- İnsanların ve Cinlerin Müftüsü

Adsense kodları


İnsanların ve Cinlerin Müftüsü

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

rray
Rüveyha
Sat 18 October 2014, 06:58 pm GMT +0200
İnsanların ve Cinlerin Müftüsü

Yusuf Yavuz | Mayıs 2012 | BİNBİR DAMLA   

Evliya Çelebi (ö.1095/1684) meşhur “Seyahatnâme”sinde Edirne’deki “Kemal Paşazâde Medresesi” hakkında şöyle garip bir hikâye anlatır:

888 (1483) tarihinde Kemal Paşazâde Ahmed Çelebi, ilim talebesi iken Edirne şehrine gelerek bu medresenin müderrisinden, yerleşecek bir oda ister. Müderris: “Molla! Medresemizde ancak boş bir oda vardır, onu da cinler ele geçirmişlerdir. O hücreye kim girdi ise sabaha ölüsü dışarı çıkar!” diyerek tehlikeyi bildirir. Fakat Kemal Paşazâde’nin isteğinde ısrar etmesi üzerine müderris, “Molla! ahiret hakkını helal eyle!” diyerek odanın anahtarını ona teslim eder. Molla ise “Bismillah!” diyerek hücrenin kapısını açar ve postuna oturur. Akşamdan sonra kapıcılar ve müderris, kapının önüne eski adetleri gibi bir teneşir, bir tabut ve diğer cenaze malzemelerini hazırlayıp bırakırlar.

Gece yarısında Kemal Paşazâde dersle meşgul iken duvarın kıble tarafı ikiye ayrılır (öyle görünür). Elinde sevimli, genç bir evladıyla bir ihtiyar ortaya çıkar. Selam ve sohbetten sonra ihtiyar: “Ey oğul! Bu evladımı sana Allah emaneti veririm. Buna ilim öğretip namazın şartlarını belletesin..” deyip gider. Kemal Paşazâde besmele ile o temiz çocuğa biraz Kur’an dersi verip kendi işiyle meşgul olur.

Sabahtan önce yine duvardan o ihtiyar ortaya çıkarak söze başlar: “Ey oğul! Allah senden razı olsun, iki cihan saadetine nail olasın. Ben cinlerin meliklerinden Asfail’im. Her zaman bu odaya gelip yerleşenlere bu evladımı emanet verip giderim. Onlar ise emanete hiyanet edip evladıma el uzatırlar. Ben de onları öldürürüm. Şimdiden sonra sana bütün garip ve acayip ilimlerin yolu açılsın, müfti’s-sakaleyn (insan ve cinlerin müftüsü) olasın.” dedikten sonra dualar ederek yine çocuğuyla duvara girip kaybolur.

Kemal Paşazâde sabah dışarı çıkınca görür ki, cemaat hazır olup su ısıtmışlar. Kemal Paşazâde’yi görünce hayrete düşerek Allah’a şükrederler. O ise sırrını açıklamadan bu hücrede ilim tahsilini tamamlayıp asrının önemli alim ve fâzılı olarak sonunda gerçekten insanların ve cinlerin müftüsü olur. Bu zatın yükselmesine sebep, Edirne’deki bu medrese odası olmuştur.

Evliya Çelebi Seyahatnâmesi (İstanbul 2006), 3/250-51.

Viyana’da Tokuşan Koçlar

Evliya Çelebi anlatıyor:

Beç Kalesi’nin (Viyana’nın) Fil Meydanı’nda yüksek bir kemer altında tunçtan bir fil heykeli vardır. Dört ayağı üzerinde durur. Gözleri, kulakları ve hortumu daima hareket etmededir. Öğle vakti olunca fil hemen bir kere kulaklarını oynatıp, gözlerini devirip, hortumunu havaya kaldırır. Yolun karşı tarafında olan evlerin damlarına kadar hortumunu kaldırıp bir kere göğsüne vurur. Sinesi küp gibi güm güm ötüp sadâ verir. Meğer göğsü saat çanı imiş! Tam on iki kere sinesine hortumuyla vurunca bilirler ki günün yarısı olmuş. Bir garip heybetli, ibretlik fil saattir. Bu yere “Fil Sokağı” derler.

Yine bir köşede, yine bir kemer altında beyaz bir fil daha var. Bu fil gece saat çalar. Güzel ve sevimli bir sanat eseridir. İçerisi tunçtur, dışı ise fil derisidir. Bunun hareketleri de siyah (öteki) fil gibidir. Gören hayran kalır.Bir köşe başında genişçe bir meydanda kırmızı somaki taştan uzun bir sütun üzerinde, büyük bir sofra kadar bakır sini içinde, bakırdan altın yaldızlı bir tavus kuşu heykeli var. Öğle vakti olduğunda tavus bir kere feryat edip kanat çırpar. Bakır sininin kenarında on iki defa döndükçe, on iki kere kanatlarını birbirine vurdukça saat sesi insanın kulaklarını sağır eder.

Siyaset Meydanı denilen yerde, yolun iki tarafında kemerler altında, iki tane tunçtan koç vardır. Ama üzerlerine koyun derisi geçirmişlerdir. Öğle zamanı olduğunda bu koçlar hareket edip birer kere eşinip birbirlerine ta yolun orta yerinde kelleler vurup öyle tokuşurlar ki, kafalarının çarpışmasından zemin tir tir titrer! Öğle zamanı on iki defa baş vurup, başlarındaki saat çanları sadâ verir. Bir kimseye ceza verecekleri zaman, o adamı bu koçların önüne getirip, ellerini ve ayaklarını bağlayıp, iki koçun tokuşacağı yerin ortasındaki kemere ellerinden ve ayaklarından torba gibi asarlar. Suçlu suçunu inkâr ederse canı cehenneme gider. Eğer koçların vuruşmasından korkup suçunu ikrar ederse ya kurtulur ya çetin ceza ile iki koç bu herife on iki kafa vururlar. Koçlar o başları file bile vursalar paramparça ederler. Süleyman Han (Kanunî) bu kaleyi (Viyana’yı) kuşatmaya başlayınca bu saatleri ve diğer sanat eserlerini gemilere koyup Prag şehrine götürmüşler, sonra yine getirmişlerdir.

Evliya Çelebi Seyahatnâmesi, 7/101-102.

Havan Döven Esirler

Evliya Çelebi diyor ki:

Beç Kalesi’nde çeşme suları hep bir çeşit hayvan heykellerinden akar. Taştan oyulmuş kara ve beyaz fillerin hortumlarından, bakır sığırların ve demir eşeklerin ağzından, nice beyaz mermer arslanların ağızlarından ve dahi birkaç başlı tunç ejderha suretlerinin ağızlarından hayat suları fışkırır.

Beç şehrinin içini gezerken hekimler çarşısına uğradım. Burada yüz adet dükkân vardır. Bazı dükkânların önlerinde iskemleler üzerinde beyaz sarıklı, Boşnak kalpaklı, Teke Hamîd külahlı, Tatar sıfatlı ve Tatar kıyafetli, kalpaklı, hepsinin elleri ve ayakları demir zincirli ümmet-i Muhammed esirleri… Kimi Arap, kimi genç yiğitler, kimi ak sakallı ihtiyar pîr-i fani adamlardır. Mahzun, boyunlarını büküp iskemleler üzerinde oturmuşlar. Önlerinde tunçtan havanlar içinde ilaç yapmak için besbâse, kebâbe, tarçın, dar-ı fülfül, kâkule, zencefil, eğir ve diğer eczaları öyle çalışıp döverler ki, sanki enselerinde “Tez dövün!” diye kılıçla duran adamlar var. İhtiyar olan adamlar aheste aheste dermansız dövüp, sağına soluna bakıp güçsüz ve dermansız kaldıklarından, bu hakîrin merhamet damarları kabarıp cömertliğim tuttu. “İhtiyar esirlere birkaç akçe verelim.” diye kese çıkardım.

Estergonlu Boşnak Ali Zâim buna engel olup: “Şimdi ko’ dursun. Akşama yakın buraya gelip geçtiğimiz zaman ver. Şimdi bu esirlerin sahipleri yanlarında duruyor. Verdiğin akçeleri ellerinden alırlar.” dedi. Ben dahi “münasip” deyip keseyi yine cebime koydum. Görmediğimiz çarşı pazar, mahalle ve imaret binalarını seyrederek akşama yakın yine esirlerin yanına vardık. Onları seyrederken dükkânlar kapanmaya başladı. Birkaç kâfir gelip bu müslüman esirlerin bellerinden kuşaklarını çözüp başlarından sarıkları, kalpakları, külahları ve elbiselerini alıp, her birinin koltuğu altlarına birer saat anahtarı sokup çevirdiler.

Hemen bütün esirlerin elleri, başları, gözleri ve kaşları oynamaz oldu! Başlarından sarıkları ve sırtlarından elbiseleri alınınca gördüm ki, bunların hepsi tunçtan adam suretinde saat şeklinde kurulup, çarklar ile saat gibi hareket edermiş. Ben hayrette kalınca, arkadaşımız Ali Ağa: “Evliya Çelebi, Allah için şu esirlere birkaç akçe…” diye şaka etti. Gerçekten çok garipti.

Evliya Çelebi Seyahatnâmesi, 7/102.


cerendemir
Sat 18 October 2014, 07:51 pm GMT +0200
Esselamu aleykum.Rabbim razı olsun paylaşımdan dolayı inşallah.Bu hikayeyi bilmiyordum öğrenmiş oldum.....

saniyenur
Sat 18 October 2014, 08:26 pm GMT +0200
Ve aleykumusselam ve rahmetullahi. Evliya Çelebi'nin Seyahatnamesi önemli eserlerden biri. Gerçekten ilginç hikayeler. Rabbim razı olsun paylaşım için.