- İslam ahlak esasları 3

Adsense kodları


İslam ahlak esasları 3

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

rray
ehlidunya
Thu 14 March 2013, 09:03 pm GMT +0200
     

                                                    İSLAM AHLAK ESASLARI
                                                

                                                           ÜNİTE 3

                               İSLAM’DA AHLAKIN KAYNAĞI YAPTIRIMI VE İNSANIN DOĞASI

GİR İŞ

Ahlaka ilişkin yapılan tanım zenginliği temel bir noktaya işaret eder: Yaşamı Yönlendirme. Eğer bu çıkarım doğruysa, iyi ve kötünün bilgisine, yöneleceği amaca ve bunları gerçekleştirecek türden bilgi, güç ve iradeye sahip olmayan bir insan yaşamı yönlendiremez (Pazarlı, 1972: 12).
Ahlak, son tahlilde, yaşamı yönlendirmeye yönelik ne yapmalıyım ile ne yapmamalıyım sorularını cevaplayan bir disiplin olarak görülür. Bu hâliyle ahlak, “yapılması ya da yapılmaması gereken kuralların izlenmesinden, ahlaki seçimlere yardımcı olan veya onları engelleyen motiflerden, ahlaki kararlar alırken eylemlerimizin sonuçlarının rolünden ve ahlaka uygun bir yaşam sürmekten söz eder. Farklı ahlak düzenleri, insanlık doğasının farklı anlayışlarını, ahlakın yönü ve temelini ve ahlaka uygun kararların biçimini, nasıl olmaları gerektiğini yansıtır. Modern ahlak felsefesinde bölünme çizgileri her iki yanda da düzenlenmiş olarak görülebilir” (Cook, 2004: 198).
İslam’da ahlaktan söz edilirken, bir yandan, öncelikle bir ‘Kur’an Ahlakı’na dikkat çekilir, öte yandan, Kur’an Ahlakı’nın yanında bir de bu ahlakı örneklerle zenginleştiren ve daha açık hale getiren ‘Hadis Ahlakı’ndan söz etmek gerekir. Gerçekte dile getirilen bu iki ahlak türü, hem kaynak hem de yapı itibariyle İslam Ahlakı’nı oluşturur.
İslam’da ahlaktan söz edilirken, İslam ahlakı ile ne kastedilir? Doğrusu, “‘İslam Ahlakı’ terimi, İslamiyet’in sunmuş olduğu hayat tarzını anlamak için kullanılır. İlahi kaynaklı diğer dinlerde olduğu gibi İslamiyet de; din olarak, insanlığa bir hayat tarzı sunar. İnsanların nasıl yaşamaları gerektiğini, nasıl bir hayat sürdürürlerse mutlu olacaklarını öğretir” (Kılıç, 5).
İslam‘da ahlaka yönelik kimi ayrışmalardan söz edilebilir:

 Kaynağını Kur’an ve Hadis’ten alan İslam Ahlakı.


 Kaynağını bir yandan Kur’an ve Hadis’ten diğer yandan Antikçağ ahlak felsefesinden alan İslam Ahlak Felsefesi (Yaran, 43).
İslam ahlakı, birbirini tamamlayan öz ve yapılar hâlinde Kur’an Ahlakı ve Hadis Ahlakı olarak ikiye ayrışır. Buna göre, “İslam ahlak düşüncesi Kur’an ve Sünnet’le başlar. Bu iki kaynak dinî ve dünyevi hayatın genel çerçevesini çizmiş, ameli kurallarını belirlemiş, böylece daha sonra fıkıhçı ve hadisçiler, kelâmcılar, mutasavvıflar hatta filozoflar tarafından geliştirilecek olan ahlak anlayışlarının temelini oluşturmuştur”(Çağrıcı, 1989: 1). İslam Ahlak Felsefesi ise bu süreçten sonra başlar, dolayısıyla da Felsefi Ahlak, Fıkhi Ahlak, Tasavvufi Ahlak ve Kelami

İslam’da ahlakın kaynağı teolojik bir öz taşır.
Ahlak olmak üzere dört kategoriye ayrışır. Bununla birlikte, İslam’da ahlaka yönelik öne çıkan pratik açıdan değer taşıyan önemli bir ayrışma daha vardır. Şöyle denilir: İslam’da ahlak, ‘övülen ahlak’ ve ‘yerilen ahlak’ olarak iki kısma ayrışır. Ahlakın övülen kısmında, adalet ve ihsân gibi iyi ve güzel; yerilen kısmında ise kin ve yalan gibi kötü ve çirkin olan vardır(Pazarlı, 1972: 15).
İslam’da ahlak ve İslam ahlakı konusunda şu ana dek verdiğimiz bilgiler, yalnızca ahlakın konusu ve kapsamı açısından değer taşımaz, aynı zamanda ahlakın kaynağı, insanın doğası ve özgürlüğü açısından da açıklayıcı bir öneme sahiptir.

İslam’da Ahlakın Kaynağı


İslam’da ahlakın kaynağı sorununu tartışmadan önce, hemen şunu ifade edelim ki, “doğasının gereği olarak ilk insandan beri ahlak, ahlak sorunları, ahlaki çözüm yolları ve ahlaki gelişim imkânı hep var olmuştur ve insan var olduğu sürece de her zaman var olacaktır” (Yaran, 12). İşte bu sorunlardan biri de kuşkusuz, ahlakın kaynağı sorunudur.
Ahlakın kaynağı sorunu bağlamında ortaya konulan teorik çerçeve üç ayrı kaynağa işaret eder: Teoloji, Kozmoloji, Antropoloji. Ahlakın kaynağına ilişkin en çok bilinen çerçeve bundan ibarettir. İslam’da ahlakın kaynağı teolojik bir öz içerir. Bu nedenle ahlaka yönelik teolojik temellendirmeyi daha yakından tanımakta fayda vardır.
Ahlaka teolojik temel arama konusu, başka bir deyişle “iyi ile kötü arasındaki radikal ayrımı mutlağa bağlama teşebbüsü” insanlık tarihinde iki kategoriye ayrışır. Bu bağlamda, “ilk tezahür Doğu ve Yunan antikitesinde görünmüştür. Bu, ilkesi Çin’de Tao, Hindistan’da Rita, İran’da Urta… ve Yunanistan’da Dike olarak görünen evrensel bir anlam sürekliliği öğretisidir.” İkinci çaba ise İsrail oğulları örneğinde görülür. Daha sade bir ortamda kendini gösteren bu ikinci adım, oldukça net bir biçimde, Tanrı’yı merkeze alır(Buber, 2000: 119, 123).
İslam’da ahlakın ilk kaynağı, her şeyden önce, Kur’an-ı Kerim’dir. Bu anlamda Kur’an, bir yandan bütün dinî hükümlerin dayandığı, öte yandan ahlaki hükümlerin çıkarıldığı temel bir kaynak niteliği taşır.
“Elif lâm ra. (Bu), Rablerinin izniyle insanları karanlıktan aydınlığa çıkarıp o güçlü ve övgüye layık olan (ALLAH)ın yoluna iletmen için sana indirdiğimiz kitaptır.” (İbrahim/14: 1)

Hz. Peygamber, model alınacak bir ahlaka sahiptir.
.
İslam ahlakı’nın ikinci kaynağı Hadis’tir. Başka bir deyişle, “Kur’an’dan sonra, İslam ahlakının en büyük kaynağını, Hz. Peygamber’in hayatı, sözleri ve yaşayış prensipleri teşkil etmektedir. Aynı zamanda bunlar, ameli ahlak alanında uyulması gereken esasları meydana getirirler”(Erdem, 1996: 20).
Doğrusu, İslam ahlakı’na kaynaklık etme açısından Hadis’in önemi, Peygamberimizin yaşantı, söz ve davranışlarıyla insanlar için ‘model’ olma özelliğinden ileri gelir. Nitekim her peygamber gibi Peygamberimiz, önce insan, sonra da Tanrı’nın insan için görevlendirdiği bir elçidir. Bu cümleden olarak Hz. Peygamberi ‘model’ almanın kimi koşulları vardır. Bu bağlamda şu iki temel nokta büyük önem taşır:
 Kur’an-ı Kerim’i iyi öğrenmek. Çünkü Hz. Peygamber, hayatını, büyük ölçüde yorumlayıcısı olacak şekilde Kur’an-ı Kerim’e göre yönlendirmiştir.
Hz. Peygamber’in olaylar karşısında takındığı tavrı iyi algılamak gerekir. Bu algı, O’nun hayatını iyi öğrenmeye bağlıdır. O’nun hayatını gereği gibi öğrenmek ise hadisleri iyi öğrenmekten geçer(Kılıç, 7- 9).
İslam’da ahlakı teolojik açıdan temellendirme bazı önemli noktaların öne çıkarılmasına işaret eder. Bu cümleden olarak, ahlakı teolojik açıdan temellendirme:
“ALLAHım, beni güzel yarattığın gibi, ahlakımı da güzelleştir.” (Ahmed b. Hanbel, II/403).
“Ben ahlaki güzellikleri tamamlamak için gönderildim.” (Ahmed b. Hanbel, II, 381)
“Andolsun ALLAH’ın Elçisi’nde sizin için ALLAH’a ve ahret gününe kavuşmaya inanan ve ALLAH’ı çok anan kimseler için, (uyulacak) en güzel bir örnek vardır.” (Ahzâb/33: 21).
“İşte o Kitap; kendisinde hiç şüphe yoktur; müttakiler için yol göstericidir.” (Bakara/2: 2)
“Ramazan ayı, insanlara yol gösteren, hidayeti, doğruyu ve yanlışı ayırt edip açıklayan Kur’ân’ın indirildiği aydır.” (Bakara/2: 185)
İslam’da Ahlakın Kaynağı, Yaptırımı ve İnsanın Doğası
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 5
İslam’da ahlakın ilk kaynağı Kur’an-ı Kerim, İkinci kaynağı ise Hadis’tir.
Yalnızca görece oluştan kurtuluşu ifade etmez; aynı zamanda, iyi olanın yükselişini, kötü olanın ise alçalışını öngörür(Mevlânâ, 1991: Rubai No: 1239). Bu öngörüde, bireysel özgürlüğe de yer vardır.
 Varlığı farklı ve bir de öteki boyutlarıyla görme olanağı sağlar. Bu noktanın açığa kavuşmasında, acı çekmeyi neşelenmeye, üzülmeyi yenilenmeye iten faktör olarak gören insanlar örnek olarak verilebilir(Mevlânâ, 1991: Rubai No: 1277).
 Ahlakın içkin boyutunu sorun olmaktan çıkarmayı öngörür. Ahlakın görece oluşu, bu noktada aşılması gereken bir sorun olarak görülür. Nitekim evrenseli yakalama arzusunda olan insan açısından ahlakta içkin boyut ve görece oluş ahlakın en zayıf yönünü ya da yumuşak karnını ifade eder.
 Ahlak açısından önem taşıyan güçlü benlik, tutarlı kişilik, kontrol edilebilir davranış, davranış güzelliğinde görülen iyileşme, ahlaki kişiliğin iyileşmesi türü söylemlere öncelik öder. Bu bağlamda, İslam ahlakının ikinci kaynağı olarak, Hz. Peygamber’in söz ve davranış biçiminim yönlendirici etkisini iyi görmek gerekir.
Öyle anlaşılıyor ki, İslam Ahlakı’nın temeli noktasında Kur’an ve Hadis’e atıfta bulunmanın önemi şu şekilde ortaya konabilir: “Kur’an-ı Kerim’de insanlara ahlak yolunu gösteren pek çok emirler vardır. Hadisler ise hayatın ve toplumun binlerce sorunlarını karşılayacak kadar zengindir.”(Pazarlı, 1972: 18-19).
Sonuç olarak, İslam’da ahlakının temel kaynağının Kur’an ve Hadis olduğunu söylemek, İslam ahlakını Tanrı-merkezli düşünmek demektir. Genelde bir ahlakı, özelde ise İslam ahlakını Tanrı merkezli düşünmek, Tanrı’ya yönelik güç, bilgi, irade, hikmet ve adalet gibi kimi nitelemeleri öne çıkarır.

İslam’da Ahlakın Kapsamı

İslam ahlakı, teorik ve pratik olarak, sonuç elde etmek için gerekli olanı özünde barındır. Bu cümleden olarak, İslam’da ahlakın kapsamı; tanım, amaç, konu ve sorunsal olarak bunların birbirleriyle olan bağlantılarını içerir. Bu cümleden olarak, bize göre, İslam’da ahlakın kapsamı içinde öncelikle şu sorular yer alır:

İslam, insana ne tür bir hayat tarzı sunar?


İslam’ın insana sunduğu hayat tarzının nitelikleri nelerdir? Bu soruya verilecek açıklayıcı bir cevap, İslam ahlakının kaynağı sorunu tartışılırken de ifade edildiği gibi, “İslam’ın sunmuş olduğu hayat tarzının yani İslam Ahlakı’nın ne olduğunu en kısa yoldan öğreneceğimiz ilk kaynak, Kur’an-ı Kerim’dir. İkinci kaynak ise, hadis-i şerifler’dir”(Kılıç, 5).
İslam’da ahlakın erişim alanı için ön görülen sınır nedir?
Bu noktanın açılımı bağlamında öz olarak şöyle denilebilir: “İslam ahlakı, zaman ve mekân kaydı olmaksızın bütün hayatı içine almaktadır. Merkezde insan olmak üzere, insanın çevresindeki her şeyle olan münasebeti bu ahlak alanı içine girer”(Erdem, 1996:22).

İslam’da ahlaklı olmaya niçin önem verilmiştir?


İslam Ahlakı’nın ahlaklı olmaya verdiği önem, insanın sahip olduğu özden ileri gelmektedir. Zira insan, yalnızca akıl ve irade sahibi değil, aynı zamanda, egoist ve birlikte yaşam arzusunda olan bir varlıktır.
İslam’da ahlakın evrensel içerikte oluşu ne ifade eder?
Bu noktanın açılımı, günümüz insanının ahlaki gereksinimi açısından mutluluk ve adalete atıf yapmayı öngörür. Bu cümleden olarak, bir yandan, İslam Ahlakı’nın ilahi buyrukla olan bağlantısı ‘adalet’ temelinde tanrısal bir çerçeveye oturmuş görünür, öte yandan, teorik ve pratik ahlak alanında İslam’ın koyduğu ilkeler, iyi anlaşılmak koşuluyla, bütün insanlığın mutluluğunu karşılayacak genişlikte algılanır.
İslam’da ahlakın teorik ve pratik olanla bağlantısı nedir?
Genelde ahlak, özelde ise İslam ahlakı, hem teorik olarak en üst iyi üzerinde düşünür, hem de pratik olarak ödevin yerine getirilmesini öngörür.

İslam’da ahlak ne tür ödev, yükümlülük ve yaptırım içerir?

Ahlaki ödev, yükümlülük ve yaptırımın yalnızca İslam ahlakında görülen üç temel niteliği vardır:

 İslam ahlakı, insana tanıdığı geniş özgürlükle, yaşamını zaman ve koşullara uygun olarak düzenleme olanağı vermiştir.

 Ortaya koyduğu ahlaki kurallarda anlaşılır bir yumuşaklık ve pratik bir hoşgörüye sahiptir.
Ahlaki ödevleri sınırlandırır ve bir kategoriye tabi tutar(Draz, 1993: 27, 33, 41; Pazarlı, 1972: 114).
Bu niteliklerden ilki, genel olarak insan doğasıyla; ikincisi yaşamın somut gerçekliğiyle; üçüncüsü ise fiilen kategorileşmeyle ilgilidir.
Öyle anlaşılıyor ki, İslam’da ahlak dinî ve felsefi bir değer taşır. Öngörülen bu değer, İslam ahlakının; yalnızca tanım ve ayrışımında görülmez, aynı zamanda, içeriğine yönelik iyi, kötü, erdem, özgürlük, yükümlülük, yaptırım, sorumluluk, amaç, davranış, vb. gibi ahlaki kavramların tartışılmasında da görülür.

İslam’da Ahlaki Yükümlülük


Yükümlülüğün kaynağı nedir? Bir yükümlülük, insana, neden, şu ya da bu işi yapmak zorunda olduğunu söyler? Doğrusu, yükümlülük, ahlak açısından ideal olanı gerçekleştirme konusunda duyduğumuz bir tür istek ve eğilimdir. Bu istek ve eğilimi gerçekleştirecek olan şey ise akıl ve istençtir. Burada hemen şunu ifade edelim ki, “yükümlülük, bir öğütle bir zorunluluk arasında orta bir yerdedir. Zorunluluktur, çünkü ona karşı direnilemez; bir öğüttür, çünkü biz onu tartışmak ve hatta uygulamamak hakkına sahibiz.”(Pazarlı, 1972: 100-101).
Doğrusu, yükümlülüğün kaynağı sorunu, öteden beri ahlak filozoflarını meşgul etmiş görünmektedir. Bu soruya yönelik dört ayrı cevabın verildiği dikkat çekmektedir:

Yükümsüz ve Yaptırımsız Ahlak Modeli


Bu model, Fransız düşünür J. M. Guyau’a aittir. Ona göre, yükümlülüğün temelinde bireysel güçlü bir içgüdü vardır. Sözü edilen bu içgüdü, yaşama engel olan pürüzleri ortadan kaldırırken kendi ahlak yasasını da yapmış olur. Bu cümleden olarak, Guyau’ya göre, ‘mecburum, öyleyse yapmalıyım’ yerine, ‘yapabilirim, öyleyse mecburum’ denilmelidir. Bununla birlikte, Guyau’da ahlaki idealin bulunmaması, yükümsüz ve yaptırımsız ahlak modelinin en zayıf noktasını oluşturur. Gerçekte, yükümlülük olmadan bir ahlak kuralı düşünmek olası gözükmez ve yükümlülük, içgüdüsel bir baskı hâline geldiğinde, ahlaki özelliğini kaybeder.

İslam’da ahlak açısından, yükümlülük, zorunluluk değildir. Çünkü zorunluluk, olmazlık edemeyen bir şeyin özüdür

Yükümlülüğü Çağrışımdan Alan Ahlak Modeli


Bu model, büyük ölçüde, İngiliz filozofu S. Mill’in görüşlerini içerir. Bu model için en temel ahlak yasası çağrışımdır. Birey, çağrışım yoluyla yaptığı bir davranış ile bu davranışın meydana getirdiği sonucu zorunlu olarak birbirine bağlar. Böylece etkin bir çağrışım ortaya çıkar ve sonuçta, bu çağrışıma bağlı olarak, yükümlülüğün emredici doğası belirmiş olur. Bu modelin eleştiriye açık en önemli noktası, amaç olarak ahlakın, çağrışımdan daha fazla bir şey olduğu gerçeğinde görülür.

Yükümlülüğü Pratik Akıldan Alan Ahlak Modeli


Bu model, Alman filozof I. Kant’a aittir. Bu modele göre, yükümlülüğün kaynağı ne içgüdü, ne de çağrışımdır; aksine pratik akıldır. Kant’a göre, pratik akıl, eylemlerimizi idare eder. Bu noktada pratik akıl, sözgelimi “davranışın genel bir ilke olacak şekilde davran” türü maksimler ışığında ahlaki davranışları yönlendirir. Bununla birlikte, Kant’ın öngördüğü ahlak modelinde yücelik ve ideal olsa da, anılan modelde, bir yandan ahlakın duygusal yönünün, öte yandan yükümlülük duygusunun ihmali önemli bir eksiklik olarak görülür.

Yükümlülüğü Tanrısal İradeden Alan Ahlak Modeli


Bu model, en özgün bir biçimde, İslam ahlakı tarafından temsil edilir. İslam’da ahlak, bu anlamda, teolojik ve rasyonel bir öz taşır. Teolojiktir, çünkü doğa-üstü bir kaynaktan beslenir; rasyoneldir; çünkü ön gördüğü ilkeler akıl ve akıl yürütmelerle güçlenir. Bu nedenle denebilir ki, “İslam ahlakı, Kur’an ve Hadislerle de sınırlı kalmamış, icma’ ve kıyas gibi metotlarla da kaidelerini geliştirmiş ve daha da zenginleştirmiştir”(Erdem, 1996: 21). Bu yönden de İslam ahlakı, büyüyen ve gelişen bir ahlaktır.
İslam’da ahlak açısından, yükümlülük, zorunluluk değildir. Çünkü zorunluluk, olmazlık edemeyen bir şeyin özüdür; nitekim 2X2=4 eder denildiğinde, bu çarpımın dört etmemesi olanaksızdır. Buna karşılık, yükümlülükte, seçim ve istem vardır. İslam’da yükümlü insan, iç ve dış güçlerin zorlamasına rağmen, seçime ve isteme bilincine sahiptir. Bu anlamda seçimde, seçme; istemde seçileni yapma gücü vardır. Buna göre, yükümlülük söz konusu olunca, iki önemli husus öne çıkar:
 İnsan, ahlak açısından, kimi şeyleri yapma konusunda kendisini zorunlu hisseder;
 Bu hissetme, kelimenin güçlü anlamında zorunluluk değil, bir yükümlülüktür(Pazarlı, 1972: 101).

İslam ahlakı açısından, yükümlülük düşüncesi son derece gelişmiştir. Zira yükümlülük olmasaydı, sorumluluk olmazdı; sorumluluk olmasaydı, adalet yerini bulmazdı.
İslam’da ahlaka yönelik öngörülen yükümlülük:

 Evrensel bir öz taşır. Bu şekilde ön görülen yükümlülük; hem içerik olarak buyruk, hem de anılan buyruğa konu olma açısından erdem-erdemsizlik, yakın-yabancı, zengin-fakir, dost-düşman ilişkileri açısından evrenseldir.
 Egzistansiyal değil, düşünsel bir zorunluluktur. Bu anlamda ahlaki olan bir yükümlülük, olması gerekli bir şey olarak, kendini istence kabul ettirir. Bu bağlamda ortaya çıkan şey, bir gerçeklik hükmü değil, bir değer hükmüdür.
Analitik ve statik değil, sentetik ve dinamik bir görünüm arz eder. Çünkü gerçeğe, ahlak açısından, ancak istemli ve özgür olan bir öznenin davranışıyla yaklaşılmaktadır.
 Ahlaki bir davranışı, bilinçsiz, istemsiz ya da amaçsız bir nedene dayandırmaz. Bu bağlamda özne, davranışın yalnızca fiziksel boyutu üzerine odaklanmaz, aynı zamanda, zorunlu yönünü de dikkate almak durumundadır (Draz, 1993: 22-27).
Sonuç olarak, İslam’da yükümlülüğünü tanrısal güç, bilgi, irade, hikmet ve adaletten alan bir ahlak anlayışı söz konusudur. Bu tür bir yükümlülük anlayışının, sözü edilen tanrısal nitelemelerin yanında, evrensellik, sorumluluk, bilgi, bilinç, istem, güç ve amaç gibi yüksek ahlaki değerlerle de bir bütünlük arz edeceği son derece açıktır.

İslam’da Ahlaki Yaptırım ve Sorumluluk


Yükümlük, beraberinde iki temel kavramı getirir. Bunlardan biri yaptırım diğeri ise sorumluluktur. Bu üç kavram arasında sıkı bir ahlaki bağ vardır. Biz, önce yaptırım üzerinde durmak istiyoruz.

Yaptırım

Yaptırım, “tabilerinin tutumuna kanunun tepkisi” olarak tanımlanır(Draz, 1993:133). Bu cümleden olarak, “bir kanuna uymak veya muhalefet etmek neticesinde o kanunun o kişiye yüklediği mükâfat veya cezanın tanımına o kanunun yaptırımı denilir”(Erdem, 2009: 97). Daha açık bir ifadeyle yaptırım “insanı bir işi yapmaya veya terk etmeye zorlayan kanun gücü anlamına gelmektedir”(Çağrıcı 2006: 156). Bu bağlamda, hukuksal, sosyal, dinî ve ahlaki birtakım yaptırımlar söz konusudur.

Kur’an’ın öngördüğü yaptırım, yalnızca amacı yönünden değil, aynı zamanda yöntemi yönünden de evrenseldir.
Genel olarak ifade etmek gerekirse, ahlaki bir yaptırım, koruyacağı kurala göre ya bir araç ya da bir amaç işlevi görebilir. Bir araç işlevi görebilir; çünkü mükâfat görme ümidi ve mücazat görme korkusu ile ahlaki yaptırıma saygı sağlanır. Bir amaç işlevi görür; çünkü ahlaki yaptırım, erdem ile mutluluk arasında denge kurmak ve adaleti gerçekleştirmek için ahlaki kurala eşlik eder(Pazarlı, 1972: 129).
Yaptırım konusunda, Kur’an’ın, Tevrat ve İncil ile karşılaştırılması hâlinde, şu türden bir çarpıcı sonuç ortaya çıkar: Vaat edilen mutluluğu; Tevrat bu dünyanın nimetlerine, İncil neredeyse bütünüyle cennete indirgerken, Kur’an, her iki anlayışı kuşatmak ve uzlaştırmak amacındadır. Bu cümleden olarak Kur’an, doğrular için olduğu kadar, suçlular için de tanrısal bir karşılığın var olduğunu kesin ve keskin bir dil ile ifade eder. Böylece, Kur’an’ın öngördüğü yaptırım, yalnızca amacı yönünden değil, aynı zamanda yöntemi yönünden de evrenseldir(Draz, 1993: 182, 221).
İslam’da ahlak açısından, bir yandan, bir davranışın yapılmasından duyulan hoşnutluk ya da vicdan azabı, öte yandan Kur’an’da ibret alınması gereken örnekler olarak anlatılan kıssalar birer yaptırım olarak görülür. Yine bu cümleden olarak, insana en yakın olan bilinci ve vicdanı, İslam ahlakı açısından, bir şekilde insanı denetleyen bir memur olarak işlev yüklenirler. Dahası; yine İslam ahlakı açısından, tövbe, onarıcı ve önemli bir yaptırımdır ve tövbede istencin çok karmaşık bir durumu ortaya çıkar. Tövbenin bireysel davranış açısından içerdiği yaptırım gücü, kendini, ‘düzeltmek’ ve ‘iyi olanı yapmak’ gibi noktalarda daha güçlü hissettirir.
İslam’da ahlak açısından yaptırımlar karşısında insanların durumu üç şekilde görülebilir:
Yaşam boyu işlediğimiz iyilik ve kötülükler, özgürlüğümüz, çabamız ve amacımızın denetleyicisi ve motive edicisi olarak görülür.
 İyiler, bu dünyada karşılaştıkları acı ve güçlüklerle, zaman zaman en küçük hatalarını bile öderler. Kötüler ise yine bu dünyada yaptıkları iyiliklerin karşılığından mahrum bırakılmazlar.
 İyiler ile kötülerin ödül ve ceza gerektiren davranışları, ölüm ötesi hayatta tam olarak karşılığını bulur(Draz, 1993: 192-193).
 Sonuç olarak, İslam’da ahlaki yaptırım söz konusu olunca, vicdan, tövbe ve kıssa; akıl, istem, istenç ve bilince sahip olan insanı denetleyici güçler olarak görülür.

İslam’da ahlaki sorumluluk koşulsuz değildir.

Sorumluluk

Sorumluluk, istemli ve akıllı bir varlığın, eylemde bulunurken, yaptırımlara konu olması şeklinde tanımlanır(Pazarlı, 1972: 121). Bu bağlamda daha başka tanımlardan da söz edilebilir. Sözgelimi: “sebeplerini bilerek, isteyerek ve arzuyla yaptığımız bir iş hakkında cevap vermekle sorumlu tutulmak” … “fiillerin hesabını vermeye hazır olmak” … “vazifeden ayrılmayan şey”(Erdem, 2009, s. 88) vb.
İslam’da ahlak söz konusu olunca, ahlaki sorumluluğun olması için kimi koşullar gerekir. Bunlar öz olarak şöyle ifade edilebilir:

Ahlaki kuralın varlığı,

 Ahlaki kuralın bilinmesi,

 Niyetin bulunması,

 Bireyin özgür olması (Pazarlı, 1972: 123-124).

Ahlaki sorumluluğu belirleyen koşullar, herkes için, eşit derecede işlevsel olmaz. Bu nedenle ahlaki sorumluluk, bireyin konumuna, zamana ve mekâna göre değişir. Bu cümleden olarak, iyi ve kötü anlayışını bulandıran bir engel, bireysel özgürlüğü ve ahlaki sorumluluğu da etkiler. Nitekim kendi kendimizin neden olmadığı ileri sürülmek koşuluyla, bilmezlik, tutku, sarhoşluk, delilik ve zorlama ahlaki sorumluluğu sınırlayan etkenler arasında sayılır.
İslam ahlakı açısından sorumluluğun özellikleri şu şekilde ortaya konabilir:
 İslam ahlakı açısından sorumluluk kişiseldir. Bu nedenle, İslam ahlakında asli günah yoktur ve insan, sergileyeceği bir davranış konusunda, herhangi bir müdahale olmaksızın, onu yapmakta veya yapmamakta özgürdür.
 İslam ahlakında, birey, önceden kuralı belirtilmeyen bir davranış nedeniyle sorumlu tutulmaz. Bu cümleden olarak, “gerçekte ALLAH, ödevlerinden habersiz olan toplumları helak etmeyi haksız bulduğu için, sorumluluklarını başlatmadan önce insanlara öğretmeyi bizzat kendisine bir vazife kılmaktadır”
 İslam ahlakı açısından sorumluluk bize iki şey ilham eder: Bunlardan biri, yapabilme duygusudur; bu güçtür. Diğeri ise boyun eğme duygusudur; bu ise ödevdir(Draz, 1993: 72-87).
Sonuç olarak, İslam’da ahlak söz konusu olunca ahlaki yaptırım ve sorumluluk sıradan ve gelişigüzel bir biçimde tasarımlanmış değildir. Bu çıkarım, bir yandan yaptırım karşısında inanların bulunduğu konumun, öte yandan
İslam’da Ahlakın Kaynağı, Yaptırımı ve İnsanın Doğası
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 12
sorumluluğu oluşturan niteliklerin dikkate alınması hâlinde oldukça net bir biçimde anlaşılmaktadır.

İslam’da İnsanın Doğası

Ahlaki koordinatların mutlaklığı, yalnızca Mutlakla kişisel bir ilişkiden doğabilir. Öyleyse, genelde ahlak, özelde ise İslam’da ahlak açısından insanın doğası ve özgürlüğü son derece önemlidir.
İslam ahlakı açısından, Kur’an-ı Kerim, insan doğasının bütünüyle kötü ve onulmaz bir biçimde bozulmuş olduğunu kabul etmez. Aksine, bir yandan, insanın en güzel şekilde yaratıldığını, öte yandan, güzel eylemlerde bulunmayanların kararsız bir öze sahip olduklarını ifade eder.
Doğrusu, insan doğası açısından önem taşıyan bir husus, bir yandan insanın kendiyle barışık olması, öte yandan ötekiyle özgürce yaşaması ise, bunu sağlayan şey kuşkusuz ahlaktan ve ahlaklı olmaktan geçer. Yine bu cümleden olarak, eğer, ahlak aynı zamanda “yaratılışın temel ilkesi ve düzeni” olarak görülebilirse, bu ilkeyi ve ötekiyle özgürce yaşamayı insan doğasına yerleştiren varlık Tanrı’dır.
Gerek ahlakın gerekse ahlak felsefesinin temel sorunları, her şeyden önce insan doğasının özellikleriyle ilgilidir. İnsan, ne mutlak anlamda özgür ne de tüm yönleriyle kadere mahkûmdur. Aynı şekilde yaratılış itibariyle ne tamamen iyi ve özgeci ne de tamamen kötü ve bencildir. Aksine insan, iyiye eğilimi biraz daha fazla olmakla birlikte doğuştan hem iyiliğe hem de kötülüğe yatkın olarak, hem külli bir kader çerçevesinde hem de yadsınamayacak özgürlük niteliklerine sahip olarak dünyaya gelen bir varlıktır” (Yaran, 12). Bu nedenle, insanın, ahlak ve ahlaki olanla bağlantısı yadsınamaz ve “insan; irade sahibi olduğu ve eylemlerini kendi seçimleriyle yaptığı için ahlaki bir değerlendirmeye tabi tutulur ve ahlaklı veya ahlaksız diye isimlendirilir”(Kılıç, 2).
Ahlak ve ahlaka dayalı bir yaşantı içinde “doğru davranış modeli”, “erdemlilik düzeni”, “etik olanla mutlak arasındaki bağlantı”, “adil olanın tasdiki”, “adil olmayanın üstesinden gelinme”, “kişisel dürüstlük” (Buber, 2000:119, 121, 124, 140) gibi değer, değerlendirme, tutum ve davranışlar söz konusu olunca, doğası gereği, “insan gerçekliğin karşısında salt seyirci olarak durmaz. Yalnız seyretmekle kalmaz, değerlendirir de; bu gerçekliği güzel ya da çirkin, iyi ya da kötü, acı ya da tatlı, soylu ya da soysuz, kutlu ya da kutsuz … bulur.” (Bochenski, 2005: 61).

İslam’da tanrısal iradenin varlığı, ahlak açısından insanı sorumsuz yapmaz.
Doğrusu; İslam’da ahlak söz konusu olunca, bir yandan, “yaratılmış varlıklar arasında insanın özel ve şerefli bir yeri vardır” (Kılıç, 11). Öte yandan ahlak, “doğrudan doğruya insanı konu olarak alır. İnsanı, bütün varlıkların en üstün ve mükemmel bir yaratığı hâline getirmek ister.” (Pazarlı, 1972: 14).
İslam’da ahlakla bağlantılı olarak, “insanın ahlaken övülüp yerilmesinin sebeplerini, insan tabiatında aramak gerekir” (Kılıç, 2). Bu türden bir çıkarımın doğal sonucu olarak, “ahlakın konusu insanın fiil ve hareketleridir. Çünkü insan, yaratıkların en seçkini olarak yaratılmış, akıl ve irade ile bütün canlıların en mükemmeli ve üstünü olmak niteliğini kazanmıştır” (Pazarlı, 1972: 16). Bu nedenle Kur’an, çeşitli biçimler altında iyilik ve kötülüğe ilişkin uygulamanın insan ruhunda oluşturduğu etkiyi, iyi ahlakın güzellikleri ve kötü ahlakın çirkinlikleri ifadesiyle ortaya koymuştur.
Sonuç olarak, İslam’da ahlaka yönelik tanrısal iradenin belirleyici oluşu teolojik açıdan gerekli görülür. Ancak böylesi bir çıkarım, insanın özgür olamayacağı anlamına gelmez. İslam ahlakında ahlaki bir çözüm konusunda, bireysel özgürlük, tanrısal özgürlüğün yanındadır. Doğrusu, insan açısından, “ahlak, özgürlüğün zorunlu sonucu olduğu için, her nerede özgürlük varsa, orada kaçınılmaz olarak iyi ile kötü arasında seçim yapmak ve buna göre eylemde bulunmak olan ahlak da vardır”(Yaran, 9).
Biraz sonra üzerinde duracağımız üzere, ahlaki alanda özgürlüğe yapılan kesin vurgu, bireyin ahlaklı olma açısından benliğini pozitif gelişimin konusu yapabileceğine olan inancı güçlendirmektedir.

İslam’da İnsanın Özgürlüğü

Din ve felsefe açısından insana özgü özgürlüğün, ‘zorlamanın yokluğu’, ‘tutuklu olmayan bir varlığın hâli’, ‘bir eylemde bulunma veya bulunmama gücü’ gibi farklı anlamlarda kullanıldığı görülür. Bununla birlikte, insana özgü özgürlük söz konusu olunca, yapma ve isteme iki temel kavram olarak öne çıkar. Bu cümleden olarak, bir açıdan, insanın istediğini yapması, yapma özgürlüğü istediğini istemesi ise isteme özgürlüğü olarak görülür. Bir diğer açıdan ise, bir sorun olarak özgürlüğün büyük ölçüde iki ayrı doktrini karşı karşıya getirdiği dikkat çeker: Determinizm ve Endeterminizm. Determinizmi anlatmada güzel bir örnek, kuzular ile kaplanlara yapılan atıftır. Bu doktrine göre, kuzu ve kaplan gibi, değişmeyen iyi
“Biz insanı en güzel biçimde yarattık.” (Tin/95: 4)

Bir seçim yapmak için özgürsek, yaptıklarımızdan sorumluyuz.
Sorumluluk insana insan olduğunu hatırlatan önemli bir duygudur.
insanlar ve kötü insanlar vardır ve insandan doğan bir eylem, üçgen örneğinde olduğu gibi, mantıksal bir zorunlulukla açıklanır. Buna karşılık endeterminizme göre amaçlı bir eyleme yönelik olarak taşıdığımız sorumluluk kesin bir şey olarak kabul edilir ve ancak özgürlükle açıklanabilir. Bu sonuncu doktrine göre, pratik yaşamın olağan koşulları içinde, istemek yapabilmektir.
İnsana özgü özgürlük konusunda, İslam düşüncesinde, üç farklı akımın ortaya çıktığı görülmektedir:
Ehl-i Sünnet’in Görüşü: Bu akıma göre, iki karşıttan birinin bizim tarafımızdan seçilebilmesi için, belirleyici bir nedenin bulunması gerekir. Bu neden olmadığı sürece, seçilecek olan şey; proje hâlinde kalır ve asla davranışa dökülemez.
Havarizmî ve Zemahşerî’nin Görüşü: Bu görüşe göre, iki karşıttan birini seçmede belirleyici bir nedenin gereğinden daha çok tercihe değer bir nedenle yetinmek öne çıkar.
Mu’tezile’nin Görüşü: Konuya bu görüş açısından bakıldığında, iki karşıttan birini seçme konusunda özgür istencin dışında başka bir şeyin gerekmediği öngörülür. Bu görüş yanlılarına göre, özgür istenç bir atılımdır; yabancı bir şey, özgür istenci ne meyle zorlar, ne de ona bir şey katar.
Özgürlüğe ilişkin yukarıdaki yaklaşımlar dikkate alındığında, burada sözü edilen özgürlük; ne insanın dilediği gibi eylemde bulunması, ne de nedenleri olmayan salt bir seçim olarak görülür. Çünkü insana özgü mutlak özgürlük diye bir şey söz konusu olamaz; nitekim aksi bir durum, her açıdan, ahlakın anlam ve değerini ortadan kaldırır.
İslam ahlakı, Tanrı’yı, insan özgürlüğünü deyim yerindeyse ‘hiçe sayan’ bir varlık olarak görmez. Nitekim Kur’an, insanın, kendi iç varlığını temizlemek ve iyileştirmek veya karartmak ve fesada uğratmak şeklinde çift yönlü bir güce sahip olduğunu ifade eder. Bu cümleden olarak, değer koyan bir varlık olarak Tanrı; insanı, ahlaki olanı yaşayacak ve değerlendirebilecek güç, akıl ve bilgi ile donatmış bir varlıktır. Dahası; Kur’an’ın bize öğrettiğine göre, insan, iyi ve kötü duygusunu kabul etmiş bulunmaktadır. Yine bu cümleden olarak insan, İslam ahlakı açısından, görüş keskinliği ile donatılmış ve ona, öncesinde, erdem ve erdemsizlik yolları öğretilmiştir. Kur’an ışığında konuyu biraz daha açacak olursak, şöyle denilebilir. İnsan:
 Gelecekteki davranışlarını önceden kestiremez.
 İç varlığını iyileştirme ve bozma konusunda bir güce sahiptir.

 Kararlarına baskı yapacak yönlendiricilerinin güçsüzlüğünün bilincindedir.
 İhtiras ve körü körüne taklide mahkûm olmadığı konusunda bilgilidir (Draz, 1993: 109-110).
Gerçi, çok sayıda faktör tarafından koşullandırılmış olmamız şüphe götürmez bir gerçektir. Bununla birlikte, insana özgü özgürlük ile determinizm arasındaki fark, determinizmin insan özgürlüğü ve seçimi için hiçbir alan bırakmamasıdır. Oysa özgürlük, determinizme rağmen, yine de kendisine özgü bir alanın var olduğunu ileri sürer. Bu cümleden olarak, özgürlük bağlamında, ahlak ile ilgili iki ayrı çıkarım şu şekilde ortaya konabilir:
 Bir seçim yapmak için özgürsek, yaptıklarımızdan sorumluyuz. Bu durumda, suçlama ve şükretmeye ek olarak, sahip olduğumuz değerlere bağlı olarak eylemde bulunuruz.
 Eğer bir seçimde bulunmak için koşullanmışsak, yaptıklarımızda seçme özgürlüğüne sahip değiliz demektir. Bu durumda, seçim ve değerden esinlenerek yaptığımızı düşündüğümüz ahlaki eylemler konusunda konuşmanın bir mantığı olduğunu söyleyemeyiz.
Sonuç olarak, gerçi kim olduğumuz, neye inandığımız, dünyayı nasıl algıladığımız, ahlaki bir seçim yaparken bizi etkiler; ancak, insana özgü özgürlüğün tanrısal iradenin erim alanı içinde özel bir yeri vardır. Bu nedenle İslam Ahlakı’nda tanrısal bilgi, güç, irade, hikmet ve adalet olması gerekeni belirler ve insan, olması gerekene ek kimi değerlendirmelerde bulunarak, belirlenen bu alan içinde özgürce hareket eder.

Haki
Thu 9 January 2014, 03:54 pm GMT +0200
Bu güzide paylaşım için teşekkür ederiz...RABBİM Razı olsun.....

yunushan7d
Thu 9 January 2014, 04:32 pm GMT +0200
Bir seçim yapmak için özgürsek, yaptıklarımızdan sorumluyuz. Bunu yalanlayamayız.

şehri8/b
Tue 14 October 2014, 12:16 pm GMT +0200
ALLAH RAZI OLSUN..

nurcancortge
Tue 14 October 2014, 01:30 pm GMT +0200
biz insanların bence en kuvvetli olduğu konu islam olmalı çünkü islam herseyden ve herkezden önemlii..

tarık acar
Tue 14 October 2014, 05:41 pm GMT +0200
ALLAH razı olsun hocam ve konuda da anlattığı gibi insanın seçenekleri kendine aittir ve seçeneklerinden ahlakı belli olur

furkan8d474
Wed 1 April 2015, 07:30 pm GMT +0200
Din göz önüne alındığında amacı iyiliği güzelliği yaymak ve kötülükleri engellemektir.