- İşgalin Üçüncü Yılı

Adsense kodları


İşgalin Üçüncü Yılı

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
reyyan
Thu 6 October 2011, 11:47 am GMT +0200
Dünya Hali



Nisan 2006 88.SAYI


Halil AKGÜN kaleme aldı, DÜNYA HALİ bölümünde yayınlandı.


İşgalin Üçüncü Yılı


Irak’ın işgalinin üçüncü yılına girdik. Özgürlük, demokrasi ve istikrar mesajlarıyla gelen Amerikalılar, Irak’ın tarihinde görmediği bir kıyıma ve ölüme neden oldular. Üç yıl sonunda Irak’ta kaç kişinin öldüğünü, maddi zararı ve bundan sonra ülkede ve bölgede ne tür sorunların ortaya çıkacağını kimse bilmiyor, kestiremiyor. Ölü sayısı en iyimser tahminle 100 binin üzerinde. Yaralı sayısı milyona ulaşmış olmalı. Savaş için şu ana kadar sadece Amerikalılar 400 milyar doların üzerinde para harcadılar. Bu rakamın 600-700 milyar dolara çıkması işten bile değil.

Irak anayasası, pek çok defoya sahip. Anayasanın tanımladığı gevşek federalizm, etnik ve mezhebî çizgileri derinleştiriyor. Eyaletlere merkezî hükümet kadar yetki veriyor ve bu yetkiler ekonomi ve güvenlik gibi kilit alanları kapsıyor. Türkiye ve Türkmenler açısından hassasiyeti olan Kerkük konusu, Anayasa’da 2007’de yapılacak bir referandumla çözüme kavuşturulacak deniyor. Fakat bu yönde açık-seçik bir çerçeve sunulmuyor.

Irak’ta ortaya çıkan etnik-mezhebî siyaset, Irak halkını derinden bölmüş durumda. Düne kadar Ortadoğu’nun ve İslâm dünyasının bir mozayiği olan Irak, şimdi Şiî, Sünnî ve Kürt diye üç keskin bloka ayrılmış görüntüsü veriyor. Irak siyasetini bu üç blokun siyasi tercihleri belirliyor. Irak için öngörülen ‘gevşek federasyon’ doğrudan ve yerinden yönetim ilkelerini hayata geçirmekten çok, etnik-mezhebî bölünmeyi daha da derinleştiriyor. Etnik ve mezhebî çizgilerin kaybolması ve dinî, coğrafî ve kültürel ortaklıkların güçlenmesi gerekirken, Irak’ta tam tersi oluyor.

Amerikalılar bu durumu kendileri için bir avantaja dönüştürmek istiyorlar ama artık onlar da ateşle oynadıklarının farkındalar. Çünkü Irak’ta Amerikalıların sadık müttefiki Kürtler dahi, orta ve uzun vadede tercihlerini Washington-Tel Aviv ekseninden yana değil, Bağdat-Ortadoğu ekseninden yana yapmak zorunda kalacak. Bu fiilî siyasi bir zorunluluk. Bu süreçte Irak yönetimi ister istemez İran ve Suriye’yle, yani Amerika’nın bölgedeki iki düşmanıyla yakın temasa geçecek ve iyi ilişkiler geliştirecek.

Bütün bunlara Irak’la ilgili şu gerçekleri de ekleyelim: Irak halkı, günde 8-10 saat elektrik kesintisiyle yaşıyor. Sağlık hizmetleri yeterli değil. Sokakta can güvenliği yok. Her gün 30-40 kişi ölüyor ve kimse bir şey yapamıyor. Irak günde 2 milyon varile yakın petrol üretiyor ama fakirlik yayılıyor. Kişi başına düşen yıllık milli gelir 1000 doların altına gerilemiş durumda.

Demokrasi, özgürlük, istikrar ve barış bu tablonun neresinde acaba?

Ata Diyarından Haber Var


Türkmenistan Devlet Başkanı Saparmurat Türkmenbaşı ilginç birisi. SSCB’nin dağılmasından sonra Türkmenistan’ın başına geçen Türkmenbaşı, neo-despotik bir rejim kurmasıyla tanınıyor. Kendisinin saf altından devâsâ heykellerini yaptıran Türkmenbaşı, “Ruhname” adlı megalomanik bir kitabın da yazarı. Elinden gelse bu kitabın kendisine vahyedildiğini iddia edecek. Türkmenbaşı bu kitabı baştan sona üç kez okuyanın cennete gireceğini söylüyor.

Öte yandan, Türkmenbaşı Türkiye’yi çok sevdiğini ve örnek aldığını söylüyor. Son olarak; “Doğalgazı Türkiye’ye daha ucuza verecektim ama Türkiye almadı!” diye bir açıklama yapmış. Türkiye önemli bir fırsatı mı kaçırdı, yoksa bu denli enteresan biriyle iş yapmaktan mı korktu, bilemiyoruz.

Fakat kesin olan bir şey var: SSCB’nin dağılmasından sonra bağımsız olan Türkî cumhuriyetler, komünist dönemdeki alışkanlıklarından vazgeçebilmiş değiller. Bu ülkelerin tekrar İslâm coğrafyasıyla bütünleşmesi zaman alacak.

Görünen Köy ve Kılavuz


Birleşmiş Milletler, hazırladığı bir raporda Danimarka’daki karikatür krizinde Danimarka hükümetinin sorumsuzca davrandığını söyledi. Raporu hazırlayan BM İnsan Hakları Yüksek Komiserliği, Danimarka hükümetinin krizin baş aktörlerinden biri olduğunu ifade ediyor. Raporu kaleme alan yetkili: “Siyasi liderler, yabancı düşmanlığı ve dine hakaret konusunda üzerine düşeni yapmayınca, Avrupa, ‘medeniyetler çatışması’ tezini doğrulayacak bir yola girmiş bulunuyor.” diyor. Bu noktanın üzerinde durmak gerekiyor.

Karikatür hadisesinin bir provokasyon olduğu artık neredeyse kesinlik kazanmış durumda. Peki Danimarka ve onu destekleyenler (ki bunların arasında bazı Avrupa devletleri ve Amerika var), neden böyle bir provokasyona ihtiyaç duydular? Çünkü bu dönemde “medeniyetler çatışması” modeli, bazılarının işine geliyor. Çatışma, güçlenmek isteyen tutucu ve şiddet yanlısı çevrelerin elini güçlendiriyor. Avrupa ve Amerika’da sağcı politikaların meşruiyet alanını genişletmesi, bu dönemde çatışma modeli sayesinde oluyor.

Kısacası, medeniyetler çatışması diye bir şey varsa, bunun sorumluları müslümanlar değil.

Fransa’nın Genç Kanı


Fransa yine kaynıyor. Bu sefer sokağa dökülenler “kara derili göçmenler” değil. Fransız sokaklarını Fransa’nın gençleri dolduruyor. Hükümetin çıkarttığı bir yasaya göre şirketler 26 yaşın altındaki gençleri iki yıl sonunda hiçbir gerekçe göstermeden işten atabilecek. Hükümet bunun işçi alımını hızlandıracağını savunuyor. Gençler ise buna yeni bir sömürgecilik yöntemi olarak bakıyor. Şirketler ağır vergi ve sosyal güvenlik maliyetlerinden dolayı kadrolu işçi almak istemiyor. Yasa güya bu korkuyu aşmayı amaçlıyor.

Fakat neticede Fransız sokakları, liseler, üniversiteler savaş alanına dönmüş durumda. Geçen yaz iki göçmen gencin öldürülmesiyle başlayan sokak çatışmaları şimdi yerini yüzbinlerin katıldığı kitlesel gösterilere bıraktı.

Geçen sene sokaktaki gençleri hedef gösterip ırkçı açıklamalar yapanlar bu sefer kimi suçlayacaklar? Bu Fransız gençlerine “ya adam olun ya da defolun gidin!” mi diyecekler? Peki nereye gidecekler? Birilerinin ülkenin gerçek sahibi olduğunu düşünüp diğerlerini ikinci sınıf vatandaş olarak görmesi, size Türkiye’de yaşadığımız çarpıklıkları hatırlatıyor mu?

Filistin’de Yeni Dönem


Filistin seçimlerinden galip çıkan Hamas, geçtiğimiz ay hükümet kurdu ve fiilen iktidar görevine başladı. Hamas’ın seçim yoluyla iktidara gelmesini içine sindiremeyen İsrail, Amerika ve Avrupa, daha Hamas iktidara gelmeden zecrî tedbirlere başvurdular ve Filistin halkına yönelik yardımları kestiler. İsrail, Filistin halkı adına topladığı aylık 50 milyon dolar tutarındaki vergileri Filistin yönetimine ödemiyor. Amerika, önceki anlaşmalara bağlı olarak yaptığı yardımları kesti. Avrupalılar da aynı yolu takip etti.

Filistinliler siyasi tercihlerini demokratik yolla meclise yansıttıkları için Batılılar tarafından cezalandırılıyor. Bu nasıl bir demokrasi anlayışıdır? Demokrasi “benim istediğim partiyi seçeceksin” demek midir? Ne oldu halkın özgür iradesine? Filistin halkı bu tür ihanetlere alışık olduğu için hâlâ sağlam duruyor. İnşallah bundan sonra da onların mücadelesi insanlığın yüzünü ağartmaya devam edecek. Yoksa ne Arap ve müslüman ülkelerinin, ne de Batılıların bir şey yapacağı yok.

Yeni Nevruz


Bu yıl Nevruz kutlamaları yeni bir boyut kazandı. Türkiye’nin resmi makamları Nevruz’a sahip çıktı ve kutlamalara katıldı. Nevruz, Orta Asya’daki Türkî Cumhuriyetler dahil, dünyanın pek çok ülkesinde kutlanan bir bayram. İlkbaharın gelişini ve yeni bir dönemin başlangıcını temsil ediyor.

Fakat Nevruz’un Türkiye’de yıllardır takıldığı siyasi bir eşik var. Bu eşik, Nevruz’un Kürtlerin milli bayramı olarak kutlanması. Özellikle 80’li yılların ortalarından sonra Nevruz, PKK tarafından siyasi bir gösteri aracı olarak kullanıldı. Sekülerleşen Kürt elitleri işi daha da ileri götürdüler ve Nevruz’u Kürtlerin İslâm öncesi inançlarının, yani Zerdüştlüğün bir devamı olarak kutlamaya başladılar.

Bu, Kürt halkının müslüman kimliğine ve tarihine aykırı bir şey. Müslüman Kürtleri seküler ve pagan bir ulus gibi tanımlamak, Avrupa emperyalizminin bile cüret edemediği bir programdı. Şimdi bazıları bunu ulusal bir görev olarak lanse ediyor. Tıpkı Aleviliği İslâm dışı bir gelenek olarak göstermeye çalışanlar gibi... Bu oyunu bozmak, hepimizin görevi. Bunun için ilk adım Nevruz’u reddetmek değil, anlamına uygun bir şekilde kutlamaktır.

İhtişam ve Bozulma

Dolmabahçe Sarayı’nın yapılışının 150. yılı kutlanıyor. Bir gazete haberi verirken “Osmanlı’nın en ihtişamlı sarayı” ifadesini kullanmış. En ihtişamlı mı, en yabancı ve muharref mi demek lazım acaba? Topkapı sarayı, Osmanlı’nın zirvedeyken yaptırdığı bir saray ve 19. yüzyıl saraylarının debdebesinden çok uzak. Ama öylesine vakarlı ve ağırbaşlı ki... Boğaza ve İstanbul’a yüzyılların efendisi gibi bakıyor.

Dolmabahçe, Beylerbeyi, hatta Çırağan gibi saraylar, Osmanlı’nın çöküş döneminde yapıldı ve debdebeden başka bir şeye sahip değiller. Onurları ve kimlikleri yok. Boğazın ve İstanbul’un geleneksel mimarisi karşısında kaçak yapılar gibi duruyorlar. Bizim ruh dünyamızdan uzaklar. İstanbul, Bağdat yahut İsfahan’dan çok Paris’i, Berlin’i çağrıştırıyorlar. Bu yapılar istedikleri kadar büyük, gösterişli, vs. olsunlar, Osmanlı’nın mimari dehasını yansıtmaktan çok uzaklar.

Kısa Kısa Dünya Turu


Hollanda’daki mahkemede savaş suçundan yargılanırken kalp krizi geçirerek ölen eski Yugoslavya lideri Slobodan Miloseviç, memleketinde toprağa verildi. Miloseviç için resmi devlet töreni yapılmadı. Fakat destekçileri cenazesini taşıdı. Aslında Miloseviç ‘kolay’ bir şekilde öldü. Yaptığı katliamların cezasını şüphesiz öbür dünyada ödeyecek. Tarih de onu 20. yüzyılın kasaplarından biri olarak hatırlayacak.

***

Korsan yayıncılıkla mücadelenin merkezi olan Kültür Bakanlığının çay ocağında korsan VCD satıldığı ortaya çıktı. Görevliler “daha ucuz” diyerek abanmışlar korsan VCD’lere. Şimdi, “balık baştan kokar” desek bu hadiseye pek uymuyor. “Tencere yuvarlanmış, kapağını bulmuş” desek, gene olmuyor. “Dinime küfreden bari müselman olsa” desek, yine tam oturmuyor. Yani atalarımız da, biz de bu garabet durumu izah edemiyoruz!

***

Eskişehir’de komşusuna kızan bir vatandaş, hıncını hasmının eşeğinden almış. Münakaşa ettikten sonra komşusunun eşeğini köyün dışına götüren kişi, orada hayvanı gözünden, ağzından ve dudağından bıçaklamış. Zavallı eşek tedavi için Bursa’ya gönderilmiş. Şimdi bu gariban eşek düşünüyor olmalı: “Eşek” diye kime demek lazım acaba?