- İslam düşüncesinin yeri

Adsense kodları


İslam düşüncesinin yeri

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
hafiza aise
Sat 4 August 2012, 11:58 am GMT +0200
Medeniyet oluşumunda İslam düşüncesinin yeri
Alparslan AÇIKGENÇ • 84. Sayı / DOSYA YAZILARI


Medeniyet, insanın toplum içerisinde gerçekleştirdiği bir takım “üst düzey” etkinliklerin ortaya koyduğu her şeyin topyekûn adı. Güzel sanat eserlerinden mimârî, bilimsel ve teknolojik eserlere kadar, günlük örf ve âdetlerin tezahürleri de dâhil her şey şayet “üst düzey” etkinliğin sonucunda oluşmuş ise bunların tamamı bir medeniyet olarak adlandırılması beynel ulemâ kabul görmüş bir teâmül. Günümüzde, Batı’da belli bir bakış açısını temsil etmek için icat edildiğini savunarak bu kavramın kullanılmasının sakıncalı olduğunu savunan düşünürlerimiz bulunuyor. Buna göre özellikle Fransız entellektüelleri kendilerini medenî gördüklerinden diğer toplumlardan ayırt etmek için kendi gerçekleştirdikleri etkinliklerin ortaya koyduğu her şeye topyekûn olarak “civilization” demişlerdi. Ondokuzuncu yüzyıl Osmanlı mütefekkirleri de bunu Türkçe’ye kendilerinin icat ettikleri “medeniyyet” kelimesi ile aktarmışlardı. Hikâye her ne olursa olsun insanın toplum içinde ortaya koyduğu eserlere bir ad vermek durumunda olduğumuzdan bir tercih yapmak zorundayız. İslam düşünce tarihinde karşımızda bu ıstılahî kullanıma aday olabilecek sadece iki kelime var: Biri, İbn Haldun’un geliştirdiği ve bu açıdan bizim dünya görüşümüze aykırılık ihtiva etmeyen “umrân” kelimesi. Diğeri ise kullanımına alıştığımız “medeniyet” kelimesi. Bu iki kelimenin anlam tahliline konuyu dağıtmamak için burada girmemiz mümkün olmadığından sadece şimdilik alışık olduğumuz medeniyet kelimesini kullanarak konuyu açmaya çalışalım.

İnsanların topyekûn ortaya koyduğu başarılar, aslında iç dünyasının zenginliğini yansıtıyor. Bu açıdan diyebiliriz ki, toplumda ortaya çıkan bir eser aslında insanın iç dünyasının toplum bağlamında tezahür etmesi. Bu şekilde tek bir bağlamda tezahür eden başarıların tümüne “kültür” diyoruz. Ziya Gökalp buna “hars” diyor ki, bu Almanca’dan alınan ve kökü Latince’ye dayanan “kültür” kelimesinin birebir tercümesi. Çünkü “kültür” kelimesinin kökü “ekip, biçmek”, “yetiştirmek”. “Hars” da Arapça’da bu anlama geliyor. Dolayısıyla “kültür” insanın toplum içinde ekip biçip ortaya koyduğu şeylerin tamamı. Ancak kültür sadece bir topluma ait başarıların ortaya koyduğu şeylerin tamamına denir. Bu açıdan sadece bir millete ait olabileceği gibi bir milletin ayrı yaşayan unsurlarına da ait olabilir. Ancak medeniyet böyle değil; birçok kültürü birden içinde barındırabileceği için medeniyeti külliyet kesb etmiş kültür olarak tanımlayabiliriz. Bu açıdan İslam medeniyetinin de mahallî bir kültür olan yedinci yüzyıl Mekke Arap kültürünün de İslam dini sayesinde küllileştirilmesi ile meydana geldiğini söylemek mümkün. Ancak din küllileştirme sürecini değişik boyutlarda icra etti; bunlardan bir tanesi de şüphesiz ki en önemlisi de İslam düşüncesi. Bunu biraz bilgisel düzeyde göstermek için hem çok kısa olarak İslamî tefekkürün tarihçesine hem de umumi özelliklerine göz atmamız gerekiyor.

İslam düşüncesinin özellikleri
Müslüman mütefekkirlerine göre, aklın ilkeleri değişmemekle birlikte insanlar olarak bizim onları kullanma biçimimiz onlara değişken özellikler kazandırıyor. Böylelikle biz, farklı toplumlarda bazı ahlâk ilkelerinin farklı şekillerde ortaya konduğunu görüyoruz. Çünkü onlar insan aklı tarafından ortaya konuyor. Ancak eğer bu ahlâk ilkeleri vahiy temelinde ortaya çıkmışlarsa, vahiy insandan bağımsız olduğundan o tek referans noktası olarak kalacak ve sonuçta böyle bir kaynaktan çıkarılan ahlâkî kaide ve kurallar mutlak olacaktı. Farklı kültürel arka plana sahip olmakla birlikte bütün İslam ülkelerinde temel ahlâkî kural ve uygulamaların aynı olmasının nedeni buydu. O halde şayet İslam’ın temel öğretilerinden İslam ahlâk anlayışı çıkıyorsa, diyebiliriz ki, İslam ahlâk anlayışı bu temel öğretilerin yansıttığı fikirler üzerine kuruldu. Aynı şekilde İslam düşüncesi de bu temellerden neş’et ediyor. İslam inancının temelini tevhid, nübüvvet ve haşir hakikatları oluşturuyor. Bu şekilde ahlâkî bilinçlenme kendini Allah’a karşı sorumlu tutar. Eğer Allah fikri ve nübüvvet anlayışının bahşettiği hakikatler ile haşir gerçeği bir Müslüman’ın zihninde tam mânâsıyla yerleşmezse İslamî ahlâk mefhumları bu kimsenin hayatında yeterince belirleyici olmaz. Böylelikle Kur’an’da vahyedildiği gibi tevhid fikri ahlâkî duyarlılık için yeterince vuzuha kavuşturulmalı. İslam ahlâkı din fikri ile yakından bağlantılı olduğundan ahlâkî duyarlılık marifetullah ile bağlı.

Böylece, Allah bağışlayıcı olduğu gibi o aynı zamanda yanlış yapanları da cezalandırıcı. Yoksa bütün insanlığı rencide edici ve mahlûkatı tahkir edici düzeyde önemli suçlar işleyip ölen ve böylece hiç bir ceza görmeden ortadan kaybolan kimselerin cezasız kalması nasıl mümkün olur? Böylelikle Kur’an haşri (hesap gününü) hatırlatıyor ve onu ahlâkî alan içine sokuyor. Bu nedenle İslam ahlâk ve düşünce sistemleri Kur’an’ın Allah anlayışı ve ölümden sonraki hesap günü fikrine dayalı bir ahlaki hayat geliştiren din üzerine kuruldu. Bu itibarla, İslam ahlâkındaki en önemli nokta onun vahyi boyutu. Denebilir ki, böyle bir dini yaşantı nasıl bilim ve düşünceyi küllileştirerek bir mahalli kültürü medeniye seviyesine çıkarır? Bunu izah etmek çok zor değil, sadece önümüzde duran İslam medeniyetini göstermemiz başlı başına bir delil olsa da ilmî bir şekilde bunu açıklamak gerekiyor. Bunu kısaca şöyle açıklamak mümkün: İslam dininin getirdiği ahlâkî duygular toplumdaki fertlere bir sorumluk vicdanı aşıladı. Bu da onlara muazzam bir cevvaliyet kazandırmış ve böylece toplum fertlerini düşünmeye ve ilim peşinde koşmaya itti. Bütün bu gelişmeler yavaş yavaş toplumda bir bilim ve düşünce geleneğinin oluşmasına yol açtı. Böylece ilk asırlarında ne kadar basit görünse de hayata verdiği yön ve fertlere aşıladığı iksir açısından çok daha etkili olan İslam düşüncesi insanlığın medar-ı iftiharı olacak bir medeniyetin oluşmasına da yol açtı. İslam dininin temelinden kaynaklandığı için bu medeniyet işte İslam medeniyeti olarak karşımızda duruyor.