saniyenur
Sun 1 January 2012, 11:49 pm GMT +0200
3. İMAN MESELESİ
1. İmanın Mahiyeti
Lügatte iman; tasdik etmek, yani haberi veren zatın anlattığı hükme gönüllü olarak boyun eğerek onu kabul etmek ve o hükmü doğru saymaktır. İman, “if‘al” vezninde, “emn” kökünden gelir. “Ona iman etti” demenin hakikati, “onu (dinî akideleri) yalanlamadan ve (ilahî hükümlere) muhalefetten emin kıldı”, manâsına gelir. “Âmane” fiili “l” ve “b” harf-i cerleriyle müteaddi olur: “Sen bizim için inanıcı değilsin” (bi-mü'minin lenâ (Yusuf, 12/171), yani bizim için tasdik edici değilsin (bize inanmazsın, bizi tasdik etmezsin) demektir.
Peygamber (s.a.) bir hadislerinde: “el-îmanu en-tü'mine bi'llah...” (İman Allah'a... iman etmendir), yani tasdik etmendir buyurmuştur. (Âyette, “âmene” l, hadiste 'b' harf-i çeri ile müteaddi olmuştur).
Tasdikin hakikati ve mahiyeti, gönüllü olarak benimseme ve kabul etme sözkonusu olmaksızın, haberin ve haber verenin doğruluğu ile ilgili olarak kalbte (ve zihinde) meydana gelen bir nisbet (şu haber doğrudur, şu haberi veren sâdıktır şeklinde bir hüküm) değildir. Aksine, “tasdik” “teslim olmak” denilecek şekilde ve ölçüde bu nisbeti iz'an, yani gönüllü olarak benimsemek ve kabul etmektir. Nitekim îmam Gazali (r.a.) bu hususu açıkça ifade etmiştir.
Kısaca iman ve tasdik farsçada: “girevîden” (inanmak, tasdik etmek, boyun eğmek, tabi olmak, doğurmak) kelimesiyle ifade edilen manâdır.
Mantık ilminin baş tarafında, “ilim ya tasavvur veya tasdik olur”, denilmek suretiyle ifade edilen ve tasavvura mukabil olan tasdikin manâsı da budur. Bu hususu mantıkçıların ve filozofların reisi îbn Sina açıkça ifade etmiş (ve mantıktaki tasdikin, “gireviden” ile aynı olan lügat manâsında kullanıldığım belirtmiş) tir. Bu manâ bazı kâfirlerde mevcut olsa, “üzerinde tekzib ve inkâr alâmeti ve emmaresi”, bulunması yönünden o nevi kimselere kâfir adı verilir. Farzedelim ki, bir adam Peygamber (s.a.) in getirdiği ve haber verdiği her şeyi tasdik ve ikrar etmiş, ayrıca ona göre de amel etmiştir. Fakat bununla beraber ihtiyarî olarak zünnar (dinleri icabı papazların bellerine bağladıkları kuşak) kuşanmış ve iradesiyle putlara tapınıştır. Bu nevi fiilleri Peygamber (s.a.) i tekzib ve inkâr alâmeti kıldığından biz o kimseyi kâfir sayarız.
Anlatılan sözlerin hakikatim ve mahiyetini kavramak, iman meselesinde ortaya çıkan bir çok müşkil konuların halledilmesi yolunu açar ve bunların çözümünü kolaylaştırır [24].
Tasdikin manâsının hakikati ve mahiyeti bu şekilde bilindikten ve anlaşıldıktan sonra, malum olsun ki, şeriatta vs dini manâda:
“İman Peygamber (s.a.)in Allah Taâlâ'dan getirdiği şeyleri tasdik ve ikrar etmektir”
Yani Peygamber (s.a.) in Allah Taâlâ tarafından getirdiği zarurî ve kesin olarak bilinen şeylerin tümünü icmalen (toptan, kısaca ve özet olarak) kalb ile tasdik etmektir. (Buna göre lügatteki tasdik umumî, şer'i tasdik hususîdir). îmanın hakkını ödemek (ve bununla ilgili sorumluluktan kurtulmak) için bu kadarı kâfidir. Şu halde Allah'ın varlığını ve sıfatlarım tasdik eden bir müşrik, şer'î manâda değil de, sadece lügat manâda mümin olur. Zira, müşrik tevhidi ihlâl etmiştir. (Kelime-i tevhidin sadece Allah kısmını kabul edip peygamber kısmını kabul etmediği için imam eksiktir). Allah Taâlâ; “Onların çoğu, sadece şirk koştukları halde Allah'a iman ederler.” (Yusuf, 12/106) âyetinde buna işaret etmiştir.
İkrar, tasdik edileni dil ile ifade etmektir. Ancak tasdik (hiçbir zaman ve hiçbir şekilde) sakıt olması ihtimali bulunmayan bir şart iken, bazan ikrarın düşmesi ihtimal dahilindedir. Nitekim ikrah ve cebir halinde bu durum söz konusu olur. (Dilsizler için de durum böyledir).
İtiraz: Gaflet ve uyku halinde olduğu gibi, bazı durumlarda tasdikde baki ve daimî olmamaktadır.
Cevap: Tasdik kalbte bakîdir. Zühul, sadece kalbte var olan tasdikle ilgilidir. Yani tasdik kalbte vardır da insan bazan bunun farkında değildir. Bu itirazı biran için kabul etsek bile, bu sefer de şöyle deriz: Şârî (olan Allah ve Resulü), “Gerçekleştirilen ve ondan sonra da kendisine zıddı Colan küfür ve inkâr) arız olmayan kalbin tasdikini, bakî ve daimî olan tasdik hükmünde tutmuştur”. Onun içindir ki, mazide veya halde iman edip te, kendisine tekzib alâmeti arız olmayan herkese mümin ismini verilmektedir.
Müellif Ömer Nesefî'nin, imanı “tasdik ve ikrardır”, şeklindeki tarifi ulemadan bazılarının mezhebi ve görüşüdür. Şemsuleimnıe ve Fahrulislâm da bunu tercih etmişlerdir.
Muhakkik olanların cumhuruna (ve özellikle Eş'arilere) göre; iman, kalb ile tasdikten ibarettir. İkrar, sadece dünyevi (ve hukukî) hükümlerin tatbik edilmesi için şart kılınmıştır. Çünkü kalbteki tasdik gizli bir iştir, bu tasdikin açıkta bir alâmetinin bulunması şarttır. Bu duruma göre kalbi ile tasdik edip te bunu diliyle ikrar etmeyenler, dünyevî (ve hukukî) hükümler itibariyle mümin olmasalar bile Allah Taâlâ nezdinde mümindirler. Münafıklarda olduğu gibi, diliyle ikrar edip te kalbiyle tasdik etmeyenler için ise aksi bir durum vardır. Şeyh Ebu Mansur Maturidi (r.a.)nin tercihi de budur.
Naslar bu kanâatta olanları desteklemektedir: “Allah, işte bunların kalbine imanı yazmıştır” (Mücadele, 58/22), “Kalbi imanla dolu olduğu halde, zor ve cebir altında tutulan kimse müstesna, iman ettikten sonra küfredip kalbini kâfirliğe açanlara Allah'ın katında bir gazab vardır; büyük azab da onlar içindir” (Nahl, 16/106), “İman henüz kalblerinize girmedi” (Hucûrat, 49/14) gibi âyetler bu fikri kuvvetlendirir.
Peygamber (s,a.) şöyle dua ederdi: “Allah'ın, kalbimi dinin ve taatan üzerinde sabit kıl [25].
“La ilahe illallah”, demesine rağmen (kâfirdir, diye) bir kişiyi Öldüren Üsame'ye Peygamber (s.a.) (kelime-i tevhidi söylediği halde onu niçin öldürdün? diye sormuş, “bunu söylemesi ölümden kurtulmak içindi”, cevabını alınca, bunu nereden biliyorsun?) “kalbini açıp baktın mı ki”, buyurmuştu.
İtiraz: Evet iman tasdiktir, bu doğrudur. Lakin, lügat ehli (ve Arapça konuşanlar), iman sözünden, (kalbin değil, sadece) dilin tasdikinden başka bir şey anlamıyorlardı. Peygamber (s.a.) ve ashabı, bir kimsenin mümin olması için kelime-i şahadeti söylemesini yeterli görüyor, kalbindekinin ne olduğunu sormadan ve araştırmadan onun imanının muteber olduğuna hükmediyorlardı.
Cevap: Aşikârdır ki, tasdikte muteber olan (dilin değil) kalbin ameli ve hükmüdür. Hatta tasdik kelimesinin bir manâya karşılık olarak ortaya konulmadığını ve kullanılmadığım veya bu kelimenin “kalbin tasdiği”nden başka bir manâ için ortaya konulduğunu ve kullanıldığını farzedelim. O zaman lügat ve örf ehlinden, yani bir dili anlaşarak konuşan kimselerden hiçbiri «saddaktü» (tasdik ettim) kelimesini söyleyen bir kimsenin Peygamber (s.a.) i tasdik ettiğine ve ona iman ettiğine hükmedemezdi. (Onun için dil ile tasdik ve iman kalbteki kabulün ifadesi sayılmıştır. Yani dilin fiili ve ameli olan tasdik ve iman, kalbin fiili ve ameli olan tasdike ve imana delâlet etmezse, örf ve lügat yönünden iman ve tasdik sayılmaz). Bundan dolayıdır ki, dil ile ikrarda bulunanlardan bazılarının imanını reddetmek sahih ve doğru olmuştur:
Allah Taâlâ buyurur ki: “İnsanlardan öyleleri vardır ki, Allah'a ve âhiret gününe imân ettik derler, halbuki onlar mümin değillerdir” (Bakara, 2/8). (Şu halde iman dilin tasdiki değildir). “Bedeviler, iman ettik", dediler. De ki, iman etmediniz ama îslâm olduk, deyiniz” (Hucurat, 48/14). (Yani iman ettik demekle zahirî bir teslimiyet gösterdiniz, gönülden iman etmiş olmadınız).
Sadece dil ile ikrar eden bir kimsenin lügat (ve örf) yönünden mümin adını alacağı ve zahirine bakılarak imanla ilgili hükümlerin kendisine uygulanacağı hususunda ihtilaf yoktur. Tartışma konusu olan husus, böyle bir kimsenin Allah Taâlâ ile kendisi arasındaki münasebetler yönünden mümin olup olmaması konusudur. Peygamber (s.a.) ve ondan sonra gelenler kelime-i şahadet getirenlerin mümin olduklarına hükmettikleri gibi münafıkın da kâfir olduğuna hükmederlerdi. Bu durum, iman konusunda sadece dilin fiilinin yeterli olmadığını gösterir. Ayrıca, “kalbi ile tasdik eden, bu tasdiki dil ile ikrar etmeye karar veren, fakat dilsizlik gibi bir engel sebebiyle bunu yapamayan bir kimsenin mümin olduğu konusunda”, icma akdedilmiştir. Çok açık olarak görülmektedir ki, Kerramiyenin zannettiği gibi, imanın hakikati ve mahiyeti “iki şahadet kelimesinin sadece dil ile söylenmesinden ibaret”, değildir.[26]
[24] İman, lügatte inanmak ve tasdik etmek manâsına gelir. Fakat inanma sadece “bilmek” ve “bilineni tasdik etmek” ten ibaret değildir. Aksine doğruluğunu kabul ederek, benimseyerek, boyun eğerek ve teslimiyet göstererek, bir haberin veya o haberi veren zatın doğru olduğuna hükmetmeye ve onu tasdik etmeye iman denir. İman, “keyfiyet nevinden bir şeydir”, “kelâm-ı nefsidir”, “Bazı itibarî şeylerle beraber 'bilgiden ibarettir”, diyenler olmuştur.
Taftazânî, sözlükteki imanın, bilgi nevinden psikolojik bir keyfiyet olduğuna meyletmektedir. Buna göre lugattaki iman, mantıktaki tasavvurun mukabili olan tasdikten ibaret olmaktadır. İbn Sina, Dânişname-i Alâî isimli eserinde, şöyle demektedir: “Bilmek (dânişten, ilim) iki çeşittir:
a) Anlamak, fehmetmek, idrâk etmek. Tasavvur denilen şey budur.
b) İnanmak (girevîden). “Tasdik denilen şey de budur”. (Bk. Giritli Sırrı Paşa, Nakdu'l-keîâm, s. 263).
Bu manâda, Islâmiyeti tasdik eden, tasdikini ikrar eden, ikrarına göre hareket eden bir kimse, küfür ve inkâr şiarı olan zünnâr kuşansa ve putlara tapsa, aslında imanı bile olsa, dinen ve seran küfür ve inkâr alâmetleri sayılan davranışları sebebiyle yine de kâfir olur. Biz zahire göre hükmederiz, işin aslım ve hakikatim Allah'a havale ederiz.
[25] Tirmizî, Kader, 7; İbn Mace, Mukaddime, 13; tbn Hanbel, II, 4.
[26] Sadreddin Taftazani, Kelâm İlmi ve İslâm Akaidi (Şerhu’l-Akaid, Hazırlayan Süleyman Uludağ), Dergâh Yayınları: 276-280.