- İslam kültürünün oluşmasında Hicaz

Adsense kodları


İslam kültürünün oluşmasında Hicaz

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

rray
hafız_32
Wed 29 September 2010, 01:03 pm GMT +0200
B. İSLÂM KÜLTÜRÜNÜN OLUŞMASINDA HİCAZ BÖLGESİ HALK İNANÇLARI


Kavram Olarak İslâm Kültürü
 

Kültür kavramı, belli bazı yönlerine ağırlık verilerek çeşitli şekillerde tarif edilmiştir.[466] Biz bu tarifler arasında konumuz iti­bariyle yakından ilgili olan "Sosyal miras ve gelenekler birliği" olarak yapılan tarifi vermek istiyoruz:

"Kültür, varlığımızın yapısını belirleyen, sosyal bir süreçle Öğrendiğimiz uygulama ve inançların, maddî ve manevî öğelerin birliğidir. " [467]Bu tarife adapte ederek îslâm Kültürü kavramını Şöyle tarif edebiliriz:

"Müslüman toplumların müştereken, varlığını belirleyen, ge­çen zaman içinde Öğrenip uyguladıkları, inanıp benimsedikleri maddî ve mânevi öğeler billiğidir."

îslâm kültürü, tarihin derinliklerinde kalmış, bitmiş bir kül­tür ve medeniyet değildir. Yer yüzünde Müslümanlar bulunduğu sürece islâm Kültürü de iç yapısında genişleyerek varlığını de­vam ettirecektir. Yani yaşayan bir kültürdür. Bu sebepten Kav­ram olarak islâm Kültüründen bahsederken, aslında geçmişten günümüze oluşan, islâm Kültürü olgusunun temel çizgilerinden bahsetmek mümkündür. Yoksa bütün yönleriyle ele almak, Özel­likle yaşayan bir kültür oluşumu için imkansızdır. Her geçen gün yeni kültür öğelerinin kazanılması sözkonusudur. Onun içindir ki, islâm Kültürünü tanımada ancak, islâm dünyasının belli coğrafî kesimlerini» belli zaman dilimleri arasında ele alarak de­ğerlendirmelerde bulunmak, daha isabetli bir bakış açısı olacağı kanaatindeyiz. Bu düşünceler içinde biz, islâm Kültürünün oluş­masında Hicaz Bölgesi Halk inançlarının yerini araştırırken konuyu sınırlayarak: islâm'ın ortaya çıktığı dönemdeki Halk İnançlarının, daha sonraki dönemlerdeki durumunu ele almak is­tiyoruz. [468]

 

Mahiyet Olarak İslâm Kültürü:
 

Hz. Peygamberin peygamberlik görevi Hicaz bölgesinde özel­likle Mekke ve Medine'de geçti. 23 yıllık bu görevin 13 yılı Mek­ke'de 10 yılı ise Medine'de geçmişti. İslâm Tarihinde "Asr-ı Saa­det"[469] tabiriyle ifade edilen ve özellikle Hz. Peygamber'in pey­gamberlik görevim ifa ettiği dönem de, kendi arasında taşıdığı ni­telikler açısından Mekke Dönemi ve Medine Dönemi diye ayrılma­sı, islâm Kültürü açısından ayrı bir öneme haizdir. Genel hatları itibariyle, Mekke dönemi, inancıyla, ahlakıyla, sosyal ve kültürel değerleriyle, ayrı dünyaların insanı olan Câhiliye Araplarım, inanç ve değerler yönünden yeniden ele almakla geçmiştir. Bu dö­nemde inen sure ve ayetler, daha sonraki dönemlerde Mekkî su­reler, Mekkî ayetler diye isimlendirilmiştir.[470] Bu sure ve ayetle­rin verdiği ana mesaj, inanç konusundaki yeni yapılanmadır. Ya­ni putperest düşünceler, politeist Tanrı inançları, bir takım batıl ve boş inançlar iptal edilmiş, Tevhid inancı ve onun unsurları an­latılmıştır. Mekke döneminde devamlı işlenen konular, Allah ve Ahiret inancı üzerinde yoğunlaşmıştır. Yeni dinin yeni insanı, inanç dünyasıyla, değerler sistemiyle bu dönemde yetişmiştir. Devam eden hayat, Tevhid düşüncesi etrafında yeniden oluşmaya başlamıştır. Medine dönemi ise, Mekke döneminde yetişen yeni insan tipinin inanç ve düşünce sistemini pratik hayata geçirdiği dönemdir. Bu dönemde inen surelere Medenî sureler yahut Mede­ni ayetler deniyordu. Bunların muhtevası ise, daha çok muamelât olarak bilinen, hukuk, iktisat gibi konularla birlikte namaz, oruç, zekat gibi ibadetle ilgili konulara taalluk ediyordu. Hz. Peygam­ber'in bu 23 yıllık peygamberlik döneminde, Hz. Adem (a.s) ile başlayan ve zaman zaman fetret dönemleri geçiren Tevhid inancı, en son ve kamil şekliyle yeniden doğmuştu. Halkın üzerinde bu­lunduğu, sosyal ve kültürel miras üzerinde düzenlemeler yapmış, Tevhid inancıyla ters düşen bütün gelenek ve inançları reddetmistir. Bazı müelliflerin Kuran doktirini dedikleri[471] islâm, dinî, içtimaî ve ahlâkî bir reform yapmıştır. Hz. Peygamberin tebligatı ve tatbikatıyla islâm dini, kendi müesseselerini kurmuş, Medi­ne'de küçük bir Site-Islâm Devleti kurulmuştu. Bu yeni devlet, geçmişe ait her türlü yanlış ve batıl düşünceleri geride bırakarak kendi kültürünü de beraberinde getirmişti. Bu kültürün odak noktasını Tevhid (:Allah'ın birliği ve mutlak hakimiyeti) düşünce­si teşkil ediyordu, işte, çok kısa dönemde bu kültürel değişiklik gerçekleşmişti. Sosyolojik kaidelerin bile geçersiz kaldığı çok kısa bir zaman süreci içerisinde bu yeni yapılanma meydana gelmişti. Olay, beşeri düşünce ve yorumlamaların üstünde gerçekleşen bir durumdu. Fakat ilâhî bir metod uygulanmıştı. Bu matodun espiri-si, fıtratı daima gözönünde bulundurmak idi.

Yani, batıl bir inanç ilga edilirken, eğer o inanç fıtrî olarak or­taya çıkmış bir takım ihtiyaçlara cevap verir özellikte ise, bunun doğru olanı, altarnatif olarak sunulmuştur. Yok sadece Şirk dü­şüncesini yerleştiren bir inanç öğesi olarak çıkmışsa, o, tamamen reddedilmiştir. Bunu basit bir şekilde misallendirirken, mesela: Her insanın bir kutsala inanmak ihtiyacı vardır. Ve bu fıtrîdir. Yani insan yaratılışında beraberinde getirmiştir.[472] Bu inancı Câhiliye dönemi insanı, bir takım gök cisimlerine, tabiat varlıkla­rına kudsiyet izafe ederek veya melek-cin-şeytan ve rûhânî var­lıklar gibi gözle görünmiyen yaratıklara üstünlük ve yücelik isnad ederek onları Tanrı görmüşler, çok basit ve hatta gülünç davranış­lar içine girmişlerdi. Tabiki bu yanlıştı, Tevhid düşüncesiyle ters düşüyordu. Bu inancın ıslahı gerekiyordu. Aslında bu davranış­lar, tabii bir ihtiyacın karşılanması olarak görünüyordu ama, yan­lıştı. Fakat bu yanlışlık kaldırılırken yerine bir alternatif konması gerekiyordu. Yani doğru olanı ortaya konmalıydı, işte Hz. Pey­gamber'in tebligatı Tevhid inancıyla bunu yapmıştı. Şirk düşün­cesinden, put inancından, çok Tanrı edinme duygusundan uzak, mutlak hakim ve yüce kudret olarak Allah inancını getirmişti. Bir de Kâhin ve Arrâflara başvurarak gayb hakkında bilgiler edin­mek geleneği vardı ki, Kâhin ve Arrâflann gaibten haber verebile­cek güçte ve üstünlükte olduğu inancından kaynaklanıyordu. Bu inanç, Tevhid inancına zıddı. Çünkü gaybı Allah'tan başkası bilemezdi. Onun için Kehanet ve Arafet inancı, Kur'an ve Sünnet ta­rafından reddediliştir.

Yukarıda açıklamalarımızdan da görüldüğü gibi Hicaz bölge­sindeki Halk inançları, Tevhid inancı ekseni etrafında yeniden düzenlenmişti. Ancak şunu itiraf etmeliyiz ki, Hz. Peygamber'in vefatından sonra, geçmişte sahip olunan ve Tevhid inancına ters düştüğü için ilga edilmiş olan bir takım halk inançlarının tekrar ihya edilmiş olduğunu görüyoruz. Bunların bir kısmı aynen eski inançların ihyası şeklinde tezahür ederken, bir kısmı da Islâmi bir görüntü verilerek tekrar yaşatılmaya çalışılmıştır.

"Kızıldenizin doğu kıyısında mîlâdî VII. asır başında doğan islâm, doğar doğmaz muzafferane hareketlerle kuzeye, güneye, doğuya ve batıya çok kısa bir zamanda yayılmış, o zaman bilinen dünyamn hemen yarısına hakim olmuştur." [473] Bu Islâmi fetih, "nüfuz ettiği gönülleri devamlı etkilemekle kalmamış, aynı za­manda ilk safiyet ve sadeliği içinde, tezahürüne imkan verdiği her yerde yayılmaya yönelmiştir."[474] Fakat buna imkan vermiyen durumlar da olmuştu, islâm'ın yayılış hızına, O'nun bulunduğu Tevhid inancının yöre halkı tarafından tam özümlenmesinin yeti­şemediği zamanlar olmuştur. Yani, islâm'ın yayılışı ile, islâm kül­türünün yayılışı atbaşı yürümemiştir.[475] Zaten yürümesi de im­kansızdır. Çünkü, Kültür bir özümleme ve benimseme işi olduğu için zamânâ muhtaçtır. Kültürlerin birbirinden etkilenmeleri de normaldir. Ancak bu, islâm'ın genel espirisi ile ters düşmediği, Tevhid inancı ile çelişmediği sürece folklorik türden birer kültür unsuru olarak kabul edilir, islâm Medeniyetinde, inanç esasları dışında maddî medeniyet ve kültür unsurlarının eski medeniyet-lerdeki izlerine rastlamak mümkündür. Kendi içinde kapalı bir medeniyet doğup geliştiği görülmemiştir. Bu eski kültür ve mede­niyetlerden ekilenmek bir kusur değildir.

İslâm kültürü, doğuşundan itibaren peygamberimizin vefatı­nı müteakip birinci asırda, kendi müesseselerini oluşturmaya başlamış, hicri III. asırda İslâm Kültürünün temelini teşkil eden Islâmi ilimler, birer disiplin haline gelmiş, yeni kavramlar ve islâm kültürünü şekillendiren yeni disiplinler ortaya çıkmıştır.

"Ehl-i Sünnet" kavramı bunlardan biridir.[476]

işte islâm kültürü müesseselerinin oluşmaya başladığı hicri birinci asrı tahlil ettiğimiz zaman, Hicaz bölgesinde mevcut bazı halk inançlarının iptal edilmiş olmalarına rağmen, yer yer tekrar ihya edildiğim, hatta bu durumun daha sonraki dönemlerde telif edilen eserlere dahi yansıdığı görülmektedir. Buna dair bazı çar­pıcı örnekler görebiliriz:

l. Asabiyet düşüncesi; Câhiliye Araplarmm son derece önem verdikleri bilinen bir gerçektir. Bir taraftan gurur-kibir ve üstün­lük duygusunun ağır basması, diğer taraftan asabiyet düşüncesi, sosyal hayatı şekillendiren bir düstur haline gelmişti. Onların bu konudaki aşırı bağlılıklarının mezar taşlarına kadar vardığını bizlere Kur'an-ı Kerim haber vermektedir.[477] Kur'an ve Sünnet bu konuda yeni düzenlemeler getirmiş, bu inancın insanın tabii bir hali olduğunu kabul etmiş ama itidalin korunması gerektiğim ifa­de etmiştir. Irk ve soy üstünlüğü iddiasında bulunma reddedil­miş, ama kişinin kendi ırkım ve soyunu sevmesi de kabul edilmiş, hatta "Sıla-i rahim" 'de bulunma teşvik edilmiştir. Yani konu ıslah edilmiş, doğru olanı ortaya konulmuştur. Ne var ki bu ana pren­sipten sapma daha Peygamberimizin vefatım müteakip, hilafet seçimi sırasında başlamıştır. Halifenin kimden olacağı ve kimin hangi kabilenin üstünlüğü konusu tartışılmıştır. Bu konudaki eh­liyet ve liyakat anlaşıyına karşı soy üstünlüğü gündeme getiril­miştir.[478]

Daha sonra hilafetin Emevi soyuna geçmesiyle (m.661), asa­biyet düşüncesi belirgin bir hale gelmiş, hatta devlet politikası ol­muştur. Hz. Peygamber'in (s.a) Medine'de kurduğu devlet, artık isim değiştirmiş, islâm devleti olmaktan ziyade Emevî Devleti (m.661/ 750), Abbasi Devleti (m.751/1258) şekline gelmiştir.[479]

Buna paralel olarak konu diğer alanlara da yayılmıştır. Ge­rek siyasette gerek fikıhta kendini açık olarak göstermektedir.[480]

2. Uğursuz sayma ve Uğurlu kabul etme olarak bilinen Te­şe'üm ve Tefe'ül inancı; Sünnet tararından nasıl olması gerektiği anlatılmıştır. Hayır ve şerrin yaratıcısının Allah olduğu inancım zedelemesi, içinde Şii'k unsurunu bulundurma riskinin yüksek ol­masından dolayı uğursuz sayma (Teşe um) reddedilmiştir. Ancak özellikle islâm Kültürü açısından eğitimsiz kalmış müslümanla-rın, bazı varlık ve eşyalar hakmda, hatta tutum ve davranışlar hakkında bile, uğursuz sayma inancına malzeme o kadar çoktur ki, kuşların uçuşu, baykuşun, karganın ötüşü, köpeğin uluması, merkebin anırması, yolda önünden yılan, kara kedi, domuz gibi hayvanların geçmesi, yeni alman bir şeyin veya eve getirilen geli­nin, geldiği sırada evde gerekli tedbirleri almadan kaynaklanan, ama o geline veya satın alman şeye mâledilen bir çok örnek saya­biliriz. Ve bütün meydana gelen olumsuzlukların adı kolayca konuverilmiştir. O da: "Uğursuz!" Yani, Câhiliye inancı, bu haliyle dinî eğitimden yoksun müslümanlarda yeniden ihya olmuştur.

Uğursuz sayma (Tefe'ül) inancı ise, olaylara müsbet ve iyim­ser bakma şeklinde anlaşılması şartıyla, Sünnet tarafından İslah edilerek kabul edilmiş olmasına rağmen, Tefe'ül inancı da, anlam değiştirmiş, "FAL BAKMAK" mânâsında anlaşılmıştır. Geleceğe ait bir takım bilgiler edinmek için, sun'i vasıtalara başvurmak mânâsında yorumlanarak, inanılmaya başlanmıştır, halbuki, "gayb'a ait her türlü bilginin Allah'a ait" olduğu belirtilerek, bir takım vasıtalara başvurarak gayb hakkında bilgi edinmek yasak­lanmıştır. Ne var ki, ulu ağaçlara ip bağlamaktan, yatır ziyareti yapmaya, yamnda uğur getireceğine inandığı bir maskot taşıma­ya kadar varmıştır.

3. Sihir ve onunla ilgili uygulamalar; bu gün hâlâ müslüman halk arasında görülmektedir. Bununla ilgili tılsımlara, muskala­ra, temâim adı verilen bela ve musibet defedici boncuk ve benzeri şeylere inanılmaktadır. Kur'an ve Sünnetin kaldırmış olduğu bu inanç, tarihin derinliklerinde kalmış olmasına rağmen, cehaletin getirdiği psikolojik bir ihtiyaç haline gelmiş, uygulama alanı bul­muştur. Câhiliye adeti tekrar ihya olmuştur.

4. Nazar değmesi ve onun doğuracağı zararı Sünnet kabul et­miş, bundan komnmak için, onunla ilgili duaların okunmasını ve bu konuda Allah'a sığınılmasını istemiştir. Ancak ne var ki, nazar konusunda da Câhiliye düşüncesi galebe çalmış, dinî bilgisi zayıf olan müslüman topluluklar arasında nazara karşı korunmak için nazarlık unsuru geliştirilmiş, mavi boncuğa, at nalına, tavşan ayağına ve daha başka şeylere önem verilerek, eski batıl inançlar tekrar ihya edilmiştir.

5. Yine Câhiliye inançları arasında görülen Cin-Şeytan ve ruhanî varlıklar hakkındaki inanç, Kur'an ve Sünnet'in ortaya koyduğu özelliğim kaybetmiştir. Eski şekliyle tekrar ihya edilmiş değildir belki ama, bunların, insanlara zararı dokunan, çeşitli kı­lıklara ve suretlere girebilme gücünde olan yaratıklar olduğu bi­linmektedir. Kendilerinde belli bir gücün olduğu kabul edilir. Bu­nun için büyücüler, onlarla işbirliği yaparlar...vs. şeklinde, biraz Kur'an ve Sünnet'in ortaya koyduğu Cin-şeytan ve ruhanî vaıiık-lar hakkıdaki bilgilerden, biraz Câhiliye düşüncesinden, biraz da mensup olunan milletin tarihi geçmişinden geçmiştir ki, Kur'an ve Sünnet'in tarif ettiği vasıflar bunda çok az bulunmaktadır.

6. Aynı şekilde Dehr hakkında, gaybtan bilgi edinme hakkın­da, tıp ve sağlıkla ilgili olarak bazı hastalıkların kaynağının cinler olduğu konusunda Câhiliye kültürü ile ilgili inançların tekrar canlandırıldığı görülmektedir.

Örneklerini sunduğumuz bu Câhiliye inançlarının, tarih için­de yeniden canlandırılmasında bir takım sebepler ve özellikler mevcuttur. Evvela eski inanç, şuur altına yerleştiği için uyandırıl-ması daha kolaydır. Bunun uyandırılmasındaki unsur, halkın o konudaki cehaleti, Kur'an ve Sünnet'in sunduğu bilgilerin bilin-memesidir. Hepsinden Öte bu inanç öğelerinin psikolojik temelle­rinin olmasıdır. Yeni dinin (islâmiyet) getirmiş olduğu düşünce ve inanç sisteminin özünde yatan doğru bilgi, sağlam irâde ve sâlih âmel esaslarmdaki zayıflık veya eksiklik, eski inançların tekrar uyunmasına zemin hazırlamaktadır, islâm Tarihinde de bu ol­muştur. Belki kültür tarihi açısından zenginlikler doğmuş, eski kültür unsuru, yeni kültür unsuru ve hatta ikisinin karışımı yeni yorumlar şeklinde ama, bu çeşitlilik mensup olunan dinin temel prensipleriyle çelişince o zaman ideal ve gerçekçi islâm anlayışın­dan uzaklaşmalar meydana gelmiştir. Ortaya yepyeni, Hz. Pey-gamber'in tebliğ etmediği ama insanların islâmiyet adına yapa-geldikleri değişik bir din anlayışı çıkmıştır. "Yunan felsefesi islâm kültürüne girmiş, Hellenistik ilim, islâm dünyası üzerinde kendi­ni göstermeye başlamış, müslümanlarla gayr-i müslimler arasın­daki temaslar, münakaşalı delillere yol açmıştır. Bu dalgalanma ilmî disiplinlilerin mesela kelam ilminin doğmasında muharrik bir güç olmuştur."[481] Toplumda gelişen yeni durumları islâm'ın temel espirisi tevhid inancı anlayışı ile yorumlama, hatta tavır koyma, müdafaa etme yahut karşı çıkma şeklinde ilmî ve fikrî gruplanmalar meydana gelmiştir. İslâm Kültüründe Ehl-i Sün­net düşüncesinin yanında Mu'tezili, Cebrî düşünceler, Kaderiyye, Mürcie gibi fikir akımları doğmaya başlamıştı. Bütün hepsi de islâm'ı onun kutsal kitabı Kur'an'ı, Hz. Peygamberin o, konudaki yorumlarını doğru anlama kaygısından hareket ediyorlardı. Fe­tihlerin Arabistan sınırlarını aşması sonucu bir taraftan yabancı kültürlerle meydana gelen temaslarla, farklı düşünce ve inançla­rın îsîâm kültürünü etkilemek istemesi, diğer taraftan Arapların eski Câhiîiye inançlarını tekrar ihya etme çabalan sürerken, bun­lara karşı İslâm'ın safiyetini savunma gayretleri adeta doruk nok­taya ulaşıyordu. "Özellikle Hicri ilk üç asır bu mücadelerin örnek­leriyle doludur, işte "Bid'at" kavramimn ortaya çıkışı da bu döne­me rastlar. Hicrî birinci asır buna psikolojik zemin hazırlamış, ikinci asır ise, Bid'atların doktorin halinde ortaya çıktığı zaman olmuştur."[482]

"Aslında tehdid edilen düzen, Sünnet düzeni idi. Eski Araplar atalarının geleneklerine, diğer bazı kavimlerin inançlarında ka­lan ve o çağın ulûhiyetine gösterdikleri aynı gayret ile bağlı idiler. Atalarının yolu-geleneği, onlar için mukaddes olup, onun adı al­tında doğuş halindeki İslâm'a rekabet ediyorlardı." [483]Eski inanç­ların ihyasının temelindeki duygu bu rekabet duygusu olabilirdi. Bir de buna islâm'ı tam olarak özümieyemeden doğan, cahilane yapılan yanlış uygulamalar eklenebilir. Çünkü müslümanım di­yen bir kimsenin, bir takım yanlışlar üzerinde diretmesi ve onları ihya gayreti içine girmesi ancak bu konudaki bilgi yetersizliğin­den kaynaklanabilir. Bu düşünceler sebebiyledir ki islâm kültür tarihi boyunca Bid'at'a şiddetle karşı çıkanlar her zaman bulun­duğu gibi, [484]Bid'at'm doğurduğu zararların kabul edilmesine rağ­men, bid'at diye bilinen ama öyle olmayan, aslında islâm'ın lehinde bir davranış olarak görülen bazı tutum ve tarzları, Bid'at sınırı dışında tutma gayretleri gösteren kimseler de bulunmuştur. Bu bakış açısı, Bid'at'ları, "Bid'at-ı hasene" ve" Bid'at-ı seyyie" şeklin­de iki ayrı kategoride yorumlamayı beraberinde getirmiştir.[485]

Bu konuda sonuç olarak şunu ifade edebiliriz: Câhiîiye Arap-lannın islâm'ın ortaya çıktığı dönemde sahip oldukları halk inançları, Hz. Peygamberin vefatım takiben zaman içinde tekrar kendini gösterme eğilimine girmiş bunun için müsait zemin de bulunmuştur. Bunlarla ciddî mücadeleler yapılmış olmasına rağ­men, islâm Kültürü içinde yerini almıştır. [486]


[466] Güvenç, Bozkurt, İnsan ve Kültür, s. 101.

[467] Güvenç, Bozkurt, a.g.e., s. 101.

[468] Dr. Ali Çelik, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 5/423-424.

[469] Özaydın, Abdülkerim, "Asr-ı Saadet" maddesi, d.İ.A., III, 50.

[470] Suyutî, C, el-îtkan fi Ulûmi'l-Kur'an, 1,11-12.

[471] Abdullah Draz, Kur'ûn'ın Anlaşılmasına Doğru, s. 51 (Trc. S. Akdemir).

[472] Kahraman, A, Dinler Tarihi, s. 29-30.

[473] Abdullah Draz, a.g.e., s. 51.

[474] Abdullah Draz, a.g.e., s. 53.

[475] Kayaoğlu, îsmet, îslâm Kültürünün Doğuşu, A.Ü.Î.F.D. XVII, 205.

[476] Bu konuda geniş bilgi için bkz. Watt W. M., îslâm Düşüncesinin Teşekkül Devri, s. 317-338 (Tere. E.R. Fığîalı).

[477] Tekasür, 102/1-2.

[478] Hatiboğlu, M. Said, Hilafetin Kureyşliliği, AÜ.Î.F.D. XXIII, 121-213 (Ko­numuz ile ilgili olan kısmı, 155-162)

[479] Üçok, B., İslâm Tarihi Emeviler-Abbasüer

[480] Serahsi, Mebsut, V, 23: Kasani, Bedaiu's-Sanal, II, 310.

[481] Watt, W. M., İslâm Düşüncesinin Teşekkül Devri, s. 229-233.

[482] Muhammed Talbi, Tere. Mehmet Şimşek, "Bid'atlar". A.Ü.İ.F.D. XXIII, 448-449.

[483] Muhammed Talbi, a.g.e., s. 451-452.

[484] imam Birgivi (Ö. 981/1573) Tarikat-ı Muhammediye isimli eseriyle meş­hurdur.

[485] Bkz. Ahmed er-Rumi, el-Akhisari Saruhani (o. 1041/1631) Müellifin "Bid'ıyye" isimli talik yazma eseri, Bid'at konusun ihtiva eder. Manisa kütüphanesi (Kitap Sarayı), 2937/7 no'da kayıtlıdır. Yine müellifin, "Mıknesetü'l-Bid'a" isimli eseri, Viyana İmparatorluk Kraliyet Kütüp­hanesi yazmaları arasındadır. Karışık kod. nr. 154.

[486] Dr. Ali Çelik, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 5/424-431.

Rafet D7
Wed 26 October 2016, 06:47 am GMT +0200
 Allah sizden razı olsun

ceren
Wed 26 October 2016, 10:41 am GMT +0200
Esselamu aleykum.Rabbim razi olsun bilgilerden.Rabbim bizleri islam kulturunde yasamayi nasip etsin inşallah....

Bilal2009
Sat 17 August 2019, 11:38 am GMT +0200
Ve aleykümüsselam Rabbim paylaşım için razı olsun

ceren
Sat 17 August 2019, 01:19 pm GMT +0200
Esselamu aleyküm.Rabbim razı olsun bilgilerden kardeşim...