- Irak Medresesinin Rey Ekolü Olarak Tanınması­

Adsense kodları


Irak Medresesinin Rey Ekolü Olarak Tanınması­

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
sumeyye
Thu 15 September 2011, 03:23 pm GMT +0200
5. Irak Medresesinin Rey Ekolü Olarak Tanınması­nın Sebepleri


Buraya kadar aktardığımız bilgilerden ve verdiğimiz örneklerden de anlaşılacağı üzere, Hicaz ve Irak ekollerinin h.birinci ve ikinci asırlarda, fı­kıh alanında hadis ve reye verdikleri önem hemen hemen aynı seviyede ol­makla beraber, ilkinin hadisçi, ikincisinin reyci olarak şöhret bulmasının se­bepleri neler olabilir? Ebu Hanife rey ekolünün temsilcisi gösterilerek ve bu yüzden hadislere fazla itibar etmediği belirtilerek, her türlü hücuma müstehak sayılırken, rey kullanmada ondan geri kalmamış bir İmam Malik'in, ashab-ı hadisin bayraktan olarak tanınıp meşhur olmasının anlamı nedir?

İmam Malik'in, Muvatta gibi önemli bir hadis mecmuasını, erken sayı­labilecek bir dönemde cemetmiş olmasının, onun hadisçi olarak tanınmasın­da şüphesiz büyük rolü vardır. Fakat Ebu Hanife'nin iki mümtaz talebesi Ebu Yusuf ve İmam Muhammed'in, onun fıkhında kullandığı hadisleri ihti­va eden "Kitabü'l-Asâr"ında da, hadislerle ihticac bakımından Ebu Hanife'nin, İmam Malik'ten geri kalmadığını gösteren o döneme ait önemli bel­gelerdir.

Irak medresesinin, rey ekolü olarak anılmasının sebepleri üzerinde du­ran bazı araştırmacılar, çeşitli yorumlar getirmişlerdir. Bunlardan Ahmed Emin, bazı benzerliklerden hareketle garip bir yoruma gitmekte ve şöyle demektedir:

"Küfe ekolü mensuplarının büyük bir kısmı Yemen kabilelerine mensuptur. Alkame, Esved, İbrahim, Neha'dan; Mesruk, Hemdan'dan; Şa'bî Hemdan'ın bir kolu olan Şa'b'dandır. Hemdan ve Neha iki Yemen kabilesidir. Şureyh, Yemen'de bulunan Kinde'dendir. Hammad b. Ebi Süleyman el-Eş'arî, Yemen'de bulunan Eş'ar kabilesinin mevâlisidir".[169]

Ahmed Emin, buradan hareketle, bunların Muaz b.Cebel'den etkilen­miş oldukları sonucuna varmıştır. Çünkü Hz. Peygamber onu Yemen'e Kadı ve muallim olarak göndermişti ve o, haram ve helali en iyi bilen sahabilerdendi. Daha sonra Ahmed Emin şöyle der:

"Belki bu Yemen'liler Muaz'ın fıkhından ve prensiplerinden etkilendiler. Gerçekten de bu medresenin Esved b.Yezid en-Nehaî gibi bazı alimleri Muaz b.Cebel'in öğrencilerindendir".[170]

Irak fukahasının rey ehli olarak isimlendirilmesinin sebebini izahta bu yorumun yeterli olmadığı açıktır. Çünkü sahabe arasında reyiyle ihticac eden sadece Muaz b.Cebel değildir. Daha önce de gördüğümüz gibi birçok sahabi Kur'an ve sünnette bulamadıkları hususlarda reylerine başvurmuşlar­dır. Ayrıca yine belirttiğimiz gibi rey kullanımı sadece Irak fukahasına münhasır değildir. Üstelik Ahmed Emin'in, Yemenli olduğunu belirttiği Irak fakihi Şa'bî, reyden en çok nefret edenlerin başında yer almaktadır.

O halde bu ihtilafın arkasında başka sebepler aramak gerekecektir. Ka­naatimizce bu sebeplerden birisi muasırlar arasında görülen ilmi rekabet, di­ğeri de Arap-Mevâlî çekişmesidir.

Bilindiği üzere muasırlar arasındaki rekabet, bazen tenkitte ifrata ve haksız hüküm vermeğe yol açmaktadır. İbn Abdilberr, bu tür haberleri bir başlık altında toplayarak, bir kısım ulemanın diğerleri hakkındaki bu kabil tenkitlerine itibar edilemeyeceğini bildirmiştir.[171] Onun, kitabında zikret­tiği örneklerden bazılarını bu konuda bir fikir vermesi bakımından burada naklediyoruz:

Abdülaziz b.Hazim şöyle diyor:

"Babamın şöyle dediğini işitmiştim; “Geçmişte bir alim, kendinden üstün biriyle karşılaştığı zaman bunu ganimet bilir, kendi gibi birine rastladığı zaman adını anar, kendinden aşağı bi­rine rastladığı zaman ona üstünlük taslamazdı. Fakat bu zamanda kişi, ala­kasını kesmiş olduğunu ve ona ihtiyacı bulunmadığını insanlara göstermek için, kendi fevkindekileri ayıplar, kendi denginin adını anmaz, kendinden aşağı olanlara da kibirlilik taslar oldu".[172]

Şa'bî ve İbrahim Nehaî arasında görülen atışmaların, her ne kadar rey kullanmaya karşı takındıkları farklı tutumdan kaynaklandığı düşünülse bi­le, bunda aynı asır ve aynı çevrede yaşamış olmalarının doğurduğu bir ilmî rekabet havası da sezilmektedir. A'meş anlatıyor:

"Şa'bî'nin yanındaydım. İbrahim'den bahsettiler. Şöyle dedi;

“O, gece bizim meclisimize devam eden, gündüz de buradan duyduklarım insanlara rivayet eden kimsedir”. İbrahim'e gelerek bunu haber verdim. Dedi ki:

“O adam Mesruk'tan hadis rivayet eder, halbuki vallahi asla ondan bir şey duymamıştır.”[173]

Zührî, yanında zikri geçtiği zaman Irak ehlinin ilmini küçümserdi. Ona Kûfe'de 4000 hadis rivayet eden birisi (A'meş) olduğu bildirilip bazı hadis­leri de takdim edilince, onları inceledikten sonra;

"Vallahi bu ilimdir, Irak'ta bunu bilen birisi olduğunu zannetmiyordum" diye karşılık verir.[174]

Ebu Hanife'nin hocası Hammad, Atâ, İkrime ve diğer Hicaz uleması hakkında şöyle diyordu:

"Onlara bazı şeyler sordum fakat onlarda bir şey bulamadım. Vallahi çocuklarınız, belki çocuklarınızın çocukları onlardan daha alimdir". Bu haberin ravisi Muğire, Hammad'ın, bu sözüyle haksızlık ettiğini söylerken, İbn Abdilberr de:

"Muğire doğru söylüyor, Hammad'la en çok birlikte olan Ebu Hanife bile, Atâ'yı ona tercih ediyor" demektedir.[175]

Hasta yatan A'meş, kendisini ziyarete gelen Ebu Hanife'nin daha sık ziyaret etme teklifini kabul etmez. Çünkü Ebu Hanife'nin kendi evinde otur­ması bile ona ağır gelmektedir.[176]

Ebu Hanife’de ancak inzalden dolayı guslü gerekli gördüğü ve Huzeyfe hadisine istinaden Ramazanda sehere kadar imsaki tehir ettiği için A'meş'i, "Cünüplükten dolayı gusletmez ve Ramazan orucu tutmaz" diyerek suçlamaktadır.[177]

Bir gün İmam Malik, Irak ehli hakkında şöyle diyordu:

"Onları ehl-i ki­tap gibi değerlendiriniz. Ne tasdik ediniz, ne de yalanlayınız. Sadece 'biz, bi­ze ve size indirilene iman ettik, sizin de bizim de ilahımız birdir' deyiniz". Bu esnada İmam Muhammed içeri girince Malik ondan utanarak:

"Ben gıy­beti sevmem, ashabımızı böyle derlerken işittim" demiştir.[178]

Namazda ellerin kaldırılması ile ilgili olarak Ebu Hanife ile Evzaî ara­sında geçen meşhur diyalog, ilim aldıkları şeyhleri birbirlerine tafdil eder­lerken, her ikisinin de nasıl ilmi bir rekabet içine girdiklerini açıkça göstermektedir.[179]

Zikrettiğimiz bu rivayetlerin sıhhat derecesi üzerinde durmadan, bu ka­bil çekişmelerin, insan tabiatına ters düşmediğini belirtip, değerlendirmeyi buna göre yapar. Ve İbn Abdilberr'in de belirttiği gibi bu tür suçlamaları onla­rı değerlendirmede ölçü almazsak, aynı dönemde yaşayıp, değişik bakış açılarına sahip olmanın doğurduğu gergin havanın, insanı tenkitlerde ölçü­süzlüğe nasıl kolaylıkla düşürebileceği anlaşılmış olacaktır.

Mevâlinin ilim sahasında ön sıraları işgal etmiş olması [180] Irak medresesine rey ehli isnadı arkasına gizlenilerek hücum edilmesinin diğer bir sebebidir.

Mevâlinin bilhassa h. ikinci asırdan itibaren her beldede ilmî bakımdan nasıl yüksek bir mevki işgal ettiğini görmek için, İbn Ebi Leyla ile İsa b.Musa arasında geçen konuşmaya bakmak yeterlidir. Bu konuşmada, Arapçılık gayreti güden İsa b.Musa'nın çeşitli beldelerin alimleri hakkında sor­duğu soruya karşı İbn Ebi Leyla, mevâliden 15 alim zikretmiş, İsa b. Mu­sa'nın durumunun fenalaşması üzerine son iki alimi Araplardan seçerek onun ferahlamasını sağlamıştır.[181]

Şa'bî ile Hammad arasında sık sık münazara cereyan eder, genellikle, bunlardan Hammad galip ayrılırdı.[182] Bir defasında Şa'bî'nin, Ebu Hanife'nin sorduğu bir soruya Hammad'ı muhatap alarak verdiği şu karşılıkta onun mevâlîden olduğuna şöyle işaret etmektedir:

"Bu konuda Benû esthâ, yani el-Mevâlî ne diyor?"[183]

Bu münazaralardan istediği sonucu alamayan Şa'bî, "Eğer bunlar, Hz. Peygamber zamanında olsalardı Kur'an'ın tamamı "yes'elûneke, yes'elüneke" şeklinde inerdi diyerek, rey ehlinin sorularından rahatsız ol­muş görünmekledir.[184]

"Rey bid'atı"nın ihdasını tamamen mevâlîye bağlayan şu rivayet bu konuda çok daha açıklayıcı bir özelliğe sahiptir. İbn Uyeyne'nin şöyle dedi­ği naklediliyor:

"Ebu Hanife meydana çıkana kadar Küfe ehlinin durumu mutedildi. Musa dedi ki;

O (Ebu Hanife), ümmetin kölelerinin çocukların­dan biridir. Annesi Sind'li babası Nebtî'dir. Reyi ihdas edenler üçtür ve hepsi de köle çocuklarıdır. Medine'de Rebia, Basra'da Osman el-Bettî, Küfe'de Ebu Hanife".[185]

İbn Şihab da, "Mevâlî'nin bu ifsad edici özelliği"ni belirtmekten geri durmamaktadır. Kendisine, niçin Medine'yi terk ederek Şa'bâ ve Edâmâ[186] ya yerleşip Medine ulemasını yetim bıraktığı sorulunca şöyle dedi:

"Orayı iki köle ifsad elti. Rebia ve Ebu'z-Zinâd".[187]

Burada zikri geçen iki köleden biri olan Rebia, İmam Malik'in hocası­dır ve Rebiatü'r-Rey diye maruftur. Hadis ekolünün reisi sayılan İmam Ma­lik'in onun hakkındaki takdirkâr ifadeleri de bilinmektedir.

Arap-mevalî çekişmesi yanı sıra imamların tafdilinde nesep unsuru da işin içine girmektedir. Nitekim Fahreddin Râzî, İmam Şafiî'nin gerçek manasıyla ashab-ı hadisin imamı sayılması gerektiği üzerinde dururken, "imamlar Kureyş'tendir" hadisini delil getirmekte, mezhep imamları arasın­da sadece Şafiî'nin Kureyş'ten olmasıyla, ilim ve dinde imamlığa ondan da­ha lâyık birinin olamayacağını belirtmektedir.[188] Râzî'den daha önce ge­len birçok Şafiî alim de bu nesep unsurunu, tercih ve tafdilde ölçü olarak kullanmışlardır.[189]

Rey ekolünün ikinci asırdan itibaren temsilcisi olarak görülen Hanefi mezhebine yöneltilen reycilik ve "halk-ı Kur'an" (Kur'an'ın mahluk olması) ile ilgili ithamların bir sebebi de, bazı Mutezile ileri gelenlerinin Hanefi mezhebine mensup olmalarında aranmalıdır. Akılcı bir ekol olarak bilinen ve hadislere fazla itibar etmeyen Mutezile mezhebinin reislerinden Bişr b. Gıyas el-Merîsî (8.218) ve İbn Ebi Davud, Ebu Hanife ashabındandır ve Kur'an'ın mahluk olduğu görüşündedirler.[190]

Yukarıda zikredilen sebepler, Irak medresesine yöneltilen reycilik isna­dının altında yatan sebeplerden bazıları olabilir. Tabiatıyla biz burada Ebu Hanife ve Irak medresesinin, ehl-i rey tabiriyle anılmaya medar olacak şe­kilde reyi (akıl ve fıkıh) kullandığını ve bunda da son derece başarılı oldu­ğunu kabul ediyoruz. Fakat hücum edilen bu "rey"in başkaları tarafından kullanılınca iyi, Ebu Hanife ve ashabı tarafından kullanılınca cerh unsuru olacak kadar kötü telakki edilmesinin altında başka sebeplerin bulunması gerekliğini düşünüyoruz. Bu yüzden yukarıda temas ettiğimiz noktalara dik­kat çekmek istedik.

Nitekim Ebu Hanife ve arkadaşlarına yöneltilen ehl-i reyden olma itha­mının, sırf meşrep ve mezhep farklılığının doğurduğu bir taassubun eseri olduğunu belirten son devir alimlerinden Cemalüddin el-Kâsımî şöyle de­mektedir: "Bazı muhaddislerin ehl-i rey imamları hakkında yazdıklarını ted­vin bir tarafa, insan bunları okumaktan haya eder. Sebep sadece muhalefet vehmine dayalı meşrep farklılığı ve onların kaynak ve anlayışlarına nazarı reddetmektir. Belki baksalar hakikati orada bulacaklar. Çünkü hakkın, de­vamlı muayyen bir grubun yanında yer alıp diğerlerini terk etmesi müstahildir. İnsaflı kimse bütün anlayışları sonuna kadar tetkik edip ondan sonra hüküm verendir". [191]

Rey ve hadise karşı farklı tulumlarından dolayı ehl-i rey ve ehl-i hadis olarak isimlendirildikleri belirtilen bu iki ekolün, en azından tabiîn asrında bu şekilde tasnif edilmeye değer bir farklılaşma içinde olmadıklarına işaret eden bazı araştırmacılar, bu tabirlerin yerine onların Hicaz ve Irak medrese­si tabirleriyle anılmalarının, tarihi açıdan daha doğru, tabir açısından daha dakik ve ilmi usul bakımından da en uygunu olduğunu söylemektedirler. Çünkü aralarındaki ihtilaf teşri kaynakları ve metotlarında değil, anlayışlardaki farklılık, üstatlardaki çeşitlilik, çevre ve örflerdeki değişiklik ölçü­sünde idi.[192]

Bu yüzden aynı müellif, ehl-i hadis ve ehl-i rey tabirlerinin h.ikinci as­rın ikinci yarısından itibaren, yani, muhaddisler başkalarına hücum edebile­cek bir dayanışma içerisinde belirli bir grup olarak ortaya çıktıktan sonra doğduğu görüşünü tercih ettiğini belirterek şöyle demektedir: "Çünkü muhaddislerin ellerinde tecrih ve ta'dil sultası vardı. Bu sulta hasımlarıyla mü­cadelede kullandıkları en şiddetli silahtı. Akılcı Hanefi medresesi de bu ha­sımlardan biriydi".[193]

Irak fukahasının hepsinin rey ekolüne, Hicaz fukahasının hepsinin de hadis ekolüne nispet edilemiyeceğini belirten bazı araştırmacılara göre ise Irak ve Hicaz medreseleri şeklindeki bir isimlendirme, bu iki bölge arasında ayırıcı bir sınır teşkil etmez.[194]

Kevserî, ehl-i rey tabirinin doğusuyla ilgili olarak bir Hanbelî alimin, "rey ehli tabiri, 'halk-ı Kur'an' meselesi ortaya çıktıktan sonra ilk raviler ta­rafından Iraklılara yani Ebu Hanife ve ona tabi olan Kûfe’lilere alem olarak verilmiştir".[195] İfadesini naklettikten sonra bu görüşü teyiden "fukaha ara­sında ehl-i rey ve ehl-i hadis diye aslı olmayan iki fırkanın tasavvur edildi­ğini, bunun Ahmed b.Hanbel mihnesinden sonra bazı cahil nakilcilerin ifadelerini kullanan bazı saf müteahhirinin hayalinden ibaret olduğunu" belirterek[196]rey kullanmada fakihler arasında aslında bir farkın bulunma­dığına işaret etmektedir.

Bu bir bakıma doğru olmakla beraber, daha önce de görüldüğü gibi ehl-i rey ve ehl-i hadis tartışmaları daha çok fukaha arasında değil, bilhassa hadisçilerle fakihler arasında cereyan etmiş [197] ve bu mücadele, h. ikinci asrın sonlarından itibaren 2-3 asır boyunca canlı bir şekilde devam etmiştir. Üçüncü asırdan itibaren muhaddislerle fakihlerin anlayışları arasındaki fark uzlaştı alabilecek gibi değildir.

Her halükarda bu tartışmalar, diğer konulardaki tartışmalar gibi İslâm kültür tarihinin renkli ve ibretamiz bir sayfası olarak geçmişteki yerini koru­yacaktır.[198]




[169] A.Emin,Duha'l-İslâm, II, 181.

[170] Age., II, 181-182.

[171] İbn Abdilberr, Camıî’, II, 150-163.

[172] Age., II, 152.

[173] Age., II, 154.

[174] Age., II. 34.

[175] İbn Abdilberr, Câmî, II, 152-153.

[176] Age., II, 157.

[177] Age., II. 157.

[178] Age., II, 157.

[179] Bkz. Mekkî. 131; Kerderî. 174.

[180] İbn Haldun, Mukaddimesinin bir faslını bu konuya ayırmış ve nadir istisnalar dışında İslâm alim­lerinin çoğunun gayr-ı arab olduğunu belirterek bunu garip bir vakıa olarak nitelendirmiştir. (Bkz. age., 543-544)

[181] İbn Abdi Rabbih. el-İkdu’l-Ferid, III. 163-364.

[182] İbn Abdilberr. Cami’. II, 87.

[183] İbn Sa'd, Tabakat, VI. 175.

[184] Dârimi. Sünen. 1.66.

[185] İbn Abdilberr. Câmi’. II. 147-148.

[186] Mekke ve Medine civarında iki yer (Bkz. Mu’cemi'l-Buldân. I. 125; III. 346).

[187] İbn Abdilberr. Câmi’, II. 152-153.

[188] Râzî. Menâkıb. 133-134.

[189] Örnek olarak bkz. Cüveynî, Muğîsul-Halk, 5.

[190] İbn Abdilberr. Câmi’. II, 63; Bağdadî, Tarih, XIII. 308; İbnül-Cevzi". Telbis. 80-81.

[191] (l83l

[192] Abdülmecid Mahmut Ahdülmecid, el-îtticâhâtü'1-Fıkhıyye Inde Ashahi'l-Hadis, 33.

[193] Age., 74.

[194] Kal'acı, Mevsua. I, 124.

[195] Kevserî, Nasbu'r-Râye'nin mukaddimesi. I, 21.

[196] Age., 1,22-23.

[197] Hadisçilerle fakihler arasında görülen husumet hakkında daha geniş bilgi için bkz. Abdülmecid, el İtticâhât, 105-121.

[198] Dr. İsmail Hakkı Ünal, İmam Ebu Hanife'nin Hadis Anlayışı Ve Hanefi Mezhebinin Hadis Metodu, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları: 43-48