seymanur K
Wed 12 October 2011, 04:41 pm GMT +0200
Tabiîlerle Müctehid İmamlar Devrinde Re'y ve İctihâd:
Hz. Peygamber ve Sahâbîler devrinde, daha çok pratik ihtiyaç ve kazâî olaylar münâsebetiyle başvurulan re'y ve ictihâd; tabiîler, teba-i tabiîn ve müctehid imamlar devrinde, toplumsal şart ve faaliyetlerin yoğunluğuna paralel olarak, daha da genişlemiş; bunlara pekçok ilmi görüş ve ictihâdlar da katılmıştır.
Tabiîler devrinden itibaren yavaş yavaş teşekkül etmeye başlayan fıkıh ekolleri, re'y ve ictihâd karşısında da farklı durumlar arzetmektedir. Bir kısmı, bazı hadîslerin sıhhatinden şüphe ederek re'ye fazla önem verirken, diğer bir kısmı nass'lara, özellikle Sünnet'e muhalefet endişesiyle, re'y ile ictihâd'dan mümkün olduğu kadar kaçınmıştır. Bu hususta, ileride re'y ve hadîs ekollerinden bahsederken daha ayrıntılı bilgi verilecektir.
Bu devredeki re'y ile ictihâd hakkında, tatbikatla ilgili bazı örnekler vererek, konuyu biraz daha aydınlığa kavuşturmak istiyoruz:
1) 69-83 H. yıllarında Mısır kadısı bulunan Abdurrahman b. Huceyra'ya bir kadın gelip bir sebepten ötürü köle âzâd etmek istediğini ve yeni doğmuş bir köle çocuğunu âzâd ettiği takdirde, bunun yeterli olup olmayacağını sormuş; kadı da, Kur'ân'da geçen “köle âzâdı” (deyiminin köle çocuğunu da içine aldığını re'y ile yorumlayarak, “evet, caizdir.” diye cevap vermiştir. [262]
2)Yine Mısır'da 98-100 H. yıllarında kadılık yapmış olan Iyad b. Ubeydullah, Halîfe Ömer b, Abdilazîz'e yazarak, parmağı ile bir kız çocuğunun bekâretini izale eden çocuğa nasıl bir ceza tertip edileceğini sormuş; Halîfe de, “Bu hususta bize bir şey intikal etmedi; ben bu işi sana bırakıyorum, re'yinle hükmet” diye cevap vermiştir. Kadı, bununt üzerine, suçlu çocuğa, ceza olarak elli dinar para tazminatı ile hükmetmiştir. [263]
3) Mısır kadılarından Tevbe b, Nemr (Nimr, ölümü: 120 H.) o güne kadar sahihleri veya vâsileri tarafından yönetilen Mısır'daki vakıfları, kötüye kullanmamaları için şahsî re'yi ile kendi yönetimine almış ve onları büyük bir inkişafa kavuşturmuştur. [264]
4) Ebû Hanîfe (Ö. 150 H.)'ye göre, düşman ülkesine (dâr-i harb'e) müsaade ile giren bir müslüman'ın, parayı bir misli fazlasına (bir dirhemi iki dirheme) vermesi caizdir; çünkü orada İslâmî hükümler câri değildir; o halde bir müslüman, rızalarını temin etmek şartıyla, düşmanların mallarını her yolla alabilir. Evzâî (Ö. 157 H.), bu görüşe karşı çıkar ve İslâm'ın faizi her yerde yasakladığını, kâfirlerin de mal ve canlarının müslümanlar için haram olduğunu söyler. Ebû Yûsuf (Ö. 182 H.) ve Şafiî (Ö. 204 H.), bu konuda Evzaîyi destekler. [265]
Burada Ebu Hanîfe, bir bakıma, modern devletler husûsî hukukuna uygun bir görüş ileri sürmekte, faizi yasaklamıyan ecnebi memleketteki bir müslüman için oranın mevzuatına göre faizle iş yapmanın cavasına kail gibi görünmektedir.
Böylece hem kazâî, hem de ilmî çalışmaların ortaya koyduğu re'y ve ictihâdlar, bütün şehirlerde mevcuttu. Ebû Hanîfe'nin temsil ettiği Irak (Küfe) ekolü, re'ye son derecede önem vermekteydi. Bununla birlikte Ebû Hanîfe, “bizim bu ilmimiz, gücümüzün yettiği en iyi bir reydir; birisi, bundan daha iyisini ortaya korsa onu kabul ederiz.” derdi. [266] Bu ekolün ünlü imamlarından Muhammed b. el-Hasan eş-Şeybânî (Ö. 189 H.) de, “Hadîs ile amel ancak re'y ile, re'y ile amel de ancak hadîs ile müstakim olur.” demiştir. [267]
Medine'nin vakur ve ünlü İmamı Malik b. Enes (Ö. 179 H.), sahâbîlerin re'yine önem verdiği gibi, kendisi dere'ye başvururdu.
O, bazan re'yi kıyas ve istihsân anlamında da kullanırdı. el-Müvat(ta'ında çoğu zaman onun, “raeytü” “erâ” ve “Fî re'yi”dediğini görmekteyiz [268] imam Mâlik de, reyinin yüzdeyüz isabetli olduğunu iddia etmez ve ekseriya,” “...biz ancak zanda bulunuyoruz ve kesin olarak bilmiyoruz.” [269] âyetini tekrar ederdi. [270]
İmam Şâfîî, ancak ictihâd anlamındaki re'yi kabul eder ve ona göre kıyas da ictihâd'dan ibarettir. O, Medîneli bilginler için, “hadîs ve re'y ehli” deyimini kullanır. [271]
Medine'de re'y, imam Mâlik'ten önce de hayli ileri idi. Hattâ “Rabîatü'r-Re'y” unvanını alan Rabîa b. Ebî Abdirrahman (Ö. 136 H.) re'y ile ictihad konusunda bütün çağdaşlarından çok üstündü. Mekke'de de, bilhassa yaşlı otoritelerden olup Kur'ân'ı aklî bir şekilde tefsir eden Mücâhid (Ö. 100 H.'den sonradır), fıkıhta da geniş çapta re'ye önem vermiştir. [272]
Basra fakîhlerinden Hasan el-Basrî de, gerektikçe re'y ile fetva veren fakihlerdendi. [273]
Ahmed b. Hanbel, hadîsçi olduğu için re'ye geri plânda bir yer verir. “Hadîsin zaîfi bile re'yden üstündür” derdi. [274] Bu arada hadîs ve re'ye aynı derecede yer veren bilginler de vardı. Sözgelimi, İbn-i Mübarek, “Kişi, ancak hadîs'i (eser'i) bildiği ve re'yde basiretli olduğu zaman fetva verebilir” derdi. [275]
[262] el-Kindi, Kitabu'l-Vülât ve'l-Kudât Rhuvon Guest neşri, Beyrut,1908, s. 319.
[263] el-Kindi. a.g.e., s 334
[264] El- kindi a. G. E. , s. 346.
[265] Şafii, el umm, c. S. 326.
[266] İbni kayyim, ilamül muvvakkiin f. Zeki tabi c. S. 86.
[267] Serahsi, usül, yazma, v. 176/b
[268] J. Schacht, The Origins, s. 715,118.
[269] Câsiye: 45/
[270] İbn-i Kayyim, a.g.e.y c. I, s. 87.
[271] Şâfiî, İhtüafu'l-Hadîs, el-Umm'un kenarında, Bulak, Kahire 1325, c. VII, s. 197.
[272] J. Schacht, a.g.e., s. 114.
[273] Dârimî, Sünen, c. I, s. 59.
[274] İbni Kayyim, a.g.e., c. I, s. 83.
[275] İbn-i Kayyim, İ'Iâmü'l-Muvakkı'în, Deîhi tabı, c. I, s. 16.
Dr. Abdulkadir Şener, İslam Hukukunun Kaynaklarından Kıyas, Istıhsan Ve Istıslah, Diyanet İsleri Başkanliği Yayınları: 57-59.