- İslam dünyasında hadis muhalifleri

Adsense kodları


İslam dünyasında hadis muhalifleri

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

rray
hafiza aise
Thu 7 April 2011, 11:34 am GMT +0200
İslam Dünyasında Hadis Muhalifleri

 

İslamî konuları farklı açılardan ele alipn tartışan siyasî ve itikadı fırkaların ortaya çıktığı hicri I. (7.) .yüzyıldan günümüze kadar bazı grup veya şahısların hadisler üzerinde genel kabule ters düşen fikirler ileri sürdükleri bilinmektedir.

Günümüzde ve yakın geçmişte büyük ölçüde şarkiyatçıların etkisinde ka­lan çoğu Mısırlı bazı alimler ile Hindistan'da ortaya çıkan bazı gruplar, eldeki hadislerin sağlamlığı ve Hz. Peygamber'e aidiyeti hususunda şüphe uyandır­mışlar; bunun sonucunda bir kısım aşırı görüş sahipleri hadislere hiçbir şekil­de güven ilmem e. si ve tamamen Kur'an'la yetinilmesi gerektiğini ileri sürerken, nispeten mutedil bazı kimseler de cennet ve cehennemin tasviri gibi (gaybî) olayalara dair hadislere güvenilemeyeceğini savunmuşlardır.

İslam dünyasındaki hadis muhaliflerinin belli başlı iddialarını şu şekilde sıralamak mümkündür:                                                                                 

1. Hz. Peygamber, hadislerin yazılmasını yasaklamışken, daha sonraki devirlere binlerce hadis güvenilir şekilde intikal edemez; dolayısıyla III. (9.) yüzyıl gibi çok geç bir dönemde derlenip tedvin edilen hadis kitaplarına güvenilemez.

Hadisin tarihi incelenirken belirtildiği gibi, Resulullah (s.a.v), kendi söz­lerinin Kur'an ile karışması ihtimalinin bulunduğu ilk dönemlerde hadislerin yazılmasını genel olarak yasaklamakla beraber bazı sahabilere özel şekilde yazma izni vermiş ve bir müddet sonra da bu yasak kalkmıştır.

Hz. Peygamber (s.a.v)'in yaptığı anlaşmalar, krallara, kabile liderlerine, kendi komutan ve valilerine gönderdiği mektuplar, zekat memurlarına verdiği yazılı emirler, onun hadislerinin ilk yazılı belgeleridir. Yine bazı sahabilerin hadisleri yazdığı yada yazdırdığı sahifeler de sünnetin ilk yazılı örneklerinden­dir.

Öte yandan Araplar, kültürlerini daha sonraki nesillere aktarma konu­sunda yazılı edebiyat kadar sözlü rivayete de önem vermişler, ezberlediği hiç­bir şeyi unutmadığını söyleyen Ibn Şihâb ez-Zührî gibi hadis hafızları [55] yetiştirmişlerdir.

Hadislerin ilk ravileri olan şahabı ve tabiîler ise hadislerin nakli hususun­da Hz. Peygamber (s.a.v)'in "Size öğrettiklerimi iyice belleyip buraya ge­lemeyen halka öğretiniz [56] "Burada bulunanlar bulun­mayanlara tebliğ etsin [57] şeklindeki tavsiyelerini dinî so­rumlulukla yerine getirerek hadisleri, hem yazılı ve hem de şifahî olarak riva­yet etmişlerdir.

İleri gelen sahabilerin pek az rivayet ettiği iddiası da; temelsiz olduğu gibi Resulullah (s.a.v)'in hadislerin nakledilmesine karşı çıktığı, buna gerek gör­seydi onları mutlaka yazıyla tespit ettireceği sözü de isabetli değildir.

Hadislerin tedvini, daha I. (7.) yüzyılda başlamış, II. (8.) yüzyılda hemen hemen kaydedilmedik hadis malzemesi bırakılmadığı gibi "Müsned"Ierin ya­nı sıra konularına göre tasnif edilen "Muvatta'", "Cami"' ve "Sünen" türü eserler meydana getirilmiştir.

2. Hadislerin büyük bir kısmı, mana ile rivayet edildiğinden onların Pey­gamber'e aidiyeti şüphelidir.

Hadislerin, Resulullah (s.a.v)'in kullandığı lafızlarla değil aynı manaya gelen ve az çok değişik olan lafızlarla rivayetin caiz olup olmadığı veya buna ne ölçüde izin verileceği konusu alimler tarafından ilk devirlerden itibaren tartışılmıştır.

Kısa ve özlü hadislerin, veciz konuşmaktan hoşlanan Hz. Peygamber'in bu özelliğiyle bağdaştığı belagat âlimlerince de kabul edilmekte, ibadet metinlerini oluşturan dua ve zikir hadislerinde mâna ile rivayete izin verilmediği bilinmek­tedir.

Uzun hadislerin çeşitli rivayetleri bii araya getirilip karşılaştırılınca ara-lannda farklar bulunmakla beraber bunların abartılacak kadar fazla olmadığı, lafızlan farklı bile olsa aynı mânanın isabetli bir şekilde ifade edildiği görülür.

Sahabe devrinden itibaren hadis âlimlerinin çoğunun, rivayet esnasında hadisin metninde "vav" ve "fa" gibi atıf harflerinin bile değişmesine göz yummadığı, hatta Hz. Peygamber'in söylediği bir kelimenin yerine eş an­lamlısının konulmasına bile izin vermediği, ilk üç nesilde birçok hadis râvi-sinin mâna ile rivayeti caiz görmediği bilinmektedir.

Hadisin mâna İle rivayetinde sakınca görmeyenler ise bu şekilde rivayet edecek kimselerin sarf. nahiv ve lügat ilimlerini, lafızlar arasındaki anlam far­kını iyi bilen, hadisi lahinsiz rivayet eden, lafızların delâlet ettiği mânayı ve maksadı anlayan râviler olmasını şart koşmuşlardır.

Bazı âlimler, mâna ile rivayeti, fesahat ve belagattaki üstünlükleriyle ta­nınan ve Resûl-i Ekrem'in sözünü işitip yaptığını gören sahabe neslinden baş­kasının yapamayacağını söylemişler ve Iafzen rivayeti esas kabul ettikleri için bu yola sadece ihtiyaç duyulduğunda başvurulabileceğini söylemişlerdir. İmam Mâlik gibi âlimler, merfû oimayan metinlerin mâna ile rivayetine izin vermekle beraber Resûl-i Ekrem'in sözlerinde bunun mümkün olamayaca­ğını belirtmişlerdir.[58]

Resûlullah'tan duyup öğrendiklerini yine onun emri gereğince duyma­yanlara nakletmek için hadisleri kendi aralarında titizlikle müzakere eden ve kültürlerini ezbere nakletme konusunda geniş bir tecrübeye sahip olan ilk nesil­lerin gayreti, titizliği ve bu nakli dinî bir heyecanla yaptıklan göz ardı edilme­meli, aynca hadislerin tedvininden sonra manen rivayete izin verilmediği de unutulmam alfair.

3. Hicrî I (7.). yüzyılın ilk yansından itibaren bazı itikadı ve siyasî fırkala­rın hadislerin yazılmamasını fırsat bilerek kendilerinin lehinde, muhaliflerinin. aleyhinde uydurdukları sözler sahih hadis kitaplarına bile girmiş ve bunlar, ki­taplardan yeterince ayıklanmamiştır.

Mensup olduğu grubu başarıya ulaştırmak, insanları dine yöneltmek veya zındıkların yaptığı gibi dinden soğutmak, şahsî çıkar elde etmek vb. amaçlarla hadis uyduranlar ve uydurdukları sözlerin müslümanlar tarafından benimsen­mesini temin etmek için çeşitli yollara başvuranlar bulunduğu bir gerçektir.

Esasen muhaddisler de hadis diye uydurulan sözlerin İslâm'a getireceği za-ran önlemek için isnad sistemini icat etmişlerdir. Bu sistemle birlikte hadislerin bir hocadan alınıp rivayet edilme yöntemleri sağlam esaslara bağlandığı gibi hadis râvisini dürüstlük, güvenilirlik ve rivayet ehliyetine liyakat açılanndan titiz bir şekilde değerlendiren cerh ve ta'dîl prensipleri sayesinde zayıf ve uydur­ma haberlerin ayıklanması sağlanmıştır.

Nitekim her devirde yetişen hadis münekkitleri bu prensipleri uygulamak suretiyle bir râvinin nerede ve ne zaman doğduğunu, nerelerde yaşadığını, ha­dis tahsiline ne zaman başladığını, kimlerle arkadaşlık yaptığını, hocalarını, ta­lebelerini, hadisi kaynağından alıp rivayet etme usullerine ne ölçüde riayet ettiğini araştırmışlar, öte yandan onun davranışlannı, karakterini, inanç du­rumunu, akıl ve hafıza sağlamlığını, dolayısıyla ne ölçüde güvenilir olduğunu ortaya koymuşlardır.

Bir râviyi. kendisinden hadis almadan önce böylesine sıkı bir denetimden geçiren hadis münekkitleri bununla da yetinmeyerek onu yaşadığı sürece gözet­leyip hafızasını sık sık kontrol etmişler, zihnî gerileme gibi bir değişiklik tesbit ettikleri andan itibaren ondan hadis alınamayacağını ilgililere duyurmuşlardır.

Buhârî ve Müslim'in "el-Câmiu's-Sahîh"leri gibi sahih hadis kitaplarının en belirgin özelliği, ihtiva ettikleri hadislerin güvenilir râviler tarafından rivayet edilmesidir. Bunlann içinde uydurma rivayetlerin bulunduğu iddiası ise bun­dan dolayı gerçek değildir.

Hadisi Allah elçisinin sözü olarak bilen ve onu Peygamber'in tavsiyesine uyarak daha sonraki nesillere aynen aktarmayı ibadet kabul eden kimselerin icat ettiği isnad sistemleriyle gelen rivayetlere güvenmeyenler, böyle bir itina ile nakledilmeyen, medeniyetin aynlmaz bir parçası sayılan tarih, kültür ve ede­biyat rivayetlerine nasıl itimat edeceklerdir?

Hz. Peygamber'in otoritesini kötüye kullanarak hadis uydurmaya kalkan-lann ortaya çıktığı günden itibaren muhaddislerin samimi olmayan hadis talebe­lerini tanımak ve tanıtmak için geliştirdikleri rical bilgisi ve edebiyatı ile rivayetleri anlamaya ve onlar arasında görülebilecek uyumsuzluğu gidermeye yönelik ilim­ler hadisler üzerinde titizlikle çalışıldığını göstermektedir.

4. Hadis kitaplarında Kitâb-i Mukaddes'ten alınmış pek çok rivayet bulun­maktadır.

Bazı hadislerin, Kitâb-ı Mukaddes'teki bir kısım metinlere benzemesine bakarak bunlann yahudi veya hıristiyan asıllı râviler tarafından hadis kitaplarına sokulduğunu ileri sürmek, eğer bir maksada dayanmıyorsa bir vehim veya bil­gisizlik ürünüdür.

Bazı Ehl-i kitap âlimlerinin, müslüman olduktan sonra herhangi bir art niyet taşımadan eski kültürleriyle ilgili birtakım rivayetlerden söz ettikleri ve İsrâiliyat denen bu haberlerin cahil insanlar tarafından dine sokulduğu bir gerçektir. Hadis âlimleri bunları belirleyip asılsız olanlarını tenkit etmek için büı, çaba harcamışlardır.

Ehl-i kitap'tan intikal eden bilgilerin bir kısmı, İslâmî nakillere uyduğu için doğru, bir kısmı gerçeklere ters düştüğü için yanlış, bir kısmı da doğruluğu veya yanlışlığı bilinmeyen haberlerdir.[59] Bu sebeple Resûl-i Ekrem, Kitâb-ı Mukaddes'teki mahiyeti bilinmeyen hususlar konusunda ashabına ihtiyatlı davranmayı tavsiye etmiş, bu nevi haberleri doğru­lamayı veya yalanlamayı uygun görmemiştir.[60]

Buna göre Ehl-i kitabın İslâmiyet'e uygun haberlerini nakletmekte bir sa­kınca bulunmadığı gibi bu rivayetler peygamberlerin aynı ilâhî kaynaktan bes­lendiği gerçeğini ortaya koyması bakımından da faydalıdır,

Meseleye bu açıdan bakarak bütün semavî dinlerde bazı haber, hüküm ve ahlâk esaslarının birbirinin aynı olacağını kabul etmek yerine, Kitâb-ı Mu­kaddes'teki rivayetlere benzeyen bazı hadislerin ihtida etmiş olan sahâbî veya tabiîler tarafından uydurulduğunu iddia etmek yahut Ehl-i kitap asıllı tabii âlimi Kâ'b el-Ahbâr gibi râvilerin çok hadis rivayet etmekle ünlü sahâbîleri etki­leyerek İsrâiliyat'ı onlar vasıtasıyla hadislere kanştırdığını ileri sürmek bu sahâbİ-lere iftira olur.

5. Kur'an âyetleri tevatür yoluyla geldiği için kesinlik ifade eder; fakat ha­dislerin tamamına yakını haber-i vâhid sayıldığı, yani Peygamber'e aidiyeti ke­sin olmadığı için zan ifade eder; din ise zan üzerine kurulamaz.

İmam Şafiî'nin belirttiğine göre; II. (8.) yüzyılın sonuna doğru hadislerin, özellikle haber-i vâhidlerin zan ifade etmeleri sebebiyle hukukî bakımdan kay­nak olamayacağını ileri süren kimseler görülmeye başlanmıştır.[61]

Hadislere güvenmeyenlerin, gerekçe olarak onların Kur'an âyetleri gibi ke­sinlik ifade etmediğini söylemeleri doğru değildir. Zira sübût ile delâlet ta­mamen farklı şeylerdir. Sübûtun da şüphe edilmeyen Kur'ân-ı Kerim'de de de­lâleti kafi olmayan âyetler bulunduğu halde hiç kimse bu âyetlerden şüphe et­memiştir.

Öte yandan iki kişinin şehâdetini yeterli gören Kur'an [62] tevatür şartını aramadığı gibi, ne Resûl-i Ekrem ne de kendilerine sa­dece bir kişi vasıtasıyla mektup veya talimat gönderdiği krallar, müslüman ku­mandanlar veya kabile mensupları habercinin birden fazla olması gerektiğini düşünmüşlerdir. Zira haberi getiren kimsede aranan en önemli şart; zabtının sağlam, şahsiyetinin güvenilir olmasıdır.

Sahih sünnete zayıf ve mevzu haberlerin karışmaya başladığı tarihten iti­baren İslâm âlimlerinin hadisleri koruma amacıyla ortaya koyup geliştirdikleri hadis ilimleri ve metotları, şâhidlik sırasında aranan şartlardan daha hassas ve sağlam ölçülerdir. Hiçbir haber Kur'ân-ı Kerim gibi en güvenilir şekilde gelme­mekle beraber Hz. Peygamberin sözü olduğu bilinciyle titiz bir surette rivayet edilen haberci vâhidlerin kesinlik ifade ettiği hususunda İslâm âlimlerinin ço­ğu, özellikle de muhaddisler görüş birliğine varmışlardır.

Esasen bir haberin güvenilir sayılması için onun mütevâtir rivayette oldu­ğu gibi büyük bir kalabalık tarafından nakledilmesi şartı; ne diplomatik konu­larda, ne ticarî meselelerde, ne de günlük hayatın herhangi bir muamelesinde hiçbir zaman aranmamaktadır. Zira böyle bir şartın gerçekleşmesi nadiren mümkün olacağı için haberi verenin güvenilirliği sözünün kabul edilmesi için yeterli görülmektedir.

Dinin anlaşılıp yaşanmasında Kur'an'ın yeterli olduğunu ileri sürenler, eğer ibadetlerin vazgeçilmezliğini kabul ediyorlarsa, bu dinî merasimlerin, Hz. Peygamber zamanındaki şekilleriyle ifa edilebilmesinin ancak hadis ve sünnet sayesinde mümkün olacağını göz ardı etmemeleri gerekir.

Dinin anlaşılması hususunda hadislerin dikkate alınmamasının doğuracağı en büyük tehlike; şahsi görüşlerin ön plana çıkması ve bunun tabii sonucu olarak herkesin kendi anlayışını isabetli görmesi yüzünden dinde büyük bir kargaşanın yaşanmağıdır.

Bu gerekçelerin ve benzeri görüşlerin hadislere güvenilemeyeceğini ortaya koyduğu, Kur'an'da her şeyin bulunduğu, dolayısıyla dinin yaşanması hususun­da Kur'an'ın yeterli olduğu ve hadise ihtiyaç bulunmadığı yönündeki görüşler, ilk devirlerden beri ileri sürülmektedir. Nitekim sahâbî İmrân b. Husayn'ın hadis­lerden bahsettiği sırada orada bulunan birinin: "Bize Kurandan söz et" demesi bu kanaatlerin eskiliğini ortaya koymaktadır. Ancak İmrân'ın, hadisler olmadan namazın ve zekâtın ifa edilemeyeceğini söylemesi üzerine o şahsın itirazından vaz­geçmesi [63] ilk zamanlarda meseleleri sadece Kur'an'la çözmek isteyenlerin bu görüşü fikrî bir akım haline getirmeyen mutedil kimseler olduğunu göstermektedir.

Esasen Kur'an'da her şeyin açıklandığını [64] onda hiçbir şeyin ek­sik bırakılmadığını [65] belirten âyetlere dayanarak hadislere ihtiyaç bulunmadığını ileri sürmek doğru değildir. Zira Kur'ân-ı Kerîm. Hz. Peygamberin Allah'ın âyetlerini açıklamakla görevlendirildiğini ifade etmektedir.[66] Onun açıklamalan ise ancak hadisle sabit olur.

Aynca Peygamber'in emrettiğini yapıp yasakladığından-uzak durmayı [67] ve ona itaat etmeyi gerekli kılan âyetler, Resûl-i Ekrem'irMıadis veya sün­netle tesbit edilebilen buyruklanna ve açıklamalanna uymayı zorunlu hale getirmektedir. Bundan dolayı, hüküm koyma yetkisinin sadece Allah'a âit olduğunu belirten bazı âyetleri öne sürerek ahkâm hadislerini kabul etmeyen kimselerin görüşleri de tutarlı değildir.

Günümüzdeki hadis muhaliflerinin bazen birbirlerine ters düştükleri de görül­mektedir. Meselâ bir kısmı,, muhaddislerin sadece sened tenkidi yapıp metin tenkidiyle meşgul olmadıklannı ileri sürerken, bazılan hadislerin hem senedlerinin hem de metinlerinin tenkit edildiğini, bu sebeple tenkit edilen bir şeyin din sayıla­mayacağını belirtmektedir.[68]

Hadislere karşı kesin .şekilde tavır alan Hindistan'daki Ehl-i Kur'an'ın (Kur'â-niyyûn) bazı mensuplan, Kur'an'ın, müslümarilan birliğe çağırdığını, ancak rastgele insanlann rivayetlerinden meydana gelen ve Hz. Peygambere itaati emreden ha­dis kitapları terkedilmedikçe birliğin ve ilerlemenin sağlanamayacağını ileri sürmektedirler.

Bunlar, ayrıca Kütüb-i Sitte gibi hadis kitaplarının çok büyütüldüğünü, esasen bu kitapların Fslâm'a ve müslümanlara zarar vermek için Arap olma­yanlar ve özellikle İranlılar tarafından meydana getirildiğini söylemekte bile sakınca görmezler.[69]

Kur'an ile yetinmenin birliği sağlayacağını iddia edenlerin, namazın rekat­ları ve kılınış şekli bir yana, günde kaç vakit kılınacağı konusunda bile fikir birliği edemedikleri, dolayısıyla kendilerini yalanladıkları görülmektedir.

Hadise karşı tavır alan İslâmî gruplann sistemleşmemiş mahiyetteki gö­rüşlerini benimseyen çağdaş bazı hadis muhalifleri, bu görüşlere yenilerin ek­leyerek kanaatlerini sistemleştirmeye gayret etmişlerdir.

İslâm dünyasında XX. (20). yüzyılın sonlarında ortaya çıkmaya başlayan bu tavrın temelinde; Avrupalı araştırmacıların Kitâb-ı Mukaddes'e yönelttik­leri, dinî metinleri insan ürünü gibi düşünerek eleştirme fikri (tarihî tenkit metodu) yatmaktadır. Bu metodu önce şarkiyatçılar, ardından da onlardan etkilenen müslüman araştırmacılar İslâm'ın dinî metinleri olan Kur'an ve ha­dislere uygulamak istemiş, hadisleri birer birer tenkit etmek yerine kurulacak bir sistem çerçevesinde onları daha kapsamlı bir şekilde değerlendirme­yi düşünmüşlerdir.

Buna göre gramer kurallarına bağlı kalarak haedisleri anlamaya çalış­mak veya onların, Peygamber'e nisbetini araştırmak verimli bir yol olmadı­ğından, hadislerden genel prensipler çıkarıp bu prensiplere göre toplumun ihtiyaçlarına çözümler getirmek daha isabetli bir yoldur. Bu tutum, muhad­dislerin ve fakihlerin anladığı İslâm'ın yerine, bundan büyük ölçüde farklı ve modern dünyada yaşanan hayata daha yakın bir din olan onlann zihnindeki Müslümanlığı koymakta, Kur'an ve hadisin hüküm vazetme yetkisine bakış­ları ise bu tavırlarını daha da netleştirmektedir. Buna göre Kur'an'daki hüküm âyetleri son derece azdır; bunlar da nazil olduğu zaman ve mekanın dışında bir hukukî metin kabul edilmeyip dolaylı hukuk malzemesi niteliğinde görül­melidir.

Resûl-i Ekrem, ortaya çıkan meselelere hukukî çözümler getiren bir pey­gamber değil, daha ziyade ahlâkî bir ıslahatçı kabul edilmelidir.[70]

Modem zihniyetli araştırmacılar, müsteşrikler gibi, hadislerin büyük bir kısmının Hz. Peygamberle ilgisi bulunmayıp ilk devir fukaha ve muhaddisle-rinin görüşü olduğunu ileri sürmüşlerdir. Kur'an ve hadislerdeki hukukî çö­zümleri, Peygamber devriyle sınırlayan bu zihniyetin sahipleri, âlimlerin kendi çağlarının, ihtiyaçlanna göre kanun koyabileceklerini iddia etmişlerdir.[71]


[55] İbn Hacer, Tehzîbü't-Tehzîb, 19/448

[56] Buhârî, İmân 40

[57] Buhârî, İlm 9, 37

[58] Subhî es-Sâlih, s. 63-69

[59] İbn Teymiyye, Mecmuu Fetâvâ, XIII/366

[60] Buhârî, Tefsir, 2/11

[61] el-Ümm, VII/250. 254

[62] Bakara 2/282; Ta­lâk: 65/2

[63] Hâkim, Müstedrek, 1/109-110

[64] NahI: 16/89

[65] En'âm: 6/38

[66] Nahl: 16/44, 64

[67] Haşr: 59/7

[68] Hadim Hüseyin İlâhî bahş, s. 233-238

[69] a.g.e., s-238-242

[70] Fazlurrahman, Islamic Methodology in History, s. 10-11

[71] İslam Ansiklopedisi, T.D.V., İstanbul 1997, 15/44^47

Hanife 8.D
Tue 17 June 2014, 05:34 pm GMT +0200
Hamd ancak Allah'a mahsustur. O, galip, yüce, bağışlayıcı olan, göz ve gönül sahiplerine öğüt verendir. Akıl sahiplerine ibret olsun diye gece ve gündüzü yaratandır.Allah kullarından bazılarını seçip takva sahibi yapmıştır. O seçkinleri doğru yola yöneltmekle ahiret için yaptıkları hazırlıklarında kendilerinibaşarıya ulaştırmıştır. Kullarını cehenneme götürecek davranışlardan korumuştur. Allah'a en içten ve en olgun biçimde hamd ederim. Sonsuz merhametli, bağışlayıcı ve her türlü noksanlıktan uzak olan Allahtan başka bir ilah bulunmadığına inanırım. Hz. peygamberimizin (s.a.v.), Allahın kulu, elçisi ve sevdiği oldunu tastik ederim, onun gösterdiğinin en doğru yol olduğunu kabul ederim. Allahın selamı onun, diğer peygamberlerin ve iyi kulların üzerine olsun.Paylaşım için teşekkürler Mevlam razı gelsin inşallah

cansu8/D
Thu 14 May 2015, 04:17 pm GMT +0200
islamda müslümanım diyip  kötü yolara  düşmeleri mesala zina etmek,tefecilik,vs şeyler ALLAH SİZDEN  RAZI OLSUN.

ceren
Thu 14 May 2015, 07:43 pm GMT +0200
Aleykümselam.Rabbim razı olsun paylaşımdan kardeşim.İslam dünyasında hadis muhalifleri çoktur.Çünkü kendilerine göre değerlendirip,yorumluyorlar.Bu yüzden ya hadisler anlamını yitiriyor,yada saptırıyorlar...

Sevgi.
Fri 8 July 2022, 05:22 am GMT +0200
Esselamü Aleyküm bu bilgileri bizlerle paylaşan kardeşlerimizden Allah razı olsun
Vesileniz ile bir çok bilgiler ediniyoruz elhamdülillah

Bilal2009
Wed 13 July 2022, 03:11 am GMT +0200
Ve aleykümselam Rabbım bizleri doğruların yolundan ayırmasın