- İman Nedir ?

Adsense kodları


İman Nedir ?

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

rray
fakir
Tue 10 February 2009, 11:56 pm GMT +0200


   İslâm dini tevhid itikadı üzerine kurulmuştur. Tevhid ise Allah-u Zülcelal’in zatında ve sıfatlarında tek (bir), ezeli ve ebedi olması ve O (C.C.)’nun yaratması dışında birşeyin olmasının kesinlikle mümkün olmadığına iman etmektir.

   Herşeyin bir adabı (usûlü) vardır. Tevhid, itikad ve imanın şartı da Allah-u Zülcelal’ in zati ve subûti sıfatlarında tek (bir) olduğunu bilmek ve iman etmektir. Peygamberlere, kitaplara, meleklere, ahiret gününe, kaza ve kadere ve öldükten sonra dirilmeye iman ve itikad etmektir.

   İman, Allah-u Zülcelal’ in Hz. Peygamber (S.A.V) vasıtasıyla bildirdiği şeyleri, kât-i surette kalben tasdik ve dil ile ikrar etmektir.
 

hafizvuslat
Sun 20 September 2009, 11:54 pm GMT +0200

Kalbimiz ile tasdik dilimiz ile ikrar ettik.Yasantimiz boyuncada insallah Iman uzerine olur,son nefesimizdede Imanla gitmek hepimize nasip olur insallah.
Hocalarim hep derlerdiki,ibadetlerimize inancimiza,amellerimize guvenmeyelim,Irtbat daima Son Nefesedir!...

Huzura Imanla gidebilmemiz umuduyla...

Allah cc razi olsun Hocam emeklerinize saglik.

Sems
Sun 28 February 2010, 06:03 pm GMT +0200
Allah (c.c) Bu değerli bilgilerden razı olsun İnşAllah.

basiret
Wed 17 March 2010, 11:09 am GMT +0200
mevla razı olsun

ehlidunya
Fri 1 October 2010, 05:09 pm GMT +0200
allah razı olsun imanın ne olduğu tekrar tekrar ne olduğunu öğrenmek çok iyi oluyor insan haz alıyor emeğinize sağlık hocam

muhsin iyi
Sun 4 September 2011, 08:08 pm GMT +0200
Allah’a  İman Nedir? Allah’ın Bir Oluşu Ne Demektir?
İman, insanın bir anne ve babası olduğunu bilmesi gibi bir yaratıcısı olduğunu kavradıktan sonra Allah’ın (c.c.) bu dünya yaşamında kendisini yalnız bırakmayıp gönderdiği peygamberlerle ve indirdiği kitaplarla yaşam biçimini belirlemeye hak sahibi olduğunu; hayır ve şerrin O’ndan geldiğini, Allah’ın (c.c.) ezeli ilmiyle kimlik bilgilerini, başına gelecekleri, yapıp edeceklerini kaderi olarak Levh-i Mahfuz’a kaydettiğini; bu dünyadaki yaşamı için ahirette diriltilip ödül ve ceza için sorguya çekileceğini kabul etmesidir. Ayrıca Allah’a (c.c.) yakın varlıkların, yani meleklerin varlığını da kabul etmek gerekir. Kısacası imanın altı rüknü eksiksiz bir şekilde kabul edilirse iman tamamlanmış olur.

İmanın altı rüknünden birinde duyulan bir kuşku, Allah (c.c.) inancında da itikadi bir bozukluğa neden olacaktır. O zaman bu bozukluk,  gerçek İslam dini yerine batıl bir dine veya inanca da neden olabilecektir.

Bazı insanlar Allah’ı (c.c.) yaratıcı olarak kabul etmekle O’na inanmış olduklarını söylerler. Bu kadarcık bir inancı da  kafi görürler. Oysa Kuran-ı Kerim’in ifadesine göre Mekkeli Müşrikler de yaratıcı olarak Allah’ı (c.c.) tanıyorlardı ve bunun da ötesinde rızık verici güzel ismiyle (Er-Rezzak) Allah’a (c.c.) dua ediyorlardı: “Yemin olsun ki o putperestlere (Mekkeli Müşriklere) kendilerinin kimin yarattığını sorsan mutlaka ‘Allah’ diyeceklerdir. Öyle ise nasıl oluyor da dönüyorlar? (Ez-Zuhruf suresi, ayet 87).”, “(Putperestlere hitaben) De ki: ‘Size gökten ve yerden kim rızık veriyor? Yahut kulaklara ve gözlere kim malik bulunuyor? Ölüden diriyi, diriden ölüyü kim çıkarıyor?’ Hemen, ‘Allah’ diyeceklerdir. Sen de ki: ‘O halde sakınmaz mısınız?’ (Yunus suresi, ayet 31)”

 Allah’ı (c.c.) sadece yaratıcı sıfatıyla kabul etmek, yaşamında Kuran-ı Kerim’in buyruklarına ve peygamberin (s.a.s.) sünnetine uygun biçimde Allah’a (c.c.) yer vermemek Allah’a (c.c.) iman etmede bir noksanlığa işarettir. Öyleleri İslam dini yada ilahi bir dinle değil de Teizm yada Deizm türü bir inançla Allah’a (c.c.)  iman etmektedirler.

Gerçekte çağımızda pek çok kişi,  bilinçsiz olarak Teist yada Deist türü bir inançla Allah’a (c.c.)  iman etmekte, fakat kendisi bütün yaşamı boyunca bunun farkında olmamaktadır.

Herkesin kendisine göre bir Allah (c.c.) inancı vardır. Kimisi Allah’ı (c.c.) sadece yaratıcı olarak kabul eder. O’na bazen kendisini yarattığı için şükran duyar. Ama bundan başka yaşamında O’nunla pek bir iletişime geçmez. Kimisi daha insaflıdır. İbadet hayatıyla O’nu anmaya çalışır. Yine de buna karşın O’nun çağdaş hayatta pek bir etkisinin olmasına razı olmaz. Dinin insanın vicdanında ve özel hayatında yerini kabul etmesine karşın sokağa, halka, millete, dünyaya ulaşmasını pek akılcı bulmaz. Tabii bu konuda herkes farklı düşünecek, Allah’a (c.c.) imanı kendi penceresinden değerlendirecektir. Demek ki Allah’a (c.c.) iman konusu, spekülasyona açıktır. İnsanların tanımında birleşmelerine imkânı yoktur. Buna neden olan şey de Allah’ın (c.c.) duyu organları ile algılanamamasıdır. Bu yüzden bazı insanlar O’nun varlığını bile inkâr etmektedirler.

Tabii İslam dininde Allah’a (c.c.) imanın tanımı, o yada bu kişiye göre değişmez. Çünkü İslam dinine giriş, Allah’a (c.c.) imanla başlar. Hangi Allah’a (c.c.) nasıl iman edileceği de gayet açıktır. Ayrıca İslam dinine girişte söylenilen Kelime-i tevhitle (Kelime-i şahadetle) Allah’a (c.c.) imanın bir mücadele ve dava konusu olduğu da hemen belirtilir. Daha doğrusu Allah’ın (c.c.) tanıtılmasından ziyade önce Allah’a (c.c.) imanın bir mücadele ve dava konusu olduğu üzerinde durulur.  Kişinin yaşamında temiz bir sayfa açması beklenir. İslam dininin tam ve eksiksiz Allah (c.c.) inancı için önce sapkın din, inanış, mezhep, kültür ve felsefelerden gelen yanlış, eksik Allah (c.c.) inancının etkilerinin ortadan kaldırılmasına çalışılır. Namaz öncesi alınan abdest gibi İslam dinine yeni giren kişi de bu sayede manevi dünyasında bir temizlik işleminden geçer. Bu yönüyle İslam dininin kapısı olan Kelime-i tevhit doğru, eksiksiz bir Allah (c.c.) inancının temelini oluşturur: Lâ-ilâhe illallah. 

Kelime-i tevhit, iki cümleden meydana gelmektedir. İlk cümle şudur: Lâ-ilâhe (ilah yoktur). Bu yadsınan ilahlar, insanın hayatında Allah (c.c.) dışında kutsanan her şeyi kapsamaktadır. Bunlar, peygamberimiz (s.a.s) döneminde Kâbe’deki putlardı. Ayrıca Hıristiyanlardaki Hz. İsa’nın (a.s.) Allah’ın (c.c.) -hâşâ- oğlu oluşu, Yahudilerdeki Allah (c.c.) tarafından seçilmiş ırk olma inancı da yadsınan ilahlardandı. Bunların her birisi de gerçek Allah (c.c.) inancının önündeki engellerdi. Peygamberimizin (s.a.s.) yaşamı işte bu yadsınan ilahlarla mücadele ile geçti. Kuran-ı Kerim de bu mücadelede ona yol gösterdi. Davası oldu.

Bugün çağdaş insanın yaşamında yadsınması gereken ilahlar, biraz daha farklılık arz etmektedir. Bireyi, toplumu Allah’a (c.c.) ulaştırmayı engelleyen her şey yadsınması gereken bir ilahtır. Bizim burada önemle belirtmek istediğimiz nokta, İslam dinine girişte parola olan Kelime-i tevhitte ilahların yadsınması mücadele ve davasının ön planda yer almasıdır. Halbuki kendi basit, alışıldık mantığımızla İslam dinine girişte duyu organları ile algılayamadığımız Allah’ın (c.c.) önce bize kim olduğunu, sıfatlarını ve güzel isimlerini açıklamasını beklerdik. Ama Allah (c.c.), Kendi’ne imanı, yadsınması gereken ilahlarla mücadele etmeye bağlamakta ve bu davayla Kendi’sine yaklaşmamıza izin vermektedir. Dinine bizi bu şartla kabul etmektedir. Allah (c.c.) düşünsel, metafizik, felsefi bir yaklaşımla değil, yadsınması gereken ilahların olmadığı bir yaşam biçimiyle bize yönelmektedir. Daha doğrusu ilahların yadsındığı bir yaşam biçimiyle O’na inanmaya başlayacağımız, yöneleceğimiz, O’nu tanıyacağımız belirtilmektedir. İslam dininin temelini teşkil eden Allah’a (c.c.) iman kavramı ilk bakışta Allah’ın (c.c.) varlığı ve birliğinin düşünsel, metafizik, felsefi bir onaylaması gibi görünürken Kelime-i tevhit yaşamın gerçekliğine inmekte ve doğru ve eksiksiz bir Allah (c.c.) inancı ve buna engel oluşturan ilahların yadsınması için bizi mücadeleye ve davaya çağırmaktadır.

Ağzı olan herkesin konuşması gibi her tür konuda da düşünmek, düşünce egzersizi yapmak, zorluğu şurada dursun, eğlenceli bir iştir. Allah’ın (c.c.) varlığı ve birliği de böyle düşünsel, felsefi, metafizik bir konudur.  Allah’ın (c.c.) varlığını ve birliğini zihnen kabul etmek güzel bir olgu olmakla beraber İslam dinine böyle bir düşünce kalıbıyla girilmemektedir. İslam dinine Kelime-i tevhitle girilir. Bunun için de Allah’ın (c.c.) varlığını ve birliğini zihnen kabul etmek yeterli değildir. Önce, kişinin yaşamında Allah’a (c.c.) iman etmede engel teşkil eden ilahların yadsınması mücadele ve davası gelmektedir. Bu konu ise düşünsel değil yaşamsal bir alanı gerekli kılmaktadır. İlahların yadsınması mücadele ve davası pek çok kişi ile çatışmayı gerektirebilir. Toplumsal bozukluklar, haksızlıklar içerisinde kime karşı vaziyet alacağımızı bile şaşırabiliriz.

Pek çok insan din adına değil de insanlık adına toplumdaki bozukluklarla, haksızlıklarla mücadeleye girer. Yaşamları bizleri imrendirecek kahramanlık sahneleri ile doludur. Hâlbuki bunların çoğu ahirete bile inanmazlar. Oysa Allah (c.c.) bizden yadsınması gereken ilahlar adına toplumdaki bozukluklarla, haksızlıklarla mücadele etmemizi istediği halde bizler çoğu kez din ve İslam adına toplumdaki bozukluklardan ve haksızlıklardan yana oluruz. Bazen de bu konularda tarafsız kalırız. Gayrete gelip de bir şeyler yapanlar pek azdır. Onların da bu çabalarını, çalışmalarını engellemek için uğraşır dururuz. Hâlbuki bu iş için Allah (c.c.) bize cennette akla hayale gelmeyecek nimetlerle ebedi bir hayatı vaat etmektedir. Bu tabii pek deşilmesini istemediğimiz bir yaramızdır.

Gelelim Kelime-i tevhidin ikinci cümlesine: illallah (ancak Allah (c.c.) vardır/hâkimdir). Ama bu var ve hâkim olacak Allah (c.c.) kimdir? İşte bu soru Kelime-i tevhidin devamı olan şu cümle ile yanıtlanır: Muhammed-ün rasûlullah. Yani Peygamber Aleyhissalâtu Vesselâm Efendimizin ve onun Allah’tan (c.c.) getirdiği kitabın tanımladığı Allah. Artık bu Allah (c.c.) o kadar açık ki. Kimse bu konuda bir sıkıntı yaşamayacaktır. Çünkü Peygamber Aleyhissalâtu Vesselâm Efendimiz hadislerinde Allah’ı (c.c.) tanımlamaya, anlatmaya çalışmış, Kuran-ı Kerim’in de en başlıca konusu Allah (c.c.) olmuştur. Allah (c.c.) bütün sıfatları ve güzel isimleri ile ortadadır. Hadis kitapları ve Kuran-ı Kerim Allah’ı (c.c.) sıfatları ve güzel isimleri ile bizlere dosdoğru ve eksiksiz olarak tanıtmış ve anlatmıştır.

Buna karşın çağımızda pek çok kişi Müslüman olduğunu söylediği halde niçin Allah’ı (c.c.) gerektiği şekilde tanımamaktadır? Çünkü bu kimseler İslam dinine girişin ilk koşulu olan Kelime-i tevhidi gereği şekilde kabul etmemektedirler. Yaşamlarında yadsınması gereken ilahlarla mücadele etmeyi ve böyle bir davayı üzerlerine almayı göze alamamaktadırlar. Korku, kaygı, gaflet, haramlar, dünya zevkleri buna mani olmaktadır. Hâlbuki Allah (c.c.) kimsenin sırtına taşıyamayacağı yükü yüklemez. İmanın en zayıf kısmının zulme, haksızlığa karşı kalple buğzetmek (nefret hissi) olduğu hadislerde geçmektedir. Maalesef bu bile pek çok kimseye zor gelmektedir. Durum böyle olunca, yani ilahlar yadsınmayınca pek çok kimse gerçek Allah’ı (c.c.) tanıma, anlama, O’na inanma gereği de duymamaktadır.

İnsanın nefis (bilinçdışı) ve ruhtan oluştuğunu kutsal kitabımız şöyle ifade etmektedir: “De ki ruh Rabb’imin emrindedir (İsra suresi, ayet 85).”, “Nefis, daima kötülüğü emreder (Yusuf suresi, ayet 53).” Bu iki varlığı, yani ruhu ve nefsi birer manyetik alana benzetirsek insanın seçme yeteneğinin, daha doğrusu iradesinin, yani kutsal kitaba göre sınanan yanının bu iki manyetik alana eğilim gösterecek bir biçimde yaratıldığını anlamış oluruz. Kuran-ı Kerim’de yüce Allah,  “Muhakkak biz emaneti göklere, yere, dağlara sunduk da onlar bunu yüklenmekten çekindiler. Zira sorumluğundan korktular. Ama insan onu yüklendi. İnsan gerçekten çok zalim, çok cahildir (Ahzab suresi, ayet 72).” Allah’ın (c.c.) gökyüzüne, yeryüzüne ve dağlara sunup da onların yüklenmekten çekindikleri emanetin insana verilen irade, yani seçme yeteneği olduğu tefsirlerde belirtilmektedir. Bilgiyi hafızada tutma, işleme, karşılaştırma ve sonuçlar çıkarma gibi zihinsel melekeler de iradenin emri altında olan ünitelerdir. Demek ki kötülüğü temsil eden nefsimizle (bilinçdışımızla) iyiliği temsil eden ruhumuz bizi (yani irademizi) etki altına alan kaynaklardır. Bizler iyiliği ve kötülüğü seçmede özgür bırakılmış, yani ruhun ve nefsin manyetik etkisi altına girebilecek irademizle yaşamımızı biçimlendirmekteyiz.

Ruhun ayırıcı vasfı aşktır. Güzel şeylere ve faziletlere tutkudur. Aşk, bu varlık âleminde veya karşı cinste aşkın (müteal) olan şeyler karşısında duyulur. Yaratılmış olan şeylerde aşka neden olan her türlü güzellik, kahramanlık, üstünlük, erdem aslında Allah’ın (c.c.) varlık âlemindeki birer tecellisidir. Bir insan başlangıçta bunlara gönül bağlasa da işin aslını düşündüğünde aşkı bunlardan hareketle yüce Allah’a (c.c.) kadar ulaşabilir.

Ruhun ayırıcı vasfı aşk olduğu gibi dostları da meleklerin ilhamları ve yüce Allah’ın (c.c.) ayetleridir. Ruhun gayesi Allah’a (c.c.) ulaşmaktır.

Nefsin ayırıcı bileşenleri içgüdüler ve geçmiş anılardır. Yani nefis hem bedene hem de yaşanılan şeylere bağlıdır. Ayrıca duygusal enerjileri ile bastırılmış kötü anı kümeleri de  (yani kompleksler) nefsin en can alıcı noktalarını teşkil eder. Freud, kutsal kitaplardan aşırdığı nefis kavramını psikanalizde bilinçdışı (sonra bunu id) terimi ile adlandırmıştır. 

Nefsin ayırıcı vasfı bencillik, öfke, kin, kıskançlık, cimrilik ve şehvet gibi kötülüklerin de kaynağı olan şeylerdir. Allah (c.c.) nefsin bu eğilimlerinin önüne geçmek için peygamberler göndermiş, kitaplar indirmiş, ölçü ve kurallar belirlemiştir. Böylelikle bu kötülük de doğabilecek eğilimlerden yaşam için nimetler, koşullar elde edilmiştir. Allah’ın (c.c.) kitabındaki emir ve yasakların en büyük hikmetlerinden birisi de nefsi hizaya sokmak, insanın, toplumun hizmetine vermektir.

Nefsin arkadaşları dünya ve şeytandır. Şeytan insan nefsini dünya ile kandırır. Şeytanın elinde dünyanın zevk ve eğlenceleri dışında başka bir güç yoktur. İnsanları vesvese yolu ile davet edip bunlardan haram helal demeden yararlanmaya,  bu sayede azgınlaştırmaya çağırır.

İşte Lâ-ilâhe illallah insanın bu manevi yapısına uygun bir yapıya sahiptir ve insanı bu manevi yapısıyla kendi içerisinde mücadele etmeye çağırır. Şöyle ki: Lâ-ilâhe (ilah yoktur) bir keskin kılıç gibi nefsin üzerine indirilir. Nefsin şeytanın etkisiyle ve dünyanın gelip geçici arzuları sonucu oluşan ilahlarını böylece kökünden kazır. İnsanın yaşamında Allah (c.c.), Allah’ın kitabı, Peygamber Aleyhissalâtu Vesselâm Efendimizin sünneti amaç haline gelmediği zaman sahte ilahlar hemen boy gösterir. Tıpkı ekilmeyen bir tarlada her türlü otun bitmesi gibi insan yaşamı da yaratılış gayesinden saptı mı hemen sahte ilahlar edinir. Bu bakımdan insan doğası ilah edinmede boşluk kabul etmez. Allah’a (c.c.) iman ile dolmayan yere şeytan sahte ilahları ile hemen biter. İlahların olduğu bir yerde de Allah’a (c.c.) iman olmaz. 

Lâ-ilâhe illallah ile nefsin şeytanın etkisiyle ve dünyanın gelip geçici arzuları sonucu oluşan sahte ilahlara karşı eğilimi kırılmaya çalışılır. Aslında bu Kelime-i tevhit tek başına yeterli de gelmez. Kişi gerçi bununla İslam dinine girer. Ama bu dinde kalabilmesi ve imanını güçlendirmesi için İslam’ın diğer şartlarına da sarılması gerekir: Haramlardan uzaklaşmak yanında namaz kılmak, oruç tutmak, zekat vermek ve hacca gitmek gibi ibadetlerle de nefisle savaşılır. Ona aman verilmez.  İşte nefis ancak haramlardan sakınmak ve bu ibadetlerle tam anlamıyla ıslah olabilir. Ancak bu yolla Lâ-ilâhe bir kılıç gibi nefsin üzerine inerek onu tesirsiz hale getirir. Nefsin eğilimleri, şeytanın dünya aracılığı ile çeşitli oyunları yüzünden ara sıra  bazı sıkıntılar yaşanabilir. Tabii bu yüzden Allah’a (c.c.) ibadet yolunda bazen tökezlemeler olur, çeşitli günahlara bulaşılabilinir. Tövbe etme ve istiğfarla gene derlenip toparlanılır. Yola devam edilir. Hedef son nefeste imanı şeytana kaptırmamaktır.

İnsanların bir kısmı, “Niçin günde beş vakit namaz olmuş, bir vakit olsa idi daha iyi olmaz mıydı?” diye düşünürler. Bir vakit namaz yeterli olsaydı Allah (c.c.) nefsimize onu uygun görürdü. Allah (c.c.) dinde, nefse her zaman en kolay geleni teklif eder. Hiçbir zaman bizim sıkıntıya girmemizi istemez. Ama demek ki, nefis o kadar azgın ki, günde beş kez ona Allah’ı (c.c.) anımsatmayınca yoldan çıkabilecek bir özellikte yaratılmıştır. Çünkü nefsimizi yaratan onun ilacını bizden daha iyi bilir.

Lâ-ilâhe kılıcının etkisiyle, haramlardan kaçınmakla ve ibadetlere devam etmekle nefis dize geliyor ve illallah (ancak Allah (c.c.) vardır/hâkimdir) diyerek imanını tamamlıyor. Gerçi ruh Allah’tan (c.c.) geldiği için hiçbir zaman Allah’ı (c.c.) inkar etmez. Ama nefis bazen insanın manevi dünyasında o kadar hakim hale gelebiliyor ki ruha teneffüs etme imkanı bile tanımıyor, onu boğuyor. İşte  illallah diyen nefis, ruh ile bir bütünlüğe kavuşunca büyük bir huzura erer (nefs-i mutmainne).

Demek ki nefis ile ruh arasında bir mücadele vardır. Nefis, destekçileri olan kompleksleri, dünyanın gelip geçici zevkleri ve şeytan ile insanı sahte ilahlara bağlanmaya çağırırken ruh Allah’a (c.c.) yönelmekte, meleklerin ilhamları ile yüce, güzel şeylere tutkun (âşık) olmaktadır. Bu hal nefisle ruhu bir çatışmaya ve mücadeleye sevk etmekte, bunun da karşılığı olarak Allah (c.c.) kulu imana davet ederken Kelime-i tevhitte Lâ-ilâhe (ilah yoktur) ile illallah (ancak Allah (c.c.) vardır/hakimdir) arasında  aynı çatışma ve mücadeleyi göstermekte, bizi seçime ve eyleme çağırmaktadır. Allah’a (c.c.) iman, sadece düşünsel, felsefi, metafizik bir olgu değildir, daha ziyade bir yaşam tarzıdır. Allah’a (c.c.) iman öyle bir yaşam tarzı ki, sadece dış dünyada değil insanın manevi yapısında da şeytanın etkisiyle ve dünyanın gelip geçici arzuları sonucu oluşan ilahlarla Allah’ın (c.c.) hâkimiyeti arasında kıran kırana bir çatışma ve mücadeleyi gerektirmektedir.  İrade Allah’a (c.c.) iman için bu çatışma ve mücadelede nefis aleyhine taraf tutmak zorundadır.  Tabii bu da büyük bir savaşım sonucu mümkün olmaktadır.

İllallah (ancak Allah (c.c.) vardır/hâkimdir), Allah’ın (c.c.) vahdaniyetini (bir oluşunu) temsil eder. İslam dini, Allah’ın (c.c.) bir oluşu temeli üzerine kurulur ve yükselir. Bu makama ulaşan bir insana, topluma dünya ve ahiret mutluluğu verilir. Yani bu mutluluk sadece bireysel bir anlam taşımaz, onun toplumsal ve evrensel bir yönü de bulunmaktadır.

Allah’ın (c.c.) zati sıfatlarından vahdaniyet (bir oluşu) insanın ebedi kurtuluşunda yada mahkumiyetinde belirleyici bir sınav konusu olması itibariyle ayrı bir öneme sahiptir. İlahları yadsıdıktan sonra Allah’ın (c.c.) tekliğine ve Hz. Muhammed’in (s.a.s.) O’nun kulu ve elçisi olduğuna tanıklık eden kimse İslam dinine girer. Bu açıdan ilahları yadsıma ve Allah’ın (c.c.) tekliğini onaylama dinin yarısına tekabül etmektedir.

Allah (c.c.) vahdaniyetini onaylama işlemini ahiret yaşamında ödül yada cezada belirleyici bir ilke olarak değerlendirdiğine göre O’nun vahdaniyetine ilişkin sınırsız ayetlerin de bulunduğunu düşünebiliriz. Çünkü böyle önemli bir konu bir bulmaca yada bilmece gibi saklı tutulamaz. İnsanın ebedi olarak ceza yada ödül aldığı bir konu apaçık bir özelliğe ve gerçekliğe sahip olmalıdır. Bu nedenle yüce Allah (c.c.), kullarına merhamet ederek vahdaniyetini sadece gönderdiği peygamberlerle, indirdiği kitaplarla duyurmamış, dünyadaki ve evrendeki pek çok olay, olgu ve varlıkla da değişik biçimlerde anlatmıştır. Bizzat insanın vicdanında bile böyle bir vahdaniyeti görebilmekteyiz.

Allah’ın (c.c.) vahdaniyetinin onaylanması insani açıdan değerlendirildiğinde ne kadar önemli bir olay olduğu anlaşılmakta, bir yaşam felsefesine karşılık geldiği görülmektedir. İnsanın iyi yada kötü birisi olmasını vahdaniyeti onaylayıp onaylamaması belirlemektedir. Vahdaniyeti onaylama toplumda eşitlik ve kardeşlik ilkelerine sadık kalındığını temsil etmektedir. Şirk ise ayrımcılığa ve eşitsizliğe karşılık gelmektedir.

İlk Müslümanlardan olan Hz. Bilal (r.a.), Amerika’da ve Afrika’da bugün milyonlarca benzeri olan bir zenciydi. Üstelik hiçbir hakkı olmayan bir köleydi. Peygamber Aleyhissalâtu Vesselâmın vahdaniyet çağrısını duyunca hemen ona katıldı. Efendisi bu yeni dinden dönmesi için onu yere yatırıp Arabistan’ın kızgın çöllerinde güneşin karşısında adeta alevden kor haline gelmiş kayaları vücuduna koyarak eziyet ediyordu. O mücadelesini Allah’ın vahdaniyet sıfatından alıyordu ve “Ahad, Ahad ! (Allah (c.c.) bir, Allah (c.c.) bir!)” diyerek karşı koyuyordu. Aslında evrendeki ilahın bir olması ile onun kurtuluşu, ilahların çok olması ile de onun kendisine reva görülen insanlık dışı yaşamı arasında bir ilgi mevcuttu. Olaya bir başka açıdan bakıldığında Hz.Bilal’in (r.a.) insani özgürlük ve haklarının mücadelesini verdiği görülür. Çünkü evrende tek bir ilahın olması, aynı ebeveynin evlatları gibi, insanların eşitliği ve kardeşliği anlamına geliyordu. Birden çok ilah ise insanlar ve toplumlar arasında ayrıcalıkların ve savaşın temsilcisiydi. Hz. Bilal (r.a.) bunun bilincindeydi. Ayrıca Mekkeli müşrikler, özellikle mevcut bozuk düzenden en çok yararlanan varlıklı kesim de bunu gayet iyi biliyorlardı. Onun için çarpık düzenin devam etmesi için Hz. Bilal’in (r.a.) ve onun gibi yoksul, çaresiz ve sömürülen insanların bu yeni dine girmelerini engelliyorlardı.

 Bugün dünyada Allah’a (c.c.) pek taştan, ağaçtan yapılmış heykellerle şirk koşulmuyor. Ama yine ülkeler, toplumlar ve insanlar arasında sömürü, zulüm ve eziyet İslam’ın ilk dönemlerindeki Arabistan’ı aratmayacak oranda vardır. İnsanların artık Allah’a (c.c.) şirk koştuğu ilahları soyut bazı kavramlar olabilmektedir. Örneğin bir ülkede ırkçılık kavramının kutsanmasıyla başka ırka mensup olanlara zulümler yapılabilmektedir. Yine başka bir ülkede para kutsanarak yoksul insanların en doğal hakları görmezden gelinebilmektedir. Hangi kavram olursa olsun Allah’ın (c.c.) vahdaniyetine inanan birisi için insanların eşitsizliğine ve kardeşliğine engel teşkil eden her şey bir put olarak görülür. Bir Müslüman’ın Allah’ın (c.c.) vahdaniyet sıfatı gereği bunlarla mücadele etmesi, toplumda eşitlik ve kardeşlik ilkeleri ve davası için savaşım vermesi gerekir.

Tüm dünya insanlığı Allah’ın (c.c.) vahdaniyeti ile dünya ve ahiret mutluluğunu kazanmaya adeta susamış durumdadırlar. Allah (c.c.) bizi bu konuda yalnız bırakmamıştır. Peygamberlerle ve ilahi kitaplarla bizleri desteklemiştir. Allah’ın (c.c.) vahdaniyetinin birey ve toplum tarafından onaylanması, O’nun kitabına ve Peygamber Aleyhissalâtu Vesselâm Efendimizin sünnetine bağlanmakla, bunların gösterdiği yolu yaşam biçimi edinmekle gerçekleşir. Zaten bunlara yapışmadıkça O’nun vahdaniyeti de onaylanamaz. Şirke ve küfre düşülür.
 Muhsin İyi

muhsin iyi
Sun 18 September 2011, 08:27 am GMT +0200
     İrşat Olma ve Hidayete Gelme Nedir? Allah’ın El- Hâdî ve Er-Reşîd Güzel İsimleri

   Er-Reşîd (Allah irşat edendir.) güzel ismi El-Hâdî (Allah hidayet edendir.) güzel ismi ile büyük bir benzerlik göstermesine karşın aralarında elbette bir anlam ayırtısı bulunmaktadır. El-Hâdî güzel ismi İslam dini ile tanışmamış yada küfrün, günahın içerisinde bulunan birisinin hidayete gelmesi, Allah’ın (c.c.) emir ve yasaklarına uymasıdır. Er- Reşîd güzel ismi ise İslam’ın emir ve yasaklarını yerine getiren bir Müslüman’ın Allah’a (c.c.) daha yakın olma arzusu ile bir Allah (c.c.) dostuna (mürşid-i kâmil) nefsini teslim edip terbiye ve irşat olmasıdır.

   Kuran-ı Kerim’de Vâkı’a suresinde Allah (c.c.) mahşer günü insanları üç sınıfta değerlendireceğini belirtmektedir: Kitabı sağdan verilen (ashâbu’l-meymene), kitabı soldan verilen (ashâbu’l-meş’eme), imanda ve fazilette öncüler (es-sâbikûn) olmak üzere.  Buna göre kitabı sağ taraftan verilenler Allah’ın (c.c.) el- Hâdî güzel ismi ile hidayete ulaşmış, İslam dininin emir ve yasaklarına uyarak takva ehli olmuş kimselerdir. Bunlar cennetliktirler. Kitabı sol taraftan verilecek olanlar küfür üzere veya günahkâr Müslümanların içerisinde tövbe edemeden ölen insanlardan oluşur. Günahkâr Müslümanlar cehennemde cezalarını çektikten sonra kurtulacaklardır, küfür üzere ölenler için ise ebedi kalmak üzere cehennem vardır. İşte konumuzu teşkil eden üçüncü sınıf insanlar, hidayetlerinden sonra Allah’ın (c.c.) er-Reşîd güzel ismi ile bir Allah dostu (mürşid-i kamil) vesilesi ile irşat olmuşlardır. Tabii sâbikûnlar gerek amelde gerekse Allah’a (c.c.) karşı duyulan ilahi aşkta ashâbu’l-meymeneyi geçmişlerdir. Ahirette bunlara verilecek ödüller de buna göre çok daha büyük olacaktır. İlgili surede bunların çoğunun önceki ümmetlerden azının da Hz. Muhammed’in (s.a.s) ümmetinden olacağı belirtilmektedir.

   İlk tarikatlar her ne kadar hicri beşinci yüzyıldan sonra kendisini gösterse de tasavvuf düşüncesi İslam dininden uzak bir anlama sahip değildi. Peygamberimiz (s.a.s) döneminde böyle bir hareket görülmese de Mescid-i Nebevi’nin bitişiğinde kalan ashâb-ı suffenin hayatı tasavvuftan uzak değildi. Zira buralarda kalan yoksul sahabeler vakitlerini ilimle, dini sohbetlerle, zikirle, Kuran-ı Kerim tilavetiyle geçiriyorlardı. Bunlar da bu yeri adeta bir dergaha çevirmekteydi.

   Tasavvuf düşüncesinin kurumlaşmasına tarikat denir. Tarikat, “Allah’a (c.c.) ulaştıran yol” anlamına gelir. Her tarikat seçtiği nafile, müstehap ibadetlerle müridi eğitmeye, Allah dostu kılmaya çalışmaktadır. Esasta tarikatlar bir olmasına, Allah’a (c.c.) ulaştırmayı amaçlamasına karşın kullandığı yöntem ve teknikler farklı olduğundan değişik adlar almışlardır.

   Tarikatların asıl görevi Müslümanları irşat etmektir.

   Müslümanlar neden herhangi bir kitaptan, özellikle Kuran-ı Kerim’den irşat olamamışlar da gerçek bir irşadın gerçekleşmesi için bir Allah dostuna gereksinim duymuşlardır? Elbette bu yolda yazılmış bir kitap da ve özellikle Kuran-ı Kerim de insanı bir dereceye kadar irşat eder. Bunu kimse görmezden gelemez, inkar edemez. Yalnız bu yolla takva sınırlarının yukarısına çıkmak, sâbikûnlardan olmak gerçekleşmez. Gerçek anlamda irşat, ancak bu yolda daha önce yürümüş bir Allah dostu ile mümkündür. Eğer kitaplarla eğitim yeterli olsaydı okullara ve öğretmenlere gereksinim duyulmazdı. Devlet de millet de büyük bir masraftan kurtulurdu.

İnsanın herhangi bir kitaptan veya Kuran-ı Kerim’den gerçek anlamıyla irşat olamamasının bir diğer nedeni de Allah dostunun peygamberin (s.a.s) temsilcisi olmasıdır. İcazetli bir Allah dostunun silsilesi (manevi bağlılığı) peygamberimize (s.a.s) kadar ulaşır. Her Allah dostu (veli) mürşit değildir. İrşada ehliyeti olmayan veli, Müslümanlara ve kendisine büyük zarar verir. İşte gerçek Allah dostu manevi dünyasında peygamber ve diğer Allah dostları ile beraber olduğu için pek yanılmaz, zor durumlarında nasıl hareket edeceğini bilir. Tabii bu konuda da pek çok istismarlar yaşanmaktadır. İrşat makamına geçip de Müslümanları aldatmaya çalışanlar bulunabilmektedir.  İnsanlar nasıl piyasadaki paraların içinde sahte olanlarına karşı uyanık davranıyorlarsa dünya ve ahiret saadetleri için bir Allah dostu ararken de bu konuda çok dikkatli ve araştırıcı olmalılar.  Hele hele nefsini terbiye etmemiş bir insanın Müslümanları irşat etmeye çalışması öncelikle kendisine büyük bir zarar verir.
İrşada ehliyetli bir şeyhin en önemli özelliği rabıtasının fayda vermesidir. Bu yola giren müridin nura çok ihtiyacı vardır. Yolda ilerledikçe ve makam kazandıkça şeytanlar ona kendi varlıklarını hissettirebilirler.  Musallat olabilirler. Bu sırada onun elinde rabıta silahı, özellikle telebbüsü rabıta olmadığı zaman büyük sıkıntılar yaşayacaktır. Şeytanlar nurla uzaklaştırılabilir. Rabıta ise adeta nur santralidir. Allah dostunu rabıta ile en sonunda fenafişşeyh makamı elde edilir. Fenafişşeyhin tabi sonucu ise fenafillahtır. Fenafillah gerçek manada Allah dostluğunun başladığı makamın ismidir. Bu makamda nefis Allah’ın rızasında yok olmuştur. Yani bu seviyeye eren bir kişi artık nefsinin isteklerini değil, Allah’ın rızasını temel ölçü olarak görmeye başlar.

İnsanın herhangi bir kitaptan veya Kuran-ı Kerim’den gerçek anlamıyla irşat olamamasının bir diğer nedeni de şudur: İnsan nefsinde iki büyük güç vardır ki bunların gerçek anlamıyla ıslahı ancak Allah dostu ile gerçekleşir. Bunlardan birincisi şehvet, ikincisi benliktir (baş olma sevdasıdır). Gerçi insan evlenerek dinini tamamlamış olur, şehvetini teskin eder, ama buradaki şehvet dar anlamdadır. Geniş anlamıyla şehvet, dünyanın gelip geçici zenginliklerine ve güç kaynaklarına gönül bağlamaktır. Bu evlenmekle daha da bir güçlenir, sınır tanımaz. Benlik ise yedi başlı baş eğmez, ölmez bir ejderhadır. Bunu tek başına, güzel kitaplarla veya Kuran-ı Kerim’le dize getirmek adeta imkânsızdır. İşte insanların bir Allah dostuna teslim olmaları da bu yüzden çok zordur. Çünkü nefis kimseye teslim olmak istemez. Ölmeyi teslim olmaya tercih eder. Nefsin bu iki büyük güç kaynağı kendisini kontrol eden, sınırlayan, terbiye eden bir Allah dostunu kesinlikle istemez. İşte tam bu noktada Allah (c.c.) bazı Müslüman kullarına er-Reşîd güzel ismi ile tecellide bulunur. Bazen bir rüya ile Allah (c.c.) dostunu gösterir, bazen de eş, dost aracılığı ile tanıştırır. Evliya kitaplarında bu konuda pek çok menkıbe vardır. Kalplere Allah dostunun sevgisini atar, cezbe; nisbet, rahmet, feyz verir ve daha sonra da onda gösterdiği kerametlerle bunu perçinletir. Tabii Allah (c.c.) kimin hidayete ve irşada ehliyetli olduğunu bilendir. Biz kul olarak O’ndan hidayeti ve irşat edilmeyi daima dileyelim. Allah hidayetimiz ve irşadımız için dostlarını nasip eylesin. Amin.
Muhsin İyi

zerdale
Mon 27 May 2013, 08:55 am GMT +0200
ALLAH razı olsun imanın ne olduğu tekrar tekrar ne olduğunu öğrenmek çok iyi oluyor insan haz alıyor emeğinize sağlık hocam

melda 6D
Sat 18 January 2014, 07:35 pm GMT +0200
ALLAH imanımızı bozmasın imanlı kişi olmayı herkese nasip etsin

damla6d
Sat 18 January 2014, 07:37 pm GMT +0200
İ man mı?Bildiğim kadarıyla Allah'a ibadet edenin yaptığı şeydir yani.

İlk tarikatlar her ne kadar hicri beşinci yüzyıldan sonra kendisini gösterse de tasavvuf düşüncesi İslam dininden uzak bir anlama sahip değildi. Peygamberimiz (s.a.s) döneminde böyle bir hareket görülmese de Mescid-i Nebevi’nin bitişiğinde kalan ashâb-ı suffenin hayatı tasavvuftan uzak değildi. Zira buralarda kalan yoksul sahabeler vakitlerini ilimle, dini sohbetlerle, zikirle, Kuran-ı Kerim tilavetiyle geçiriyorlardı. Bunlar da bu yeri adeta bir dergaha çevirmekteydi.

Zeynep7D
Sat 18 January 2014, 07:47 pm GMT +0200
ALLAH her Müslüman'a kalpten iman versin. Kalbi ile imanı yaşayanlardan eylesin. Kalpten inanınca zaten mutlu oluyor insan. Rahatlıyor, seviniyor ve gülüyor...

yagmur_7-c
Sat 18 January 2014, 08:26 pm GMT +0200
ALLAH her Müslüman'a kalpten iman versin. Kalbi ile imanı yaşayanlardan eylesin. Kalpten inanınca zaten mutlu oluyor insan. Rahatlıyor, seviniyor ve gülüyor...
Bana göre iman Allah a , kitaplarına , peygamberlerine, inanmaktır.

mevlüdekalınsaz
Wed 25 June 2014, 03:43 pm GMT +0200
Esselamü aleykum ve rahmetullah;Rabbim bizlere rızasına ulaştıracak sahih imanlar ihsan eylesin...
 
“Rabbimiz! Biz, ‘Rabbinize iman edin’ diye imana çağıran bir davetçi işittik, hemen iman ettik. Rabbimiz! Günahlarımızı bağışla. Kötülüklerimizi ört. Canımızı iyilerle beraber al.”(Ali İmran 193)amin amin amin

hafiza aise
Tue 30 September 2014, 06:34 pm GMT +0200
Aleykum selam ve rahmetullah ; sadece inanmak uygulamaktan başka bu terimler hakkında da bilgi sahibi olmalıyız. allah c.c razı olsun.

-merve-7d-
Tue 30 September 2014, 07:30 pm GMT +0200
Allah her Müslüman'a kalpten iman versin. Kalbi ile imanı yaşayanlardan eylesin. Kalpten inanınca zaten mutlu oluyor insan. Rahatlıyor, seviniyor ve gülüyor..
Alıntı
Bende Zeynepe katılıyorum allah herkese kalpten yaşayacağı bir iman versin inşallah ..

cerendemir
Fri 10 October 2014, 05:01 pm GMT +0200
Aleykümselam.Rabbim razı olsun paylaşımdan.Rabbim bizi hakiki imanla imanlandırsın inşallah.

Kaan8/B
Fri 12 December 2014, 09:47 pm GMT +0200
Evet

Rabia K
Mon 16 March 2015, 03:18 pm GMT +0200
bana göre  Müslümanlık   iman etmekle baslar...

[Muhammed]
Mon 16 March 2015, 03:23 pm GMT +0200
Ve Alleykümselam Ve Rahmetullah.Rabbim bizleri hakki iman nasip eylesin İnşaAllah.Bunun için bizlerde bol bol ibadet,Ve ilim öğrenmemiz gerekir.Rabbim rızasını kazanlardan oluruz İnşaAllah...Rabbim (celle celaluhu) razı olsun paylaşımdan dolayı İnşaAllah...

AyşeSungur7-B
Wed 18 March 2015, 03:27 pm GMT +0200
Allah bizi iman eden kullarından eylesin inşallah.Allah razı olsun.

RAMAZAN 7/D
Wed 15 July 2015, 03:13 pm GMT +0200
Ve Aleykümüs Selam . Amin . Rabb'im kalbimizdeki imanı sonsuza kadar yaşatmayı nasip etsin .İnşALLAH son nefeste de imanla gitmek nasip olur .

ceren
Wed 15 July 2015, 03:20 pm GMT +0200
Aleykümselam.İman tevhid inancıdır.iman Allaha sonsuz teslimiyettir.Rabbim bize sonsuz iman ,sonsuz teslimiyet tam bir ihlas nasip etsin.Ölene kadar imanlı yaşamayı,imanlı ölmeyi nasip etsin Rabbim bizlere.....

Bilal2009
Wed 15 July 2015, 05:31 pm GMT +0200
Ve aleykümüsselam ve rahmetüllah,  İman insanın gönlünde var olmadıkça insan bir hiçtir." Hiç" kimselerin ahirette bir nasibi olarak cehennem vardır.

( Muhammed Mustafa )
Wed 15 July 2015, 06:28 pm GMT +0200
man; bir şeyi gönül huzuru ile benimseme, ona içten ve yürekten inanmadır.

İslâm’a göre iman, Peygamber Efendimizin Yüce Allah’tan getirdiklerinin doğru olduğunu kabul edip, onlara gönülden inanmaktır. Bir hadiste şöyle belirtilmektedir


muratyiğit7-b
Tue 20 October 2015, 06:26 pm GMT +0200
Selamün aleyküm allah kalplerimizi temiz tutasın inşallah .

Alican 7-B
Tue 20 October 2015, 06:32 pm GMT +0200
Selamun aleyküm
Müslüman olan herkes tevhit inancına uyar. Tevhit inancına ise Alah (c.c)sıfatlarında tek ve ezeli olmak diye geçer.

mehmet8c
Wed 21 October 2015, 01:20 pm GMT +0200
Her şeyin başında Allah`a iman gelir . Allah`a iman edebilmek içinde imanın esaslarını yerine getirmemiz gerekir.
 İman esaslarını lütfen yerine  getirelim.

fatmakaradere 7B
Wed 21 October 2015, 02:46 pm GMT +0200
Allahın meleklerine,kitaplarına,ahiret gününe,kadere,hayır ve şerrin Allah tarafından yaratıldığına inanmaktır.

HAZİNE ŞAHİN 7D
Wed 21 October 2015, 03:02 pm GMT +0200
Biz kalbimizle iman ettik dilimizlede bunu söyledik ve yine söylüyorum"BEN İMAN ETTİM ALLAH A MELEKLERİNE KİTAPLARINA RESÜLLERİNE  AHİRET GÜNÜNE KAZA VE KADER İN ALLAHTAN GELDİĞİNE"

Nursima 7/B
Wed 21 October 2015, 03:12 pm GMT +0200
İmanımıza her yönden dikkat etmeliyiz.Allah hepimize imanlı bir insan olmayı nasip etsin.

Yağmur Gümüş 8-B
Wed 4 November 2015, 01:18 pm GMT +0200
Bismillah...
İman çok geniş kapsamlı bir konudur...
Sadece inanmak iman anlamına gelmez.İbadetleri tam anlamıyla yapmak,inanç esaslarını yerine getirmek demektir...
Allah cc.razı olsun.

fatmakaradere 7B
Sun 29 November 2015, 06:24 pm GMT +0200
Hz. Muhammed (s.a.v)’e Allah tarafından gönderilen vahiylerin doğru olduğunun kesin bir biçimde kabul edilmesi ve onaylanmasına iman denir.İman kalben ve dinen mümkündür. İman eden kişinin buna önce kalbiyle inanması, ardından da diliyle bunu onaylaması gerekir. İnsanı asıl mutluluğa ulaştıran imandır. Allah’ın kulunu, kulun Allah’ı sevmesi imanla mümkün olur. Bunun için iman eden kişinin Allah’ın emir ve yasaklarına kesin bir şekilde uyması gerekir. Bu sayede Allah’ın sevgisine mazhar olunur.

Mustafa/Samed
Sun 29 November 2015, 06:34 pm GMT +0200
Ve Aleykümüsselam. İman Allah'a peygamberlere kitaplara meleklere ahiret gününe kaza ve kadere ve öldükten sonra dirilmeye inanmaktır. Yani iman bir şeye inanmak demektir. Rabbim iman ile öteki dünyaya göçmeyi nasip eylesin.

hatice öncü 7B
Sun 29 November 2015, 08:41 pm GMT +0200
Yüce Allah kullarını imanın şartlarına ve onların her birinin olduğuna her birinin yaşadığına inanan kullarından etsin. AMİN.

Sevim Altunkaya 7/A
Sun 29 November 2015, 09:14 pm GMT +0200
Bu dünyada elimizden gelelin daha fazlası bir şekilde iman etmeliyiz

Munise7B
Sun 20 December 2015, 09:38 am GMT +0200
Ve Aleykümüsselam biz ibadetlerimizi günah olduğunu bildiğimiz halde yapmıyor ve yanacağımız için korkuyoruz Allaha inanmayanlar kendinin yeri göğü yarattığını düşünenler nasıl Rabbimden korkmadan yaşıyorlar anlam veremiyorum.

Yağmur Gümüş 8-B
Sun 20 December 2015, 01:55 pm GMT +0200
Bismillah...
İman Allah`a, Peygamber`e, Meleklere, Kitaplara inanmak demektir.
Allah hepimizi imanlı kişilerden nasip etsin.
Paylaşım için teşekkürler.

Alican 7-B
Sun 20 December 2015, 05:51 pm GMT +0200
Selamun aleyküm
Bizler imanın şartlarını dilimiz ile söyleyip kalbimiz ile tasdik etmeliyiz. Eğer imanın şartlarından birine bile inanmazsak biz kafir oluruz. En ufacık bile tereddütümüz varsa bu konuyu araştırmalıyız. O tereddüt gidinceye kadar. Böyle olanlar için İLİMDÜNYASI'NI tavsiye ederim.

es-Sabur
Sun 20 December 2015, 06:00 pm GMT +0200
İman aslında Allah a tam olarak inanmak O nun emir ve yasaklarına uyabilmektir aslında tüm Müslümanları imandan ayırmasın Allah

Edanur 8/D
Sun 20 December 2015, 07:45 pm GMT +0200
Aleykümüsselam.
İman bildirilen 6 esasa inanmak ve Allahu teala nın koyduğu yasaklara uymak tır. Allah c.c razı olsun

hatice öncü 7B
Sun 20 December 2015, 10:01 pm GMT +0200
    İman'ın başında Allah'a iman gelir. Ve Allah'ın son peygamberine ona inen kitaba inanmamız gerekir.

Kevšer
Mon 21 December 2015, 08:02 am GMT +0200
  Aleyna Ve Aleykümüsselăm. Emeklerinize yüreğinize sağlık kardeşim. Rabbim bizleri tüm  kalbiyle tasdik dil ilede ikrar edenlerden ve İmanı kuvvetli olan kullarından eylesin inşaAllah..

selinay 7b
Wed 2 March 2016, 07:50 pm GMT +0200
Selamun aleykum
İman Allah'in bir , tek , esi ve benzeri olmadigina Hz. Muhammed'in onun kulu ve elcisi olduna ve her seyin   Allah'in taktiri ve yaratmasiyla olduguna inanmaktir.
Allah razı olsun

Edanur 8/D
Wed 2 March 2016, 08:48 pm GMT +0200
Aleykümüsselam
İman bildirilen altı esasa inanmak ve Allahü teâlâ tarafından bildirilen, Muhammed aleyhisselamın Allahü teâlâ tarafından getirdiği emir ve yasakların hepsine inanmak ve inandığını dil ile söylemek demektir.

Melike Üstün 7/B
Wed 2 March 2016, 09:09 pm GMT +0200
Allah imanımızı bozmasın daim etsin inşAllah.

halim
Mon 21 March 2016, 08:49 pm GMT +0200
Esselamu aleykum;İman, Allah-u Zülcelal’ in Hz. Peygamber (S.A.V) vasıtasıyla bildirdiği şeyleri, kât-i surette kalben tasdik ve dil ile ikrar etmektir.İnşaallah bu tanıma binaen rabbine tam iman edip onun emrinden çıkmayan kullarından olur rabbi rahimin nur cemaliyle şerefyar olanlardan oluruz.

Allah razı olsun

Busra 8-B
Mon 21 March 2016, 08:54 pm GMT +0200
 Tevhid, itikad ve imanın şartı da Allah-u Zülcelal’ in zati ve subûti sıfatlarında tek (bir) olduğunu bilmek ve iman etmektir.

Hatice 8/D
Thu 24 March 2016, 10:25 pm GMT +0200
Bismillah
İslam dini tevhit üzerine kurulmuştur. Tevhit ise allahın birliğine meleklerine kitaplarına peygamberlerine ahirete ve kaderin Allahtan olduğuna inanmaktır

sultan aktay
Fri 25 March 2016, 03:13 pm GMT +0200
ve aleyküm selam allah c.c paylaşım için razı olsun bu konu hakkında beni bilgilendirdiğiniz için teşekkür ederim

sultan aktay
Fri 25 March 2016, 03:18 pm GMT +0200
ve aleyküm selam allah c.c paylaşım için razı olsun bu konu hakkında beni bilgilendirdiğiniz için teşekkür ederim

Yağmur Gümüş 8-B
Fri 25 March 2016, 03:22 pm GMT +0200
Bismillah...
İman bir insanın yalnızca ve yalnızca Rabbi olan ALLAH`a sığınması ve Efendisine saygı, sevgi duyması, tam anlamıyla kul olabilmesi demektir.
Allah cc. razı olsun.

sultan aktay
Fri 25 March 2016, 03:23 pm GMT +0200
allah paylaşım için razı olsun

Busra 8-B
Fri 25 March 2016, 03:30 pm GMT +0200
Bazı insanlar Allah’ı (c.c.) yaratıcı olarak kabul etmekle O’na inanmış olduklarını söylerler. Bu kadarcık bir inancı da  kafi görürler. Oysa Kuran-ı Kerim’in ifadesine göre Mekkeli Müşrikler de yaratıcı olarak Allah’ı (c.c.) tanıyorlardı ve bunun da ötesinde rızık verici güzel ismiyle (Er-Rezzak) Allah’a (c.c.) dua ediyorlardı: “Yemin olsun ki o putperestlere (Mekkeli Müşriklere) kendilerinin kimin yarattığını sorsan mutlaka ‘Allah’ diyeceklerdir. Öyle ise nasıl oluyor da dönüyorlar? (Ez-Zuhruf suresi, ayet 87).”, “(Putperestlere hitaben) De ki: ‘Size gökten ve yerden kim rızık veriyor? Yahut kulaklara ve gözlere kim malik bulunuyor? Ölüden diriyi, diriden ölüyü kim çıkarıyor?’ Hemen, ‘Allah’ diyeceklerdir. Sen de ki: ‘O halde sakınmaz mısınız?’ (Yunus suresi, ayet 31)”

ceren
Tue 19 April 2016, 04:45 pm GMT +0200
Aleykumselam.Iman allahin bizlere kur ani kerim ve peygamber efendimizin araciligi ile bildirdigi emir ve yasaklardir.Allahin emir ve yasaklarina uyan ve onun yolunda gidip imanini butun ve tevekkulu tam sekilde yasayan kullardan olalim inşallah.Rabbim razi olsun paylasimdan kardesim....

Mustafa Bahri
Mon 25 April 2016, 04:24 pm GMT +0200
Allah her bir kuluna şans vererek hakkı görmesini sağlar. Herkesin imanına sımsıkı sarılarak Cennet i kazanmalı.

ceren
Sat 21 October 2017, 02:56 pm GMT +0200
Aleykümselam.Rabbim bizleri  peygamberlere, kitaplara, meleklere, ahiret gününe, kaza ve kadere ve öldükten sonra dirilmeye iman ve itikad eden ve imanın hakkaniyetine kavuşan kullardan eylesin inşallah...

melda 6D
Sat 21 October 2017, 06:45 pm GMT +0200
Selamün aleyküm . Rabbim imanımızı kuvvetlendir inşallah .

Mustafa Yasin
Wed 21 March 2018, 06:09 pm GMT +0200
Selamun Aleyküm. Allah'a iman çok önemlidir.Allah'a iman imanın esaslarındandır. Allah razaı olsun paylaşımdan.

Esma korkmaz koü
Tue 8 January 2019, 11:57 pm GMT +0200
hiç bir bedel ödemeden elde ettiğimiz bu büyük nimet olan imanımızı koruyup son nefese kadar kamil imana eriştirip iman üzere ölmeyi nasip etsin inş

ceren
Sat 8 June 2019, 02:12 pm GMT +0200
Esselamu aleykum. Allaha sonsuz tevekkul içinde inanan iman eden ve allahın rizasina kavusan kullardan olalim inşallah. ..

gulsahkilicaslan
Wed 14 August 2019, 10:18 am GMT +0200
Allah razı olsun inşallah selam ve dua ile..

ceren
Sat 7 September 2019, 03:05 pm GMT +0200
Esselamu aleyküm. Rabbım razı olsun paylaşım dan kardeşim...