- İslam da genel haklar ve masuniyetler

Adsense kodları


İslam da genel haklar ve masuniyetler

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

rray
sumeyye
Sat 2 October 2010, 10:54 am GMT +0200
İslam'da Genel Haklar ve Masuniyetler


Kadın olsun, erkek olsun, her insanın, İslâm tarafından teminat altına alınmış temel hakları ve korunması gereken değerleri vardır. Bunların bazılarını kısa açıklamalarla, bazılarını da sadece ismen olmak üzere, şöyle sıralayabiliriz:

Yaşama hakkı

Kur'ân, kadın olsun, erkek olsun, insan hayatının değerini, kudsiyetini ve muhteremliğini (ona son vermenin haramlığını) bilhassa vurgulamış ve bir kişinin yaşama hakkını bütün insanlığın yaşama hakkıyla bir tutmuştur (Mâide/5: 32).
Saygı görme hakkı

Kur'ân, bütün insanları kerim ve muhterem tanır (İsrâ/17: 70); çünkü sadece insandır ki, bir bakıma irade ve onunla mümtaz insan benliği diyebileceğimiz İlâhî emaneti yüklenmiş tek varlıktır (Ahzâb/33:72). İrade sahibi bir varlık olarak insan, akıl, tefekkür, muhakeme, iyiyi kötüden seçme gibi zihnî melekelere sahiptir. Bu, bütün varlıkların en altına düşme (esfel–i sâfilîn) gibi bir riski beraberinde de getirse, aslında insan için bir şereftir ve onun, en güzel kıvamda bir varlık olarak yaratılmış olmasının göstergesidir ve insan için, bütün yaratılmışların en üstünde bir mevki elde etme gibi bir potansiyelin de kaynağıdır. İnsan, bu özellikleriyle yeryüzünün halifesi, yani orada fıtrat, onların yaratılış özellikleri ve varlık içindeki fonksiyonları çerçevesinde eşyaya müdahale ile, yeryüzünü imar etme, orada medeniyetler kurma şerefine de sahiptir. Bu şeref, ona melekler üstünde bir mevki kazandırmış olup, bu sahada yapılacak her iş, atılacak her adım, Allah adına olduğu takdirde, ibadet demektir (Bakara/2: 3034).
Adalet, ihsan ve merhamet

Kur'ân–ı Kerim, adalete, adaletli davranma ve adalet talep etme konusunda çok ısrarlıdır (Mâide/5: 8, Nisâ/4: 136). O, “adl” ve “ihsan” üzerinde hassasiyetle durur. Adalet, terazinin dilinin gözler arasında tam ortada durması, ne fazlalık, ne eksiklik, her şeyi yerli yerine koyma demektir. Ebu’l–Kelam Âzâd, adalet konusunda şöyle der: “Adalet, aşırılıktan kaçınma, orta yol, ne eksiklik, ne fazlalık demektir. Bu bakımdan, adaletin sembolü olarak daima terazi kullanılır.”1 Kur'ân, bununla ilgili olarak, hiç kimsenin başkasının yükünü taşımayacağı, yani kimse, başkasının suçuyla suçlanamayacağı ve kendi gayretinden başka bir şeye nail kılınmayacağı kaidesini de koyar (Necm/53: 3839).Ferdin, hakkını alması ve ferdî meziyet ve faziletin tanınması da adaletin gereğidir. Fakat bu fazilet ve meziyetin ölçüsü ne ırktır, ne cinsiyettir, ne servet, ne makamdır, ne de önce veya sonra doğmuş olmadır, ne kuvvet, ne siyasettir, ne renk, ne de üniformadır. Onun tek ölçüsü takvadır (Hucurat/48: 13). Yani, Allah’ın hem insan hayatı, hem de kâinat için koymuş olduğu kanunlara uymak ve bu şekilde Allah’ın koruması altına girmektir. Bu bakımdan takva, iman, ilim ve çalışmayı birlikte ihtiva eden bir kavramdır. Bu çerçevede yine Kur'ân, hareketsiz duran mü’minlerle, çalışan, gayret eden, didinen mü’minleri bir tutmaz (Nisâ/4: 95 96).

Kur'ân, bir yandan ısrarla adalet üzerinde dururken, bir yandan da, bilhassa fertlere davranış adına daha öte bir değer ve kavram olarak, ihsan’ ve rahmet’ veya ‘merhamet’ten söz eder. Buradaki manâsıyla ihsan, eksik veya kaybı telâfi ile, dengeyi yeniden sağlamak demektir.2 Bunu daha iyi anlamak için, Kur'ân’ın ideal toplum adına kullandığı ümmet kelimesine bakmak gerekir. Ümmet, anne manâsına ‘ümm’den gelir. Yani, anne toplumun temeli olduğu gibi, onun daha fazla sahip bulunduğu merhamet, şefkat gibi değerler de, toplumun ve fertlere muamelenin temelinde yatması gereken değerlendir. Burada bir diğer dikkat çekici nokta, yaratılmışları Allah’ın Rahman ve Rahim sıfatlarına bağlayan rahmet’in ‘annenin döl yatağı’ manâsındaki rahim’den gelmiş olmasıdır. Bunun pek çok anlam ve engin bir muhtevası vardır. Bir defa, anne sevgi ve merhameti, yeryüzünde en yüce ve Allah’ın rahmetinin en kâmil yansıması olan bir değerdir. Fakat bu bile, Allah’ın kâinatta sergilediği ve kalanını Âhiret’e bıraktığı sadece yüzde 1’lik merhametinin yansımasıdır. İkinci olarak, ideal toplum, üyeleri arasında, bilhassa büyükten küçüğe, idareciden halka merhametin hakim olduğu, herkesin birbirine, aynı rahmin meyveleriymiş, yani aynı annenin çocuklarıymış gibi merhamet nazarıyla baktığı bir toplumdur. Bu ise, ancak insanların Allah’ın Rahman, bilhassa Rahîm sıfatlarıyla münasebeti ölçüsünde mümkün olabilir. İslâm’ın ve Peygamber Efendimiz’in bu noktada bütün yaratılmışa rahmet olarak gönderilmesinin anlamı burada daha da belirginleşmektedir. Yani, insanla Allah’ın Rahman ve Rahîm sıfatları arasındaki bağlantı, ancak İslâm’a ve Peygamber Efendimize bağlılıkla mümkün olabilir. Bunun dışındaki rahmet, merhamet ve sevgi iddiaları ırk, menfaat ve nefsaniyet gibi başka faktörlere dayalı birer suni sevgi ve merhamet olmaktan öte gidemez.

Özgürlük hakkı

Kur'ân, insanın her türlü bağdan kurtulması üzerinde çok durur. İnsanda despotluğa bir temayül olduğunu kabulle, bunun önünü almaya çalışır:

Allah, bir kişiye Kitap, hüküm (ilim, anlayış gücü ve Allah’ın hükümlerini uygulama yetkisi) ve peygamberlik versin ve sonra da bu kişi kalksın, insanlara, “Allah’ı bırakın ve bana kul olun” desin; bu, asla mümkün değildir ve olmamıştır. Oysa, her peygambere şunu demek yaraşır ve nitekim her peygamber bunu demiştir: “Kitabı öğretiyor, okuyor ve üzerinde çalışıyorsunuz; o halde, Hakk’ın, öğrenip öğrettiğinizi uygulayan sadık ve ihlâslı kulları olun!” (Âli İmran/3: 79)
Bu çerçevede, İslâm’ın kaldırmayı hedef aldığı, fakat kaldırılmasını zamana ve uluslar arası münasebetlerin niteliğine bıraktığı cahiliye müesseselerinden biri de köleliktir. İslâm, önce kölelere iyi muameleyi emretmiş (Nisâ/4: 36); sonra, kölelerin hürriyete kavuşturulmasını şiddetle teşvik etmiş (Bakara/2: 117; Nisâ/4: 92); savaş esirlerinin, genel prensip olarak, ya karşılıksız veya fidye karşılığı salıverilmesi esasını getirerek (Muhammed/47: 4), bir manâda köleliği fiilen kaldırmıştır. Çünkü köleliğin temelinde savaşlar ve savaş esirleri yatmaktadır. Her ne kadar Kur'ân köleliği açıkça yasaklayıcı bir hüküm ihtiva etmese de, hiçbir zaman onun devamını da öngörmemiş, bu bakımdan, en azından onun bütünüyle kalkmasını hedef almıştır.

İslâm’da insan hürriyetinin en büyük garantisi, insanın Allah’tan başka kimseye kul olamayacağı, Allah’tan başka kimsenin de insan üzerinde mutlak hakimiyet iddiasında bulunamayacağı kaidesidir. Mutlak manâda hükmetme yetkisi ancak Allah’a aittir ve dolayısıyla hem bir itikad hem de hukuk prensibi olarak, bütün insanlar bu hükmün karşısında eşittir. Bu bakımdan, hiç kimse ve hiçbir kurum, insandan kendisine mutlak manâda itaat isteyemez. Masum Peygamber’e itaat bile bir manâda Allah’a itaata bağlanmıştır. Peygamber, Allah’ın emri dışında bir emirde bulunmayacağı için ona itaat şart ise de, bu itaatın kaynağında yine Allah’a itaat yatmaktadır. Kaldı ki, Peygamber’e de kamu ile ilgili meselelerde istişare ve insanlardan biat alması emredilmiş, yani bu noktada insanların ‘kader’i yine onların hür iradelerine bırakılmıştır.3


İstişare ve biat, ferdin yönetime doğrudan katılması demek olduğu gibi, “dinde zorlama yoktur” hükmü de, vicdan ve din seçme hürriyetinin ifadesidir. Kur'ân’a göre, İslâm beldelerinde yaşayan gayr–ı Müslimler, kendi inanç ve ibadetlerinde serbest olup, bu konuda onlara müdahale edilmez. İnsana irade verilmiş olması, onun inanca zorlanmaması gerektiğini tabiî bir netice olarak ortaya koyar. Çünkü Allah, insanları hür iradeleriyle yaptıkları tercihlere göre yargılayacaktır ve insan, zorlama altında yaptıklarından, hattâ inkârından bile sorumlu değildir.

Din ve vicdan hürriyeti, ifade, bilhassa doğruyu haykırma hürriyetini de beraberinde getirir. Doğruyu haykırma, bir hürriyet, bir hak olmanın da ötesinde bir vazifedir. Bu manâda, kişinin kendi ve en yakınları aleyhine bile olsa, doğru şahitlikte bulunması, Kur'ân’ın üzerinde hassasiyetle durduğu bir önemli nokta olup (Nisâ/4: 135); yine aynı konuda dikkat çekilmesi gereken bir diğer nokta da, kişilerin haklarını arama hürriyetleridir. Allah, herhangi bir sözün bağrılarak söylenmesini hiçbir zaman hoş karşılamaz. Fakat zulme uğrayan, bunu açıktan ilan edebilir ve yine açıktan hakkını almak için mahkemeye başvurabilir (Nisâ/4: 148).

İlim edinme hürriyeti

Kur'ân’ın en çok önem verdiği konulardan bir diğeri de, ilim edinmedir. O kadar ki, ortada henüz okunacak yazılı bir kitap olmadığı bir zamanda Peygamber Efendimiz’e gelen ilk emrin “oku” olması çok manâlıdır. Bu, bir bakıma kâinatın okunması manâsında araştırmaya teşvik manâsı taşıdığı gibi, bir bakıma da, artık indirilmeye başlayan Kur'ân’ı dikkatle okumak için bir ilk emir, aynı şekilde bir bakıma da, okumanın önemine dikkat çekme demektir. Bundan başka Kur'ân, bilenlerle bilmeyenlerin bir olamayacağını (Zümer/39: 9), Allah karşısında ancak gerçekten âlim olanların saygı ve haşyetle dopdolu olabileceğini (Fâtır/35: 28) buyurur ve mü’minlerin, ilimlerinin artması için duaya teşvik eder (Tâ–Hâ/20: 114). Peygamber Efendimiz’in en çok yaptığı dualardan birinin, “Allah’ım, bana eşyanın hakikatını göster” olması da, bu noktada mânidardır.

Geçim ve beslenme hakkı

Hud Sûresi âyet 11’de buyurulduğu gibi, her canlı beslenme konusunda Allah’a muhtaçtır. İslâm’ın sosyo–ekonomik sisteminin temelinde yatan ve Kur'ân’da da üzerinde hassasiyetle durulan hususlardan biri, her şeyin mülkiyetinin temelde Allah’a ait olmasıdır. Bu sebeple, insana tanınan özel mülkiyet, bir hak olmasının yanısıra, onun gerçek mâliki Allah olduğundan, onu insan mutlak manâda dilediği şekilde kullanma hakkına sahip değildir. Bir bakıma onda o, tasarruf eden gibidir. Dolayısıyla, ona düşen bir takım görevler vardır ki, bunların başında zekât gelir. Zekâttan ayrı olarak, nafile sadaka, bilhassa infak adıyla ciddi biçimde özendirilmiştir. Ayrıca haramdan kazanmama, harama harcamama, israf etmeme de, bu mülkiyetin kullanımı konusunda getirilen bir takım yükümlülüklerdir. Ayrıca, her varlığın Allah’ın verdiği rızıkta hissesi vardır ki, bu hissenin hiç olmazsa bir kısmı, yeterinden fazla mala sahip olanların bu fazlalığındadır. Dolayısıyla, bilhassa zekât görevi, kişilerin yaptığı ve karşıdakilere minnet altında tutacak bir iyilik değil, muhtaçların hakkı ve onu vermekle yükümlü olanlar için bir vazifedir. İslâm, bu şekilde toplumda zenginlerle fakirler arasına, üzerinde bir araya gelip sevgi ve hürmetle kucaklaşabilecekleri bir köprü kurmuş olmaktadır. Zekât verme için tayin buyurulan zenginlik miktarı nazara alındığında, bu köprünün ne kadar sağlam olduğu daha kolay anlaşılabilir.

İslâm, Allah’ın tayin buyurduğu rızıkta başkalarının haksız müdahalesini şiddetle yasaklar ve “ekonomik sömürü”nün de önüne geçer.

Çalışıp kazanma hakkı

İslâm, kadın–erkek herkese çalışma hakkı tanımış, hattâ, “insan için çalıştığından başkası yoktur” (Necm/53: 39) buyurmak suretiyle, insanın ana kazanç kapısı olarak emeğe işaret etmiştir. Yine erkek olsun, kadın olsun, her insana, kazandığından bir pay olduğu prensibini getirmiştir (Nisâ/4: 32). Bununla birlikte, erkek ve kadının ailedeki, toplumdaki yerleri ve fizyolojileri nazara alınarak, her biri için müşterek ve ayrı iş sahaları bulunması gerektiği ortadadır. Bu bakımdan, geçim yükümlülüğü erkeğin üzerinde bulunan kadın için ‘tabiî’ önceliğin ev olması, dinî bir hüküm değil, fıtrî bir neticedir.

Mahremiyet hakkı ve temel ferdî masuniyetler

Kur'ân, mahremiyeti insanın en temel ve tabiî haklarından olarak kabûl eder. Allah, Settâr olarak, kullarının, onlar tarafından açığa çıkarılmamış ayıplarını örter. O kadar ki, günahı işlemek çirkin bir iş olmakla birlikte, onun açıktan işlenmesini, işlendikten sonra başkasını anlatılmasını ayrı ve büyük günah olarak görür. Bu bakımdan, kişinin gizleyip hakkında tevbe ettiği günahları, Allah’ın da gizleyip affetmesi umulur. Ferdî mahremiyetin bir yanını teşkil eden bu husus gibi, bilhassa hane mahremiyeti de, insanların dikkat edilmesi gereken önemli haklarındandır. Hane, tecavüzden masundur. Kur'ân, hanelere sahiplerinden izinsiz girilmesini yasakladığı gibi, eğer izin verilmezse geri dönülmesinin daha temiz, daha pak bir davranış olacağını buyurur. Ayrıca, izin verilip içeri girildiğinde, ev halkına selâm vermeyi emreder (Nur/24: 27–28). Bundan ayrı olarak Kur'ân, meselâ, evlatların anne–babaların yanına sabah namazından önce, yatsı namazından sonra –yatma vakti olup, artık bu zaman aile ferdleri birbirlerinin mahremiyetlerine girmemelidir– ve gündüz kaylule uykusu zamanında girmelerini de yasaklar (Nur/24: 58).

İslâm, ferdin masuniyetini her bakımdan esas alır. Suçu sabit olmadıkça kimse suçlanamaz. İkinci olarak, elde herhangi bir delil olmadıkça ferdlerde suç araştırılması yapılmaz; şüphe üzerine ferdler takip altına alınamaz; hal ve hareketleri konusunda (tecessüs, merakla casusluk yapma) yasaklanmıştır. Aynı şekilde, kişiler hakkında suizan ferdî olarak haram olduğu gibi, hukuken de yasaktır; yani, kimse delilsiz zan altında tutulamaz. Biraz önce ifade edildiği gibi, suç sabit olmadıkça ferdin masumiyeti esastır; onu zan altında tutmak ve hakkında konuşmak, hele yayın yapmak kesin haramdır. Kur'ân, gıybeti, yani kişilerin, yüzlerine söylendiğinde hoşlanmayacakları şeyleri – bunlar o kişi hakkında doğru bile olsa – arkalarından konuşmayı da kesinlikle yasaklar ve bunu kişinin, ölmüş kardeşinin etini yemek gibi çirkin bulur (Hucurat/48: 12).

Kişi mahremiyetinin önemli unsurlarından biri de, haberleşmenin mahremiyetidir. Bu konuda da, kişiler takip edilemez; sabit suç olmadıkça, zanna dayanarak haberleşmesi kısıtlanamaz.

Namuslu hayat yaşama hakkı

Kur'ân, her insana namus ve şerefiyle yaşama hakkı tanımıştır. Pek çok unsurlardan oluşan bu hak için, her şeyden önce iyi ve faziletli bir çevre gereklidir. Bu da, karşılıklı haklara riayet, adalet, hürmet, ihsan ve merhametle mümkün olabilir. Bunlar, içtimaî barış için de olmazsa olmaz şartlardır. Böyle bir zeminde temel hak ve özgürlükler teminat altındadır. Kimse, kimseyi kınamaz; insanlar, birbirlerinin yardımına koşar ve dayanışma halinde yaşarlar. Yine böyle bir zeminde, İslâm Hukuku’nun koruma altına aldığı temel değerler de masun kalır.

Korunması gereken temel değerler

Ferdlerin, sözünü ettiğimiz başlıca temel haklarından başka, İmam–ı Gazalî gibi âlimlerin İslâm hukuk veya fıkıh kaidelerinden istinbat ettiği, korunması gereken beş değer vardır ki, bu âlimlere göre, İslâm Hukuku’nun kaideleri bu beş değeri korumaya yönelik olup, en ağır cezalar bunların ihlâli karşısında öngörülmüştür. Bunlar, din/inanç, akıl–ruh ve beden sağlığı, hayat veya can, özel mülkiyet, nesil ve tenasül (üreme/çoğalma)dır. İslâm’da, bunların her fert için korunması esastır. Dini koruma din hürriyetini garantiye alır ve buna asla tecavüzde bulunulamaz. Dini koruma, aynı zamanda ibadet hürriyetini ve mabedlerin dokunulmazlığını da gerektirir. Aklı koruma, iyi bir eğitimle birlikte, akıl sağlığını bozucu uyuşturucu gibi maddelerin yasaklanmasını gerektirir. Sağlığın korunması da, yine beraberinde bir takım yasakları getirmiştir ki, yenmesi yasaklanan bazı yiyeceklerle, içilmesi yasaklanan içecekler bunlar arasındadır. Meselâ, alkol, hem akıl hem beden sağlığı için zararlıdır. Canı veya hayatı koruma, insan öldürmeyi en büyük ve insanı ebedî azaba müstehak edecek cezalardan birine temel teşkil eder. Malı koruma, şahsî mülkiyeti teminat altına aldığı gibi, ticareti de düzenler; helâlden kazanıp, helâle harcamayı gerektirir; bu manâda her türlü şans oyunlarını, hileli kazancı, karaborsa, faiz, ihtikâr, yolsuzluk, çalma, gasp gibi suçları da beraberinde getirir; en azından, bunların haramlığı için temel kaidelerden birini oluşturur. Neslin veya tenasülün korunması, beraberinde aile kudsiyetini getirdiği gibi, zina, fuhuş türü gayr–ı meşru ve çirkin ilişkileri de yasaklanmasının sebeplerindendir.


Dipnotlar

1A. Feyzi, A Modern Approach to Islam, Lahor, 1978, s: 17.
2A. Parwiz, Tabvibü’l–Qur’an, Lahor, 1977; c: I, s: 78.
3Halid M. İshak, “Islamic law – Its Ideals and Principles,” The Challenge of Islam, haz. A. Gauher, (1980; Londra, The Islamic Council of Europe), s: 157.



Rıza Tahiri

cerendemir
Wed 11 September 2013, 12:59 am GMT +0200
 Allah kadın ve erkek için bir çok hak vermiştir.Bu paylaşım da hakkınızın ne olduğunu,nasıl kullanacağımızı belirtti.Allah razı olsun.

Züleyha
Fri 18 September 2020, 01:11 am GMT +0200
 Çok değerli bilgiler sunulmuş ulaştıran ve emek verenden Allah razı olsun inşallah selam ve dua ile

Bilal2009
Fri 18 September 2020, 01:02 pm GMT +0200
Esselamu aleyküm Rabbim paylaşım için razı olsun

Sevgi.
Sat 19 September 2020, 03:29 am GMT +0200
Aleyküm Selâm. Bu faydalı bilgiler için Allah sizlerden razı olsun kardeşim