hafız_32
Wed 10 November 2010, 11:56 am GMT +0200
6- İman ve Kişilik
Kişilik ve karakterin oluşumu, doğuştan getirilen ve sonradan kazanılan çok sayıda faktörün etkileşiminin bir sonucudur. Genel olarak iman ile kişilik arasında karşılıklı bir ilişkinin varlığı sözkonusudur. Temelde dinî iman, bütün kişiliği kapsayıcı bir özelliğe sahiptir. Olgunluk seviyesinde ve tam bir tutum halini almış olan iman, kişiliği meydana getiren herşeyi kuşatabilen tek ruhî faktördür. Din, duygular, arzular, inançlar, dünya ve toplumla ilişki ve davranışlar içinde kendisini gösteren bütün psikolojik hayatı üzerine alır ve her bakımdan kişiliğe nüfuz eder. Aynı şekilde din, ferdin geçmiş hayatı içindeki en karanlık ve derindeki köklerini kavrar; en sürekli, en derin duygusal bağları ele geçirir ve üzerinde aklın karar vermek zorunda olduğu daha büyük tecrübeyi meydana getirir. Böylece mümin tutum, davranışın bütün görüntülerini birleştirmeye ve bir yapıya kavuşturmaya yönelir. Yapı, kişiliğin değişik alanlarını bir merkez etrafında birleştirerek toplayan hiyerarşik bir örgüttür. İşte din, kişiliğin yapısına yön veren temel tutumu etkiler ve belirler. Benimsenmiş dinî inançlar, ferdin kişilik yapısında bir “bütünleşme” meydana getirme gücüne sahiptir. Dinî tutum halleri içerisinde bütünleşme gücünü gerçekleştiren şey, Allah'a imandır. Allah'a imanın, hayatın bütün parçalarının ve insan faaliyetlerinin herbirinin uygunlukla tamamlanıp birleştiği kişilik bütünleşmesi sağlayan [316] psikolojik, insan tabiatındaki zaaf noktalarını ve aşırılıkları dengeleyen [317] ahlâkî etkisini çoğu inananların kendi hayatlarında tecrübe etmiş olduklarını ifade edebiliriz. İman kişide yapılanınca, sürekli ve etkili bir motivasyon faktörü olarak, davranışlara kendi bakış açısını benimsetir. Kişi, dinin çerçevesinde kendini bir biçime sokmaya başlamasından itibaren, küçük ya da büyük birçok olumsuz etkiler karşısında imanını koruyacaktır.
İman ile kişilik arasında genel olarak karşılıklı bir ilişkinin varlığı müşahede edilmektedir. Dinî inancın kişi tarafından benimsenmesindeki kuvvet derecesi ile, o ferdin kişiliğinin genel yapısı üzerindeki etkisi dikkate değer bir olgudur. Aynı şekilde, kuvvetli ve sağlam kişilik yapısına sahip kimselerin de güçlü inançları olduğu müşahede edilmektedir. Bu konuda yapılan bir araştırmada [318], yüksek derecede organize olmuş, farklılaşmış dinî inanç ve tutumlara sahip olan kişilerin kişilik yapılarının, daha alt seviyede organize olmuş inançlara sahip kimselerin kişilik yapılarından belirli bir şekilde ayrılmakta oldukları tesbit edilmiştir. Buna göre, yüksek derecede organize olmuş dinî inançlara sahip kimseler, kuvvetli “ben” (ego) yapısına sahip bulunan ve kişiliklerinin kuvvetli ve zayıf taraflarını şuurlu bir şekilde görüp, bunları kabul eden kimselerdir. Bunlardan daha az yüksek derecede organize olmuş inançlara sahip olanların “ben” yapılan zayıf, “üst-ben” (süperego) yapılan kuvvetlidir; bunlar sadece “iyi” olan taraflarını kabul edip, “kötü” olan taraflarını bastıran şahıslardır. Öte yandan, yüksek derecede organize olmuş dinî inanç ve tutumlar, bunlara sahip kişilerdeki “ben” yapılarının tamamlayıcı bir parçasıdır. Bunları karakterize eden şuurlu çift değerlilik (iyi-kötü) ve ikilik eğilimi, diğer tutumları da karakterize eder. Daha az organize olmuş dinî inanç ve tutumlar ise, fertlerdeki temel psikolojik ihtiyaçları yöneten kuvvetli “üst-ben” yapılarının bir eseridir. İyi ile kötü arasındaki, şuurlu bir şekilde kabul edilenle şuurdışı bırakılan arasındaki ayrılık bu tutumlarda, diğer tutumlar için de -meselâ; ana-babaya karşı tutumlar- bir örnek meydana getirmektedir. Buna göre, yüksek derecede organize olmuş dinî inanç ve tutumlar, bunlara sahip fertleri olumlu istikamete götüren bir “ego standardı”dır. Buna karşılık, daha az organize olmuş dini inanç ve tutumlar ise, “ben'in savunulması”na yarayan bir koruyucu görevi görür.
Gerçek bir iman sayesinde farklılaşmış ve bütünleşmiş bir kişiliğe sahip kimselerin dinî zihniyetleri, diğer yapılarla karşılıklı ilişki ve irtibat halindedir. Bu bakımdan her zaman yeni bir düzenleme ihtimali vardır. Oldukça farklılaşmış dinî bir zihniyete sahip kimse, inançlarının kendisine telkin ettiği duygu ve düşüncelerle çelişen olumsuz bir tecrübeyle karşılaştığı zaman, esas dinî sistemini değiştirmeden onu kolaylıkla kendine maledebilir. Bu hadise, onun dinî inançlarından birisi üzerine bir etki yapsa bile, esas dinî inanç sistemi bundan fazla bir zarar görmeyecek, değişmemiş kalacaktır.
Öte yandan, bütünleşmiş bir dinî iman sahibi kimse için, diğer sistemlerde -iktisadî, siyasî, ilmî, sosyal..- meydana gelebilecek herhangi bir olay, dinî sistemi üzerinde de etkisini gösterebilecektir. Dine karşı her iddia veya delilin, dinî sistemi diğer inançlarına sıkıca bağlı olan bir insan üzerindeki net tesiri, kasdedilenin tam aksi olabilir. Bu durumda inançlı bir insana yöneltilen tenkit ve saldırılar, eski mevcut inançları daha kuvvetlendirme [319] gibi bir sonuç doğurabilir. Böylece, gerçek bir dinî inancın gerek zihniyet yönünden gerekse psikolojik ve ahlâkî yönden, kendi içinde tutarlı ve dengeli, aşırılıklardan uzak, bütünleşmiş bir kişilik tipinin oluşmasında önemli bir etken olduğu ileri sürülebilir. [320]
Kişilik ve karakterin oluşumu, doğuştan getirilen ve sonradan kazanılan çok sayıda faktörün etkileşiminin bir sonucudur. Genel olarak iman ile kişilik arasında karşılıklı bir ilişkinin varlığı sözkonusudur. Temelde dinî iman, bütün kişiliği kapsayıcı bir özelliğe sahiptir. Olgunluk seviyesinde ve tam bir tutum halini almış olan iman, kişiliği meydana getiren herşeyi kuşatabilen tek ruhî faktördür. Din, duygular, arzular, inançlar, dünya ve toplumla ilişki ve davranışlar içinde kendisini gösteren bütün psikolojik hayatı üzerine alır ve her bakımdan kişiliğe nüfuz eder. Aynı şekilde din, ferdin geçmiş hayatı içindeki en karanlık ve derindeki köklerini kavrar; en sürekli, en derin duygusal bağları ele geçirir ve üzerinde aklın karar vermek zorunda olduğu daha büyük tecrübeyi meydana getirir. Böylece mümin tutum, davranışın bütün görüntülerini birleştirmeye ve bir yapıya kavuşturmaya yönelir. Yapı, kişiliğin değişik alanlarını bir merkez etrafında birleştirerek toplayan hiyerarşik bir örgüttür. İşte din, kişiliğin yapısına yön veren temel tutumu etkiler ve belirler. Benimsenmiş dinî inançlar, ferdin kişilik yapısında bir “bütünleşme” meydana getirme gücüne sahiptir. Dinî tutum halleri içerisinde bütünleşme gücünü gerçekleştiren şey, Allah'a imandır. Allah'a imanın, hayatın bütün parçalarının ve insan faaliyetlerinin herbirinin uygunlukla tamamlanıp birleştiği kişilik bütünleşmesi sağlayan [316] psikolojik, insan tabiatındaki zaaf noktalarını ve aşırılıkları dengeleyen [317] ahlâkî etkisini çoğu inananların kendi hayatlarında tecrübe etmiş olduklarını ifade edebiliriz. İman kişide yapılanınca, sürekli ve etkili bir motivasyon faktörü olarak, davranışlara kendi bakış açısını benimsetir. Kişi, dinin çerçevesinde kendini bir biçime sokmaya başlamasından itibaren, küçük ya da büyük birçok olumsuz etkiler karşısında imanını koruyacaktır.
İman ile kişilik arasında genel olarak karşılıklı bir ilişkinin varlığı müşahede edilmektedir. Dinî inancın kişi tarafından benimsenmesindeki kuvvet derecesi ile, o ferdin kişiliğinin genel yapısı üzerindeki etkisi dikkate değer bir olgudur. Aynı şekilde, kuvvetli ve sağlam kişilik yapısına sahip kimselerin de güçlü inançları olduğu müşahede edilmektedir. Bu konuda yapılan bir araştırmada [318], yüksek derecede organize olmuş, farklılaşmış dinî inanç ve tutumlara sahip olan kişilerin kişilik yapılarının, daha alt seviyede organize olmuş inançlara sahip kimselerin kişilik yapılarından belirli bir şekilde ayrılmakta oldukları tesbit edilmiştir. Buna göre, yüksek derecede organize olmuş dinî inançlara sahip kimseler, kuvvetli “ben” (ego) yapısına sahip bulunan ve kişiliklerinin kuvvetli ve zayıf taraflarını şuurlu bir şekilde görüp, bunları kabul eden kimselerdir. Bunlardan daha az yüksek derecede organize olmuş inançlara sahip olanların “ben” yapılan zayıf, “üst-ben” (süperego) yapılan kuvvetlidir; bunlar sadece “iyi” olan taraflarını kabul edip, “kötü” olan taraflarını bastıran şahıslardır. Öte yandan, yüksek derecede organize olmuş dinî inanç ve tutumlar, bunlara sahip kişilerdeki “ben” yapılarının tamamlayıcı bir parçasıdır. Bunları karakterize eden şuurlu çift değerlilik (iyi-kötü) ve ikilik eğilimi, diğer tutumları da karakterize eder. Daha az organize olmuş dinî inanç ve tutumlar ise, fertlerdeki temel psikolojik ihtiyaçları yöneten kuvvetli “üst-ben” yapılarının bir eseridir. İyi ile kötü arasındaki, şuurlu bir şekilde kabul edilenle şuurdışı bırakılan arasındaki ayrılık bu tutumlarda, diğer tutumlar için de -meselâ; ana-babaya karşı tutumlar- bir örnek meydana getirmektedir. Buna göre, yüksek derecede organize olmuş dinî inanç ve tutumlar, bunlara sahip fertleri olumlu istikamete götüren bir “ego standardı”dır. Buna karşılık, daha az organize olmuş dini inanç ve tutumlar ise, “ben'in savunulması”na yarayan bir koruyucu görevi görür.
Gerçek bir iman sayesinde farklılaşmış ve bütünleşmiş bir kişiliğe sahip kimselerin dinî zihniyetleri, diğer yapılarla karşılıklı ilişki ve irtibat halindedir. Bu bakımdan her zaman yeni bir düzenleme ihtimali vardır. Oldukça farklılaşmış dinî bir zihniyete sahip kimse, inançlarının kendisine telkin ettiği duygu ve düşüncelerle çelişen olumsuz bir tecrübeyle karşılaştığı zaman, esas dinî sistemini değiştirmeden onu kolaylıkla kendine maledebilir. Bu hadise, onun dinî inançlarından birisi üzerine bir etki yapsa bile, esas dinî inanç sistemi bundan fazla bir zarar görmeyecek, değişmemiş kalacaktır.
Öte yandan, bütünleşmiş bir dinî iman sahibi kimse için, diğer sistemlerde -iktisadî, siyasî, ilmî, sosyal..- meydana gelebilecek herhangi bir olay, dinî sistemi üzerinde de etkisini gösterebilecektir. Dine karşı her iddia veya delilin, dinî sistemi diğer inançlarına sıkıca bağlı olan bir insan üzerindeki net tesiri, kasdedilenin tam aksi olabilir. Bu durumda inançlı bir insana yöneltilen tenkit ve saldırılar, eski mevcut inançları daha kuvvetlendirme [319] gibi bir sonuç doğurabilir. Böylece, gerçek bir dinî inancın gerek zihniyet yönünden gerekse psikolojik ve ahlâkî yönden, kendi içinde tutarlı ve dengeli, aşırılıklardan uzak, bütünleşmiş bir kişilik tipinin oluşmasında önemli bir etken olduğu ileri sürülebilir. [320]