Eslemnur
Fri 1 October 2010, 06:17 pm GMT +0200
İslâm ve İktidar
Yukarıdaki bahislerden, İslâmî hükümetin niçin zarurî olduğu anlaşıldı. Fakat muhtelif cephelerden din ile siyasetin birbirlerinden ayrılmaları, şeklindeki şeytanî nazariye müslümanların zihinlerine girmiş ve müslümanların düşüncelerini tesir altında bırakmıştır. Çeşitli tefsirler, türlü türlü tevillerle, bunun mümkün olduğunu zihinlerine sığdırmak yolundaki çalışmaları da gördük. Bunun için, biz de şimdi islâm'ın ne gibi inkılâplar vücuda getirmiş olduğunu, ne gibi değişiklikler ve ne gibi devrimlere yol açmış bulunduğunu ve bu hususlarda ne gibi yanlış teviller, hatalı tefsirler ortaya atılmak istendiğini; bunların hakikatlerinin ve bunların asıl mahiyetlerinin nelerden ibaret olduğunu göstermek isteriz.
Tefhîm-u'l-Kur'anda, aşağıdaki âyet-i kerime'nin[11] tefsirinde:
"Fitne ortadan kalkıp, Allah'ın dini yerleşinceye kadar, onlarla dövüşünüz, bırakıp çekilirlerse, o zaman; zâlimlerden başka kimseye karşı düşmanlık yoktur."
(El Bakara: 193)
denmiştir. Bırakıp çekilmekten maksat, kâfirlerin kendi küfrü ve şirklerini bırakıp da çekilmeleri değildir.
Bu küfürlerinden ve bu şirklerinden vaz geçmeleri değildir. Fitne ve fesadı terkedip çekilmeleridir. Taarruzu bırakıp da çekilip gitmeleridir. Kâfir, müşrik, tabiatperest mülhid kimselerden hangi zümre olursa olsun, bu gibi toplulukların kendi akidelerine bağlı oldukları görülür. Bunların da inançları dairesinde ibadet ederler; yahut da keyifleri istemez yapmazlar. Söz konusu olan olan bu iş değildir. Onları bu sapıklıklarından kurtarmak için de biz, ancak anlayış dairesinde ve liyakatli bir şekilde, kendilerine nasihat veririz; lâf anlatmaya çalışırız. Fakat onlar, bu nasihatları ve bu sözleri ve bu öğütleri ya dinlerler veya dinlemezler. Fakat kalkıp da bize karşı koyup savaş yolunu tutarlarsa; o zaman iş değişir. Yani onlar, yeryüzüne hâkim olmak, yeryüzünün iktidarını ellerine geçirmek için çalışırlar; yeryüzünde hâkim bulunması icabeden ilâhî Kanunun hükümranlığı yerine, kendilerinin uydurdukları bâtıl kanunları yürürlüğe koymak yolunu tutarlarsa ve bu hareketin neticesi olarak, Allah'ın kullarını, Allah'tan başkasına kul etmek için zorlarlarsa, meselenin nereye dayanacağını elbette herkes tahmin edebilir. Böyle bir niyet ve harekete tam mânasiyle fitne ve fesâd denir. İşte, bu fitne ve fesâd kılıç zoru ile ortadan kaldırılmalıdır. Kâfirler bu işlerinden, bu gidişlerinden vazgeçmedikçe, Mü'minler de kılıçlarını kınlarına koymamalıdırlar.
Yukarıda altını çizmiş olduğumuz bu konu üzerine, Tefhimu'l-Kur'an okuyucularımızdan malûmat ve ilim sar hibi, ileri gelen bir kişi şu şekilde itirazda bulunmuştu:
1. Bu tefsirden şu mânâ çıkıyor ki, emniyet ve selâmet, sulh ve barış yolunu tutmuş olan islâm, diğer dinlere müdahale ediyor; bunun için de, savaşı caiz görüyor. Halbuki açık emir vardır: "La ikrahe fi'd-dîn: Dînde zorlama yoktur."
(Bakara: 256)
Bu tefsir, yukarıda bahsedilen âyet-i kerimeye zıd olmuyor mu?
2. İslâm muhalifleri için, kendi din, mezhep ve akideleri üzerinde serbest bulundukları hakkındaki "Leküm dînüküm ve Lîyedin: Sizin dinimiz kendinize ve benimkisi kendime." (Kâfirûn: 6) âyet-i kerimesinden açıkca anlaşılmaktadır. Onlar akidelerinde serbesttirler. Bir akîde, bir fikir serbest olunca, o akideyi yaymak, tebliğ etmek de serbest olmaz mı? Görülüyor ki, onların akidelerine de serbestlik tanımıştır. Kur'anı Kerim'in mefhumun dan da bu serbestlik anlaşılıyor. Muhtelif zamanlarda, karşı karşıya yapılmış olan münazaralardan da bu nokta belirtilmiştir. Meselâ Kur'an-ı Kerim'de buyurulduğu: gibi: "Ehl-i Kitab ile, ancak iyi bir şekilde (tatlılıkla) mü nazaraya girişin."
(Ankebût: 46)
İslâm, diğer dinlerin ve mezheplerin ibadethanelerine ve ibâdet şekillerine müdahale etmez. Hattâ Resûl-î Ekrem (S.A.V.) kendilerinin Mescid-i Nebevi'lerinde Ehl-i Kitab'a kendi ibadet şekillerinde ibadet etmeleri için müsaade bile vermişlerdi. Hazret-i Yûsuf aleyhisselâm, Aziz-i Misr'ın (Mısır'ın efendisi) hizmetinde iltizam ettiği vakit, bu Aziz-i Mısr, o zaman, akîde ve amel bakımından müşrik idi. Evet, o zaman hal böyle iken de şöyle söylemişti:
"Ey!.. Benim hapishane arkadaşlarım, çeşitli ilâhlar mı iyi yoksa Bir olan kudret sahibi bulunan Allah mı?"
(Yûsuf: 39)
Buradan da şu mâna anlaşılıyor ki, başkalarına da, kendi fikirlerini, kendi akidelerini yaymak ve anlatmak hususunda bir hak tanınmıştır.
3. Altı çizilmiş bulunan cümleleri gözönüne aldığımız zaman Müslümanların, karma ülkelerde, yani hem müslümanlar hem de gayri müslimlerle meskûn bulunan yerlerde nasıl yaşayabilirler? Gayri - müslim medeniyet ve gayri - müslimlerle bir arada yaşarken, işlerinde, şehir ve devlet dairelerindeki vazifelerini nasıl devam ettirebilirler? Böyle olunca, onların siyasî akideleri Müslümanların işlerine engel olmaz mı? Müslümanlar Türkiye’de yahut da İran'da olsalar, Beyefendilerinin (Mevdûdî) söylediğine göre, oralarda dahi cihad bayrağı açmaları lâzım gelir. Nitekim söylediğimiz bu memleketlerde tam olarak islâm kanunları, islâm haddü hududu yürürlükte değildir. Bu âlemşümul siyaset ile ve bu şekilde gidilirse hiç bir şekilde olumlu bir iş yapılamaz. Çekişmenin ardı arkası kesilmez. Herhangi başka bir cemaat de, Müslümanlarla geçinmek, Müslümanlara yardım etmek, onlarla bir arada, bir şehir ve aynı memlekette yaşamak istemez. Bu şekilde, yine Müslüman cemaatiyle hiç bir gayrı-Müslim cemaatin, hiç bir hususta, anlaşmasına, bir yerde barınmasına ve geçinmesine de imkân kalmaz.
Beyefendilerinin buyurduğu gibi olsaydı, o zaman iş birliği de tamamiyle ortadan kalkmak zorunda kalırdı. Eğer Müslüman cemaatin, kendi fikir ve akidelerini yaymaları için bir hak tanınıyorsa, o zaman, bu hak gayri -Müslimlere de tanınmalıdır. Bilhassa onların hâkimiyette bulundukları yerlerde bu hak onlara verilecektir.
"Herçi ber hod ne pesendî, ber diğeran mepesend:
Kendin için beğenmediğin şeyleri, başkaları için de beğenme."
Resûl-i Ekrem, Sallallahü aleyhi ve Sellem, Medine-i Münevvere'de iken Ehl-i kitâb ile iyi geçinmek yolunda, onlarla muahedelere girişmişlerdir. Bu anlaşmalara, hangi şartlar üzerine dayanmaktadır. Mekke'deki günlerinin ilk devrelerinde de Zat-ı saadetlerinin tavır ve hareketi de bunu teyid etmez mi? Başka bir tâbirle, gayri - Müslim hükümet veya cemaatin arasında böyle bir Müslüman cemaati bulunursa, o zaman, bu Müslümanlar hemen kılıca mı davransınlar? Küfür cephesinin kanun ve nizamlarını ortadan kaldırmak için savaşa mı girişsinler? Acaba kim böyle bir tutumu mantıklı sayabilir? Kim buna tahammül eder?
Yukarıdaki bu uzun itirazın cevabını bir kaç cümle ile vermek mümkündü. Esasen bu itirazın kendisi de-yanlış anlayışlardan ileri gelmektedir. Bu itiraz ve bu gibi bir çok itiraz yığınları, islâm'a gerekli seviyeden ve ona dosdoğru bir noktadan bakmaktan mahrum olanlara musallat olmaktadır. Bu eksik ve hatalı anlayışlar insanları öyle sarmıştır ki, bu yüzden müslümanlar kendi dinlerinin esas kaidelerini anlamaktan âciz bir hale gelmişlerdir. Bundan dolayı bu itrazın cevabını biraz geniş ve etraflıca vermek icabediyor.