saniyenur
Thu 7 July 2011, 08:57 pm GMT +0200
İman Hakkında
Bir zümre şöyle-diyor : İman, özellikle dille ikrar etmekten ibaret olup kalbde hiç, bir şey bulunmaz[378]. Ebu Mansur (r.h.) diyor ki: Biz Allah'ın izni ve tevfikı ile deriz ki; imanm hakikati kalplerde olan imanın olması daha gerçektir. Bu husus, aklî ve nakli delillerin hepsi üe sabittir. Naklî delü, kalpleri ile iman etmeyip delilleri üe iman ettik diyen münafıklar hakkında Allah-u Teâlâ'nm kavl-i celîlidir ki, O, şöyle buyuruyor : «Bedeviler : «— Biz, gerçekten iman ettik, dediler (Ey Resulüm, onlara) de ki : Siz kalplerinizle iman etmediniz. Ancak biz, (kılıç korkusundan ve îslâm nimetlerinden faydalanmak için) müslüman gözüktük, deyin. Heniz iman kalplerine girmemiştir. Eğer Allah'a ve Peygamberine itaat ederseniz, sizin amellerinizden (Allah) hiç bir şey eksiltmez...»[379] Cenab-ı Allah, bu kavli ile kalplerinde iman olmadığı vakitte onların sözlerinin iman olmasını iptal buyurmuştur. Diğer bir âyet-i celîlede Cenab-ı Hak, «İslama girdiklerini senin başına kakıyorlar (Ey Resulüm, onlara) de ki : «— İslâm oluşunuzu benim başıma kakmayın. Doğrusu sizi imana hidayet buyurduğundan Allah, sizin başınıza kakar; Eğer (imanınızda) sadık kimselerseniz.»[380] beyan buyurmak suretiyle haber veriyor ki, eğer gerçekten onlar iman ettiklerini iddia ettikleri şeyle Allah'ın hidayeti ile müminler olsalardı sözlerinde sadık oldukları zaman müminler olurlardı. Eğer iman ancak dille olsaydı onu söyledikleri vakitte tasdik etmiş olurlardı. Allah-u Teâlâ şöyle buyuruyor : «Ey iman edenler, size, mümin kadınlar muhacir olarak geldikleri vakit, kendilerini imtihan edin; imanlarını Allah, (sizden) daha iyi bilir...»[381] kavl-i celîli ile gerçekten Allah-u Teâlâ'nm o kadınların imanlarını daha iyi bildiğini haber vermiştir. Eğer iman ancak dil ile söylenen sözden ibaret olmuş olsaydı her işiten ilim hakkında[382] bir olurdu. Yüce olan Allah «Sizden olduklarına dair kesin olarak Allah'a yemin de ederler. Halbuki onlar, sizden değillerdir...»[383] buyurmak suretiyle onların bu hususta yalan söylediklerini haber veriyor. Yine Cenab-ı Hak, «Rabb'in hakkı için onlar, aralarında çekiştikleri şeylerde seni hakem yapıp sonra da verdiğin hükümden nefisleri hiç bir darlık duymadan tam bir teslimiyetle boyun eğmedikçe, iman etmiş olmazlar.»[384] buyuruyor. Eğer iman, lisandakinin gayri olmamış olsaydı, nefislerde darlık bulunmasıyla imanlarını nefyetmiş olmazdı Allah. Allah-u Teâlâ «Sizden her kim hür olan mümin kadınları nikâh edecek bir zenginliğe kudreti olmazsa, ona da ellerinizin altındaki mümin cariyelerinizden efendilerinin rızası ile nikahlanmak var[385]. Bundan sonra da «Allah imanınızı çok iyi bilendir.»[386] buyurarak gerçekten iman yalnız Allah'ın bildiği bir hakikat olduğunu beyan buyurmuştur. Yine yüce olan Allah, «İnsanlardan bir kısmı vardır ki, biz Allah'a ve Kıyamet gününe inandık derler. Halbuki onlar iman edenler değillerdi.»[387] buyurup onların dille dediklerine kalbleri muhalefet ettikleri zaman, dilleri ile söylediklerinin iman olmasını nefyetti. Kuvvet ancak Allah'tandır.
Sonra Allah-u Zülcelâl, müminlere devamlı olan bir sevap vadetmiş-tir. Münafıklara da, Cehennemin en aşağı tabakasında bulunacaklarını haber vermiştir. Eğer onların açığa vurdukları şey, hakikatte iman olmuş olsaydı, onun hakkı küfür için verilen azabın üzerine ziyade kılınmak değil, vaadolunmuş olan cennet olurdu. Cenab-ı Hak, «(Kanaatlarm-ca kalblerinde olan küfrü örtmekle) Cenab-ı Allah'ı ve müminleri aldattılar...»[388] buyurarak izhar ettikleri imanlarını Allah-u Teâlâ'ya aldatma kılmıştır. Kim ki, islâm dinine, peygamberlere, Allah'a ve Allah'ın peygamberlere verdiği kitaplara ve tebliğ etmelerini emrettiği hususlara, olan imanın hakikati ve derecesi Allah'ı aldatmakla elde edileceğini iddia ederse o kimse Allah'ın dini hakkında en büyük kelâm etmiş olup Rabb'i-ni bilmeyen bir cahildir. Kuvvet ancak Allah'tandır.
Allah Azze ve Celle, «Onlar için mağfiret dilesen de, mağfiret dile-mesen de haklarından müsavidir; Allah o münafıkları asla bağışlamaz...»[389] ve «Harcadıklarının, onlardan kabul edilişine engel olacak şudur : Allah'a, Peygamber'e küfretmeleridir...»[390] kavl-i celîli ve bunlardan başka âyetlerle münafıkların kâfir olduklarım haber vermiştir. Küfür, imanın zıttıdır. îman ile küfüre son veririz. Zira Cenab-ı Hak Kur'ân-ı Kerîm'in-de «(Ey Resulüm), O küfredenlere, de ki : «— Eğer peygamberlere düşmanlıktan vaz geçerlerse geçmişteki günahları bağışlarız.—»[391] buyurmuştur. Yine Cenab-ı Hak «Onlar ki, Allah'la beraber, başka bir ilâha ibadet etmezler; Allah'ın haram kıldığı nefsi haksız yere öldürmezler, zina yapmazlar; kim de bunları yaparsa günahının cezasına kavuşur. Kıyamet günü de azabı katmerleşir ve bu azap içerisinde hakir olarak ebedi kalır. Ancak tevbe eden ve iman edip de salih amel işleyen kimse müstesnadır. Çünkü bunların kötülüklerini Allah, iyiliğe çevirir. Allah, çok bağışlayıcıdır, çok merhametlidir[392]. Böylece sabit olur ki, hakikatte ve incelendiği zaman münafıkların kâfir oldukları ve sözlerinde yalancı oldukları anlaşılır[393]. Çünkü Cenab-ı Allah, «Allah şehadet ediyor ki, münafıklar tamamen yalancıdırlar.» (Münafikm, âyet 1.) buyurmuştur. Yine AUah-u Zülcelâl «O gün de ki, Allah onları hep diriltecek de, bütün yaptıklarını kendilerine haber verecektir.»[394] kavl-i celîli ile onların yalancı olduklarını haber vermiştir. Onlardan sadır olan islâm sözünü kalbieri ile inkâr ettiklerinden sözlerini yalan kılmıştır. İman, lügatte tasdik olduğu halde kim ki onu iman kılarsa bir şeyi kendi zıddı olan husus olarak kılmış olur ki, böyle yapmak batıl ve fasittir. Cenab-ı Hak, «Boşuna öşür dilemeyin, siz iman ettiğinizi söyledikten sonra içinizdeki küfrü açığa vurdunuz...»[395] «Yanlarına döndüğünüz zaman kendilerine yüz çevirirsiniz, (ayıplamayacaksınız) diye size kargı Allah'a yemin edecekler. Siz de onlardan yüz çevirin.»[396] «Diyorlar ki, (Eğer bu savaştan) Medine'ye bir dönersek kuvveti ve şerefi çok olan (bizler), zayıf ve düşük olanı (Mümin-rel topluluğunu) oradan çıkaracaktır. Halbuki kuvvet ve üstünlük, Allah'ın, Resûlü'nün ve Müminlerindir; fakat münafıklar bilmezler.»[397] buyurarak onların kâfirler olduklarını, kuvvet ve üstünlüğün kimde olduğunu bilmediklerini, kuvvet ve üstünlüğün Allah'ın Resûlü'nün ve müminlerin olduğunu haber vermiştir. Eğer onlar müslümanlardan olmuş olsalardı, kuvvet ve üstünlük de onların olurdu. Kuvvet ancak Allah'tandır.
Allah-u Teâlâ «Kalbi iman ile kararlaşmış olduğu halde (küfür kelimesini söylemeğe) cebredilen (ve böylece yalnız dilleri ile söyleyenler) müstesna...»[398] buyurmuştur. Cenab-ı Allah, iman kalbde olandan -ibaret olmadığı zaman onlar için küfrü lisanla olanı kılmazlardı. Allah onu kaîb-deki imanla menetmigtir. Böylece kalbin imanın yeri olduğu sabit olur. Tevfik Allah'tandır.
Kâfirlerin dille şahadet getirip iman etmelerine dek müslümanların onlarla savaştıkları, dille ifade edilen şahadet kelimesinin iman olduğuna veyahut kalbîerle imanın olmayacağına delil değildir. Bilakis o delil, ifade edilen imanın delili ve telaffuz edilen cümledir. Binaenaleyh ibarenin icabettirdiği hususla kendisini bilmeye bizim için bir yol bulunmayanlarda zahiri olan hükümler hakkında onlarm dille ifade ettikleri iman hakkındaki sösleri kabul edilir. Mahlûkat arasındaki işlerin umumu ona göredir. Onların işleri her ne kadar kendilerinde başka hakikatler bulunsa da, bu husus mahlûkatm anlayabilmelerine güçleri olmağa muhtemel olan şey üzerine hamlolunmuştur. Bununla beraber bizim beyan ettiğimiz hususlar buna delalet etmektedir. Kâfirlerle müminlerin arasını bildirme ve çeşitli...[399] hususlarla veyahut her ne kadar o küfür ve islâm değilse de, ehline hitap etmek suretiyle tevarüs edilen iş böyledir. Dil üe ifade edilen cümle de onun gibidir. Bizim imanı bilme hakkında âyetlerden beyan ettiğimiz husus ve kendisi halikında naslar varid olan hususlardaki kalblerin işi buna göredir. Bisim üzreinde bulunduğumuz mevzu da onun gibidir. Allah-u alem.
Küfür kelimesini söylemeye cebredilen kimsenin işi ve durumu ve Allah'ın Nebisi'nin (s.a.v.) «O'nun kalbinde bulunanı ancak dili ifade eder.»[400] Hadîs-i Şerifi de ona göredir. Mülkler, Şahadetler, Zahiri işleri kendisi ile bildiği hususla dinlerde tesis edilen mezheplerin çeşitleri, benim zikrettiğim şeye göredir[401]. Kabul etmenin hükmü de onun gibidir. Ba-zan Allah-u Teâlâ'nın, Müslümanlara, Kâfirlerin cizye vermeleri için onlarla savaşmalarını ve bazan da Allah'ın kelâmını işitmelerine dek onlara aman vermelerini emrettiğini görürsün. Bu hususta, Kâfirlerin, Müslümanların araşma terkediidiği görülmektedir. Evet onlar, kendi işlerine bakmaları, verecekleri hükümler hakkında düşünmeleri için müslümanların arasmda yaşarlar. Böylece bu işleri üe imanın hakikatini öğrenirler. Her ne kadar kalelerine imanı sevdirmek, birbirine zulmetmek ve çeşitli fesadları defetmek gibi hususların bulunmasından dolayı imanm kalble-rinde tesis edilmesi muhteanel değilse de. Ancak Allah'ın hidayeti ile kalblerinin imana ısınmasından, islâmı kabul etmelerinin muhtemel olması hariç. îşte Allah'a imanı izhar etmeleri, müminlerin katında bulunan hükümleri kabul etmek suretiyle müslünıanlara icabet etmeleri de onun gibidir. Kuvvet ancak Allah'tandır.
Sonra onlara denir ki; dille ifade ettikleri şahadet kelimesi ile hükümlerin zahirî hakkında mümin oldukları hususu, bunun onlara has olduğuna delil olursa, niçin onunla onları mağfiretten, iman için vadedilen devamlı nimet ve bitmez, tükenmez sevaptan malınım kılıyorsunuz? Sonra hakikatte onlarm ibadet etmelerinin caiz olmaması ve onunla Allah'ın fazlu ihsanına nail olmamaları, onların dille şahadet getirmelerine rağmen mümin olmadıklarına delildir. Kuvvet ancak Allah'tandır.
Sonra onlara şöyle denir : Allah-u Teâlâ «Ey Müminler, önce kâfirlerden size yakın bulunanlarla savaşın.»[402] «... Bununla beraber Müşrikler sizinle toptan harp ettikleri gibi, siz de onlarla toptan harbedin.»[403] «O, haram olan aylar (Zilhicce, Muharrem, Safer, Rebîülevvel) çıktığı zaman artık o müşrikleri nerede bulursanız Öldürün.»26 buyuruyor. Onlarla gizlenmiş oldukları husustan değil, şirk ve küfürden açığa vurdukları şey üzere savaş yapılır. Bununla şirk ve küfrün kalblerde olmaması vacip değildir. Öyle ise, onların iman etmelerine dek savaşmakla emrolunmalr, sonra her ne kadar imanın gerçek yeri kalb ise de dille imanı izhar ettikleri zaman savaştan men olunmaları uzak olmaz. Çünkü imanın kalbde bulunması bunu menetmez. Tevfik Allah'tandır.
Sonra, Peygamber Aleyhisselâım'ın «Ben insanlarla onların Lâilahe>-ülellah demelerine dek savaşmakla emrolundum.» Hadîs-i Şerifi hakkında onlara denir ki : Ondan maksad «Şahadet getirinceye kadar» olduğu rivayet ediliyor. Her iki şahadet, imanın hakikatini değil, katli menetmeğe sebep olur. Tevfik Allah'tandır.
Akla gelince; akılsız olana dinde teklif olmadığı için o, dindir. Dinler, inançlarla tesis edilir. Dinî inanç ve itikatların bulunduğu yer ise, kalblerdir. Lügatta imamn manasının tasdik olması ile beraber mezhepler de böyledir. Kendisinde cebr[404] ve Kahr'a muhtemel olmanın hakikati kalbde olan dindir. Zira onun üzerine mahlûkattan hiç birinin hükmü cari olmaz. Bu hususta genel[405] olarak ifade edilirse denir ki, gerçekten lisanla söyleme bulunmaz. Bununla beraber hak olan din, ne bir kimseden ve ne de bir kimseden, Allah'a ve peygamberlere olan iman kaldırılır. Binaenaleyh, imanın yerinin kalp olduğu sabit olur. Bununla beraber hitap halinde imtihan olunan muhatabdan iman fiilinin bir halle ve mahlûkat üzerinden onsuz geçen vakitlerin umumunda dille yok edilmesi mümkün değildir. Hatta hallerden öyle haller vardır ki, o hallerde «ben kitablara, peygamberlere, öldükten sonra tekrar dirilmeğe ve bunların benzerlerine iman ettim» demesi nehyedilir. Meselâ namazda olması gibi. Bu halde İken o sözlerden birini söylemesi yasaklanır. Dini islâm da söylenmez. Çünkü bunlar onun ibadetini bozar. Allah-u Teâlâ, iman ibadetten caiz olması için şart koşmuştur, imanı daimi olarak bulunmasını da şart kılmıştır. O, bozulup değişmez; kendisinde değişikliğin bulunması caiz olmaz. Böylece imanın Kerramiyelerin sandıklarının gayri olduğu sabit olur. Oysa ki gerçekten Cenab-ı Allah, kalblerdeki imamn derecesini yükseltmiştir. Hatta onu derecelerin en üstünü kılmıştır. îmanı bütün hayat ve iyi amellerin kendisi ile yapılan husus kılmıştır. Onun bulunması anındadır ki, ancak ibadetler, sahih olup kabul olur. Vasfettiğim hususa muhtemel olan şey, diller değil, ancak kalblerdir. Bunun içindir ki, kalb-lerin imanın yeri olması daha lâyık ve daha doğrudur.
Sonra gerçekten iman ile hitap, akıllara gerekir. Kendisi ile bulunan manın hakikati bakmak ve düşünmekle bilinir. Bu ise kalblerin işidir. Binaenaleyh, iman da bunun gibidir. Bununla beraber lisanlar, âyetlerden başkaları gibi kullanılır ve onlarla haber verilir. Allah-u Teâlâ «Cizye vermeyi kabul eden kitap ehlini (Kâfirleri) islâm dinine girmek için zorlamak ve onlara cebretmek yoktur..»[406] buyuruyor. İmanın hakikatinin c&bredilen ve zorlanan şeyde kılınması caiz değildir. Yüce olan Allah şöyle buyuruyor : «... Artık kim azgınlığa ve sapıklığa sevkedenleri tanımayıp da, Allah'a iman ederse, o muhakkak ki kopması mümkün olmayan en sağlam kulpa tutunmuştur.»[407]. Sapıklığa sevkedenleri tanımamak, onları inkâr etmek, özellikle dille olan değildir. İman da bunun gibidir, Yüce olan Allah'm şu kavl-i celîline bakmaz mı? : «Sana indirilen Kur'ân'a ve senden önce indirilen Kitaplara iman ettik diye boş iddiada bulunanlara bakmayınız. O, azgın şeytana muhakeme olmak istiyorlar. Halbuki onu (Şeytanı) tanımamakla emrolunnıuşlardır. Şeytan ise, onları çok uzak bir sapıklığa düşürmek ister[408]. Böylece meyletmek ve muhakeme olmak, her ne kadar imanın kendisi ile bulunduğu şeye iman ettiğini boş olarak iddia edip dili ile haber veriyorsa da küfür için terkolur. Tevfik Allah'tandır.
Allah-u Teâlâ'nın kitabı olan Kur'ân-ı Kerîm'in muhtelif yerlerinde «Ey iman edenler»[409], kavl-i celîli ile hitap varid olmuştur. Her ne kadar O, kendisine hitap geldiği vakit iman fiili için dilini kullanmamış ise de[410] âyet-i celîlenin kapsamında olan iman ve İslama mensup olan hiç bir kimse yoktur ki, kendisinin onun kapsamında bulunanlardan olduğunu şüpha etsin. Binaenaleyh bununla kendilerine isim verdiği imanın hakikati onlarda hitap vaktinde mevcud idi. O ise ancak kalble olur. Kuvvet ancak Allah'tandır.
Bu nevide öyle âyetler vardır ki; muhtelif mezhepler olmasına rağmen Mu'tezile, Hariciler, Kerramiyye ve Haşeviyyelerin mezheplerini nakzeder. Tıpkı yüce olan Allah'ın şu âyet-i celîleleri gibi. «Ey iman edenler; niçin yapmayacağımz şeyi söylersiniz? Yapmayacağınız şeyi söylemeniz, Allah katında buğz bakımından çok büyüktür. Biliniz ki Allah, kendi yolunda (aksamı) birbirine kenetlenmiş bir bina gibi saf bağlayarak çarpışanları sever.»[411] «Ey iman edenler! Size ne oldu ki, size : «—Allah yolunda topluca savaşa çıkın, seferber olun.—» dendiği zaman yere ve meskenlerinise meyledip ağırlagtimz?...»[412] «Sise ne oluyor ki, Medine'ye hicret edemiyerek, Mekke'de biçare kalıp : «— Ey Rabb'imiz! Bizi halkı zalim şu memleketten çıkar, bize tarafından bir sahip gönder, bize kendinden bir yardımcı yolla» diyen erkekler, kadınlar ve çocuklar uğruna Allah yolunda düşmanla çarpışmıyorsunuz.»[413] «İman edenlere, vakti gelmedimi ki, kalbleri Allah'ın zikrine ve inen Kur'ân'a saygı ile yu-muşasm-..»[414] buyurarak, Allah Azze ve Celle, onu yaptıklarından dolayı onlara sitem etmiştir. Onda vaîdin en büyüğü olduğu halde 'kendilerinden iman ismini gidermedi. Bilakis iman ile hitap buyurup onlara sitem etti. Veliler arasında vukubulan noksanlıktan dolayı olan sitemleşme de aklen böyledir. Bu husus, düşmanlar arasında karşılıklı deliller getirme ve savaşma şeklinde tezahür eder. Böylece onlarda imanın baki kaldığı zahir olur. Ve onu imandan çıkaran ve tekfir edenin sözü de batıl olur. Böylece Allah-u Teâlâ'yı ve Resulünü tasdik edenlerden hiç bir kimse yoktur ki, o âyetlerin kapsamına girdiğini bilmesin. Binâenaleyh imanın sınırı bilinenin ismi olduğu onu dili ile soyliyen herkesin anlamış olduğu[415] sabit olur. Bunun üzerine o hitabın farzlardan terkedilmiş olanlar üzerine olması ile beraber, iman taatlerin hepsinin ismidir diyen kimsenin sözü batıl olur. Eğer iman, taatm hepsinin ismi olsaydı, kendilerine şöyle hitap edilmiş olurlardı : «Ey imanın bir kısmı ile iman edenler, yahut imanda istisna ile beraber iman edenler» bu gibi olanlarda muttaki ve salih olanların isimleri ile sitemleşmek doğru olmadığı gibi, imanın ibadetlerin, hepsine değil, bazısına mahsus bir isim olduğu sabit olur. Sonra âyet-i celîlenin geldiği vakit onlardan hiç bir kimse yoktur ki, onların imanı lisanla ifade ettiklerini bilmesin. Binâenaleyh, gerçekten imanla isim vermek var idi. Çünkü o, kalp iledir. Kuvvet ancak Allah'tandır. [416]
[378] Musannif, bu zümre ile bu sözlerinde yalnız basma kalan Muhammed bin Kerram'ın eshabı olan Kerramiyye'yi kastediyor. Bak: Dr. Huleyfin İskenderiye Ü. Edebiyat Fakültesinde yaptığı mastır tezi olan «Pahruddin-i Er-Razî ve Mevkıfuhû mine'l-Kerrâmiyye.» sayfa: 134-146. «Mekâlât El-İslâmiyym Li'1-Eş'arî» c. I, s. 141. İstanbul. «El-Milel Ve'n-Nihal Li'ş - Şehristânû, c I, s. 154. T. Bağdat.
[379] El-Hucurât, âyet, 14.
[380] El-Hucurât, âyet, 17.
[381] EI-Mumtahine, âyet, 10.
[382] Kitabın aslında bu âyet-i celîle ve bu ibare dip notta varid olmuştur.
[383] Et-Tevbe, âyet, 56.
[384] En-Nisâ, âyet, 65.
[385] En-Nisâ, âyet, 25.
[386] En-Nisâ, âyet, 25.
[387] El-Bakara, âyet, 8.
[388] El-Bakara, âyet, 9.
[389] El-Münafıkûn, âyet, 6.
[390] Et-Tevbe, âyet, 54.
[391] El-Enfâl, âyet, 38
[392] El-Furkân, âyet, 68
[393] Kitabın aslında «kezebetün» kelimesi şeddeli 'zal' harfi iledir.
[394] El-Mucâdile, âyet, 6.
[395] Et-Tevbe, âyet, 66.
[396] Et-Tevbe, âyet, 95.
[397] El-Münafikûn, âyet, 8.
[398] En-NahI, âyet, 106
[399] Kitabın aslında «..» kelime okunamamıştır.
[400] Hadisi Şerifi, Buhârî lafızları ile değil, mânâsı ile zikretmiştir-
[401] Bu ibare metnin aslından olduğuna igaret edilmekle beraber dip notta va-rid olmuştur.
[402] Et-Tevbe, âyet, 123.
[403] Et-Tevbe, âyet, 5
[404] Kitabın aslında .el'cebru» kelimesi noktasız 'ha' iledir.
[405] Kitabın aslında «cümletu» kelimesi noktanz 'ha' iledir.
[406] El-Bakara, âyet, 256.
[407] El-Bakara, âyet, 256.
[408] En-Nisâ, âyet, 60.
[409] El-Hucurât, âyet, 2. Bu hitap Kur'ân-ı Kerîm'de 74 kerre varid olmuştur.
[410] Kitabın aslında «ferağa» kelimesi noktasız 'ayın' harfi ile varid olmuştur.
[411] Es-Saff, âyet, 2, 3, 4, 5.
[412] Et-Tevbe, âyet, 38.
[413] En-Nisâ, âyet, 75.
[414] El-Hadîd, âyet, 16.
[415] Kitabın aslında «ya'kılu» kelimesi metnin aslından olduğuna işaret edilmiş olmakla beraber dip not olarak varid olmuştur.
[416] İmam Matüridi, Tevhid, Hicret Yayınları: 557-564.