hafız_32
Wed 10 November 2010, 12:03 pm GMT +0200
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
İman, Şüphe Ve İnançsızlık
Din, özü itibariyle bir inançlar sistemidir. Diğer bilgilerle kıyaslanabilir bir bilme konusu olmayan tabiatüstü İlâhî Kudret’le ilişkili olan tecrübeler, fikirler, tutum ve davranışlar bütünü olarak kendisini dışa vurur. Dinî hayatın her boyutu, dinî inanç merkezinden beslenir. Bir dinin mensubu olmak, o dinin inanç ve öğretilerine inanmakla başlar. Bu inanç devam ettiği sürece, insanın dinî bağı da devam eder.
İnanma, düşünme ve duygulanma gibi insanın temel ruhî faaliyetlerinden birisidir. Ancak, dinin öngördüğü iman rastgele bir inanma değil, seçilen ve yönetilen bir inanmadır. İnsan, için birşeye inanıp bir başka şeyi reddetmek; inançtan inançsızlığa, inançsızlıktan inanca geçmek aynı ölçüde mümkün seçenekler olarak gözükür. Esasen insan ruhunda imanın yapılanması kadar, süreklilik kazanması ve gelişip olgunlaşması ciddi çabalar ve gayretler gerektiren zahmetli bir süreçtir. İman, çoğu zaman insan ruhunda çatışmalar, gerginlikler ve tereddütlere konu olan bir psikolojik çabanın ürünüdür. İman, şüphe ve inançsızlık, aynı güç kaynağına bağlı, fakat değişik yönde ve farklı özelliklerde gelişen ruhi oluşumlar olarak gözükmektedir. [265]
A-Îman
1- İman Ve İnanç Kavramı
İslâmî gelenekte iman kelimesi, sözlük anlamına uygun olarak, “tasdik etmek, güvenmek, boyun eğmek” gibi mânâlar ihtiva etmektedir. Sonuçta bunların hepsi itmi'nân” kelimesine indirgenebilir ki, bu da; “güvenip dayanmak ve kalben huzur ve tatmin içerisinde bulunmak” [266] demektir. İnanç karşılığı olan “itikâd” kelimesi ise, “birşeye bağlanmak, düğümlenip kalmak, doğrulamak” anlamlarını taşımaktadır [267]. Bu iki kelime çoğunlukla biri diğeri yerine kullanılabilmekte ise de, ikincisinin anlam sahasının daha geniş olduğunu söylemek mümkündür.
Genel olarak inanç [(itikâd; croyance (fr.)l; belief (ing.) bilgi, kanaat ve imanı içine alacak şekilde daha genel bir anlam ifade ederken, iman [foi(fr.); faith (ing)] daha hususî mânâda kullanılabilmektedir. Ferdin bizzat tahkikini imkânsız bulduğu inançlar iman konusunu teşkil ederler [268]. Allah'ın varlığı ile ilgili inanç buna örnek verilebilir, İnsan, herşeyi bilen ve herşeye gücü yeten, tabiatüstü bir gerçekliğe sahip bulunan bir Allah'ın var olduğuna inanır ya da iman eder. Allah hakkında sahip olduğu kavramların mahiyeti gereği, bu inancını elle tutulur şekilde kesin olarak ispat edemez; fakat iman eder, onun doğruluğundan ve gerçekliğinden şüphe etmez. İmanın tabiatında aklı ve duyuları aşan, fakat benliği harekete geçiren bir taraf vardır. Kişinin, Allah'ın varlığını tahkik ve ispat edememesi, O'nun varlığını kabullenmesine bir engel teşkil etmez. İmanla birlikte kişi, sübjektif bir kesinlik duygusuna sahip olur.İtspat edemiyeceğini bilmesi onun inancının kuvvetini azaltmaz. Aksine, tam bir güven duygusu içerisinde, akimin ve duygularının ötesinde, dünyayı aşan Zâta razı olarak, O'nu açık ve kesin bir şekilde kabul eder. Her durumda inanan kişi, Allah hakkındaki düşüncelerini, kendini tatmin edecek şekilde ispat ettiği kanaatına sahip olabilir.
Buna göre iman, insanın algı dünyasının ötesinde bir gerçekliğe sahip bulunan şeylerle ilgili olarak bir inanç besleme durumudur. Yani iman hazır olmayan bir objeye yöneliktir; “gayb” [269] ile alakalı bir tutumdur. İman fiili, insanın müşahede alanı dışında, duyuların ötesinde bir alana bağlanmadır. Denebilir ki iman, duyu organlarımızın algılayamadığı şeyi kesin olarak beklemek, duyulara boyun eğmemek, fakat bu esnada ümit etmek, güvene dayalı bir ilişkiye girmektir [270]. Kelimenin ifade ettiği anlama uygun olarak iman, bir güvenme, yakınlaşma, ümitle bağlanma olayıdır. Aynı zamanda bunun fonksiyonel güç ve etkinliği de açıkça anlaşılmaktadır. Çünkü, imana konu olan objenin varlığı insan için bir iç huzuru, güven, tatmin sağlamaktadır. İnanan kimse kendisini güven ve emniyet içerisinde hissetmektedir. Burada varlığına inanılan duyular üstü gerçeklik insan için bir dayanak olmakta, bu sebeple de ona güven ve ümitle bağlanılmakta, şahsî rızaya dayalı bir kesinlikle doğruluğu kabul edilmektedir. [271]
2- İmanın Tabiatı
Dinî iman şekil olarak, tarihî bir vahy halinde Allah tarafından bildirilen ilâhî tebliğlerin muhtevasının doğruluğunu tasdik etmedir. İman eylemi vasıtasıyla mümin dini tebliği, sanki kendisine şahsen bildirilmiş gibi kabul ve tasdik eder. İşte bu tasdik nasıl bir özelliğe sahip bulunmaktadır?
Esasen inanma çok girift bir psikolojik olaydır; insanın bütünlüğü ile alakalıdır. Bu bakımdan zihnî, duygusal ve iradî boyutları vardır [272]. En basit şekliyle inanç, içimizde varlığını hissettiğimiz, az-çok bilgisine sahip bulunduğumuz bir objenin varlığını kabul ve doğrulamadır. Bu sadece zihnî bir süreç olarak yaşanmaz; tasdikin gerçekleşmesi yalnızca inanca konu şeyin algılanıp bilinmesiyle sınırlı kalmaz. Bizim tasdikimize sunulan şeyin benliğimizle uyuşması, bizi kendisine çekmesi ve teslimiyete zorlaması [273] ile sonuca ulaşılır. Bu bakımdan inanan kişi, inancına konu olan elle tutulamaz şey ya da varlığın sadece mevcut olduğunu değil, bunun kendi gayesine uygun olduğu için arzu edilebilir olup, kendi şahsî duygu yapısıyla da tam bir uygunluk arzettiğini kabul etmiş olmaktadır. Ancak bu mutabakat, uyuşma ve teslimiyet ile tasdik süreci tamamlanmaktadır. Buna bağlı olarak, bütün insanî eğilim ve faaliyetler, imanın kişiyi yönelttiği hedefler doğrultusunda bir değişim ve düzenlemeye tâbi olmaktadır. En son noktada iman, kişinin duygu, düşünce ve hareket tarzlarının motor-saiki olarak etkinlikte bulunabilmektedir. Şüphesiz bu süreç düz bir çizgi üzerinde gerçekleşmez. Her durumda çatışmalar, bunalımlar, gerginliklerin boy göstermesi kaçınılmazdır. Zira, insan tabiatının bir dış gerçeğe açılması ve kendisini ona nisbet ederek bir ilgi bağı ile bağlanması, kendine ait bazı eğilimlerden vazgeçerek bir değişime uğraması ile mümkün olabilmektedir.
Dinî imanın asıl konusu, zâtı, sıfatlan ve tecellileri dahilinde Allah'tır. Mümin için Allah, hem en Yüce Varlık, hem de derin özlemlerinin son sınırı ve varoluşunun tamamlanması için müminin kendisine güvenip bağlandığı zâttır. Bu bakımdan dinî iman, daimî ve değişmez “zihnî kesin bir kanaat”, bir “itaat ve teslimiyet” ve bir “güven ve sevgi” bağıdır. İmanın yapısını oluşturan bu psikolojik süreçlerin ayrı ayrı gözden geçirilmesi, imanın tabiatının anlaşılması bakımından önemli gözükmektedir. [274]