- İnancın fotoğrafını ararken

Adsense kodları


İnancın fotoğrafını ararken

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
hafiza aise
Tue 3 July 2012, 04:57 pm GMT +0200
İnancın fotoğrafını ararken
Said YAVUZ • 88. Sayı / KİTAP


Şiirden, Sezai Karakoç’tan haberli her kişi kuşkusuz Kudüs için dillendirilen şu muhteşem dizeye de aşinadır. “Gökte yapılıp yere indirilen şehir.” Mekke, Medine, İstanbul ve Kudüs. Hayatı kaim kılan dört ana unsur gibidir bizim için bu şehirler; Hava, su, toprak ve ateş. Fethi Gemuhluoğlu, yanında yöresinde bulunanlara bir bilinç aşısı yapar gibi sorarmış: “Ortadoğu bugün nasıl?” Ortadoğu ile işaret edilen, Kudüs’tür. Çünkü Sezai Karakoç’un dediği gibi Kudüs’ün önemi yalnız dini ve manevî değildir. Aynı zamanda jeopolitik bakımdan da Ortadoğu’nun hâkim tepelerinden biridir Kudüs. Ona hâkim olan, Ortadoğu’nun kalbine oturmuş, en nazik yerden içine doğru girmeye başlamış demektir. Kudüs’ü vazgeçilmez bir mefkûre olarak zihinlere işleyen bir başka yazar da Nuri Pakdil’dir. O, akıp giden zaman içinde bizlere o vakti tutma, o akış içinde işe yarar işler yapma ödevini hatırlatırken mühim bir öneri sunar: Kudüs’ü Düşünme Saati. “Kudüs'ü düşünme saatinizde, İstanbul güneye doğru akar, Kudüs de biraz kuzeye çekilir, içinizde gizli gizli konuşurlar, bir evrensel acıyı paylaşırlar. Kudüs’ü düşünme saatinizde, ‘zaman’ hızla yepyeni bir devir yapar; ‘mekân’ ırgalanır, çürümüş yerlerini kendi kendine oyarak atar.” Ona göre Kudüs sevilmeden insanlığa girilemez. Kudüs’ü savunmak gerçek bağımsızlığı savunmaktır…

Kudüs niçin “kutsal şehir”?
Elimizde Kudüs’ü bizlere sevdirme görevini üstlenmiş bir eser var. Bir Kudüs albümü. Kitap, önemli bir iddiayı taşıyor yedeğinde: İnsan, bilmediğinin düşmanıdır. Eğer Kudüs özelinde Yahudilik, Hıristiyanlık ve İslam’ın temel inanışlarını bu dinlerin insanlarına anlatabilirsek birbirimizi daha iyi anlayabiliriz. Barışa giden bir ilk adım… Eserdeki fotoğraflar Aykut İnce’ye ait. Kitabın metin yazarı ise Kerim Balcı. Balcı, yedi yıl boyunca aralıksız olarak Kudüs’te bir taraftan gazetecilik yaparken diğer taraftan da İbrani Üniversitesi’nde Ortadoğu politikası üzerine yüksek lisansını tamamlamış bir yazar. Bir tarafta inancın fotoğrafını arayan bir fotoğrafçı, diğer yanda taşların diline aşina olmuş bir yazar. Kudüs albümünü değerli kılan, bu güzel ortaklık olmuş. Kitapta, taşların dilinden bir Kudüs hikâyesi dinliyorsunuz. Kudüs’ün 4000 yıllık tarihi içinde ve bu tarihin dünyevî işaretleri olan eserlerin götürdüğü yere gidiyorsunuz siz de. Allah’a ve onun insana sunduğu derin rahmete. Yazılar sizi bir şeye inandırmaya çalışıyor. Burada herkese yer var. Fotoğraflar ise bu sözlerin canlı şahitleri.

Eseri okurken, bu şehrin niçin kutsal bir şehir olduğunu, şairin ona niçin gökte yapılmış dediğini, niçin ona bir kez gideni bütünüyle Kudüslü yaptığını anlıyorsunuz. Bu sorulara verilen cevaplara kendi cevaplarınızı da ekliyorsunuz. Tarih boyunca kırk defa kuşatılmış, üçünde tamamen olmak üzere otuz iki defa yıkılmış olduğu için kutsaldır. Yirmi altı defa sahiplik değiştirmiş olduğu için kutsaldır. Şehir her el değiştirdiğinde meskûnlarıyla birlikte adı ve vasıfları değişmiş; Yebusluların Salem’i, İsrailoğullarının Yeruşalayim’i, Romalıların Aelia Kapitolina’sı, Müslüman Arapların El-Kuds El-Şerif ’i, Haçlıların Jerusalem’i, Türklerin Kudüs’ü olmuş, ama Kudüs’ün Tanrı’nın evi, duaların semâvatın kapılarına ulaşmadan önce uğradıkları kıblegâhları olduğu gerçeği hiç değişmemiştir.

Kadraja sığışan binlerce yıl
Kudüs 25 farklı şehrin tarihini saklar. Bu nedenle bu arkeoloji alanında söz söylemek kolay değildir. Fotoğrafçı deklanşöre basarken dört asırlık tarihin neresinde olduğunu bilmektedir: “Dünyanın başka hiçbir yerinde bir fotoğrafçı kadrajına birbirinden binlerce yıllık zaman farkıyla ayrılan objeler sığışamaz. Kudüs’ün sokaklarında dolaşan bir insan, tarihin farklı dönemlerine ait taşların üzerinde seksek oynayan bir tarih gezgini gibidir. Böylesi bir gezgin şehrin tarihine vakıf değilse, her adımında başka bir zamanda yaşayabilir ama bunun farkına varmaz.” İmanın izini taşlarda arayan fotoğrafçı bir kısmını Mimar Sinan’ın yaptığı ağlama duvarından geçerken Beytülmakdis’in yıkılışına ağıt yakan Yahudilerin seslerini işitir. Kimi zaman o seslere zengin olmak ve piyango kazanmak isteyen insanların duaları da eşlik eder. Zaman olur Kudüs sokaklarını arşınlarken Plate’nin hahamların mesnetsiz suçlamaları karşısında Hz. İsa’yı affetmek için haykırdığı o sözü işitir. Ecce Homo. “İşte o adam!” Hahamların onun yerine affetme hakkını bir caniden yana kullanmalarını isterkenki nefretli uğultularına şahit olur. İrkilir Ecce Homo kemerinden geçerken. Hz. Ömer’in şehre girdiği yerden Kudüs’e bakarken onun gayrimüslimlerin can, mal, kilise ve haclarını güvence altına alan, kiliselerin başka bir dinin ibadethanesine çevrilmeyeceğini işaret eden emânını duyar taşlardan. Bir su medeniyeti olan Osmanlı’nın özellikle Kerbela’ya ve Hz. Hüseyin’in susuzluğuna merhem olsun için Muharrem ayında açtığı sebillerin şırıltısını sığdırmak ister fotoğraf karesine. Albümün içinde gezinenler bu hissedişleri bir ürpertiyle yaşarlar. Yeri gelir onlar da bir Mescid-i Aksa fotoğrafında Selçuklular döneminde mescidin küçük odalarında dersler veren İbn Arabi’nin, İmam Gazali’nin diriltici seslerini duymak isterler. Sonra Haçlılar girer fotoğraf karesine. Mescid-i Aksa’ya sığınan on binlerce insanın çığlıkları o kareden taşar. Kudüs’ün hüzünlü tarihine eklemlenir. Bu yıkıma inancı ve insanlığı imar etmek isteyecek bir yiğidin çehresi dur diyecektir. Selahaddin.

Kudüs’teki Osmanlı izleri
Kudüs albümünün en dikkat çekici kısımlarından biri de Osmanlı’nın şehirdeki izlerine dair bölümdür. Osmanlı’nın çekilişi ve geride bıraktıklarını ifade eden şu cümleler eserin aynı zamanda dilinin de gücüne işaret etmiyor mu? “Osmanlı’nın bir Kudüs’ü vardı, Kudüs’ün bin bir türlü Osmanlısı. 1917 yılında Kudüs’ün bin bir Osmanlı’sından biri şehri terk etti: Türk ordusu. Ama bin Osmanlı geri kaldı. Osmanlı Kudüs’ünün Müslüman Arapları, Hıristiyanları, Yahudileri, Çerkezleri, Rum Ortodoksları geride kaldı. Osmanlı Kudüs’ünün camileri, medreseleri, tekkeleri, zaviyeleri, halvethaneleri, mahkemeleri, hapishaneleri geride kaldı. Osmanlı Kudüs’ünün Ağlama Duvarı, sinagogları, yeşivaları, mikveleri geride kaldı. Osmanlı Kudüs’ünden bir Osmanlı gitti, ama Kudüs Osmanlı kaldı.” Bu ifadeler bana bir İsrailli yöneticinin “Osmanlı’nın Kudüs’te bir onbaşı ile başardığını biz bir orduyla başaramıyoruz”, sözünü hatırlattı. Evet doğru. Osmanlı’nın buradaki dört yüz yıllık tarihi bir barış tarihiydi. Osmanlı’nın bir İstanbul köşesi yaptığı Kudüs şimdi İsrail’in zulmünü ve pervasızlığını aşikâr etmekten haz duyduğu bir mekân haline geldi. Geldiği günden gideceği ana kadar yaptığı onca eserin hiçbirini Mescid-i Aksa’dan yüksek yapmayan Osmanlı’nın ulaştığı bu zirve insanlık örneğine nasıl da susadığımızın en sağlam delillerinden biri de işte bu albümdür.

Nuri Pakdil şöyle demişti: İstanbul, insanın yaradılışını en iyi en sağlam gerekçelendirdiği yer; Mekke’den, Medine’den, Kudüs’ten sonra. Yaradılışa doğru yapılan her yolculuğun bir başlangıç noktası olur. Tıpkı Muhammed Esed’in Kudüs istasyonunda başlayan Ortadoğu macerası gibi. Bir Yahudi olarak girdiği Kudüs’ten bir Müslüman olarak çıkmıştı. Kudüs’ün niçin kutsal olduğuna dair sorulara kendinize ait cevaplar verirsiniz demiştim yukarıda. Benim cevabım budur.