip cehaletle zayıflar. Kur´an-ı Kerim, Allah Teala´nın Kelamı olup yaratılmış değildir.
O´nun kadim ilmi, sıfatlarından biridir. O, Zatı ile Kelam sahibidir. Allah Resulü´nün (sav) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Kul, Allah Teala´ya O´ndan sadır olan şeyler arasında O´nun Kelamı kadar başka hiçbir şeyle yaklaşamaz".
İbni Abbas´m (ra) şöyle dediği rivayet edilmiştir: Ali (kv) Sıffîn savaşında şöyle dua etti: Ey Kâf-Hâ-Yâ-Ayn-Sâd! İntikam gerektiren günahlardan Sana sığınırım. Nimetleri değiştiren günahlardan Sana sığınırım. Haramları ihlal eden günahlardan da Sana sığınırım. Göğün yağmuruna mani olan günahlardan da Sana sığınırım.
Düşmanları devlet sahibi eden günahlardan da Sana sığınırım. Bize zulmedenlere karşı bize yardım et.
Dahhak b. Müzahim şöyle dedi: Ali (kv) bu duayı her zor zamanda okurdu. Allah Resulü´nden (sav) de bu manada, ´Allah´ın bütün kelimelerine ve bütün isimlerine sığınırım´ şeklinde dualar ettiği rivayet edilmiştir. Yine O, "Allah´ın izzet ve kudretine sığınırım" diyerek de dua etmiştir.
Bütün bunlar, Allah Teala´nın Kelam ve isimlerinin O´nun sıfatları oluşuna delalet etmektedir. Ali´den (kv) hakem hadisesinden sonra Hariciler´in tepkisiyle ilgili şunlar nakledilmiştir: Onlar, ´Allah´an dininde mahlukattan hakem olur mu?´ dediklerinde şöyle cevap vermiştir: ´Allah´a yemin ederim ki hiçbir mahluku hakem tutmadım. Ben ancak Kuran´ı hakem tuttum´. Ebu Bekir-i Sıddık (ra) da Müseyleme´nin uydurduğu kitabı duyunca şöyle demiştir:"Al-lah´a yemin ederim ki o, ne Allah Teala´dan, ne de takva sahibi birinden sadır olmuştur".
Bu rivayetler de, Kur´an-ı Kerim´in mahluk yani yaratılmış olmadığına delalet etmektedir. O, Allah Teala´dan sadır olmuş ve O, bu kelamı tekellüm etmiştir. Bu meyanda Allah Teala şöyle buyurmuştur: "Sizin hakkınızda ne and, ne de anlaşma gözetmezlerdi".
(Tevbe/8)
Bu konuda Allah Resulü´nün (sav) de şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Allah Kelamı´mn diğer sözlere üstünlüğü, Allah Teala´nın mahlukata üstünlüğü gibidir"[1]Çünkü Allah´ın Kelamı O´ndan sadır olmuştur.
ibni Mesud´un (ra) mushafında şu lafzı gördüm: "Ey Musa, seni risaletlerim ve Kelamım ile diğer insanlara üstün kıldım". Bu da ancak Allah Teala´nın bizatihi konuşması ile mümkün olabilir. Çünkü O, şöyle buyurmuştur: "Ve Allah Musa ile konuştu". (Nisa/164) Dil bilginleri şöyle demişlerdir: Masdarın fiille birlikte kullanılması, fiilin yüzleşme yoluyla gerçekleştiğini gösterir. Fiilin emr veya mecaz anlamına taşınması sözkonusu olmaz.
Rivayetlerde sabit olan sıfatlarla ilgili haberleri de teslim etmek gerekir. Bunları başka manalara yormak, tevil etmek, akıl ve kıyas yoluyla teşbihte bulunmak doğru değildir. Bunları gören kul,isim ve sıfatların mana ve hakikatleriyle Allah Teala´ya ait olduğuna inanmalı, teşbih ve uyarlamayı reddetmelidir. Çünkü o sıfatlarla vasfedilen Allah Teala´ya denk bir varlık yoktur ki kendisine benzetilebilsin. Emsali yoktur ki tür/cins olarak belirtilebilsin.
Biz teşbih ve benzetmede bulunamayız. O´nu ancak sıfatlarla vasfederiz. Misal getirmeyip olduğu gibi bilir, başka şeylere uygun hale sokmaya çalışmayız. Allah Teala´nm sıfatlarıyla ilgili bilgilerin reddi, İslam Şeriati´nin batıllığım gerektirir. Çünkü herşeyden önce bu bilgileri nakleden kimseler, şeriatin diğer esaslarını ve imanın hükümlerini de nakletmiş kimselerdir.
Şeriatle ilgili nakillerde adil görüldüyseler, adil ravinin diğer nakillerini de kabul etmek gerekir. Eğer sıfatlarla ilgili nakillerde yalancı iseler, diğer nakillerinin de tamamıyla yalan sayılması gerekir. Allah Teala hakkında yalan söylemek küfürdür. Hal böyle olunca bir kafirin şahitliği nasıl kabul edilebilir?
Sıfatlarında ziyadede bulunmak suretiyle Allah Teala´ya yalan isnad etmeleri mümkün olan kimselerin şeri hükümlerde Allah Resulü´ne (sav) yalan isnad etmeleri daha muhtemeldir. Bu ise, şeriatin iptali, Sahabe ve Tabiun´a mensup ravilerin tekfiri demektir. İşte bu nedenle sıfatlarla ilgili hadisleri reddeden kimseler kafir sayılmıştır.
Müslümana düşen; Sahabe ve Ehli Beyt´in üstünlüğüne inanmak, onlar arasında çıkan ihtilaflar hakkında susmak, iyilik ve faziletlerinin yayılmasına katkıda bulunmaktır.
Kalplerimizin onlara ısınması için böyle davranmak gerekir. Yaptıkları fiilleri onlara teslim ve havale etmemiz gerekir. Çünkü onlar, ilim bakımından bizden daha güçlü ve üstündürler. Herbiri ilim ve akıl bakımından kendine uygun gelenle amel etmiş ve içtihadının gereğini yapmıştır.
Onlardan bazıları, diğer bazılarından daha bilgili olduğu gibi, bazısı da bazısından faziletlidir. Ama bizim ilimlerimiz ve yetersiz akıllarımız, onların en alttakinden dahi daha az ve zayıftır. Onlar, birtakım meziyetlerle de bizden üstün kılınmışlardır. Allah Teala ve Resulü´nün (sav) öne geçirdiği kimseler, elbette daha ileride olacaklardır. Allah Teala´nm hidayet üzerinde birleşmelerini temin ettiği müslümanlar, bu nokta üstünde icma etmişlerdir.
Allah Teala, Resulü´ne (sav) de onların üstünlük ve şereflerini bildirmek suretiyle dalalet üzerinde bir araya gelmeyeceklerini taahhüt etmiştir. Nitekim Allah Resulü (sav), ´Kendinden sonra halef bırakmayacak mısın?´ diyenlere "Size bir halef bırakmıyorum. Sizi Allah´a emanet ediyorum. Eğer O, sizin için bir hayır dilerse, peygamberinizden sonra sizi en hayırlınız üzerinde birleştirir" buyurmuştur.
İbrahim en-Neha´î (ra) dedi ki: Hasan b. Ali (ra) emri Muavi-ye´ye teslim ettiğinde o yıl "Cemaat Yılı" olarak adlandırılmıştı. Şi-ilerden bir kişi, Hasan´a (ra) ´Ey müslümanları zelil eden´ diye hitap ettiğinde o şu karşılığı vermiştir: Bilakis ben müslümanları aziz kılanım. Ben, babamın şöyle dediğini duydum: Muaviye´nin emirliğini çirkin görmeyin. Çünkü bu iş benden sonra ona geçecektir. Eğer emri yitirirseniz, kılıçların omuzları karpuzlar gibi yardıklarını görürsünüz.
Müslüman, Sahabe´nin imametine rıza gösterdiği kimseye kalben inanmalıdır. Onlar, o şahsın imameti üzerinde ittifak etmişlerdir. Şura ehli imamlar da, onun öncelik sahibi oluşu üzerinde hemfikirdirler.
"Tafdil" yani üstünlük konusunda İbni Ömer´in (ra) rivayet ettiği hadis de buna dayanak olmuştur. O dedi ki: "Biz, Allah Resulü´nün (sav) devrinde Ebu Bekir (ra), sonra Ömer (ra), sonra Osman (ra) derdik. Bu söz, Allah Resulü´nün (sav) kulağına gittiğinde asla yadırgamamıştır. İbni Ömer´in (ra) azatlı kölesi Sefme´nin rivayet ettiği hadis de bunu göstermektedir: "Allah Resulü (sav) buyurdu ki: Hilafet, benden sonra otuz yıldır. Ardından saltanat olur" [2]
Peygamberin (sav) halifeleri ve malum on sahabinin imamları, muhacir ve ensarm gözdeleri ve ashabın en seçkinleridir. Bu rae-yanda Allah Resulü´nün (sav) de şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Allah Teala ashabımı seçerek alemlere üstün kıldı. Ashabımdan da dört kişiyi seçti ve onları ashabımın en hayırlıları kıldı. Ashabımdan her birinde bir hayır vardır. Ümmetimi de diğer ümmetler arasından seçti. Ümmetimden de dört nesli seçti. Her nesil senedir".
Bizler tâbi olan ve izleri arayarak onlara uyan bir topluluğuz. Kendi akıl ve görüşümüzle bidatler çıkarıp hayrı ona dayandıranlayız. Çünkü Sahabe´nin üstünlüğü meselesinde kıyas ve reye yer yoktur. Üstünlük/tafdîl konusu, icma yoluna uyarak teslimiyet üzere değerlendirilir.
Bu konuda Allah Resulü´nün (sav) hadisine muhalefet ederek aykırı düşmekten ve bidat çıkartmaktan sakınmak gerekir. O, bunu teyid ederek şöyle buyurmuştur: "Benim sünnetime ve benden sonra hidayet rehberi raşid halifelerin sünnetine uyun. Ona azı dişlerinizle sarılın. Ayrı düşen ateştedir [3] Allah Teala buyurdu ki: "Kim müminlerin yolundan başka bir yola uyarsa, onu saptığı yolda bırakır ve cehenneme sokarız". (Nisa/115)
Sahabe ve halifelerin üstünlük sıralaması, akla ve kıyasa ters düşer gibi görünmesine rağmen nübüvvet ve risaleti teyid edici niteliktedir. Bunun sebebi, nübüvvetin saltanatla karıştırılmaması ve Peygamber´in (sav) hilafet konusunda kralların ve imparatorların yoluna meyletmesinin engellenmesidir.
Nübüvvet krallığa ters olduğu gibi, hilafet de kraliyete aykırı bir yoldur. Kralların usulünde oğulların ve aile bireylerinin veliahtlığı sözkonusudur. Eğer sahabenin tafdîli konusunda akıl ve kıyasın rolü olsaydı, Allah Resulü´nden (sav) sonra insanların en hayırlısı, torunu Hasan (ra) olurdu. Çünkü peygamberlik onun soyun-daydı. Sonra da Abbas (ra) olurdu. Onda da babalık sözkonusuydu.
Ama Sahabe, bunun tam aksi üzerinde ittifak etmiştir. İnsanların akıllarının alamayacağı ve kalplerinin benimseyemeyeceği bir şey de Ebu Kuhafe ve Ebu Süryan´m müslüman olarak ölmeleridir. Halbuki Peygamber´in (sav) babası ve amcası müşrik olarak ölmüşlerdi. Bütün ravi ve tarihçiler o ikisinin şirk üzere öldükleri noktasında müttefiktirler.
Nitekim bu meyanda şu hadis nakledilmiştir: "Mekke´nin fetih yılı Ebu Bekir´in (ra) babası Ebu Kuhafe Allah Resulü´nün (sav) huzurunda müslümanlığı kabul etmişti. Ebu Bekir (ra), Resul´e (sav) şöyle dedi: Ey Allah Resulü, Ebu Talib´in müslüman olması, babamın müslüman olmasından daha sevimli gelirdi. Böylelikle sen de
huzur bulurdun. Onun bu sözleri üzerine Allah Resulü (sav) ağla di". Sözkonusu dört halifenin sıralaması, Allah Teala´nm sabık il minde onlar için takdir ettiği ömürler dikkate alınarak yapılmıştu Dördünün halife olabilmesi için bu sıralamadan başka bir yol mevcut değildi. Onların hilafet bakımından sonuncuları, vefat tarih bakımından da sonuncuları olmalıydı. Çünkü Allah Teala onların ecellerini bilmekteydi.
O, kendilerine vaadettiği hilafeti nasip ederek önceki halifele gibi onları da yeryüzünde Peygamberi´nin halifeleri kılmıştır. On lara, kendileri için razı olduğu Din´i ve endişelerinin ardından gü venlik duygusu bahsetmiştir. O, vaadinde sadık olandır. Kim ahdi ne Allah Teala´dan daha fazla bağlıdır. Bu, aynı zamanda şu ayet-kerimenin de açıklamasıdır: "Allah, sizden inanıp salih amellerd bulunanlara vaadetti ki onlardan öncekileri nasıl halife kıldıysi onları da yeryüzünde halife kılacaktır". (Nur/55)
Müslüman, hilafetin Kıyamet gününe dek Kureyş´e mahsus ol duğuna inanmalı, imamlara karşı kılıç çekmemeli, onlardan kay naklanan zulümlere karşı sabırlı olmalı, adalet ve iyiliklerine şük retmeli, iyilik ve takva gereği emrettiğinde ona itaat etmeli, ecel gelinceye veya günahkar bir el onu öldürünceye kadar bu şekild davranmalıdır.
Alimimiz Ebu Muhanımed Sehl (ra) bu hususta şöyle demiştii .Bu ümmet, yetmiş üç fırkaya ayrılacak, yetmiş ikisi helak olacak tır. Bunların tamamı, sultana buğzedenlerdir. Bir fırka kurtulacal ve o da sultanın yanında yer alacaktır. Başka bir vesilede de ´İnsan ların en hayırlısı kimdir?´ diye sorulduğunda şu cevabı vermiştii Sultandır. Bunun üzerine, ´Biz, sultanı insanların en kötüsü bilir dik´ denilmiştir. O da şu açıklamayı yapmıştır: Durun bakalım, Al lah Teala´nm hergün iki nazarı olur. İlk nazarı, müslümanlarıi malları ve canlarının selamette olup olmadığıdır. Diğer nazarı ise, onların fikirlerinin selametidir. O, sultanın defterine bakar v onun günahlarını bağışlar.
Yine Ebu Muh´ammed şöyle demiştir: Sultan salih biri değils Abdal zümresindendir. Eğer salih bir zat ise, dünyanın üzerind (döndüğü kutubdur. Onun, ´Abdal zümresindendir ifadesinin anla ıı, dünyanın abdalından olduğu şeklindedir.
Cafer b. Muhammed es-Sadık´tan (ra) da şu sözü rivayet emişlerdir: Dünyanın abdalı, mevkilerine göre yedi kişidir: Abidler, alimler, tacirler, halife, vezir, ordu komutanı, zabıta amiri ve kadı. Bunun teyidi de Allah Resulü´nden (sav) rivayet edilen şu hadistir: "Adil imamın bir anlık adaleti, altmış sene ibadetten daha hayırlıdır". Denir ki: Adil imamın tartısına, tebaasının amelleri de ilave edilir. Amr b. As şöyle demiştir: Katı bir imam, sürüp giden bir fitneden daha hayırlıdır.
Allah Resulü (sav) de bir hadisinde şöyle buyurmuştur: "Üzerinizde ifsad emirler olacaktır. Allah Teala onlar ile çok İslah etmez. Eğer iyi davranırlarsa ecirlerini alırlar ve size de şükretmek düşer. Eğer kötü davranırlarsa, veballerini yüklenirler ve size de sabretmek düşer". Başka bir hadiste ise şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Maruf görmediklerini söyler, münker gördüklerini yaparlar". Bir diğer rivayette ise şu lafız geçmektedir: "Kendilerine emredil-meyenleri yaparlar. ´Onlarla savaşacak mıyız?´ diye sorduk. Allah Resulü (sav) ´Hayır, namaz kıldıkları sürece savaşmayın´buyurdu".
Ebu Muhammed Sehl (ra) şöyle derdi: Bir sultanın imametini inkar eden kimse zındıktır. Sultan çağırdığı halde icabet etmeyen kimse bidatçıdir. Onun daveti olmaksızın gelen de cahildir. Yine o, başka bir vesilede şöyle demiştir: Onların kapılarına asılı kara tahtalar, müslümanlar için mescidde hüküm veren yetmiş kadıdan daha faydalıdır.
Ahmed b. Hanbel (ra) şöyle derdi: Sultan salih olduğunda, ümmetin salihlerinin en hayırhsıdır. Fasık ise, ümmetin salihleri ondan daha hayırlıdır. Bu adil bir sözdür. Kıble ehlinden hiçbiri, bir günah sebebiyle tekfir edilemez. Ne kadar ağır da olsa, hiç kimse başka birini cennete ya da cehenneme koyamaz. Ancak onun için ricada bulunabilir veya endişe edebilir.
Büyük günahlarda ısrar eden biri, tevbe etmeksizin öldüğünde Allah Teala´nın iradesine teslim olur. Allah Teala onunla ilgili tehdidini tatbik ederse adil davranmış, affederse kendi hakkından feragat edip lütufta bulunmuş olur. Bu konuda Allah Teala adına kesin hüküm veremeyeceğimiz gibi kendi adımıza da O´na hiçbir hüküm dayatamayız. Biz O´nun adalet ve lütfü arasında dururuz. O, irade ve tercihi ile azap vaadim gerçekleştirebileceği gibi bağışlayabilir de. Çünkü O, takva ve mağfirete layık olandır. Bu meyanda Allah Resulü´nün (sav) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir:
"Allah Teala, ameli sebebiyle sevap vaadettiği kimseye vaadini gerçekleştirendir. Bir fiilden dolayı ceza ile tehdit ettiği kimse hakkında ise tercih sahibidir".
Konuyla ilgili başka bir hadis de şöyledir: "Allah Resulü´ne (sav) ´Kim bir mümini kasden öldürürse onun cezası ebedi cehennemdir´ ayet sorulduğu zaman şöyle buyurmuştur: Eğer Allah Teala ceza-landırırsa, cezası cehennem olur".
Allah Teala´nın her kazasında eşsiz bir hikmet, adalet, sadık bir hüküm ve hakkaniyet mevcuttur. Müslüman, Allah Teala´nın bütün takdirlerini, hayrını ve şerrini tasdik ederek bunların hepsinin de Allah Teala´dan geldiğine ve O´nun ilminde önceden varolduğuna, yarattıklarıyla ilgili hükümleri gereği cereyan ettiğine inanmalıdır. Onları masiyetten engelleyen, yalnız O olduğu gibi, itaat etmeye muktedir kılan da rahmeti gereği yine O´dur. Onlar kendilerine yüklenenlere ancak O´nun sayesinde güç yetirebilir, Allah Teala´nın müdahelesi olmaksızın kendilerine ne bir yarar, ne de zarar getiremezler. Allah Teala´nın kudretine, O´nun mülkündeki ayetlerine ve haberlerde zikredilen gaybi melekûtuna, bu meyanda veli-f lerine ikramına gevdiklerine icabetine, sıddıklarla salihlere izhar ettiği kudretine iman ederiz.
O, onların imanlarım arttırmak, yakinlerini pekiştirmek, ikram ve teşrifte bulunmak için bunları yapabilir. Bütün bunlarda peygamberlerin nübüvvetlerinin iptali ve onların delillerinin zayıflatılması sözkonusu değildir. Herşeyden önce bunlar, peygamberlere muhalif olan ve onları inkar eden kimseler değildir. Kendilerinden zuhur eden şeylerin, kendi güçleriyle oluştuğunu iddia etmedikleri gibi insanları da kendilerine davet etmemiş, bu ayrıcalıklarım kullanarak gösterişe sapmamışlardır.
Onların durumu, Allah Teala´nın kendilerine nasip ettiği melkût sırlarının bir kısmının keşfedilip açılmasından başka birşey değildir. Allah Teala onları dilediği şekilde sırlara muttali kılmış ve dilediği yerde gaybi kudretine vakıf kılmıştır. Bunu da onlar için dilediği tahsis ve tarif gereği yapmıştır. Onlar da peygamberlere tâbi olan kimselerdir. Onların kardeşleri durumundadırlar. Onların emsalleri veya benzerleri değillerdir. Sahabe ve tabiunun seçkinlerinden onlarla ilgili birçok haber tevatür yoluyla rivayet edilmiştir. Bu tevatür de bizi konuyu tartışmaktan müstağni kılmıştır.
Ahirette vaki olacak sekiz husus ise şunlardır: Kul, Münker ve Nekir adlı meleklerin sorgulamasına inanmalıdır. Bu iki melek, ruh ve beden olarak kabre yatan müslümana tevhid ve risalet hakkında sorular soracaktır. Bu, müminin karşılaşacağı son imtihandır. O iki melek kabir imtihanıdır. Allah Resulü (sav) de bunu ifade eden hadisler buyurmuştur. Allah Teala´mn şu ayet-i kerimesi de bu manadadır: "Allah iman edenleri dünyada ve ahirette sabit söz ile pekiştirir". (İbrahim/27) Bu ayetin tefsirinde ´yani Münker ve Nekir´in sorgusunda´ denilmiştir. Allah Teala zalimleri saptırır. O, dilediğini yapandır.
Kabir azabı hak, hikmet ve adalet gereği olup hem ruh, hem beden, hem de nefse yöneliktir. Bu üçü, nimetten yararlanmada ortak oldukları gibi taatte de ortak olurlar.
Bunlar, ahiret hükümleriyle ilgili hususlar olup Allah Teala´nm kudreti sayesinde cari olurlar. Akıl ve mantığın bunları kavraması mümkün değildir. Allah Teala, azabı da nimetleri de hem ruh, hem de bedene yöneltir. Onların dağınık bulunmasısonucu değiştirmez. Azap ve nimette birleşirler. Allah Teala´nm kudreti için mesafe, sıralama, uzaklık ve zamanlama sözkonusu değildir.
Kul, iki kefesi ve bir dili olan mizana inanmalıdır. Mizan yani terazi de, hak, adalet ve hikmet gereği olup ayrıca lütuftur. Onun ne büyük olduğunun tavsifi, gökyüzü ve yeryüzü tabakalarının bu terazide amellerle birlikte tartılmasından anlaşılmaktadır. Bu terazi, Allah Teala´nm kudretiyle çalışmakta ve adalet için zerre ve hardal tanesini dahi ihmal etmemektedir. Zulüm taşıyan kaybedecektir. Hasenat, güzel bir surette terazinin nur kefesine konulduğunda terazi Allah Teala´nm rahmetiyle ağırlaşacaktır. Kötülükler de kötü bir surette terazinin zulmet kefesine konulacak ve terazinin kefesi Adl-i İlahi gereği hafifleyecektir.
Kul, Sırat´m hak olduğuna da inanmalıdır. Sırat, hadislerde anlatıldığı biçimde, kıldan kılıçtan ince ve daha keskindir. Cennetlikler ve cehennemlikler, gidecekleri yere bu köprüden yürüyerek ulaşacaklardır. Müminlerin ayakları, Allah´ın kudretiyle sabitleştirilecek ve Sırat onları cennete taşıyacaktır. Münafıkların ayakları ise O´nun hikmeti gereği kayacak ve cehennem çukurlarına düşeceklerdir. Sırat, cehennemin bulunduğu zemin üstünde Allah´ın izniyle duran bir köprüdür. Onu geçen Allah´ın rahmetiyle cehennemden kurtulacaktır. Onda ayağı kayan ise, Allah´ın hikmeti gereği cehenneme yuvarl anaç aktır.
Kul, hesabın yapılacağına ve insanların farklı şekillerde hesaba çekileceklerine de inanmalıdır. Kimi insanların hesabı kolay olurken, kimileri de hesaba çekilmeksizin cehenneme atılacaktır. Onlar kafirlerdir. İmamımız Ebu Muhammed Sehl (ra) şöyle derdi: Allah Teala peygamberlere risaletin tebliğini sorarken, inkar edenlere de peygamberleri niçin yalanladıklarını sorar. Bidatçılara sünneti sorarken, müslümanlara da amellerini sorar. Bizim kanaatimiz de aynı yöndedir.
Kul, Allah Teala´yı göz ile görmeye de inanmalıdır. O´nun huzurunda perde ve örtüler kaldırılacak ve O´nun kudret ve iradesi, nuru ve rahmeti sayesinde Zatı´na bakılacaktır. Bu, O´nun dilediği şekilde gerçekleşecektir. Şu ayet-i kerime de bunu teyid etmektedir: "İhsanda bulunanlara en güzeli ve fazlası vardır". (Yunus/26) B radaki ´hüsnâ=en güzel´ cenneti, ´fazlası´ ise Allah Teala´yı görmeyi ifade etmektedir. Allah Resulü (sav) de ayeti bu şekilde tefsir etmistir.
Müslüman, cehennemde cezasını çeken nıuvahhidlerin azaptan sonra çıkarılarak cehennemde hiçbir muvahhidin kalmayacağına da inanmalıdır. Bu, Allah Teala´nm lütfü gereğidir. Peygamber ve sıddıklarm şefaat edeceklerine her müminin de şefaat hakkı bulunduğuna iman etmelidir. Onlar bu hakkı, Allah Teala´nm izniyle kullanacaklardır. Peygamberler, sıddıklar, alimler, şehidler ve müminlerden her biri gücü ve mevkiisine göre şefaatte bulunacaklardır. Raviler bu konuda Allah Resulü´nden (sav) it tifakla rivayette bulunmuşlardır. Muvahhidlerin cehennemden çıkarılışı hususunda da ittifak edilmiştir.
Bunlar, cehennemlikler olarak bilinen ve onun en üst tabakasını oluşturan kimselerdir. Bu manada Allah Teala şöyle buyurmuştur: "İnkar edenler, ´Keşke müslüman olsaydık´ diye arzu ederler". (Hicr/2) Tefsir ehli bu ayet-i kerimenin tefsiriyle ilgili olarak şunları söylemişlerdir: Muvahhidler, cehennemden çıkartılırken inkar edenler böyle bir tutum içinde olurlar. Kalanlar, rahmet sahiplerinin en merhamitlisinin iradesine bağlı olarak orada kalırlar. Çıkanlar da, O´nun iradesi, rahmetinin genişliği ve lütfunun eseri olarak oradan çıkarlar. Çıkamayanlar, şefaatçilerin şefaat etmedikleri, peygamberlerin şefaat dilemedikleri kimselerdir. Allah Resulü (sav) de bu meyanda hadisler irad etmişlerdir.
Bütün bunlar, hidayet rehberi sünnetin ve razı olmuş ümmetin yolunun belirlediği akaiddir. Müminlerin selefi bunlar üzerinde ic-ma etmişlerdir. Onların hiçbirinden bunun aksi nakle dilmediği gibi, Allah Resulü´nden (sav) de bunların zıddında bir hadis rivayet edilmemiştir. Aksine bunları teyid eden sayısız hadis ve haber nakledilmiştir. Allah Teala da Selef-i Salih´in sünnet üzere ittifaklarını taahhüt etmiştir. Tıpkı dinini, bütün dinlerin üstünde izhar etmeyi taahhüt ettiği gibi.
Bu meyanda Allah Resulü´nün (sav) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Allah Teala bana taahhüt etti ki -başka bir lafızda bana bahşetti ki- ümmetim dalalet üzerinde ittifak etmeyecektir. Bir ihtilaf gördüğünüzde çoğunlukla beraber olun"[4]
Hadiste geçen "sevâd" kelimesi, çoğunluğu ifade etmek için kullanılan bir kelimedir. İhtilaf edenler dahi "sevâd-ı a´zam"m yani büyük çoğunluğun, müslümanlarrn umumunu ifade ettiği hususunda hemfikirdirler.
Bidat ehli ve muhalifler ise, daha önce belirttiğimiz gibi bir takım fırkalar ve küçük gruplardır. Onlar dağınık cemaat ve hiziplerdir. Her bidatçi bir fırkayı, her küçük grup bir ihtilafı temsil eder. Sevâd-ı A´zam denilen kahir ekseriyet ise, Ehl-i Sünnet ve´-Cema-at´in teşkil ettiği büyük topluluktur. Onlar geneli ve ekseriyeti oluştururlar. İşte bu nedenledir ki Ömer b. Abdülaziz (ra) ve onun gibi salihler şöyle derlerdi: Bizim dinimiz, yaşlıların, mektep çocuklarının ve bedevilerin dinidir. Yani genelin sahip çıktığı kuvvetli dindir. Allah Resulü (sav) de bu meyanda şöyle buyurmuştur: "Bugün sizin bulunduğunuz hal üzere olan kimseler İslam Ümmeti, muhtelif fırkaların ihdas ettiği şeylerin Sahabe ile alakası bulunmadığı hususunda icma etmiştir.
Sahabe bu konularda asla konuşmamış ve onlardan buna dair hiçbir haber nakledilmemiştir. Çünkü onlar yukarıda zikrettiğimiz esas üzere yaşamaktaydılar. Onlar ihtilafları değil, uzlaştıkları hususları naklederlerdi. Hicret´in ilk iki asrında yapılan rivayetler bu niteliktedir. Üçüncü asrın bir kısmı ile dördüncü asırda sözettiği-miz ihtilaflar ortaya çıkmaya başlamıştır.
Amr b. Dinar, Eyyub ve Hammad b. Zeyd´e Mürdilik ve Cehmi-ye mezhebi hatırlatıldığı zaman şöyle derlerdi: Kendisinden daha yaşlı olduğum böyle bir din anlayışına Allah lanet etsin! Çünkü onlar, böyle bir din anlayışının çıkacağını ve bidaçilerin bunlara sarılacaklarını çok önceden bilmekteydiler.
Tevfık ve hidayetinin güzelliğinden dolayı göklerin ve yerin Rab-bi´ne hamdolsun. Allah bize hidayeti nasip etmemiş olsaydı, hidayete eremezdik. O´nun üzerimizdeki nimeti sünnet ile, İslam iledir. O´nun bize Resulü (sav) ile nimette bulunması marifetiyle in´amda bulunması gibidir. Çünkü O´na itaat, Allah´a itaattir. Ayrıca Kita-bı´nı anlamak da Resulü´nün (sav) sünnetinin izahına muhtaçtır.
Ömer (ra), Allah Resulü´nden (sav) şu hadisi rivayet etmiştir: "Şeytan tek kişi iledir. O, iki kişiden uzak durur. Sizin tek başınıza hareket edeniniz, koyunun tek başına hareket edeni gibi sürüden ayrılan ve uzaktakine tabi olandır. Her kim cennete girmek isterse, cemaatten ayrılmasın. Her kira cemaatten ayrılırsa, cehennemdedir".
Ebu Galib, Ebu Ümame´yle ilgili şu hadiseyi nakletmiştir: O, Basra´dan getirilen ve dallara geçirilmiş Harici kellelerine baktı ve şöyle dedi: Göğün altında olabilecek en kötü Ölüler! Onların öldürdükleri de en hayırlı ölülerdir!
Ardından onlar için ´Cehennemin köpekleri!´ dedi. Sonra şu ayet-i kerimeyi okudu: "Kalplerinde eğrilik bulunanlara gelince onlar, fitne çıkarmak maksadıyla şüpheli şeylere yönelirler". (Al-i Im-ran/7) Ardından da şu ayeti okudu: "Bazı yüzlerin ağardığı, bazı yüzlerin de karardığı gün, yüzleri kararanlara: İman etmenizden sonra inkar ettiniz ha!´ (denilir)". (Al-i îmran/106) Ve parmağıyla onları işaret etti. Bir süre ağladı.
Kendisine şöyle dedim: Ey Eba Ümame, onlar hakkında bütün bunları söyledikten sonra bir de ağlıyor musun?! Bana şöyle dedi :
Allah, şu insanları bu hale düşüren İblis´i kahretsin ey Eba Galib! Bunlar da bizim dinimiz üzereydiler. Şu karşılaştıkları hal için ağlıyorum. Bunlardan senin beldende de çoktur. Seni onlardan Allah adına sakındırırım. Bunu üç kez söyledi. Ben de ´Amin´ dedim.
Sonra da şunu sordum: Ey Eba Ümame, bu görüşünden önce Allah Resulü´nden duyduğun veya gördüğün bir bilgi var mıdır? Bunun üzerine üç kez şöyle dedi: Eğer öyle yaparsam, cüretkârlıkta bulunmuş olurum. Ben Allah Resulü´nün (sav) üç dört kez şöyle buyurduğunu işittim: "Hıristiyanlar yetmiş iki fırkaya bölündüler. Benim ümmetim de onlardan bir fazla fırkaya bölünecek ve çoğunluğu dışında hepsi de cehennemde olacaktır". Yanımızda bulunan bir adam şöyle dedi: Ey Eba Ümame, falan oğulları Sevâd-ı A´zam içinde midir?
O da şu cevabı verdi: Eğer böyle yaparlarsa yüklendikleri (günahlar) onlara düşer, sizin yüklendiğiniz de size düşer. Cemaat bölünmeden, itaat ise masiyetten daha hayırlıdır. Ardından yine kellelere baktı ve şöyle dedi: Bize öfke besleyen ve bizi katledenler bunlar mı? İşte Hariciler´in başları! Harure´de müminlerin emiri Ali b. Ebi Talib´e isyan edenler! Onlar bidat ehlinin boynuzlarıdır.
İslam´da çıkarılmış ilk bidat de budur. Bunlar boyunlarında ve seccadelerinde taşıdıkları mushafları, alınlarının içinde olduğu gibi okuyan karilerdi. Hatta bu yüzden hakemlerin yetkisini reddederek Ali´den (kv) hükmü bozmasını ve rücu etmesini isteyip "Allah´tan başka hüküm (sahibi) yoktur" dediler. Sultanın emrini çiğneyip imama isyan etmeyi doğru gördüler. Osman´ı (ra) tekfir edip onu katleden Mısırlı sefilleri tasvip ettiler. Ali´den (kv) de kendi görüşlerine uymasını ve nevalarında kendilerine tabi olmasını istediler. Eğer isteklerine uyarsa onunla beraber müslümanlarla savaşmayı taahhüt ettiler. Onun yanında savaşmak için hakemlerin tahkiminden rücu etmesini şart koştular. Büyük günah sahiplerini de kafir ilan ettiler.
Ali (kv), Allah Teala´nın kendisine gösterdiği hakkı ve Resulü´nün (sav) kendisine emanet ettiği sorumluluğu gördü. Buna göre de dinden çıkanlarla savaşmayı doğru buldu. Onlarla savaşarak büyük bölümünü öldürdü. Onların tamamı cehennemdedir. Onlarla savaşan Ali (kv) ve arkadaşları ise, yeryüzünün en hayırlıları olarak cennete gireceklerdir.
Allah Teala buyurdu ki: Ey iman edenler! Akidlere vefalı olun". (Maide/1); "Fakat bilerek yaptığınız/akdettiğiniz yeminlerden ötürü sizi sorumlu tutar". (Maide/89); "Hata ettiklerinizden ötürü sizin üzerinize günah yoktur. Fakat kalplerinizin kasdettikleri hariç". (Ahzab/5); "Ama sizi kalplerinizin kazandıklarından ötürü sorumlu tutar". (Bâkara/225)
Kalplerin kasdettiği ve kazandığı şeyler, kalbin akid ve amelleridir. Kalbin akidleri; halefin seleften naklederek aktardığı, ittifak edilmiş bir sünnettir. Müminlerden hiçbiri, bu akitler üzerinde ihtilaf etmemiştir. Bunlar onaltı adet olup sekizi dünyada farz, sekizi de ahirette vuku bulacak hususlardır.
Dünyada farz olan akidlere gelince, öncelikle kulun şuna itikad etmesi gerekir:
İman, söz ve fiildir. İman, ibadet ve taat ile artar, günahla eksilir. İlimle kuvvetlenip cehaletle zayıflar. Kur´an-ı Kerim, Allah Teala´nın Kelamı olup yaratılmış değildir.
O´nun kadim ilmi, sıfatlarından biridir. O, Zatı ile Kelam sahibidir. Allah Resulü´nün (sav) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Kul, Allah Teala´ya O´ndan sadır olan şeyler arasında O´nun Kelamı kadar başka hiçbir şeyle yaklaşamaz".
İbni Abbas´m (ra) şöyle dediği rivayet edilmiştir: Ali (kv) Sıffîn savaşında şöyle dua etti: Ey Kâf-Hâ-Yâ-Ayn-Sâd! İntikam gerektiren günahlardan Sana sığınırım. Nimetleri değiştiren günahlardan Sana sığınırım. Haramları ihlal eden günahlardan da Sana sığınırım. Göğün yağmuruna mani olan günahlardan da Sana sığınırım.
Düşmanları devlet sahibi eden günahlardan da Sana sığınırım. Bize zulmedenlere karşı bize yardım et.
Dahhak b. Müzahim şöyle dedi: Ali (kv) bu duayı her zor zamanda okurdu. Allah Resulü´nden (sav) de bu manada, ´Allah´ın bütün kelimelerine ve bütün isimlerine sığınırım´ şeklinde dualar ettiği rivayet edilmiştir. Yine O, "Allah´ın izzet ve kudretine sığınırım" diyerek de dua etmiştir.
Bütün bunlar, Allah Teala´nın Kelam ve isimlerinin O´nun sıfatları oluşuna delalet etmektedir. Ali´den (kv) hakem hadisesinden sonra Hariciler´in tepkisiyle ilgili şunlar nakledilmiştir: Onlar, ´Allah´an dininde mahlukattan hakem olur mu?´ dediklerinde şöyle cevap vermiştir: ´Allah´a yemin ederim ki hiçbir mahluku hakem tutmadım. Ben ancak Kuran´ı hakem tuttum´. Ebu Bekir-i Sıddık (ra) da Müseyleme´nin uydurduğu kitabı duyunca şöyle demiştir:"Al-lah´a yemin ederim ki o, ne Allah Teala´dan, ne de takva sahibi birinden sadır olmuştur".
Bu rivayetler de, Kur´an-ı Kerim´in mahluk yani yaratılmış olmadığına delalet etmektedir. O, Allah Teala´dan sadır olmuş ve O, bu kelamı tekellüm etmiştir. Bu meyanda Allah Teala şöyle buyurmuştur: "Sizin hakkınızda ne and, ne de anlaşma gözetmezlerdi".
(Tevbe/8)
Bu konuda Allah Resulü´nün (sav) de şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Allah Kelamı´mn diğer sözlere üstünlüğü, Allah Teala´nın mahlukata üstünlüğü gibidir"[1]Çünkü Allah´ın Kelamı O´ndan sadır olmuştur.
ibni Mesud´un (ra) mushafında şu lafzı gördüm: "Ey Musa, seni risaletlerim ve Kelamım ile diğer insanlara üstün kıldım". Bu da ancak Allah Teala´nın bizatihi konuşması ile mümkün olabilir. Çünkü O, şöyle buyurmuştur: "Ve Allah Musa ile konuştu". (Nisa/164) Dil bilginleri şöyle demişlerdir: Masdarın fiille birlikte kullanılması, fiilin yüzleşme yoluyla gerçekleştiğini gösterir. Fiilin emr veya mecaz anlamına taşınması sözkonusu olmaz.
Rivayetlerde sabit olan sıfatlarla ilgili haberleri de teslim etmek gerekir. Bunları başka manalara yormak, tevil etmek, akıl ve kıyas yoluyla teşbihte bulunmak doğru değildir. Bunları gören kul,isim ve sıfatların mana ve hakikatleriyle Allah Teala´ya ait olduğuna inanmalı, teşbih ve uyarlamayı reddetmelidir. Çünkü o sıfatlarla vasfedilen Allah Teala´ya denk bir varlık yoktur ki kendisine benzetilebilsin. Emsali yoktur ki tür/cins olarak belirtilebilsin.
Biz teşbih ve benzetmede bulunamayız. O´nu ancak sıfatlarla vasfederiz. Misal getirmeyip olduğu gibi bilir, başka şeylere uygun hale sokmaya çalışmayız. Allah Teala´nm sıfatlarıyla ilgili bilgilerin reddi, İslam Şeriati´nin batıllığım gerektirir. Çünkü herşeyden önce bu bilgileri nakleden kimseler, şeriatin diğer esaslarını ve imanın hükümlerini de nakletmiş kimselerdir.
Şeriatle ilgili nakillerde adil görüldüyseler, adil ravinin diğer nakillerini de kabul etmek gerekir. Eğer sıfatlarla ilgili nakillerde yalancı iseler, diğer nakillerinin de tamamıyla yalan sayılması gerekir. Allah Teala hakkında yalan söylemek küfürdür. Hal böyle olunca bir kafirin şahitliği nasıl kabul edilebilir?
Sıfatlarında ziyadede bulunmak suretiyle Allah Teala´ya yalan isnad etmeleri mümkün olan kimselerin şeri hükümlerde Allah Resulü´ne (sav) yalan isnad etmeleri daha muhtemeldir. Bu ise, şeriatin iptali, Sahabe ve Tabiun´a mensup ravilerin tekfiri demektir. İşte bu nedenle sıfatlarla ilgili hadisleri reddeden kimseler kafir sayılmıştır.
Müslümana düşen; Sahabe ve Ehli Beyt´in üstünlüğüne inanmak, onlar arasında çıkan ihtilaflar hakkında susmak, iyilik ve faziletlerinin yayılmasına katkıda bulunmaktır.
Kalplerimizin onlara ısınması için böyle davranmak gerekir. Yaptıkları fiilleri onlara teslim ve havale etmemiz gerekir. Çünkü onlar, ilim bakımından bizden daha güçlü ve üstündürler. Herbiri ilim ve akıl bakımından kendine uygun gelenle amel etmiş ve içtihadının gereğini yapmıştır.
Onlardan bazıları, diğer bazılarından daha bilgili olduğu gibi, bazısı da bazısından faziletlidir. Ama bizim ilimlerimiz ve yetersiz akıllarımız, onların en alttakinden dahi daha az ve zayıftır. Onlar, birtakım meziyetlerle de bizden üstün kılınmışlardır. Allah Teala ve Resulü´nün (sav) öne geçirdiği kimseler, elbette daha ileride olacaklardır. Allah Teala´nm hidayet üzerinde birleşmelerini temin ettiği müslümanlar, bu nokta üstünde icma etmişlerdir.
Allah Teala, Resulü´ne (sav) de onların üstünlük ve şereflerini bildirmek suretiyle dalalet üzerinde bir araya gelmeyeceklerini taahhüt etmiştir. Nitekim Allah Resulü (sav), ´Kendinden sonra halef bırakmayacak mısın?´ diyenlere "Size bir halef bırakmıyorum. Sizi Allah´a emanet ediyorum. Eğer O, sizin için bir hayır dilerse, peygamberinizden sonra sizi en hayırlınız üzerinde birleştirir" buyurmuştur.
İbrahim en-Neha´î (ra) dedi ki: Hasan b. Ali (ra) emri Muavi-ye´ye teslim ettiğinde o yıl "Cemaat Yılı" olarak adlandırılmıştı. Şi-ilerden bir kişi, Hasan´a (ra) ´Ey müslümanları zelil eden´ diye hitap ettiğinde o şu karşılığı vermiştir: Bilakis ben müslümanları aziz kılanım. Ben, babamın şöyle dediğini duydum: Muaviye´nin emirliğini çirkin görmeyin. Çünkü bu iş benden sonra ona geçecektir. Eğer emri yitirirseniz, kılıçların omuzları karpuzlar gibi yardıklarını görürsünüz.
Müslüman, Sahabe´nin imametine rıza gösterdiği kimseye kalben inanmalıdır. Onlar, o şahsın imameti üzerinde ittifak etmişlerdir. Şura ehli imamlar da, onun öncelik sahibi oluşu üzerinde hemfikirdirler.
"Tafdil" yani üstünlük konusunda İbni Ömer´in (ra) rivayet ettiği hadis de buna dayanak olmuştur. O dedi ki: "Biz, Allah Resulü´nün (sav) devrinde Ebu Bekir (ra), sonra Ömer (ra), sonra Osman (ra) derdik. Bu söz, Allah Resulü´nün (sav) kulağına gittiğinde asla yadırgamamıştır. İbni Ömer´in (ra) azatlı kölesi Sefme´nin rivayet ettiği hadis de bunu göstermektedir: "Allah Resulü (sav) buyurdu ki: Hilafet, benden sonra otuz yıldır. Ardından saltanat olur" [2]
Peygamberin (sav) halifeleri ve malum on sahabinin imamları, muhacir ve ensarm gözdeleri ve ashabın en seçkinleridir. Bu rae-yanda Allah Resulü´nün (sav) de şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Allah Teala ashabımı seçerek alemlere üstün kıldı. Ashabımdan da dört kişiyi seçti ve onları ashabımın en hayırlıları kıldı. Ashabımdan her birinde bir hayır vardır. Ümmetimi de diğer ümmetler arasından seçti. Ümmetimden de dört nesli seçti. Her nesil senedir".
Bizler tâbi olan ve izleri arayarak onlara uyan bir topluluğuz. Kendi akıl ve görüşümüzle bidatler çıkarıp hayrı ona dayandıranlayız. Çünkü Sahabe´nin üstünlüğü meselesinde kıyas ve reye yer yoktur. Üstünlük/tafdîl konusu, icma yoluna uyarak teslimiyet üzere değerlendirilir.
Bu konuda Allah Resulü´nün (sav) hadisine muhalefet ederek aykırı düşmekten ve bidat çıkartmaktan sakınmak gerekir. O, bunu teyid ederek şöyle buyurmuştur: "Benim sünnetime ve benden sonra hidayet rehberi raşid halifelerin sünnetine uyun. Ona azı dişlerinizle sarılın. Ayrı düşen ateştedir [3] Allah Teala buyurdu ki: "Kim müminlerin yolundan başka bir yola uyarsa, onu saptığı yolda bırakır ve cehenneme sokarız". (Nisa/115)
Sahabe ve halifelerin üstünlük sıralaması, akla ve kıyasa ters düşer gibi görünmesine rağmen nübüvvet ve risaleti teyid edici niteliktedir. Bunun sebebi, nübüvvetin saltanatla karıştırılmaması ve Peygamber´in (sav) hilafet konusunda kralların ve imparatorların yoluna meyletmesinin engellenmesidir.
Nübüvvet krallığa ters olduğu gibi, hilafet de kraliyete aykırı bir yoldur. Kralların usulünde oğulların ve aile bireylerinin veliahtlığı sözkonusudur. Eğer sahabenin tafdîli konusunda akıl ve kıyasın rolü olsaydı, Allah Resulü´nden (sav) sonra insanların en hayırlısı, torunu Hasan (ra) olurdu. Çünkü peygamberlik onun soyun-daydı. Sonra da Abbas (ra) olurdu. Onda da babalık sözkonusuydu.
Ama Sahabe, bunun tam aksi üzerinde ittifak etmiştir. İnsanların akıllarının alamayacağı ve kalplerinin benimseyemeyeceği bir şey de Ebu Kuhafe ve Ebu Süryan´m müslüman olarak ölmeleridir. Halbuki Peygamber´in (sav) babası ve amcası müşrik olarak ölmüşlerdi. Bütün ravi ve tarihçiler o ikisinin şirk üzere öldükleri noktasında müttefiktirler.
Nitekim bu meyanda şu hadis nakledilmiştir: "Mekke´nin fetih yılı Ebu Bekir´in (ra) babası Ebu Kuhafe Allah Resulü´nün (sav) huzurunda müslümanlığı kabul etmişti. Ebu Bekir (ra), Resul´e (sav) şöyle dedi: Ey Allah Resulü, Ebu Talib´in müslüman olması, babamın müslüman olmasından daha sevimli gelirdi. Böylelikle sen de
huzur bulurdun. Onun bu sözleri üzerine Allah Resulü (sav) ağla di". Sözkonusu dört halifenin sıralaması, Allah Teala´nm sabık il minde onlar için takdir ettiği ömürler dikkate alınarak yapılmıştu Dördünün halife olabilmesi için bu sıralamadan başka bir yol mevcut değildi. Onların hilafet bakımından sonuncuları, vefat tarih bakımından da sonuncuları olmalıydı. Çünkü Allah Teala onların ecellerini bilmekteydi.
O, kendilerine vaadettiği hilafeti nasip ederek önceki halifele gibi onları da yeryüzünde Peygamberi´nin halifeleri kılmıştır. On lara, kendileri için razı olduğu Din´i ve endişelerinin ardından gü venlik duygusu bahsetmiştir. O, vaadinde sadık olandır. Kim ahdi ne Allah Teala´dan daha fazla bağlıdır. Bu, aynı zamanda şu ayet-kerimenin de açıklamasıdır: "Allah, sizden inanıp salih amellerd bulunanlara vaadetti ki onlardan öncekileri nasıl halife kıldıysi onları da yeryüzünde halife kılacaktır". (Nur/55)
Müslüman, hilafetin Kıyamet gününe dek Kureyş´e mahsus ol duğuna inanmalı, imamlara karşı kılıç çekmemeli, onlardan kay naklanan zulümlere karşı sabırlı olmalı, adalet ve iyiliklerine şük retmeli, iyilik ve takva gereği emrettiğinde ona itaat etmeli, ecel gelinceye veya günahkar bir el onu öldürünceye kadar bu şekild davranmalıdır.
Alimimiz Ebu Muhanımed Sehl (ra) bu hususta şöyle demiştii .Bu ümmet, yetmiş üç fırkaya ayrılacak, yetmiş ikisi helak olacak tır. Bunların tamamı, sultana buğzedenlerdir. Bir fırka kurtulacal ve o da sultanın yanında yer alacaktır. Başka bir vesilede de ´İnsan ların en hayırlısı kimdir?´ diye sorulduğunda şu cevabı vermiştii Sultandır. Bunun üzerine, ´Biz, sultanı insanların en kötüsü bilir dik´ denilmiştir. O da şu açıklamayı yapmıştır: Durun bakalım, Al lah Teala´nm hergün iki nazarı olur. İlk nazarı, müslümanlarıi malları ve canlarının selamette olup olmadığıdır. Diğer nazarı ise, onların fikirlerinin selametidir. O, sultanın defterine bakar v onun günahlarını bağışlar.
Yine Ebu Muh´ammed şöyle demiştir: Sultan salih biri değils Abdal zümresindendir. Eğer salih bir zat ise, dünyanın üzerind (döndüğü kutubdur. Onun, ´Abdal zümresindendir ifadesinin anla ıı, dünyanın abdalından olduğu şeklindedir.
Cafer b. Muhammed es-Sadık´tan (ra) da şu sözü rivayet emişlerdir: Dünyanın abdalı, mevkilerine göre yedi kişidir: Abidler, alimler, tacirler, halife, vezir, ordu komutanı, zabıta amiri ve kadı. Bunun teyidi de Allah Resulü´nden (sav) rivayet edilen şu hadistir: "Adil imamın bir anlık adaleti, altmış sene ibadetten daha hayırlıdır". Denir ki: Adil imamın tartısına, tebaasının amelleri de ilave edilir. Amr b. As şöyle demiştir: Katı bir imam, sürüp giden bir fitneden daha hayırlıdır.
Allah Resulü (sav) de bir hadisinde şöyle buyurmuştur: "Üzerinizde ifsad emirler olacaktır. Allah Teala onlar ile çok İslah etmez. Eğer iyi davranırlarsa ecirlerini alırlar ve size de şükretmek düşer. Eğer kötü davranırlarsa, veballerini yüklenirler ve size de sabretmek düşer". Başka bir hadiste ise şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Maruf görmediklerini söyler, münker gördüklerini yaparlar". Bir diğer rivayette ise şu lafız geçmektedir: "Kendilerine emredil-meyenleri yaparlar. ´Onlarla savaşacak mıyız?´ diye sorduk. Allah Resulü (sav) ´Hayır, namaz kıldıkları sürece savaşmayın´buyurdu".
Ebu Muhammed Sehl (ra) şöyle derdi: Bir sultanın imametini inkar eden kimse zındıktır. Sultan çağırdığı halde icabet etmeyen kimse bidatçıdir. Onun daveti olmaksızın gelen de cahildir. Yine o, başka bir vesilede şöyle demiştir: Onların kapılarına asılı kara tahtalar, müslümanlar için mescidde hüküm veren yetmiş kadıdan daha faydalıdır.
Ahmed b. Hanbel (ra) şöyle derdi: Sultan salih olduğunda, ümmetin salihlerinin en hayırhsıdır. Fasık ise, ümmetin salihleri ondan daha hayırlıdır. Bu adil bir sözdür. Kıble ehlinden hiçbiri, bir günah sebebiyle tekfir edilemez. Ne kadar ağır da olsa, hiç kimse başka birini cennete ya da cehenneme koyamaz. Ancak onun için ricada bulunabilir veya endişe edebilir.
Büyük günahlarda ısrar eden biri, tevbe etmeksizin öldüğünde Allah Teala´nın iradesine teslim olur. Allah Teala onunla ilgili tehdidini tatbik ederse adil davranmış, affederse kendi hakkından feragat edip lütufta bulunmuş olur. Bu konuda Allah Teala adına kesin hüküm veremeyeceğimiz gibi kendi adımıza da O´na hiçbir hüküm dayatamayız. Biz O´nun adalet ve lütfü arasında dururuz. O, irade ve tercihi ile azap vaadim gerçekleştirebileceği gibi bağışlayabilir de. Çünkü O, takva ve mağfirete layık olandır. Bu meyanda Allah Resulü´nün (sav) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir:
"Allah Teala, ameli sebebiyle sevap vaadettiği kimseye vaadini gerçekleştirendir. Bir fiilden dolayı ceza ile tehdit ettiği kimse hakkında ise tercih sahibidir".
Konuyla ilgili başka bir hadis de şöyledir: "Allah Resulü´ne (sav) ´Kim bir mümini kasden öldürürse onun cezası ebedi cehennemdir´ ayet sorulduğu zaman şöyle buyurmuştur: Eğer Allah Teala ceza-landırırsa, cezası cehennem olur".
Allah Teala´nın her kazasında eşsiz bir hikmet, adalet, sadık bir hüküm ve hakkaniyet mevcuttur. Müslüman, Allah Teala´nın bütün takdirlerini, hayrını ve şerrini tasdik ederek bunların hepsinin de Allah Teala´dan geldiğine ve O´nun ilminde önceden varolduğuna, yarattıklarıyla ilgili hükümleri gereği cereyan ettiğine inanmalıdır. Onları masiyetten engelleyen, yalnız O olduğu gibi, itaat etmeye muktedir kılan da rahmeti gereği yine O´dur. Onlar kendilerine yüklenenlere ancak O´nun sayesinde güç yetirebilir, Allah Teala´nın müdahelesi olmaksızın kendilerine ne bir yarar, ne de zarar getiremezler. Allah Teala´nın kudretine, O´nun mülkündeki ayetlerine ve haberlerde zikredilen gaybi melekûtuna, bu meyanda veli-f lerine ikramına gevdiklerine icabetine, sıddıklarla salihlere izhar ettiği kudretine iman ederiz.
O, onların imanlarım arttırmak, yakinlerini pekiştirmek, ikram ve teşrifte bulunmak için bunları yapabilir. Bütün bunlarda peygamberlerin nübüvvetlerinin iptali ve onların delillerinin zayıflatılması sözkonusu değildir. Herşeyden önce bunlar, peygamberlere muhalif olan ve onları inkar eden kimseler değildir. Kendilerinden zuhur eden şeylerin, kendi güçleriyle oluştuğunu iddia etmedikleri gibi insanları da kendilerine davet etmemiş, bu ayrıcalıklarım kullanarak gösterişe sapmamışlardır.
Onların durumu, Allah Teala´nın kendilerine nasip ettiği melkût sırlarının bir kısmının keşfedilip açılmasından başka birşey değildir. Allah Teala onları dilediği şekilde sırlara muttali kılmış ve dilediği yerde gaybi kudretine vakıf kılmıştır. Bunu da onlar için dilediği tahsis ve tarif gereği yapmıştır. Onlar da peygamberlere tâbi olan kimselerdir. Onların kardeşleri durumundadırlar. Onların emsalleri veya benzerleri değillerdir. Sahabe ve tabiunun seçkinlerinden onlarla ilgili birçok haber tevatür yoluyla rivayet edilmiştir. Bu tevatür de bizi konuyu tartışmaktan müstağni kılmıştır.
Ahirette vaki olacak sekiz husus ise şunlardır: Kul, Münker ve Nekir adlı meleklerin sorgulamasına inanmalıdır. Bu iki melek, ruh ve beden olarak kabre yatan müslümana tevhid ve risalet hakkında sorular soracaktır. Bu, müminin karşılaşacağı son imtihandır. O iki melek kabir imtihanıdır. Allah Resulü (sav) de bunu ifade eden hadisler buyurmuştur. Allah Teala´mn şu ayet-i kerimesi de bu manadadır: "Allah iman edenleri dünyada ve ahirette sabit söz ile pekiştirir". (İbrahim/27) Bu ayetin tefsirinde ´yani Münker ve Nekir´in sorgusunda´ denilmiştir. Allah Teala zalimleri saptırır. O, dilediğini yapandır.
Kabir azabı hak, hikmet ve adalet gereği olup hem ruh, hem beden, hem de nefse yöneliktir. Bu üçü, nimetten yararlanmada ortak oldukları gibi taatte de ortak olurlar.
Bunlar, ahiret hükümleriyle ilgili hususlar olup Allah Teala´nm kudreti sayesinde cari olurlar. Akıl ve mantığın bunları kavraması mümkün değildir. Allah Teala, azabı da nimetleri de hem ruh, hem de bedene yöneltir. Onların dağınık bulunmasısonucu değiştirmez. Azap ve nimette birleşirler. Allah Teala´nm kudreti için mesafe, sıralama, uzaklık ve zamanlama sözkonusu değildir.
Kul, iki kefesi ve bir dili olan mizana inanmalıdır. Mizan yani terazi de, hak, adalet ve hikmet gereği olup ayrıca lütuftur. Onun ne büyük olduğunun tavsifi, gökyüzü ve yeryüzü tabakalarının bu terazide amellerle birlikte tartılmasından anlaşılmaktadır. Bu terazi, Allah Teala´nm kudretiyle çalışmakta ve adalet için zerre ve hardal tanesini dahi ihmal etmemektedir. Zulüm taşıyan kaybedecektir. Hasenat, güzel bir surette terazinin nur kefesine konulduğunda terazi Allah Teala´nm rahmetiyle ağırlaşacaktır. Kötülükler de kötü bir surette terazinin zulmet kefesine konulacak ve terazinin kefesi Adl-i İlahi gereği hafifleyecektir.
Kul, Sırat´m hak olduğuna da inanmalıdır. Sırat, hadislerde anlatıldığı biçimde, kıldan kılıçtan ince ve daha keskindir. Cennetlikler ve cehennemlikler, gidecekleri yere bu köprüden yürüyerek ulaşacaklardır. Müminlerin ayakları, Allah´ın kudretiyle sabitleştirilecek ve Sırat onları cennete taşıyacaktır. Münafıkların ayakları ise O´nun hikmeti gereği kayacak ve cehennem çukurlarına düşeceklerdir. Sırat, cehennemin bulunduğu zemin üstünde Allah´ın izniyle duran bir köprüdür. Onu geçen Allah´ın rahmetiyle cehennemden kurtulacaktır. Onda ayağı kayan ise, Allah´ın hikmeti gereği cehenneme yuvarl anaç aktır.
Kul, hesabın yapılacağına ve insanların farklı şekillerde hesaba çekileceklerine de inanmalıdır. Kimi insanların hesabı kolay olurken, kimileri de hesaba çekilmeksizin cehenneme atılacaktır. Onlar kafirlerdir. İmamımız Ebu Muhammed Sehl (ra) şöyle derdi: Allah Teala peygamberlere risaletin tebliğini sorarken, inkar edenlere de peygamberleri niçin yalanladıklarını sorar. Bidatçılara sünneti sorarken, müslümanlara da amellerini sorar. Bizim kanaatimiz de aynı yöndedir.
Kul, Allah Teala´yı göz ile görmeye de inanmalıdır. O´nun huzurunda perde ve örtüler kaldırılacak ve O´nun kudret ve iradesi, nuru ve rahmeti sayesinde Zatı´na bakılacaktır. Bu, O´nun dilediği şekilde gerçekleşecektir. Şu ayet-i kerime de bunu teyid etmektedir: "İhsanda bulunanlara en güzeli ve fazlası vardır". (Yunus/26) B radaki ´hüsnâ=en güzel´ cenneti, ´fazlası´ ise Allah Teala´yı görmeyi ifade etmektedir. Allah Resulü (sav) de ayeti bu şekilde tefsir etmistir.
Müslüman, cehennemde cezasını çeken nıuvahhidlerin azaptan sonra çıkarılarak cehennemde hiçbir muvahhidin kalmayacağına da inanmalıdır. Bu, Allah Teala´nm lütfü gereğidir. Peygamber ve sıddıklarm şefaat edeceklerine her müminin de şefaat hakkı bulunduğuna iman etmelidir. Onlar bu hakkı, Allah Teala´nm izniyle kullanacaklardır. Peygamberler, sıddıklar, alimler, şehidler ve müminlerden her biri gücü ve mevkiisine göre şefaatte bulunacaklardır. Raviler bu konuda Allah Resulü´nden (sav) it tifakla rivayette bulunmuşlardır. Muvahhidlerin cehennemden çıkarılışı hususunda da ittifak edilmiştir.
Bunlar, cehennemlikler olarak bilinen ve onun en üst tabakasını oluşturan kimselerdir. Bu manada Allah Teala şöyle buyurmuştur: "İnkar edenler, ´Keşke müslüman olsaydık´ diye arzu ederler". (Hicr/2) Tefsir ehli bu ayet-i kerimenin tefsiriyle ilgili olarak şunları söylemişlerdir: Muvahhidler, cehennemden çıkartılırken inkar edenler böyle bir tutum içinde olurlar. Kalanlar, rahmet sahiplerinin en merhamitlisinin iradesine bağlı olarak orada kalırlar. Çıkanlar da, O´nun iradesi, rahmetinin genişliği ve lütfunun eseri olarak oradan çıkarlar. Çıkamayanlar, şefaatçilerin şefaat etmedikleri, peygamberlerin şefaat dilemedikleri kimselerdir. Allah Resulü (sav) de bu meyanda hadisler irad etmişlerdir.
Bütün bunlar, hidayet rehberi sünnetin ve razı olmuş ümmetin yolunun belirlediği akaiddir. Müminlerin selefi bunlar üzerinde ic-ma etmişlerdir. Onların hiçbirinden bunun aksi nakle dilmediği gibi, Allah Resulü´nden (sav) de bunların zıddında bir hadis rivayet edilmemiştir. Aksine bunları teyid eden sayısız hadis ve haber nakledilmiştir. Allah Teala da Selef-i Salih´in sünnet üzere ittifaklarını taahhüt etmiştir. Tıpkı dinini, bütün dinlerin üstünde izhar etmeyi taahhüt ettiği gibi.
Bu meyanda Allah Resulü´nün (sav) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Allah Teala bana taahhüt etti ki -başka bir lafızda bana bahşetti ki- ümmetim dalalet üzerinde ittifak etmeyecektir. Bir ihtilaf gördüğünüzde çoğunlukla beraber olun"[4]
Hadiste geçen "sevâd" kelimesi, çoğunluğu ifade etmek için kullanılan bir kelimedir. İhtilaf edenler dahi "sevâd-ı a´zam"m yani büyük çoğunluğun, müslümanlarrn umumunu ifade ettiği hususunda hemfikirdirler.
Bidat ehli ve muhalifler ise, daha önce belirttiğimiz gibi bir takım fırkalar ve küçük gruplardır. Onlar dağınık cemaat ve hiziplerdir. Her bidatçi bir fırkayı, her küçük grup bir ihtilafı temsil eder. Sevâd-ı A´zam denilen kahir ekseriyet ise, Ehl-i Sünnet ve´-Cema-at´in teşkil ettiği büyük topluluktur. Onlar geneli ve ekseriyeti oluştururlar. İşte bu nedenledir ki Ömer b. Abdülaziz (ra) ve onun gibi salihler şöyle derlerdi: Bizim dinimiz, yaşlıların, mektep çocuklarının ve bedevilerin dinidir. Yani genelin sahip çıktığı kuvvetli dindir. Allah Resulü (sav) de bu meyanda şöyle buyurmuştur: "Bugün sizin bulunduğunuz hal üzere olan kimseler İslam Ümmeti, muhtelif fırkaların ihdas ettiği şeylerin Sahabe ile alakası bulunmadığı hususunda icma etmiştir.
Sahabe bu konularda asla konuşmamış ve onlardan buna dair hiçbir haber nakledilmemiştir. Çünkü onlar yukarıda zikrettiğimiz esas üzere yaşamaktaydılar. Onlar ihtilafları değil, uzlaştıkları hususları naklederlerdi. Hicret´in ilk iki asrında yapılan rivayetler bu niteliktedir. Üçüncü asrın bir kısmı ile dördüncü asırda sözettiği-miz ihtilaflar ortaya çıkmaya başlamıştır.
Amr b. Dinar, Eyyub ve Hammad b. Zeyd´e Mürdilik ve Cehmi-ye mezhebi hatırlatıldığı zaman şöyle derlerdi: Kendisinden daha yaşlı olduğum böyle bir din anlayışına Allah lanet etsin! Çünkü onlar, böyle bir din anlayışının çıkacağını ve bidaçilerin bunlara sarılacaklarını çok önceden bilmekteydiler.
Tevfık ve hidayetinin güzelliğinden dolayı göklerin ve yerin Rab-bi´ne hamdolsun. Allah bize hidayeti nasip etmemiş olsaydı, hidayete eremezdik. O´nun üzerimizdeki nimeti sünnet ile, İslam iledir. O´nun bize Resulü (sav) ile nimette bulunması marifetiyle in´amda bulunması gibidir. Çünkü O´na itaat, Allah´a itaattir. Ayrıca Kita-bı´nı anlamak da Resulü´nün (sav) sünnetinin izahına muhtaçtır.
Ömer (ra), Allah Resulü´nden (sav) şu hadisi rivayet etmiştir: "Şeytan tek kişi iledir. O, iki kişiden uzak durur. Sizin tek başınıza hareket edeniniz, koyunun tek başına hareket edeni gibi sürüden ayrılan ve uzaktakine tabi olandır. Her kim cennete girmek isterse, cemaatten ayrılmasın. Her kira cemaatten ayrılırsa, cehennemdedir".
Ebu Galib, Ebu Ümame´yle ilgili şu hadiseyi nakletmiştir: O, Basra´dan getirilen ve dallara geçirilmiş Harici kellelerine baktı ve şöyle dedi: Göğün altında olabilecek en kötü Ölüler! Onların öldürdükleri de en hayırlı ölülerdir!
Ardından onlar için ´Cehennemin köpekleri!´ dedi. Sonra şu ayet-i kerimeyi okudu: "Kalplerinde eğrilik bulunanlara gelince onlar, fitne çıkarmak maksadıyla şüpheli şeylere yönelirler". (Al-i Im-ran/7) Ardından da şu ayeti okudu: "Bazı yüzlerin ağardığı, bazı yüzlerin de karardığı gün, yüzleri kararanlara: İman etmenizden sonra inkar ettiniz ha!´ (denilir)". (Al-i îmran/106) Ve parmağıyla onları işaret etti. Bir süre ağladı.
Kendisine şöyle dedim: Ey Eba Ümame, onlar hakkında bütün bunları söyledikten sonra bir de ağlıyor musun?! Bana şöyle dedi :
Allah, şu insanları bu hale düşüren İblis´i kahretsin ey Eba Galib! Bunlar da bizim dinimiz üzereydiler. Şu karşılaştıkları hal için ağlıyorum. Bunlardan senin beldende de çoktur. Seni onlardan Allah adına sakındırırım. Bunu üç kez söyledi. Ben de ´Amin´ dedim.
Sonra da şunu sordum: Ey Eba Ümame, bu görüşünden önce Allah Resulü´nden duyduğun veya gördüğün bir bilgi var mıdır? Bunun üzerine üç kez şöyle dedi: Eğer öyle yaparsam, cüretkârlıkta bulunmuş olurum. Ben Allah Resulü´nün (sav) üç dört kez şöyle buyurduğunu işittim: "Hıristiyanlar yetmiş iki fırkaya bölündüler. Benim ümmetim de onlardan bir fazla fırkaya bölünecek ve çoğunluğu dışında hepsi de cehennemde olacaktır". Yanımızda bulunan bir adam şöyle dedi: Ey Eba Ümame, falan oğulları Sevâd-ı A´zam içinde midir?
O da şu cevabı verdi: Eğer böyle yaparlarsa yüklendikleri (günahlar) onlara düşer, sizin yüklendiğiniz de size düşer. Cemaat bölünmeden, itaat ise masiyetten daha hayırlıdır. Ardından yine kellelere baktı ve şöyle dedi: Bize öfke besleyen ve bizi katledenler bunlar mı? İşte Hariciler´in başları! Harure´de müminlerin emiri Ali b. Ebi Talib´e isyan edenler! Onlar bidat ehlinin boynuzlarıdır.
İslam´da çıkarılmış ilk bidat de budur. Bunlar boyunlarında ve seccadelerinde taşıdıkları mushafları, alınlarının içinde olduğu gibi okuyan karilerdi. Hatta bu yüzden hakemlerin yetkisini reddederek Ali´den (kv) hükmü bozmasını ve rücu etmesini isteyip "Allah´tan başka hüküm (sahibi) yoktur" dediler. Sultanın emrini çiğneyip imama isyan etmeyi doğru gördüler. Osman´ı (ra) tekfir edip onu katleden Mısırlı sefilleri tasvip ettiler. Ali´den (kv) de kendi görüşlerine uymasını ve nevalarında kendilerine tabi olmasını istediler. Eğer isteklerine uyarsa onunla beraber müslümanlarla savaşmayı taahhüt ettiler. Onun yanında savaşmak için hakemlerin tahkiminden rücu etmesini şart koştular. Büyük günah sahiplerini de kafir ilan ettiler.
Ali (kv), Allah Teala´nın kendisine gösterdiği hakkı ve Resulü´nün (sav) kendisine emanet ettiği sorumluluğu gördü. Buna göre de dinden çıkanlarla savaşmayı doğru buldu. Onlarla savaşarak büyük bölümünü öldürdü. Onların tamamı cehennemdedir. Onlarla savaşan Ali (kv) ve arkadaşları ise, yeryüzünün en hayırlıları olarak cennete gireceklerdir.