sümeyra
Fri 20 January 2012, 05:11 am GMT +0200
İman Ve İslâm
«İman ile İslâm birdir.»
İman; Peygamber Efendimizin, Allah tarafından tebliğ buyurduğu kat'î surette bilinen emirler ve nehiylerin hepsini, kat'iyyetle tasdik etmektir.
islâm ise, Peygamber Efendimizin tebliğ buyurduğu şeylerin zahiren ve batınen kabul edip güzel görmekle, Cenab-ı Hak'ka itaat edip emirlerine boyun eğmektir.
Lügat mânâları birbirinden farklı olmakla beraber, bu iki mefhum, İslâm ıstılahında aynı mânâya gelir.
Akla şöyle bir soru gelebilir:
«İman ve İslâm birbirinden ayrı mefhumlardır. İslâm'ın şartlarının, yapılması gereken şeyler; imanın şartlarının ise, inanılması gereken şeyler olması, bu iki terimin birbirinden ayrı olduğunu göstermez mi?»
Bu sorunun cevabı şudur:
Namaz, oruç, zekât vs hac İslâm'ın şartları değil, onun meyveleri ve alâmetleridir. Bu durum, İslâm'ın, kalp ile tasdik etmek demek olmasına aykırı değildir. Nitekim Peygamberimiz, ashabına «îman nedir?» diye sorduklarında onlar da: «Allah ve Resulü daha iyi bilir» dedikleri zaman şöyle buyuruyor: «Allah'a, ve Muhamnıed'in Allah'ın Resulü olduğuna şehadet etmek, namaz kılmak, oruç tutmak, zekât vermek, hacca gitmek ve ganimet malından beşte bîrini beytü'l-male vermektir.» [75]Görülüyor ki .Peygamberimiz, imanı tarif ederken de amele yer veriyor. Peygamberimiz, başka bir tarifinde İse İmanı «amentü» deki gibi anlatıyor.[76]
Hülâsa, en doğru Ehl-i Sünnet inancına göre; İman ile İslâm arasında bir fark yoktur.
Netice olarak denilebilir ki:
îman ferdin tereddütsüz kabul ettiği ve mutlak hak olduğuna inandığı akideye ideolojik yapının bağlanışıdır. İman, tereddüt ve şüphe taşımayan bir bağlanıştır. İdeolojik ve tabiî varlığımız, imanın prensiplerinin değişik ölçülerle tesirleri altındadırlar.
Başka bir deyişle iman, ideolojik varlığımızın akideyi, yani doktrini tasdikidir. Bu tasdik noktasına varabilmek için, bütün idsolojik yapı ve tabiî varlığımız müştereken çalışırlar. İnsanın ideolojik yapısının en yüksek tezahürü olan iman, tabii ve ideolojik yapının müşterek çalışması neticesinde doğar.
İdeolojik yap'inın baş muhtevası olan iman, kâinat ve hayat hakkında bir fikir verir. Bu düşünce, yani akîde, ferdin bütün düşüncelerinin kaynağı olur. Değerlendirmeler, akidenin mahsulü olan fikre göre yapılır.
îman, akla, hislere, ve hareketlerimize .tesir eder ve onları kendi istikametinde çalıştırır. Doğruluğu tasdik edilen her inanç, fertte ve cemiyette düşünce, ilim, kültür, ahlâk, âdet, hareket ve nizam şekline İnkılâb edsr.
İman, insan ile doktrin arasındaki rabıtadır. înanç, akide ile fert arasındaki parçalanmaz bağlılıktır. Akîde ise, mü'min İçin en yüksek hakikattir. Ferdin, kâinat ve hayat hakkındaki ilk düşünüşü demek olan akîde, insan hayatını baştan başa tesir altında tutar.
Farklı ideolojiler, İnsanın tabiî varlığını tesİr altına almak için savaşırlar. Bir ideoloji, insanin tabiî varlığı üzerinde, mutlak'a yakın bir tesir gösterirse; ideoloji yüksek bir iman haline gelmiş demektir. Bu durum, ferdin inanç, akil, his ve hareketinin tamamen yeni ideoloji ile dolması demektir
inanç, bir kelime tasdikinden ibaret kalmış şuur ve hareketler ideolojinin muhtevası ile dolmamış ise, ideolojiye iman teşekkül etmemiş demektir. Boyla bir iman, eksiktir. Fertte inkılâbını tamamlamamıştır. Zira, ideolojik inkilâp, fertte hiç bir farklı ideolojinin kalıntısını bırakmaz. Eğer fertte, farklı ideolojinin kalıntıları varsa; o insanda ideolojik inkilâp gerçekleşmemiştir.
Fertte akidesine bağlılık, yani iman varsa; bu akîde, fertte düşünce, his, hareket şeklinde yaşar ve ferdin hayatını tamamen kontrolü altına alır. Bu safhadan sonra fert, farklı ideolojilerin düşmanı haline gelir. Farklı ideolojileri inanç, kültür ve hareket sahasından atıp yok etmeye başlar.
Her ideoloji, mü'minde bu inkilâbı tamamlar ve onu ideoloji savaşçısı haline getirir. Artık, İdeoloji, ferdin hayatını tamamen kontrolü altına almıştır. Fert, ideolojisine inanır, onu düşünür ve onu yaşar. Böylece, yaşayan bir İdeoloji doğar. Bu durumdaki inanca «Iman-ı Kâmil» denildiği gibi; bu inanca sahip olana da «Mü'min-İ Kâmil» adı verilir.[77]
«İman ile İslâm birdir.»
İman; Peygamber Efendimizin, Allah tarafından tebliğ buyurduğu kat'î surette bilinen emirler ve nehiylerin hepsini, kat'iyyetle tasdik etmektir.
islâm ise, Peygamber Efendimizin tebliğ buyurduğu şeylerin zahiren ve batınen kabul edip güzel görmekle, Cenab-ı Hak'ka itaat edip emirlerine boyun eğmektir.
Lügat mânâları birbirinden farklı olmakla beraber, bu iki mefhum, İslâm ıstılahında aynı mânâya gelir.
Akla şöyle bir soru gelebilir:
«İman ve İslâm birbirinden ayrı mefhumlardır. İslâm'ın şartlarının, yapılması gereken şeyler; imanın şartlarının ise, inanılması gereken şeyler olması, bu iki terimin birbirinden ayrı olduğunu göstermez mi?»
Bu sorunun cevabı şudur:
Namaz, oruç, zekât vs hac İslâm'ın şartları değil, onun meyveleri ve alâmetleridir. Bu durum, İslâm'ın, kalp ile tasdik etmek demek olmasına aykırı değildir. Nitekim Peygamberimiz, ashabına «îman nedir?» diye sorduklarında onlar da: «Allah ve Resulü daha iyi bilir» dedikleri zaman şöyle buyuruyor: «Allah'a, ve Muhamnıed'in Allah'ın Resulü olduğuna şehadet etmek, namaz kılmak, oruç tutmak, zekât vermek, hacca gitmek ve ganimet malından beşte bîrini beytü'l-male vermektir.» [75]Görülüyor ki .Peygamberimiz, imanı tarif ederken de amele yer veriyor. Peygamberimiz, başka bir tarifinde İse İmanı «amentü» deki gibi anlatıyor.[76]
Hülâsa, en doğru Ehl-i Sünnet inancına göre; İman ile İslâm arasında bir fark yoktur.
Netice olarak denilebilir ki:
îman ferdin tereddütsüz kabul ettiği ve mutlak hak olduğuna inandığı akideye ideolojik yapının bağlanışıdır. İman, tereddüt ve şüphe taşımayan bir bağlanıştır. İdeolojik ve tabiî varlığımız, imanın prensiplerinin değişik ölçülerle tesirleri altındadırlar.
Başka bir deyişle iman, ideolojik varlığımızın akideyi, yani doktrini tasdikidir. Bu tasdik noktasına varabilmek için, bütün idsolojik yapı ve tabiî varlığımız müştereken çalışırlar. İnsanın ideolojik yapısının en yüksek tezahürü olan iman, tabii ve ideolojik yapının müşterek çalışması neticesinde doğar.
İdeolojik yap'inın baş muhtevası olan iman, kâinat ve hayat hakkında bir fikir verir. Bu düşünce, yani akîde, ferdin bütün düşüncelerinin kaynağı olur. Değerlendirmeler, akidenin mahsulü olan fikre göre yapılır.
îman, akla, hislere, ve hareketlerimize .tesir eder ve onları kendi istikametinde çalıştırır. Doğruluğu tasdik edilen her inanç, fertte ve cemiyette düşünce, ilim, kültür, ahlâk, âdet, hareket ve nizam şekline İnkılâb edsr.
İman, insan ile doktrin arasındaki rabıtadır. înanç, akide ile fert arasındaki parçalanmaz bağlılıktır. Akîde ise, mü'min İçin en yüksek hakikattir. Ferdin, kâinat ve hayat hakkındaki ilk düşünüşü demek olan akîde, insan hayatını baştan başa tesir altında tutar.
Farklı ideolojiler, İnsanın tabiî varlığını tesİr altına almak için savaşırlar. Bir ideoloji, insanin tabiî varlığı üzerinde, mutlak'a yakın bir tesir gösterirse; ideoloji yüksek bir iman haline gelmiş demektir. Bu durum, ferdin inanç, akil, his ve hareketinin tamamen yeni ideoloji ile dolması demektir
inanç, bir kelime tasdikinden ibaret kalmış şuur ve hareketler ideolojinin muhtevası ile dolmamış ise, ideolojiye iman teşekkül etmemiş demektir. Boyla bir iman, eksiktir. Fertte inkılâbını tamamlamamıştır. Zira, ideolojik inkilâp, fertte hiç bir farklı ideolojinin kalıntısını bırakmaz. Eğer fertte, farklı ideolojinin kalıntıları varsa; o insanda ideolojik inkilâp gerçekleşmemiştir.
Fertte akidesine bağlılık, yani iman varsa; bu akîde, fertte düşünce, his, hareket şeklinde yaşar ve ferdin hayatını tamamen kontrolü altına alır. Bu safhadan sonra fert, farklı ideolojilerin düşmanı haline gelir. Farklı ideolojileri inanç, kültür ve hareket sahasından atıp yok etmeye başlar.
Her ideoloji, mü'minde bu inkilâbı tamamlar ve onu ideoloji savaşçısı haline getirir. Artık, İdeoloji, ferdin hayatını tamamen kontrolü altına almıştır. Fert, ideolojisine inanır, onu düşünür ve onu yaşar. Böylece, yaşayan bir İdeoloji doğar. Bu durumdaki inanca «Iman-ı Kâmil» denildiği gibi; bu inanca sahip olana da «Mü'min-İ Kâmil» adı verilir.[77]