- İman ve dinî tutumun yapılanması

Adsense kodları


İman ve dinî tutumun yapılanması

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
hafız_32
Wed 10 November 2010, 11:58 am GMT +0200
5- İman ve Dinî Tutumun Yapılanması
 

İnsan tabiatında yer alan ve iman ya da inkâr yönünde bir tercihe zorlayan eğilimlerin yol açtıkları çatışmaların dinin lehine çözülmesiyle, iman şahsî hayatımızda gerçek bir yapı kazanmaya baş­lar. Bu yapılaşma, hızını ve enerjisini büyük ölçüde çocukluk dönemi tecrübelerinden almakla birlikte, asıl dini gayelere yöneliş, ergenlikle başlayan ge­lişmelerle çok yakından ilgilidir. Esasen iman, bütün hayatı, hayatın herbir anını içine alan bir ça­lışma projesi gerektirmektedir; o, bir defada olup biten ve artık ötesi olmayan statik bir tutum olmayıp, aksine sürekli yenilenen dinamik bir iler­leyiştir. Dinî imanın kişilikte yapılanarak bir tutum, az-çok sürekli bir davranış eğilimi hâline gelmesi, değişik yönlerde sürdürülen bir “bütünleşme” ha­reketi sonucuna bağlı bulunmaktadır. [307]

 

a) Geçmişi Özümleme :
 

İnsanın şimdiki hâldeki varolma biçimi, onun geçmiş yaşantılarına sıkı sıkıya bağlıdır. Fakat aynı ölçüde gelecekteki yönelişine, tasarı ve ideallerine de bağlıdır. İnsan, geçmişinin güçsüz esiri değildir. Büyük bölümüyle varlığının geçmiş modeli ne ölçüde gerçekse, ge­lecekte gerçekleştirmeyi ümid ettiği düşüncelere doğru, geçmişin sınırlarının ötesine aşabilmek de o ölçüde gerçektir. Şu kadar var ki, geleceğe doğru olumlu bir yöneliş için geçmişin kabul edilmesi, kendine maledilmesi gerekir. Derin duygusallık içinde geçmişin bıraktığı izleri hiçbirşey silemez. İn­sanın cesur ve hür bir şekilde özümlemesini bi­lemediği geçmiş, nisbî olarak bağımsız bir davranış parçası, kompleksler ve kahpyargılaşmış tutumlar örgüsü hâline gelir.

Bu bakımdan, maruz kalınan ya da işlenen ha­talar, günahlar, kötülükler, uğranılan veya sorumlusu bulunduğumuz başarısızlıklar, çekilen veya sebep olduğumuz ızdıraplar bilinmek ve özüm­lenmek isterler. Aksi takdirde dinî inanç ve tutuma zarar verebilir, onun gelişimini engelleyebilirler. Geçmişin tecrübesi ve şimdiki irade arasında çıkış yolu bulunamayan bir uyuşmazlık insanı, dinî bir güven tutumu içinde kendini koyvermeye ka­biliyetsiz kılar. Dinin iyi anlaşılması, geçmiş hayatın içe sindirilmesinin gerçekleşmesi ölçüsünde müm­kün olmaktadır. Dindar insan, geçmişte yaşadığı hayatın hakikatini tanıdığı zaman, rnüsbet bir geleceğin işaretlerini çözmesini bilir. O halde geçmişin özümlenmesi, kişinin dinî ilerleyişi için zarurî şart olarak gözükmektedir; buna yönelen mümin, dinin kendisine sağladığı güven ve hakikat prensipleri va­sıtasıyla kendim din tarafından korunmuş bulur.

Burada şunu bilmek gerekir ki, bazı tip gü­nahlara karşı duyulan eğilim, çoğu insanın hayatı boyunca onu terketmez. Hatta bu eğilimler, geç­mişin karanlık kıvrımlarına ve şahsî tabiata iyice yerleşebilirler. Elbetteki mümin, bütün hayatı ve varoluşu boyunca onlara hâkim olmaya çalışmak zorundadır. Fakat bütün çabalara rağmen, belki de onlardan hiçbir zaman kurtulmanın mümkün ol­mayacağı gerçeğini de alçakgönüllülükle kabul etmek gerekir. İhtimaldir ki, birçok dindar insan, dinî bakımdan bazı kusurlar içerisinde bu­lunmaktadırlar, fakat hiçbir zaman başarıya ulaşılmasa bile, bunların üstesinden gelene kadar mü­cadele etmek gerekmektedir. [308]

 
b) Farklılaşma ve Sentezler :
 

Din ve dünya arasındaki uyum, çoğu bakımlardan her müminin temel sorununu oluşturmaktadır. Bu meseleyi kor­kusuzca karşılama, gerçek bir dinî tutumun oluş­masına imkân verir. Sağlıklı bir insanî hayatın temel meselesi, farklı varoluş biçimlerinin ahenkli bir bütünleşmesidir. Bunu elde etmek için, bütün seçimlerimizin, eğilimlerimizin, varoluş tarzlarımızın farkında olmak gerekmektedir.  Çocuğun dünyası henüz geniş bir şekilde farklılaşmamış ola­rak kalmaktadır. Fakat ergen ve yetişkin, dinî de­ğerlerin dünyevî değerlerden ayrıldığı ve herşeyin insanî bir merkezden ele alındığı bir dünyada ya­şadığının farkındadır. Toplumun düzeni, bilim, sanat ve ahlâk dine nazaran kendi bağımsızlıkları içinde varlıklarını sürdürmektedirler. Bu durumda genç adam dini, ancak bu din-dışı dünyanın çerçevesi içinde kavramaya çalışacaktır. Bunun için de gencin, her defasında varoluşun çok çeşitli alan­larını birbirinden ayırması ve onları yeni bir tip bir­liğe kavuşturmaya çalışması gerekmektedir.

Böylesi bir farklılaşma için herşeyden önce ki­şinin, çocukluk süresince bağlanmış olduğu ana-babasının ve sosyal çevrenin temsil ettiği dinî de­ğerlerin geleneksel çerçevesinden dışarı çıkması ge­rekmektedir. Din kendini, insanlararası ilişkilerin temeli olarak ortaya koyar. Oysa ki modern me­deniyet, dinden bağımsız, dine başvurmaksızın bir toplum ve sosyal ilişki düzeni öngörüyor. Bu ba­kımdan, çağdaş toplumlarda dinin dünyevî varlığı ve etkisi belirsiz bir durumda bulunmaktadır. Bu durumda, kendi dinî kimliğinin peşinde olan bir genç, her defasında varoluşun değişik alanlarını kendisine maletmek, onların bağımsızlığını kabul etmekle birlikte, onlara karışmaksızın, onları canlandırabilen dinî bir görüş açısı ve dinî bir tutum içerisinde bu değişik alanları şahsında birleştirmek zorunda kalacaktır. Dinin, birbirinden ayrılmış ve kendi bağımsızlığı içinde tanınan değerlerin yeni bü­tünleşmesini gerçekleştirebilmesi için, bizzat Allah için ve Allah'a doğru yönlendirilmesi gerekir. Yalnız bu şartla din, onları yabancılaştırmaksızın, insanî ilgileri kuşatacak kadar üniversel olacaktır. [309]

Çocukluktan beri kişinin bütün varlığını ku­şatan bir davranışlar sisteminden sıyrılıp, yeni bir dinî varoluş projesi seçilmesi kolay ve sıkıntısız olmaz. Ancak kişi dinî hayata bağlandığı ölçüde umutsuzluklarını yenecek, huzur, sükûnet ve hoş­nutluk bulacaktır. Çevresinde yer alan kişilerle, ye­rine getirdiği görevlerle ve bağlı olduğu topluluğun âdetleri ile bir başka ilişki sistemi içinde, yeni bir değerler dünyası kuracaktır. Geçmiş tecrübelerin kazandırdığı alışkanlıklardan, günah ve hataların oluşturduğu çekim merkezinden öyle kolayca kurtulmanın mümkün olmadığı açıktır. Bu yüzden, ilk safhadaki çatışmalarda çoğunlukla büyük sıkıntı ve bunalımlar yaşanır. Bu sebeple, çoğu zaman dinî iman ve tutumun merkezileşerek farklı insanî alan­ları kendi etrafında toplaması, yani “bütünleşme” hareketi başarısızlığa uğrayabilmektedir. Esasen, kişinin kendi kusurlarını ve günahlarını kabul et­mesi olgusu, hayatının gerçekte yeniden ya­pılanması gerektiğinin zımnî bir tasdikidir. Böylece her hata, hayat projesinin birliğine ve bütünlüğüne katkıda bulunacak tarzda bir değer kazanabilir. Bu aynı zamanda pişmanlık ve tevbekârhğı da içine alan ideal bir arayış sürecini ifade eder.

Tabiatı itibariyle insan hem güçlü hem zayıf, Allah'a olduğu kadar başka şeylere de yönelmeye, ya da kendi üzerine kapanmaya, hem faziletli hem gü­nahkâr olmaya eğilimlidir. İnsanın herşeyden önce, kendisinin iyilik ve kötülük karışımı olduğunu, kendi eksikliğini ve zayıflığını kabul etmesi gerekir. Bu, alçakgönüllü bir tutumla mümkün olur. Esasen alçakgönüllülük tutumu (hilm ve tevazu), dini ima­nın hem ön şartı ve hem de onun ayrılmaz bir un­suru ve tezahürü [310] olarak anlam kazanmaktadır. [311]

 

c) Modelle Aynîleşme :
 

Hiçbir insanî tutum mo­dellere başvurmaksızın yapı kazanmaz. Aynîleşme, kişiye bir davranış sistemini derûnî olarak üzerine alma ve kendine malettiği şemaya göre kendini ye­niden organize etme imkânını verir. Bu vetire ile kişi, başkasını taklit etmekten çok, herhangi bir şekilde aynîleştiği şahıs gibi olur; onun durumuna gelir. Dinî inanç ve tutumlar da modellerle aynîleşme yoluyla biçim kazanır. Bu hususta şüp­hesiz en başta gelen faktör, ana-baba örnekleridir. Dinî inanç ve tutumlar genellikle aile içerisinde edi­nilen ilk tecrübelere sıkı sıkıya bağlıdırlar. Ana-babanın dinî üslûp ve yaşayışı çocuğu kuvvetle et­kilemektedir. Dindarlığın olduğu kadar, bazı araş­tırmaların ortaya koyduğu gibi, inançsızlığın kö­künün de çocukluk çağlarına kadar uzandığını ve ana-babanın dinî tutumlarının bunda büyük ölçüde etkili olduğunu [312] söylemek mümkündür. Baş­langıçta aile üyeleri içinde kökleşmiş dinî inanç ve tutum, başka hangi etkilere maruz kalırsa kalsın, çocukluk süresince biçimlendirilmiş olan çizgileri korumaya devam edebilmektedir, insanların büyük çoğunluğu, kendi ana-babalarının dinî üslûbunu aynen benimserler. Elbetteki bazı köklü aykırılıklar ya da sathî değişiklikler de olabilmektedir. Esasen, çocuğun kendi ana-babası ile aynı inanca sahip olup olmaması, o inancın bizzat çocuk için ifade et­tiği mânâ ve öneme bağlıdır. Yani çocuk ana-babanın inançlarını hazır bir şekilde almaz; onları seçime tabi tutar. Aynı zamanda aile, çocukların inanç  ve  tutumları  üzerinde,   diğer  kültürel  tesirlerin de aynı yönde işleme derecesiyle uygun ola­rak bir etkide bulunur [313]. Bazı durumlarda, ana-babanın yaptığı etki çocukta, onların inanç ve tu­tumlarına zıt bir sonuç ta doğurabilmektedir.

Kişinin inanç ve tutumları, bağlı olduğu kendi grubu ile dayanışma halindedir. Grup, oraya kararlı bir şekilde üye olunduğu ve tutum kaynağı olduğu kadar, hemen her zaman bir tutum konusudur. Bundan dolayıdır ki, grup davranış modelleri verir ve değer yargıları öğretir. Fert ve grup arasındaki bu karşılıklı ilişki aynı zamanda dinî tutumlar açı­sından da geçerlidir. İnanan kişi, kendi değerlerini ve davranışlarını sembolize eden dinî grubu seçer; buna karşılık, onun üye olduğu cemaat müminin şahsî tutumuna yaşama imkânı verir. Elbette ki, her üyelik dinî kişilik için aynı ölçüde yapılandıncı bir etki meydana getiremez. Genel bir kaide olarak; bir grupa mensup olma, şahsî tutumdan önce gelir. İnsan belli bir kültür içinde doğar, şahsî bir kanaat sahibi olmadan önce bir dinî cemaate katılır. Ka­tıldığı bu dinî cemaat içerisinde dinî inanç ve tu­tumları gelişmeye başlar. Fert ne kadar bağımsız ve kuvvetli bir kişilik sahibi olursa olsun, mensubu bulunduğu gruplann ortak değerleri, inanç ve âdetleri onu bağlamakta, ona şekil vermektedir.

Özellikle aydın kimselerin önemli bir kesiminin dinî grup ya da cemaatlere, objektif bir iman ga­rantisi bulmak için katıldıkları müşahede edil­mektedir. [314] Yani, kendi sübjektif eğilimlerine ve iz­lenimlerine güvenmeyerek, kendi kendilerini merkez edinmekten uzaklaşıp, cemaate ait bir dinî yorum ve anlatımın gerçekliği yoluyla kendi imanlarını doğrulamaya çalışmaktadırlar. Bu baş­kalarıyla dayanışma hâlinde imanı yaşama arzu ve endişesi, ahlâkî destek ve sosyal tasvip ihtiyacı kadar, bunlardan daha fazla, hakikatin tenkitli bir muhakemesinden ileri gelmektedir. Bu anlayışa göre, iman bakımından tek gerçek insanî tutum, üniversel ve objektif şekiller altında kendini gös­teren ve bu durumda kendini başkalarıyla ortak olarak tanıtan tutumdur. [315]