- İnternette Bir Gün

Adsense kodları


İnternette Bir Gün

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
Rüveyha
Mon 3 November 2014, 04:44 pm GMT +0200
İnternette Bir Gün


Semerkand Dergisi | Haziran 2012 | TENCERE   


İnternetsiz ev, Facebook’tan Twitter’dan bihaber olan kimse kaldı mı bilmiyorum ama benim etrafımda bu şeyler yüzünden hayattan bihaber kalan insanlar var. Öylesine kaptırmışlar ki kendilerini, güne Facebook’ta başlayıp, geceyi Twitter’da sonlandırıyorlar. Peki bütün gün ne yapıyorlar? Sizler için bir deneği bir gün boyunca izledim ve gözlemlerimi paylaşıyorum.

Annenin dürterek uyandırmasının ardından geceleyin gözden kaçan, eşin dostun yüklediği birkaç yeni fotoğrafa bakarak başlıyor mesai. Kimisinin altına ‘çok güzel çıkmışsın yaa’ yazılıyor, kimisine de hasetle bakılıyor… ‘Vaay, Bünyamin abi Viyana’ya mı gitmiş ya… Ulan bir biz gidemedik yabancı memleketlere!..’ Bunun ardından yeni nişanlanan akrabasının fotoğrafını beğenen denek, onları takdir ettiğini ve desteklediğini ima ediyor. Beğeneceğine nişanda para taksaydın…

Bugünkü ilk cümlesini dünden planlamış gibi. Haftanın başı olduğundan pazartesiye söylenerek güne başlıyor, ne de olsa moda! Bir görevi daha yerine getirmiş olmanın verdiği mutlulukla yeniliyor sayfayı. Kâh gülecek bir iki video buluyor, kâh gelen şehit haberlerine celalleniyor. Başlıyor klavyenin başından büyük harflerle atıp tutmaya. ‘BU VATAN BİZİMDİR BİZİM KALACAK!’ ‘Oğlum kalk savaş çıktı’ desen, ‘ya siz gidin ben maillere bakıp gelirim’ diyeceğinden de adım gibi eminim.

On dakika sonra bir savaş oyununda sizden yardım isteyince anlıyorsunuz sinirinin geçtiğini.

Kahvaltısını ekran başında yaptığı için mutfağa gitmekle vakit kaybetmiyor, ellerini hemen yanı başında duran ıslak havlu tomarından çektiği bir havluyla siliyor. Klavyesi kirlenmemeli… Derken açık unuttuğu sohbet penceresinden gelen bir selamla irkiliyor. Almanya’daki kuzen, konuşsan susmaz, konuşmadan offline olsan hiç olmaz. İyisi mi, diyor, biraz sessiz durayım belki sıkılır da gider. Ama kuzen yazmaya devam ediyor. Hoparlörden gelen mesaj ileti sesleri sinirini bozuyor basıyor düğmesine sesi kapatıyor. Kuzen başlıyor büyük harflerle yazmaya. ‘YAZDIKLARIMI GÖRÜNCE HABER VER, BEKLİYORUM. ACİL!’ diyor.

Bir merak sarıyor bizimkini. Ya, diyor, bizim amcamgile bir şey olduysa? Sonra açıyor amcasının sayfasını, rahatlıyor. Girmişken de bir iki fotoğrafını beğenip gönlünü rahatlatıyor, sonra kuzene dönüyor. Neyse ki önemli bir şey değilmiş, geçen paylaştığı bir şarkı var ya, onu soruyor. Kötü bir haber duymadığına şükrediyor.
Tam kapatayım da çıkayım derken aklına bir şarkı geliyor, eskilerden… Açıp paylaşıyor. Diyor ki, nerede o eski şarkılar, şimdiki şarkılar da şarkı mı be! Tam hoparlörü açmış dinliyorken bir ses geliyor. İmamın sesi, ezan okuyor. ‘Yahu’ diyor içinden ‘hoca da sanki benim şarkı dinlememi bekliyor’. İsteksizce kapatıyor hoparlörünü ve paylaştığı şarkıya gelen yorumları, sanki şarkıyı kendisi yazmış gibi sevinerek okuyor. Kendisiyle gurur duyuyor… (Devam edecek…)

Sınıfın En Tembeli


İlkokul üçüncü sınıftaydım. Mahalle okulumuzda arka sokağı gören, bahçedeki kavak ağaçları ile gölgelenen karanlık bir sınıfımız vardı. Dönem başında art arda dizilmiş sıralarda otururken, hocamızın isteği üzerine önce kümeler oluşturmuş, ardından da aldığımız notlara ve derslerdeki aktifliğimize göre ‘çalışkan’ ya da ‘tembel’ kümelerine yerleşmiştik. Çok şükür, bulunduğum yerden arka sıralara, tembel arkadaşlarımın bulunduğu yerlere geçme deneyimini hiç yaşamadım ama o kümelere düşme korkusu en çalışkan öğrencinin bile içine yerleşmişti.

Küme düşmüş bir arkadaşım tembelliği ile öğretmeni o kadar kızdırırdı ki, öğretmenimizin morali bozulur, sesi yükselir, onun yüzünden hepimize kızardı. Bu çocuk tembelliğinin yanında öyle yaramazlıklar yapıyordu ki hocamız onu dışarıda da takip etme ihtiyacı hissediyordu. Neler yapıyor, kimlerle geziyor, sokakta ne kadar duruyor… Çocuk da düzelmek için pek bir çaba göstermiyor, sınıfta her türlü yaramazlık aktivitesinde bayrağı taşıyordu.

İlkokul birinci sınıftan itibaren duyup en çok korktuğumuz şeylerden biri, öğretmenimizin ‘benim kuşlarım var, sizin yaptıklarınızı bana söylüyorlar’ sözü idi. Çocuk aklımızla bunun gerçek olabileceğini düşünüp korkuya kapılırdık. Öğretmenimizin o zamanlar bize öğretmenlikten çok annelik ettiğini yeni yeni anlıyorum. Hepimizin huyunu biliyor, hangimizin neye nasıl tepki vereceğini hissediyordu. Annelerimizle sık sık konuşup evlerimizi ziyaret ediyor, onlarla dost oluyordu. Hâlâ annemi arar, beni sorar, onu çok sık aramadığımdan biraz şikayetçi olur…

Neyse efendim, gelelim bizim küme hikâyemizin devamına… Bir gün ders işlerken kapı çalındı, içeriye orta yaşlı bir adam girdi. Şimdilerde de bu oluyor mu bilmem ama o zamanlar veli derse girer, öğrencinin durumunu sorar, bunları öğrenmek için teneffüsü beklemeye ihtiyaç duymazdı. Gelen adam bahsettiğim tembel arkadaşımızın babasıydı.

Çocuğun durumunu sorarken birden:

– Hocam benim oğlan arkada oturuyor, neden bizim zamanımızdaki gibi yapmıyorsunuz. Çalışkan çocukları öne alın, bizim oğlan da önde oturmuş olur, diye söylendi.

Bunu duyunca çocuğun başını öne eğdiğini gördüm. Öğretmen hiç bozuntuya vermedi:

– Haklısınız, ben de öyle yapayım, diye cevapladı.

Ne adama çocuğun tembel olduğundan bahsetti ne de adam gittikten sonra durumu çocuğun yüzüne vurdu.

Tıpkı bir ailede olması gerektiği gibi, sınıfta olan, sınıfta kaldı…