saniyenur
Tue 21 August 2012, 09:26 am GMT +0200
İSLÂM DİNİ VE KÂİNAT SİSTEMİ
İslâm kendi yapısını öyle bir şekilde oluşturmaktadır ki, bu bünye içersinde Kelime-i Şehadetin her iki veçhesi de, İslâmî hayat sistemini, onun asil ve parlak hususiyetlerini ve temel vasıflarını belirlemede aynı derecede işbirliği yapmaktadır. Eşsiz tarzı, onu diğer beşerî sistemlerden ayırmakta ve onu sadece insan için değil, bütün kâinat için geçerli olan Merkezî Kanun (sünnetullah) ile tamamen uyumlu hâle getirmektedir.
İslâm düşüncesine göre, bütün kâinat Allah'ın yaratmayı dilemesiyle vücuda gelmiştir. ALLAH, kâinata belli bir şekil ve bütün sistemlerinin büyük uyumluluk ve işbirliği içinde işlemesini sağlayan belli bir kanun vermiştir: "Biz bir şeyi(n olmasını) istediğimiz zaman, söyleyeceğimiz söz, sâdece ona 'ol' dememizdir, derhal oluverir." (16:40). ALLAH kâinattaki sistemlerin işlemesi için bir nizam ve düzen vermiştir: "O, herşeyi yaratmış, ona Ölçü, biçim ve düzen vermiştir." (25:2).
Bu geniş hakikatin arkasında, sistemleri kuran bir irade, ona hareket veren bir Güç ve sistemleri muayyen düzende tutan bir Kanun vardır.
Kâinatın farklı sistemlerini ve parçalarını, bi-rarada durmaları ve kaosa düşmemeleri için muhteşem bir disiplin içinde tutan işte bu Güçtür. Bütünlük arzeden bu sistemlerde, hiçbir surette intizamsızlık veya kargaşalık yoktur. Kâinatın bütün sistemleri, ALLAH istediği sürece büyük bir uyumluluk ve düzen içinde işlemeye devam edeceklerdir. Kâinatın hiçbir parçası bu disiplinin dışına çıkamaz.
ALLAH'ın kanununa itaat etmeleri ve boyun eğmeleri dolayısıyla, kâinatın herhangi bir sisteminde fevkalâde veya âni bir bozulma görmeyiz. ALLAH bütün sistemin nihayete ermesini isteyinceye kadar, herhangi bir intizamsızlık veya dağılma olmadan işlemeye devam ederler. A'râf süresi bu gerçeği şu sözlerle dile getirmektedir: "Gerçekte Rabbi-niz o ALLAH'tır ki; gökleri ve yeri altı zaman bölümü içinde yaratmış, sonra kâinat üzerinde hükümranlığım kurmuştur. O, gecenin karanlığı ile hemen arkasından kendisini takip eden gündüzü örtmüştür; güneş, ay ve yıldızları da daima iradesine baş eğmiş durumda varetmiştir. İyi bilin ki, yaratma ve emir O'nundur. Alemlerin Rabbi ALLAH, ne yücedir!" (7: 54).
İnsan bu kâinatın parçasıdır. İnsan tabiatına yön veren kanunlar, bütün kâinatı kuşatan ve yöneten merkezî sistem (kanun)den ayrı değildir. İnsanı ve kâinatı yaratan ALLAH'tır. İnsan çamurdan yaratılmıştır, fakat ALLAH onu bu çamurdan üstün kılan nitelikleri ve görünümü vermiştir. İnsan fizikî yapısı itibariyle, isteyerek veya istemeyerek, kendisi için yaratılan tabiat kanununa boyun eğmektedir.
İnsanın yaratılışının başlangıcı, kendisinin veya ebeveynlerinin değil, ALLAH'ın iradesine bağlıdır. Ebeveynler sadece cinsî münasebetlerini kontrol ederler, fakat kesinlikle ne hamilelik, ne de bir nutfeye insan şekli verme üzerinde hiçbir kontrolleri yoktur. İnsan, hamilelik süresince geçerli olan prensiplere göre ve doğum sonucunda vücuda gelir. İnsan, ALLAH'ın kendisi için yarattığı havada nefes almakta ve yine aynı miktarı, aynı havaya kendisi için tespit edilen aynı yolla geri vermektedir. Hissetme ve anlama gücü vardır; yer, içer, aç olduğunu, susadığını ve acı çektiğini hisseder. Kısacası, hoşlansın veya hoşlanmasın, bütün ömrünü ALLAH'ın kanununa göre geçirmek zorundadır, kendi iradesinin ve gücünün hiçbir etkisi yoktur. Bu açıdan, kendisi ve kâinatta bulunan canlı veya cansız diğer yaratıklar arasında kesinlikle hiçbir fark yoktur. Hepsi kayıtsız şartsız ALLAH'ın hukukuna, gücüne ve iradesine boyun eğmektedirler.
Kâinatı yaratan ALLAH, insanı da yaratmış ve bütün kâinatın uyduğu fizik kanunlarına onu da boyun eğdirmiştir. ALLAH onun için bir Hayat Kanunu (Şeriat) belirlemiştir. İnsan, h ve sahip olduğu serbest iradeyle hayatın fizikî olmayan kısmında bu kanunu uygul yabilmektedir. Bu açıdan Şeriat, insanın tabiatına ve bütün kâinatın müşterek tabiatlı hükmeden ve değişmez bir disiplin kanunuı göre işleyen, şümullü İlâhî kanunun bir pa ç asıdır.
ALLAH'ın her sözü, her emri, her yasağı, her vaadi, her ikazı ve her kanunu, kısacası insana rehberlik etmek üzere gönderdiği her şey kâinatın merkezî kanununun bir parçasıdı Bu yüzden hepsi, bu dünyadaki ebedi hakikate göre işleyen ve tabiat kanunları olara isimlendirdiğimiz ALLAH'ın fizik kanunların daki aynı gerçeklik ve hakikate uygun düşmektedir. Bu kanunların işleyişinde, ALLAH'ınonlar için tespit ettiği ölçülerin bir yansıma sim bulabiliriz.
Şeriat, Merkezî Kanun {Sünnetullah) ile Uyum içindedir
ALLAH'ın, insan hayatının düzenlenmesi içir hazırladığı Şeriat, aslında bir evrensel Sedat'tır. Bunun sebebi, onun kâinatın merkezi kanunu ile uyumlu ve ona bağlı olmasıdır. Bu yüzden Şeriat'ı tatbik ve ona itaat, insan hayatı için vazgeçilmez bir şart haline gelmektedir; ancak bu şekilde insan ve insanın içinde yaşadığı kâinat arasında bir uyum ve işbirliği sağlanabilir. Sadece bu değil, insanın tabiata bağlı olan maddî hayatındaki fizik kanunları ve insanın kendi iradesiyle planladığı ve oluşturduğu manevî hayatı arasında İstenilen uyum ve işbirliği, ancak Şeriata itaat ve onun takip edilmesiyle mümkün olmaktadır. Yine ancak bu şekilde insanın iç ve dış hayatı aynı yöne itilebilir.
Kâinat kanunlarını ve onun içinde işleyen merkezi sistemi anlama konusunda İnsan tamamen âcizdir. Kâinatın kanunlarını anlamak insanı aşar; insan kendi hayatını tamamen kontrol eden ve ondan hiçbir şekilde kaçarnayacağı kanunu bile anlamamaktadır. Bu acziyetin bir ifadesi olarak insan, kendi hayati ve kâinatın genel kanunları veya en azından kendi iç tabiatı ve dış hayat arasında işbirliğini sağlayacak herhangi bir Şeriat oluşturmaya muktedir değildir. Hakikaten, bu güce sahip olan, insanı ve bu kâinatı yaratan, hem kâinatı hem de insanın işlerini planlayan, düzenleyen ve hepsini seçtiği ve irade buyurduğu tek merkezî kanuna bağlı tutan ancak ALLAH'tır. Bu gerçekten dolayı, insan kendisi ve kâinat arasında tam bir uyum yaratmak istiyorsa, Şeriata itaat etmesi mecburi ve kaçınılmaz olmaktadır. İslâmı doktrinel ve ideolojik olarak kurmak kadar, ona itaat etmek de mecburî ve kaçınılmazdır. İnsanlar sadece ALLAH'a ibadet edinceye ve Hz. Muhammed (S)'in insanlığa öğrettiği ibadet şeklini uygulayıncaya kadar, bireylerin ve toplumun hayatı İslâm'ın gerçek renginden yoksun kalacaktır. Başka bir deyişle, İslâm'ın amentüsü olan la ilahe illallah Muhammedü'r-Rasûlullah şehadet cümlesinin her İki kısmını uygulamaya geçmeden, ferdî veya sosyal günlük hayat İslâm'ın ışığından faydalanamayacaktır.