- İman

Adsense kodları


İman

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
neslinur
Mon 5 July 2010, 03:11 pm GMT +0200
İMAN



1. Soru:

--"Kelime-i tevhidi söyleyen her insan cennete girecektir." şeklinde bir hadis var mı?.. Son günlerde bu hadisin arkasına sığınarak, "İslâm'ın hiç bir hükmünü yerine getirmese dahi o inanan cennete girecek!" deniliyor; bu doğru mu?..


--Evet böyle bir hadis-i şerif vardır:

(Men kàle lâ ilâhe illalah, dehalel cenneh) "Kim Lâ ilâhe illalah derse cennete girecek!" buyrulmuştur. Bazı rivayetlerde (muhlisan) "ihlâslı olarak derse, kalbinden tam inanmış olarak derse..." ifadesi vardır. Demek ki, ihlâsla o kanaatte olurse cennete girecektir.

Ama, cennete girmenin iki şekli vardır: Bir, doğrudan doğruya cennete girmek; buna bigayri hisâb dühûl-ü cennet derler. Hesap görmeden, hemen ilk girenlerle, Peygamber Efendimiz'in girdiği gibi cennete girmek... Bir de cehenneme düşüp, cezâsı kadar, günahı kadar yandıktan sonra cennete gitmek vardır.

Lâ ilâhe illallah diyen kimse amel işlemediyse, namazlarını kılmadıysa, zekâtlarını vermediyse, vazifelerini yapmadıysa; onlardan günaha girmiş oluyor. O cezâlarını çekecek kadar cehennemde yanar, ondan sonra cennete girer.

Amma, Peygamber Efendimiz bir hadis-i şerifte buyuruyor ki: "Aman cehenneme düşmemeğe çalışın! Çünkü, düşen milyonlarca sene yanacak!" O çıkıyor hadis-i şeriften... Evet girecek ama, cehennemde milyonlarca sene yandıktan sonra girecek. Onun için vazifeleri yapmağa gayret edin!..


2. Soru:

--Bir haramı işlerken, meselâ içki içerken, zinâ ederken ölen bir kimsenin iman durumu nasıldır?


--Bunlar Allah'ın bildiği işlerdir. Günah işlerken ölen bir kimse günahkârdır ama, "O kâfirdir." denemez. İçki büyük günahtır, zinâ büyük günahtır. Büyük günahının cezasını çekecektir ama, mü'min ise, Allah'a imanı varsa cennete girecektir.

Oluyor bazan... Sarhoş oluyor adam, çok kuvvetli imanı da oluyor. Mübtelâ, kurtaramıyor kendisini... Pişman, perişan; zıkkım diyor, kurtulsam diyor. Böyle şeyler olabiliyor.

Ehl-i sünnet ulemâmızın hükmü kesindir: "Büyük günah insanı dinden çıkartmaz!" Evet, büyük günahtır ama, dinden çıkmış demek değildir. Bunu böylece bilesiniz.

Allah affetsin... Allah kötü durumlara düşürmesin, günah işlettirmesin... Böyle bir kötü durumda ölen de olursa, "Allah taksiratını affetsin..." diyoruz.


3. Soru:

--Peygamberler günah işleyebilir mi?


--Peygamberler günah işlemezler. Allah onları günah işlemekten mahfuz tutmuştur. Onlar ma'sûmdurlar, günahlardan berîdirler, ismet sahibidirler. Olgun insanlardır, derin görüşlü insanlardır. Yalnız, yaşamlarında yaptıkları işlerde hataları, ayak sürçmeleri olabilir; bunlara zelle denilir. Zelle, ayağın kayması demek... Yâni, insan normal yolda yürürken şöyle bir sendelemesi gibi bir şeydir.

Zelle günah değildir. Ma'sumdurlar, Allah korumuştur onları... Koruduğu insanlar, kaliteli insanlar oldukları için günah işlemezler.


4. Soru:

--Kişinin ne zaman nerede, ne şekilde öleceği Allah tarafından belirlenmiş mi? Eğer belirlenmişse, vurularak öldürülen bir kişiyi vuran kimsenin suçu nedir?


--Bir kişinin nerede, ne zaman öleceği Allah tarafından mâlûmdur, bilinmektedir; kader olarak kendisine yazılmıştır. Allah'ın bilmemesi mümkün değil... Allah her şeyi bilir. Olmuşu da bilir, olacağı da bilir. Biz yarın ne olacağını bilmeyiz; Allah yarın ne olacağını da bilir.

Kurşunlayan katil olur, cehenneme gider, cezasını çeker. Bir müslümanı haksız yere öldüren ebedî cehenneme gider. Allah biliyor diye, kurşunlayanın suçu üzerinden kalkmaz.


5. Soru:

--Sünneti inkâr etmek ya da her zaman şüpheyle bakmanın hükmü nedir?


--En aşağı sapıklıktır, dalâlettir. Sünnet inkâr edilirse, insan kâfir de olur. Ebû Yusuf'a göre, sünneti inkâr küfre götürür insanı... Çünkü, Kur'an-ı Kerim'de Allah-u Teâlâ Hazretleri:

(Kul in küntüm tuhibbûnallàhe fettebiûnî yuhbibkümullàh) [De ki: Eğer Allah'ı seviyorsanız, bana itâat edin ki Allah da sizi sevsin!] buyuruyor.

(Etîullàhe ve etîur rasûl) [Allah'a itâat edin ve Rasûlüne itâat edin!] buyuruyor. Rasûlüllah'a itâat şarttır. Sünnetine tabi olmak lâzım!.. İnkâr eden kâfir olur.


6. Soru:

--Ebû Tâlib'in müslümanlığı sahih midir?


--Müslüman olmadan ölmeden öldüğüne dair rivayetler vardır. Peygamber Efendimiz rica etmiştir: "Amcacığım, ne olur benim peygamber olduğuma şehadet ediver de, ben de sana şefaat edeyim!" diye... "Arkamdan bu Kureyşliler teneke çalar, benimle alay eder, ölümden korktu derler." demiştir diye, iman etmeden gittiğine dair rivayetler vardır. Eğer birisi bir yerde, müslüman olduğuna dair bir rivayet görmüşse, Peygamber Efendimiz'in sevdiği bir kimse olması dolayısıyla, temenni ederiz ki kurtulacak bir şeyi olsun, cennete girsin. Bizim okuduğumuz rivayetlerde, iman etmeden gittiği ve azab göreceği bildiriliyor.

Şöyle meshetmiş de Peygamber Efendimiz, başından ayağına kadar... Onun için, onun cehennemde azabı ayağından vurup ateş başından çıkacak. Peygamber Efendimiz'in değdiği yere değmeyecek ama, içinden yakacak.


7. Soru:

--Bir insanın ailesine, malına, canına tecâvüz etmek isteyen birisiyle mücadele ederken onu öldürürse veya kendisi ölürse, bunun dinimizdeki hükmü nedir?


--Bu hadis-i şerifte açıkça beyan edilmiştir Peygamber Efendimiz tarafından... Diyor ki: "Bir kimse yol kesicinin, haydutun, eşkiyanın karşısında malını ve canını korumak için mücadele ederken ölürse, şehid olur." Malını bile, sadece canını değil... Sanılabilir ki, "Mal verilir, ne yapalım şerrine lânet denilir." Öyle değil... Öldürürse de haklıdır; çünkü, ötekisi yoluna çıkmıştır.

Onun için dînî bakımdan insanın haksızlığa prim vermemesi lâzım, edepsize yüz vermemesi lâzım!.. Teslim olmaması lâzım!..


8. Soru:

--Yaptığımız ibadetlerde ihlâslı olamadığımız zaman, ibadetleri terketmeli miyiz?


--Hayır, ibadetler hiç bir zaman terkedilmez. İbadeti ihlâsla yapmağa çalışır insan... Yapsa da yapamasa da, zevk alsa da almasa da ibadet terkedilmez. Çünkü, Allah emretmiştir, yapılacak!.. Zevk için değildir bu... Zevk duysa da, duymasa da yapılması gerekir. Ama, ihlâsla yapmağa çalışacak!..

(Mâ lâ yüdrekü küllühû lâ yütrekü küllühû) "Tamamı güzelce yapılamayan bir şey, tamâmen de bırakılmaz." denilmiştir.

Güzel namaz kılamıyorsan, devam et, bir zaman gelir, güzel kılmaya da Allah seni muvaffak eder. Zamanla alışırsın.


9. Soru:

--Allah kâinatı ve insanı niçin yaratmıştır?


--İmtihan etmek için yaratmıştır. Ayet-i kerimede böyle buyruluyor:

(Liyeblüveküm eyyüküm ahsenü amelâ) "Hanginiz daha güzel ameller işleyecek?" diye imtihan etmek için yaratılmıştır.

(Ve mâ halaktül cinne vel inse illâ liya'budûn) "Cinleri ve insanları da kendi varlığını bilsinler, bulsunlar, anlasınlar, tanısınlar ve kendisine ibadet etsinler!" diye yaratmıştır. Ayet-i kerîme ile cevap bu...


10. Soru:

--Levh-i mahfuz görülebilir mi, değişebilir mi?


--Allah'ın gösterdiği kullar görebilir ve değiştiğine dair rivayetler vardır.

(Yemhullàhu mâ yeşâu ve yüsbitü ve indehû ümmül kitâb) [Allah dilediğini siler, dilediğini bırakır; ana kitap onun katındadır.] ayet-i kerimesinin izahında ve daha başka ayetlerde bu husus bildiriliyor.

Meselâ menâkıbda geçer ki, bir şahsın dervişi kendisinin Levh-i Mahfuz'da cehennemliklerin arasında isminin yazıldığını görmüş. Demiş ki:

"--Üstâdım zât-ı âlinizin ismini Levh-i Mahfuz'da cehennemliklerin arasında yazılmış görüyorum. Siz ibadet ediyorsunuz, namaz kılıyorsunuz ama, cehennemliklerin arasındasınız."

"--Ben ibadeti Allah emrettiği için yapıyorum. Cennetlik de olsam, cehennemlik de olsam, vazifem; onu yapmağa devam edeceğim! Ben onu senden önce kaç senedir görüyorum." demiş.

Yâni, vazifesine, kulluğuna hiç aksatma vermeden devam ediyor. Ertesi gün derviş yine gelmiş:

"--Efendim, baktım levha değişmiş. İsminizi cennetlikler arasında gördüm bu sefer..." demiş.

Allah-u Teâlâ'nın nazarında, ind-i ilâhisinde zaman yoktur, evvel yoktur, ahir yoktur. Zamandan ve mekândan münezzehtir.

(Yef'alüllahu mâ yeşâu) "Rabbül Alemîn, ne dilerse onu yapar."

(İnnalàhe yahkümü mâ yürîd) "Neye hükmederse öyle hükmeder."

(Edduâü yerüddül kadàu bağde en yübremü) Dua işlerin değişmesine sebep olur. Dua edersin, Allah duayı kabul eder ve işi değiştirebilir. Demek ki bazı değişmeleri lütfediyor Mevlâ... O da Allah'ın bir takdiridir diye izah ediliyor.

Levh-i Mahfuz'da değişiklik olur, oluyor. Olduğunun misalleri çok...


11. Soru:

--"Bütün insanları Allah yarattığına göre, sevmese yaratmazdı. O halde kâfir, müslüman, fâsık, sarhoş, ehl-i kitap ayırt etmeden sevmek gerekir." diye söyleniyor. Böyle bir sevgi İslâm'a göre câiz midir?


--Hayır, böyle şey olmaz!.. Allah-u Teâlâ Hazretleri mahlûkatı yaratmış, insanoğlunu da kendisini bilmesi için yaratmıştır. Dünyaya imtihan için göndermiştir. Allah yolunda gidenler sevilir, hubb-u fillâh'tan dolayı; Allah yoluna aykırı gidenlere kızılır, buğz-u fillâh'tan dolayı... O da farzdır, o da farzdır.

Zâten, Allah yolunda gidenleri seversen, ötekileri sevmek mümkün olmaz. İkisi bir arada mümkün olmaz... "Yemeğe hem tuz katacağım, hem şeker katacağım, hem zehir katacağım; tatlı olacak yemek..." Olmaz, ikisi birbirine zıt olan şeyler bir arada olmaz. Sevdiğin zaman, sevdiğin kimsenin düşmanını sevemezsin!.. Sevdiğin kimsenin düşmanına yardım edemezsin!.. Sevdiğin kimseye kötülük edene, dostluk gösteremezsin!.. Dostluğa aykırı olur.

Çok basit bir gerçektir bu... Meselâ, Türkiye'yi seviyorsun; gidip Bulgarla dost olamazsın. Bulgarı seviyorsan; o zaman Türkiye'de casussun demek ki...

Sevginin pozitifi vardır, negatifi vardır. Negatifi buğzetmektir. Allah rızâsı için buğzetmek de vardır. Günaha buğzedilir, şeytana buğzedilir, kâfire buğzedilir... Öyle boş kâğıdın altını imzalamışsın, "Herkesi seveceğim!" diyorsun... Olur mu?.. Sahtekârı seveceksin, hırsızı seveceksin, katili seveceksin, deliyi seveceksin... Öyle şey olur mu?.. Olmaz!..

İslâm'da böyle saçma şey yoktur! Böyle bir düşünce de, sakat bir eğitimdir. Kişi hiç kimseyi ayırt etmeden sevecekmiş... Öyle şey olmaz, Allah darılır. Allah-u Teâlâ Hazretleri'nin sevmediği kimseyi sen seversen, Allah sana darılır. Allah'ın sevmediğini sevmemek, sevdiğini sevmek durumundayız.


12. Soru:

--Bazı insanlar Allah'a tanrı diyorlar; bu doğru mudur? Allah ile tanrı arasındaki fark nedir?


--Bazı insanların içinde Süleyman Çelebi de var, bendeniz de varım... Tanrı denilebilir. "Birdir Allah, andan artık tanrı yok!" diye Süleyman Çelebi'nin Mevlid'inden hatırlayabilirsiniz.

Tanrı kelimesi, Arapçadaki ilâh kelimesinin tam karşılığıdır. Arapçada ilâh, Türkçede tanrı, İngilizcede god, Almancada Got... Böyle gidiyor. Arapçada ilâh kelimesini kullanmak câizse, Türkçede tanrı kelimesi tam onun karşılığı olduğundan, kullanmak câiz olur.

Ondan dolayı Süleyman Çelebi de Mevlid'inde kullanmıştır, tanrı demiştir. Eski devirlerdeki yazılmış din kitaplarında Tanrı Teâlâ, Tanrı Tebâreke ve Teâlâ filân diye çok geçer. Kullanılabilir. Çünkü, Kur'an-ı Kerim'de ilâh kelimesi kullanılabiliyor.

(Ve ilâhüküm ilâhün vâhid, lâ ilâhe illâ hüver rahmânür rahîm) Demek ki ilâh kelimesi Allah yerine, Allah makamında Kur'an-ı Kerim'de kullanılabildiğine göre, tanrı kelimesinin de kullanılmasında şer'an bir mahzur yoktur.

Ama tanrı kelimesi ve ilâh kelimesi, god kelimesi, got kelimesi, yezdan kelimesi ve daha başka kelimeler insanların tapındığı her tapınılan şeye verilebilir; cins ismidir. Allah sözü, lafza-i celâli ise, Rabbimizin ism-i hâsıdır, ism-i âzâmıdır. Bütün sıfatları sinesinde barındıran, toplayan özel ismidir.

Allah kelimesini her şeye kullanamazsınız. Meselâ, "Mısırlılar öküze tanrı diye tapınıyorlar veyahut "Mısırlıların tanrısı firavundur." diyebilirsiniz de, "Mısırlıların Allah'ı firavundur." diyemezsiniz. Çünkü o cins isimdir, berikisi özel isimdir.


13. Soru:

--Geçen gün bir tefsir hocası, "Bir kimse Rasûlüllah, bir evliyâ veya sevdiğin kullar hürmetine şu işim olsun..." derse küfre girer dedi. "Bir şey istendi mi, Allah'tan istenir; kimse vesîle edinilmez." dedi. Ne dersiniz?


--Bu böyle değildir. Mâdem vesîle kelimesini kullandı;

(Vebteğû ileyhil vesîleh) "Onun için vesile edininiz!" diye ayet-i kerime vardır.

Peygamber Efendimiz'in zamanında ve ashab-ı kirâmın arasında böyle şey olmuştur. Falanca kimsenin hürmetine diye dua edilmiştir. Peygamber Efendimiz'in ailesine hürmet olmuştur, amcasına hürmet olmuştur. bunlar normal şeylerdir. Kişi küfre gitmiyor, küfür gibi bir şey geçmiyor içinden...

Allah'ın sevgili kullarının da ayet-i kerimede bildirildiğine göre;

(Menzellezî yeşfeu indehû illâ biiznih) Allah'ın izniyle şefaat hakkı olduğu için; bu söz doğru değildir. Bu hususta kavgalar, münakaşalar var da, bu aşırı uçtan bir hocanın sözü demek ki...


14. Soru:

--Kazanılan amellerin, sevapların gitmesi, kaybolması var mıdır? Varsa, bu nasıl olur?


--Evet, kazanılan amellerin, sevapların elden gitmesi, mahvolması, silinmesi vardır. Meselâ, ayet-i kerimeden misâl:

(Lâ tübtılû sadakàtiküm bil menni vel ezâ) Sadaka veriyorsun; başa kaktığın zaman sevabı gider, ibtal olur, batıl olur.

Sonra:

(Elhasedü ye'külül hasenât, kemâ te'külün nârül hatab) "Hased insanın hasenâtını, iyiliklerini yer bitirir; ateşin odunu yakıp kül ettiği gibi..."

Onun için, amelleri yakıp bitirip, yok eden davranışlardan kurtulmak lâzım, onlara düşmemek lâzım!.. Sadaka verdi mi, başa kakmamak lâzım!..

İşte amellerin hebâ olmaması için çareler nelerdir; bunları tasavvuf anlatıyor.


15. Soru:

--Bir insanın eceli değişir mi? "Ana-babaya hayır hasenatta bulunan evlâdın ömrü uzar." deniliyor; izah eder misiniz?


--Bu hususta ulemâmızın çeşitli sözleri var; ben bu sözleri karıştırmayı uygun görmüyorum. Peygamber Efendimiz'in hadis-i şeriflerinden biliyoruz ki, "Anne-babaya hizmet ve hürmet edenin, hayr ü hasenât yapanın ömrü artar." deniliyor. "Sıla-i rahim yapanın ömrü artar." diye bildiriliyor. Ömrü artar.

--Ama, ecel muayyendir deniliyor, nasıl oluyor?

--Allah-u Teâlâ Hazretleri'nin kaderiyle ilgili bir sırdan oluyor. Kader denilen esrâr-ı ilâhî ile ilgili... Allah-u Teâlâ her şeyi biliyor; evveli biliyor, ahiri biliyor, olmuşu biliyor, olacağı biliyor. Hepsi hesaba dahil oluyor. Onun için, ana babaya hayr ü hasenâtın ve sıla-i rahimin ömrü uzattığı doğrudur. Çünkü, Efendimiz öyle buyurmuş. Bu işin tekniğinin nasıl olduğu kulun üzerine lâzım değil... Allah-u Teâlâ Hazretleri onu yapıyor, oluyor.

Sen hayr ü hasenâta devam et, sıla-i rahime devam et; ömrün uzar.


16. Soru:

--"Bu dünyada bir yolcu gibi ol!" sözü bir hadis-i şerif midir?


--Evet, bir hadis-i şeriftir:

(Kün fid dünyâ keenneke garîbün ev âbiru sebîlin) bir hadis-i şeriftir. İbn-i Ömer RA'dan rivayet edilmiştir. Müslüman burda diyar-ı gurbette olduğunu, asıl yerinin burası olmadığını bilecek! Asıl yerini özleyerek, vatan-ı aslîsi için çalışarak ömür geçirecek! Her yönden doğru...


17. Soru:

--"Dünya ve içindekiler mel'undur." hadis-i şerifini nasıl anlamalıyız?


--Dünya, yâni şu hayatımız... Dünya ve içindekilerin Allah indinde bir kıymeti yoktur. Burda kalacaktır, fânidir. Hayırlı olan, Allah indinde kıymetli olan ibadettir, taattir, hayırdır, hasenattır, ahirette fayda edecek şeylerdir. Böyle anlayacağız.


18. Soru:

--Miftâhül Kulûb isimli kitapta evliyâullahın, kutupların, gavslerin yetkilerinden bahsediliyor; bu tür ifadeler şirke girmez mi?


--Şirke girmez. Bu hususta hadis-i şerifler vardır. Bunları söyleyenler kendiliklerinden söylemiyorlar. Orda yazdıkları şeylerle; evliyâullahın, kutupların, gavslerin vazifeleriyle ilgili hususlarda hadis-i şerifler vardır. İmam Suyûtî, bu hadis-i şerifler sağlamdır diye bir de müstakil risâle yazmıştır.

Allah bir kimseye selâhiyet verirse, o selâhiyetini kullandırması şirk filân değildir. Meselâ Peygamber Efendimiz'e selâhiyet vermiş. Peygamber Efendimiz SAS emrediyor, nehyediyor; ahkâm koyuyor. Şirk olmaz mı?.. Olmaz, çünkü Allah'ın rasûlü... Allah ona o selâhiyeti vermiş, onu yapsın diye peygamber tayin etmiş. Onun için normaldir.


19. Soru:

--Elfâz-ı küfür nedir?


--Elfâz-ı küfür, ben müslümanım dese de söylediği zaman insanı küfre götüren sözler demektir. Halkın arasında alışılmış bir takım klasik sözler vardır. Kulaktan dolma duyduğu için, kızdığı zaman onları söyleyiverir insan... Düşünmeden söyler, sonunda küfre düşebilir. "Ben mü'minim elhamdü lillâh!" filân dediği halde, o sözden dolayı küfre düşer.

Onun için büyüklerimiz, elfâz-ı küfür nedir diye, şöyle dersen kâfir olursun diye kitaplarda liste halinde vermişlerdir. Onları okursunuz.


20. Soru:

--Yahudiler ve hristiyanlardan peygamberlerine itaat edenler cennete girer mi?


--Yahudilerden ve hristiyanlardan kendi muteber devrelerinde, dinleri mer'iyyette iken, onun mûcebince amel etmişlerse, cennete girerler. Ayet-i kerime vardır bu hususta, sarihtir. Ama İslâm geldikten sonra, ötekileri neshetmiştir, kaldırmıştır. Artık Mûsâ AS bile gelse, Peygamber Efendimiz'e tâbî olacağından, onlarla amel etmek kifayet etmez.

Ayrıca Mûsevîlik ve İsevîlik bozulmuştur. İçine yanlış inançlar, kanaatler girmiştir. Bugünkü haliyle bozuk akîdelere sahib olduğundan, o bakımdan da doğru inançta değillerdir. Mutlaka İslâm'a gelmeleri Allah tarafından isteniyor.


21. Soru:

--Bir tefsirde kâfirlerin de cennete gireceklerini savunuyorlar; bu hususta ne dersiniz?


--Bu doğru değildir. Kâfirler cennete girmeyecek. Peygamber SAS buyuruyor ki:

(Vellezî nefsî biyedihî) "Canım elinde olan Allah'a yemin ederim ki, (lâ tedhulül cennete hattâ tü'minû) mü'min olmadıkça cennete giremezsiniz. Mü'min olmadan cennete girmek yoktur.

Başka bir ayet-i kerime:

(İnnalàhe lâ yağfiru en yüşreke bihî şey'en) "Allah kendisine şirk koşulmasını aslâ affetmez! Müşrikliği, kâfirliği aslâ affetmez!.. (ve yağfiru mâ dûne zâlike limen yeşâ') Başka günahları affedebilir." Amma, küfrü şirki affetmez. Kâfirler, imansızlar ebedî cehennemde kalacaklardır. Onun için o yanlıştır, doğru değildir.