- İmam Zeyd in özellikleri

Adsense kodları


İmam Zeyd in özellikleri

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

rray
sidretül münteha
Wed 15 September 2010, 06:28 pm GMT +0200
İMAM ZEYD´IN ÖZELLİKLERİ

56- Zeyd b. Ali (ra) kendisini temiz ve duru bir ilme doğru meylettiren birtakım kişi­sel karakteristik Özelliklerle bezenmiştir. Şüphesiz bu özellikler, Ali b. Ebu Talib (kv) ailesinden gelen duruluğun özellikleridir. Sanki şair, şöyle derken Hz. Ali´nin zürriyetini kastediyor;

"Onların getirdiği ne kadar iyilikler varsa ancak. Ancak onu daha önceki alalar miras bırakmıştır.."

Sanki ilmi seciyelerle değerli ahlaki yapılar, bu çok değerli yüce şahsiyetlerin Nebi (sav)´in ailesinden birbirine aktardıkları mirastır. Yine sanki onların şahsiyetlerinde ne­bevi ahlak, tıpkı damarlarında temiz ve bol üriinlü nebevi kanların akması gibi akıp git­mektedir. Ehl-i Beyt imamlarının hiç bir sıfatı yoktur ki onda nebevi bir kalıntı, Mu-hammed´e layık bir kültür ve AH soyuna layık bir gayret bulunmasın. Bundan dolayı Ehl-ı Beyt imamları bütün çağdaşlarının saygı duyduğu bir konumda idiler. Öyle ki, şii olanlarla şii olmayanlar arasında bu yönden bir fark yoktu. Onlarda, diğer insanlarda bu­lunmayan ve Allah tarafından verilmiş özellikleri ve seciyeleri görüyorlardı. İşte Ebu amfe, Cafer Sadık hakkında kendisinden ilimce daha yüksek ve ahlakça daha üstün ıç kimse göremiyor, ona ve babası Muhammed Bakır´a denk düşecek kimse düşünemı-• Malık (ra) de Cafer b. Muhammed´i aynı duygularla yüceltiyor ve Medine´de ona denk düşecek birisini görmüyordu. Duygularım şöyle belirtiyordu: "Ben onu şu üç özel-iik dışında görmedim: Ya oruçtular, ya namaz kılar, veya Kur´an okurdu. Nitekim kıyam hareketine giriştiğinde Zeyd´in yarasını fakihler ve kurradan başkasının sardığını da görmedim."

Acaba onlardaki bu seciyeler diğer çağdaşlarına değil de sadece bunlara mı has kı­lındı? Yoksa bu durum onlann damarlarında Nebi´nin temiz ve bol ürünlii kanı ile Allah yolunda hiçbir ayıplayanm ayıplamasını kale almayan Farisü´l-İslam fakih Aii´nin kanı­nın akmasından dolayı mıydı? Bu konuda çoğunluk olumlu sözler söylemişle! Biz de bir noktaya kadar bu görüşlere katılabiliriz. Lakin bu tamamen bir genelleme sayılamaz. Aksi halde Rasulullah´a ve Ali´ye bu zamanda nisbet edilen herkes de aynı seciye ve ay­nı huyların bulunması icabederdi.

Bu konumda gerçek şudur ki ilk yüzyıl ve ikinci yüzyılın çoğunluğunda yetişen Ehi-iBeyt´in önünde öyle sebepler vardı ki, onları başkalarının yanında bulunmayan seciye­lerin sahipleri yapmıştır. Bunun nedeni. Beyti Nebevi´nin biribirindcn miras olarak al­dıkları nebevi adetlerle Ali soyuna ait hatıraların bütününü muhafaza etmeleridir. Yine Beyt-i Nebevi´nin bu anıları alevlendirmesi, çağın siyaset adamlarının kendilerine karşı kötü davranışlarını ve egemen olmaktan alıkonulmalarını gördükleri sürece o hatıraları geliştirip büyütmeleridir. Böylece miras olarak aldıkları değerlere tuiundular ve başka hiçbir şeye yönelmediler. Nasıl ki her ailenin adet, gelenek ve görenekleri varsa, Ehl-i Beyt´in bu asırdaki gelenekleri de ilme yönelme, onu arama ve insanlar arasında yay­mak, mü´minlerin kalplerini ısındırmak ve dalalette olanlara da yol göstermekti.

Şüphesiz onlann başından eksik olmayan şiddet olayları, içinde doğup büyüdükleri onurluluk, Allah Teala´nın kendilerine bahşettiği sadık bir iman ve nebevi rahmet ile birlikte insanların kendilerine güven duymalarının, mü´minlerin onlarla ülfet etmesinin, onlann da Rasulullah (sav) ve Ali b. Ebi Talib (kv)´den gelen makama duyulan heybetli-lik ve saygı duyma ile ülfet etmelerinin tek sebebidir.

Şüphesiz ki nesepleri onları değersiz davranışlardan yücelerde tutuyor ve nesepleri­nin dengine sahip olmayanların düştüğü şeylerden uzaklaştırıyordu. Bununla birlikte Rasulullah (sav)den öğrendikleri gereğince bu neseple üstünlük iddiasında bulunmuyor­lardı. Yaşadıkları zamansa Rasulullah´tan pek uzak değildi. Başlarından eksik olmayan şiddet olayları kendilerini başkalarının acılarını duyar bir duruma getiriyor ve kalplerin-deki merhamet pınarlarını coşturuyordu.

Özet olarak Nebi´nin Ehl-i Beyt´inde birinci ve ikinci yüzyılda soylu davranış ve gü­zel ahlaktan başkası mevcut değildi.

Bu zamanda bu çeşit davranışlar Ehl-i Beyt içerisinde yaygın olunca Zeyd ve kar­deşleri, onların arasından tabii olarak üstün özelliklere ziyadesiyle sahip olacaktır. Bu­nun nedeni onu yetiştiren ve ilk terbiyesini vererek topluma sunan kişinin, babası Ali Zeyne! Abidin olmasıdır. Nitekim babasının üstün mevkiini, güzel ahlak, erdemlilik,

ve vakarlılıktaki üstün meziyetlerini öğrenmiştir. Bu nedenle Zeyd eş-" "´ice ve kendisini böyle büyük ve sahip olduğu değerlerin en zirvede olanı uğrunda M İıı veren bir mücahid kılan sıfatlarla bezenmiştir. İşte onun feda ettiği en değerli ma­lı, kendi camdır.

Bu sıfatlann bir kısmı şunlardır: [1]


a) İhlas



57- İhlas. iç dünyada parıldayan bir nurdur ki, hemen etrafı aydınlatır. O bir yönel­medir Ve nefsini sırf Allah için arıtmaktır. İşte o, imanın en yüksek derecesidir.- Bun­dan dolayı Nebi (sav) şöyle buyurmuştur "Sizden biriniz sevdiği ber şeyi sırf Allah nza-sı için sevmedikçe gerçek mü´min olamaz." Şüphesiz mü´min hakkı taleb etmeye içinde hiçbir eğrilik bulunmayan dosdoğru bir yönelişle yöneldiğinde Allah Teala onun kalbine hikmet nurunu atar. Böylece idraki sapasağlam olur. aklı parıldar, kavrayışları dosdoğru olur. Kalbi ihlas gibi aydınlatan hiçbir şey bulunmadığı gibi akılların nurunu da heva ve heves gibi söndüren hiçbir şey yoktur. Kuşkusuz istek ve arzuların üstünlük sağlaması kalp gözünü dumura uğratır da, artık göremez olur. Fikri de öyle söndürür ki, algılaya­maz hale gelir.

Allah Teala İmam Zeyd (ra)a ihlasdan en son payeyi vermiştir. Nitekim ilim yolun­daki ihlası onu ilmin çeşitlerini arama konusunda hicrete zorlamıştır. Çeşitli ilimleri biz­zat kaynağından ve yerlerinden aramış, dinin fıkhı ile ilm-i füruu kendi evinden ve Me­dine´den almıştır. Fırkalarla ilgili ilimleri almak için de çeşitli islami fırkaların vatanı sa­yılan Basra´ya taşınmış ve bu ilimleri orada edinmiştir. Her ne kadar her söylediğini ve iddia ettiğini onaylamasa bile Vasıl b. Ata ile ders müzakere etmeyi gurur vesilesi yap­mamıştır. Halkın Vasıl hakkındaki görüşü ne olursa olsun, Zeyd kendisinden ilim gör­düğü sürece ilmi müzakeresinden kaçınmamıştır.

Thlas meyvelerinin ilki, takvadır, onun takvasıyla ilgili haberler birbirini kovalamış-tır. Kuşkusuz takvası onu daima Allah korkusunu hisseder duruma koymuştur. Çağdaş­larından birisi onu anlatırken şöyle der: "Onu Medine´de gördüm. O, yanında Allah anıl­dığında baygınlık geçiren bir gençtir."

Kendisini tanıtırken şöyle diyor: "Kuşkusuz Zeyd b. Ali sağını-solunu bildiğinden beri Allah için hiçbir mahrem perdeyi yırtmadı."[2]

Zeyd (ra) Allah Teala´ya olan bağlılığı ve taatıyla halkın kendisine sevgi ve itaati arasında çok ince bir bağ kurmuştu ve o şöyle diyordu: "Her kim ki Allah´a itaat ederse Allah´ın yarattıkları da ona itaat eder."

imasından dolayı müslümanlann iki yakasını bir araya getirmek, aralarım bulmak ve fırka fırka olmanın açtığı gediği kapamak için koşturuyordu. Bu çabalarıyla sünnetleri yaşatmak bid´atlan öldürmek ve azgınların hilelerini geri püskürtmek uğrunda fidye ola­rak canını verdi.

İhlasi onu müsamahakarlığa Şevketti. Öyle çok müsamahakar idi ki. amcası oğlu Ab­dullah b. Hasan b. Hasan ile ayrılığa düşüyordu. Nihayet bu durum Zeyd´in annesi konu­sunda Abdullah´ın ileri-geri konuşmasına vesile olur. Diğer taraftan Zcyd de Abdullah´ın annesi konusunda uzak bir ima ile ta´rizde bulunur. Bunun üzerine Zeyd çok, ama çok pişmanlık duyarak haklarının tümünü amcası oğluna terketmek suretiyle bu pişmanlığı­nı kapatır.

Yine ihlası onu sefih kişilerden yücelerde tutmaya ve onlara iltifat etmemeye sevke-der. Çünkü o ihlast nedeniyle ruhi açıdan çok üstün değerler kazanmış ve bunların saye­sinde yüccimişti.

Nitekim itilasının nuru onun hem yüzünde, hem sözünde ve hem de davranışlarında açıkça gözüküyordu. Çağdaşlarından birisi onun hakkında şunları söyler: "Zeyd b. Ali´yi gördüğümde yüzündeki nur huzmelerini müşahade ederdim."

Yine çağdaşlarından birisi de hakkında şöyle söylüyor: "Medine´ye giderdim. Her defasında Zeyd b. Ali´yi sorduğumda bana "O hep Kur´an´la beraberdir" denilirdi."[3]


b) Şecaat


58- O, ahlakını verimli bir bahçe durumuna getiren bu müsamahakarlığı ve kendisini hikmetle konuşur duruma sokan ihlasının yanında şecaatli idi de. Allah ona edebi şeca-atla harpteki kahramanlığı, gayreti, savaş yiğitliğini vermişti. İşte edebi şecaati onu şöy­le söylemeye itmişti: "Hak uğrunda hiç bir ayıplayıcımn ayıplamasından korkulmaz."

Hatta en çetin zamanlarda ve yumuşak davranmaya en fazla ihtiyacı olduğu anlarda bile kendini meydana attı. İşte o esnada Hz. Ebubekir ve Ömer hakkında kötü söz söyle­mesi ile ilgili görüşlerini almak isteyen bir gurup insan yanına geldi. Görüşünü onlara yardımlarını yitirmeye neden olsa bile net bir biçimde aktardı. Şüphesiz hakkı arayan kişi batılı ona ait bir ölçü olarak alamaz. Zeyd ve Ehl-i Beyt´in gözündeki gerçek yol, hiç bir zikzak çizmeyi kabul etmeyen gerçeğin ta kendisidir. Batıl ancak batılı neticelen­dirir.

Edebi kahramanlığı onu Ehl-i Beyt´in kendisine şiar edinmekle ün yaptığı takiyye İl­kesini bertaraf etmeye sürükledi. Görüşlerini apaçık ilan etmesi onun işkencelere maruz kalmasına, taraftarlarının kendisini yardımsız bırakmasına ve bir kısım aile fertlerinin kendisine muhalif kalmasına neden oluyordu. Fakat bizzat hak için hakka doğru yol alan kişiyi Allah´ın rızasından başka hiç bir şey ilgilendirmez. Halk ancak Allah´ın hosnutluğuyla hoşnut olmaları oranında onu ilgilendirir.

İkinci türden şecaate gelince: işte bu şecaat onu savaş meydanına atılmaya, tıpkı Bedir ehli gibi beraberinde sadece üç yüz civarında kişi bulunduğu halde on beş bin kişiyle

maya sürükledi. Az olan bu sayı inançlı büyük bir gurup durumunu aldı. Onlara da

tin bir kıyım ulaştı. Eğer durum başladığı şekle göre devam etseydi kuşkusuz zafere

saçak ve kılıcıyla zulüm devletini ortadan kaldıracaktı. Fakat Zeyd´den kaçacak bir delik arayan düşman tarafından bir okun atılması onu şehitlik mertebesine ulaştırdı. Ke-. inanıyoruz ki göğüs göğüse savaşmaktan aciz kalmalarından sonra Zeyd´e fırlattıkla­rı bu ok olmasaydı onları çok kötü bir şekilde bozguna uğratacaktı. Fakat Allah Sübha-nehu ve Teala Emevi devletinin ortadan kalkmasının, Zeyd´in karakterleri kendisinde ol­mayan kişilerin elinden meydana gelmesini mursd etti. Çünkü eğer Emevi Devletini or­tadan kaldıran kişi Zeyd olsaydı Abbasilerin indirdiği ceza kılıcı onların başına inmeye­cekti. Tıpkı adamlarının deşdiği gibi onların kabirleri de deşilmeyecekli. Ebu Abbas es-Seffah gibi bir kan dökücü ortaya çıkmayacaktı. Allah bir zalimin işini onun gibi bir za­limin bitirmesi için tehir etti. Nitekim Allah Teala şöyle buyurmuştur:

"Böylece kazandıkları günahlardan ötürü zalimlerin bir kısmını diğer bir kısmının peşine sakarız." (En´am 129)

"O´mm karında lıerşey ölçüyledir. O, gaybı ve hazırı bilir, çok büyüktür, yücedir." (Ra´d 8-9)

Şüphesiz şecaat ve aksiyon birbirlerinin kopmaz parçasıdırlar; hiç ayrılmazlar. Nere­de şecaat varsa orada aksiyon ve nerede aksiyon varsa orada ileri atılım vardır.

İmam Zeyd (ra), aşırı derecede aksiyon sahibi bir kimseydi. Onun aksiyonu kendi­sinde zalimlerin zulmüne karşı son derece hassas olmasını sağlamıştır. O, sadece kendi Ehl-i Beyti üzerine çöreklenen zulümleri hissetmiyordu. Çünkü Ehli Beyt kendisine ve­rilmesi gereken değerden mahrum olmuyordu. Zaten bu değer verme, uğradıkları zu­lümle denklesiyordu. Ehl-i Beyt´in dışındakilere gelince, onların üzerine kat kat yoğun­laşan zulüm iniyordu ve bu zulmü hafifletecek güçleri de mevcut değildi. İşte Zeyd on­ların elemlerini de içinde duyuyor ve o zulümleri kendi üzerine inmiş gibi kabul ediyor­du.

Kuşkusuz Zeyd´in nefsinde bütün bu duygular coşuyor ve nefsi ona ileri atılmasını telkin ediyordu.

Çağdaşlarından birisinin şöyle dediği rivayet edilmektedir: "Hacca gitmeyi arzula­dım. Ve Medine´ye uğradım. Dedim ki: "Bir de Zeyd b. Ali´ye uğraşanı" Uğradım ve °na selam verdim. O esnada onun şöyle bir misal getirdiğini işittim:

Hekim kanaat ile kaplanmış mal isterse

Ya şerefiyle yaşar veya patikalar onu hırpalar

Lakm kıl´i´ bir de alevli kalp birleşdiğinde

Şahlanan öfke ile, zulümler hep kaçışırlar

Eğer savaşırsa bir kavim benimle, savaşırım onunla,

Ben Humdan´ın zalimi miyim Zâ Yâl´ında."[4]

Şüphesiz bu haber onun nefsinde ayaklanan zulme karşı duyarlılığı göstermekledir. Aslında onun gönlü kendisini ileri atılmaya yönelten yiğitlik şiirlerinden başka bir şiir­den hoşlanmıyordu. Nihayet ileri atıldı ve Rabbinin rızasını kazandı. Zalimlerin zulmü­nün ölçüsünü de açığa çıkardı. [5]


c) Sabır



58-a) Hükümdarların işleyegeldikleri, insanları kivrandiran zulmü değiştirip, yerine adaleti getirmeye yönelen kişinin çok sabırlı olması gerekir.

Sabır, mücahidierin yedek malzemesidir. Sabır ve çığırtkanlık bir araya gelmesi mümkün olmayan iki karşıt davranıştır. Sabır ve telaş da birleşmesi imkanı olmayan karşıt iki kavramdır. Sabırsız bir şecaat, hiddetlenme ve bilinçsiz oiarak ileri atılmadır. Hiddetlenme ve şecaat, birbirinden apayrı iki gerçekliktir. Gerçek anlamda sabır, çetin anlarda tahammül etmeyi kapsar; nefsi kontrol altına almayı ve hoş görülmeyen şeylere bilinçsizce atılmamayı gerektirir. Bu özellikler, Zeyd (ra)´ı bezeyen davranışların en be-lirginlerindendir. O, sefih kimselerin sözlerini duyduğunda nefsini zapteder ve onların akışına gitmezdi. Ehl-i Beyt´ten birisinin, insanların ağzında bir tutam et parçası olmasın diye hakkını başkasına terkeltiği andaki sözlerini nakletmiştik. Zaten kalbinde din adına hiçbir tasa bulunmayan kimsenin elde ettiği fırsat onu hemen diline dolar. Ardından Ra-sulullah ve Ehl-i Bcyt´ine karşı kötü dedikodular yayar.

Evet, hidayet rehberi imam kendisine söven kimseye karşı nefsini zaptetmiş ve ona karşı şu sözden başkasını eklememiştir: "Benim durumumdakiler senin gibilere karşılık vermez." Orada bulunanlardan Ömer b. Hattab´in sülalesinden birisi kendini tutamadı; ateş püskürerek ileri atıldı ve sataşmada bulunan kişiye şöyle dedi: "Vallahi Zeyd hem şahsiyet, hem anne-baba yönünden senden daha hayırlıdır." Ve ona birçok sözler sayıp döktü. Sonra da bir avuç çakıl alarak onu yere çaldı ve şöyle dedi: "Vallahi bunun üzeri­ne artık sabretmemiz mümkün değildir."

İşte Ömer soyundan olan bu adam bize hakkı arama konusunda Ömer (ra)ın öfkeleri­ni yeniden yaşatmaktadır. Rasulullah (sav) Allah rızası dışmda öfkelenmeyen Ömer´in taşmasını durumu tatlıya bağlamak için nasıl sükunetle karşılıyordu. Rasulullah. mevcut durumu, geleceğini, kullandığı araçlarını varacağı gayelerini, kullandığı mantıki delilleri ve onların sonuçlarını düşünüyordu. Sanki Zeyd. nefsini zaptetme konusunda nebi´nin

konurnundaydı. Ömer´in torunu da dedesinin yerini almıştı.

O, Ömerü´l Faruk (ra)ı kükreten hakkı haykırışı gibi haykırıyordu. Hem ikisi arasında ve hem de temsil ettikleri şahsiyetler arasında ufak-tefek ayrılıklara rağmen. Tıpkı Nebi ile sonrakiler arasında ve havariler ile onlara ihsanla tâbi olanlar arasındaki fark gibi

İmam Zeyd. sabrın gerçekliğini biliyor ve ona davet ediyordu. Taraftarlarını da ona teşvik ediyordu. Sabırla öyle bezenmişti ki yüzüğünün üzerine şunları yazmıştır. "Sabret ki ecrini alasın. Kendini koru ki, kurtuluşa eresin."

İşte böylece Zeyd´in ayrılmaz huylarının sabır ve daima nefsini zaptetmek olduğunu görüyoruz. Öyle ki iyi sonuç vermeyen şeylerde ayağı kaymasın. [6]


d) Fikri Gelişmesi



59- Zeyd (ra) Sind´li annesinden zekasını, ince kavrayışını ve Hintlilerin ayrılmaz özelliği olan geniş boyutlu düşünmeyi miras aldığı gibi babası tarafından da geniş bo­yutlu düşünen ve ilhama kaynaklık eden aklı, düşünceyi eyleme dönüştüren kabına sığ­maz gönlü, fikri alanda araştırma yapmayı miras almıştır. Bundan dolayı ilmi alanda sivrilen bu İmamın ayrılmaz karakterinin en güçlüsü, onun tam bir fikri bilince ermesi­dir. O, dağılıp yok oluncaya kadar ihmal etmediği aktif bir zekaya sahipti. Ancak, tale-bettiği ilme yöneldi. İlmi ezberleyerek ve bilinçlenerek takviye etti. Ona öyle bir hatırla­ma gücü verilmişti ki, her okuduğunu ve işittiğini ezberliyordu. Babasından, kardeşin­den ve Ehl-i Beytinden rivayet ettiği hadisleri tümüyle ezberliyordu. Babası, Medine´de buluştuğu her tabiin´den hadis rivayet ediyordu. Tabiinlerin çoğunluğu da Medine´deydi. Zaten Medine nebevi ilmin vatanıydı. Evet, tabiinden bütün bunları alıyor, onları ezber­liyor, sonra da Ebu Hanife ve diğerleri gibi üst düzey fakihlerinin çoğuna iletiyordu:

Allah Teala´nın ona vermiş olduğu fikri bilinçlenmeden dolayı Ehl-i Beyt´ten aldığı ile yetinmiyor, bilakis bilmediklerini öğrenmeye kaynak olur zannıyla başka beldelere seyahat ediyordu.

işte bu ilim, gönlünde sindirdiği, anında lisanına aktardığı tükenmek bilmeyen ilim­dir. Konuştuğu zaman kelimeler inci gibi dökülüyordu. Cevabı en hızlı şekilde veriyor­du. Onun hakkında araştırıcı ve etkileyici bir fakih olan Ebu Hanife şöyle söylüyor: Zeyd b. Ali´yi müşahede ettim. Zamanında ondan daha fakihini, daha alimini, daha ha­zırcevap olanını ve sözlerini ondan daha açıklığıyla ortaya koyanını görmedim. îki ya-m anlamda olanın arasını o ayırırdı." Bunları daha önce de belirtmiştik. Onun aldığı Ç u hatırlama kabiliyeti yanında beliğ kelimelerin İnce ve güçlü manaların anında yardımına koştuğu ikna edici hazır deliller sahibiydi. Biz, Hişam´ın kendisine dil ile hücum

oesnada bedihi bir biçimde verdiği cevabı nakletmiştik. Yine Irak ehli ile münakaşa ıgı esna£la kullandığı sözleri de nakletmiştik. İmtihan, imtihandır. Iraklılar ona yardım

etmekten yüzçevirmeye yol aradılar ve onun .sözlerinden- tam da yardımın gerekli oldu­ğu bir saatte Zeyd´i yüzüstü bırakmaya imkan sağlayacak, durumlarını iyileştirecek nok­talar aramaya gayret saffettiler. Çünkü onlar. Zeyd´in gururuyla oynayan ve arka plana atanların ta kendileri idiler.

Onun fikri bilinçlenmesi, olayları yorumîayişında ve. sebeple müsebbibier arasını bağlayışında en mükemmel bir tarzda ortaya çıkıyordu. Şüphesiz bu yorumlamalar, bi­limsel akim niteliklerinin en has olanı ve fikri bilinçlenmenin" görür:îülerinin en ince ola­nıdır. Hz. Ali´yi diğer ikisi karşısında daha üstün görmesiyle birlikte iki büyük şahsiyet Ebu Bekir ve Ömer´in de imamlığına razı olmaya niçin karar verdiğinin yorumunu Şen- f ristani M iki ve´n-Nİha! adlı kitabında bize şöyle zikretmiştir:

"Zeyd´in mezhebinin görüşlerinden birisi, daha faziletli imamın bulunması yanında. daha az fazilçtli imanım da bulunabileceği görüşüdür. O, (yani Zeyd) şöyle diyor: "Ali b. Ebu Talip sahabenin en faziletlisi idi. Ancak hilafet makamı sahabenin uygun gör­dükleri toplum çıkarı, saygı duydukları, alevlenen fitneyi yatıştırmak, bmün vatandaşla­rın gönlünü etmekten ibaret olan dini kural gereğince Ebubekir´e havale edildi. Peygam­berlik günlerinde cereyan eden savaşların zamanı henüz yakındı. Ve Emiril´i-Mü´minin Ali Aleyhissclam´m kılıcı henüz kuramamıştı. İntikam isteğinden meydana gelen, toplu­luğun kalbindeki kinler olduğu gibi duruyordu. Bundan dolayı kalpler 1 iz. Ali´ye tümüy­le meyletmiyor, boyunlar önünde tamamıyla eğilmiyordu. O andaki toplum çıkan yu­muşaklığı, herkese .sevgi göstermesi, yaşının ilerlemiş olması. İslam´a ilk girenlerden al­ması ve Rasulullah (sav)´e yakınlığı ile tanınan kişi için böyle bir durumu ayakta tutma­yı gerektiriyordu. Görmüyor musun ki ölüm hastalığında iken Ebubekir yönetim işini Ömer b. Hattab´ın boynuna yüklemek isteyince halk şöyle dedi: "Kuşkusuz sen bizim üzerimize sert davranan taş yürekli birisini emir gösterdin." Halk, Hz. Ömer´in .nıirill-mü´minin oluşuna, dini konulardaki çok katı tutumu ve düşmanlarına karşı taş yürekli olmasından dolayı istekli değillerdi. Hz. Ebubekir (r.a) onları zor yatıştırdı. İşte bunun gibi daha faziletlisi ortada iken ondan daha az faziletli olanının imamlığı caizdir. Hü­kümlerin icrasında daha az faziletli olanına müracaat edilir ve davalarda onun yargısıyla hüküm verilir."[7]

İşte bu söz, ilmi alanda sivrilen genç imamın olayları yorumlama gücünün ölçüsünü göstermektedir. Bunun ötesinde yolunu sürdürdüğü en büyük dedesi Hz. Muhammed (sav)e vezirlik görevinde bulunan iki şahsiyet Ebubekir ve Ömer´in nezahetine dil uzat­maktan alıkoyan dini efendiliğini de açıklamaktadır. Oysaki Sünniler, önce Ebubekir´in sonra Ömer´in hatta sonra da Osman´ın Zeyd´in dedesi Ali (kv) den önce hilafet makamı­na getirilmelerinin en layık görüş olduğunu söylerler. Biz deriz ki Zeyd´in yukarıdaki görüşü kendi içtihadıdır. Bu içtihad imanda artma veya eksilme sağlamayan, Zeyd´i tam bir nezahet ve mükemmel bir ihlasla nitelendirilmesine engel teşkil etmez, bir nezanmesi o-m meşrebi ne yönde olursa olsun, her insandan ilmi talep eder

"oelirmfelir. Şüphesiz ilim her yerde aranır. O, kendisini çıkarmaya çalışan dalgı-dÜrU\riü"davranışından dolayı dalgıcına hakarette bulunmayan eşsiz bir inci gibidir. Ma-"ret hiçbir mekanla kayıtlanamaz ve hiçbir bütün de onu sımrlayamaz. [8]


e) Fesahat


60- Zeyd, edebi konuşmanın ortasında, Nebi´nin beytinde ve Ali´nin evinde yetişti. Muhammed b. Abdullah cevami´ul-kelim ve faslu´l hitab olarak gönderildi. Bu konuda kendisine hiç bir arap yaklaşamazdı. Ali b. Ebu Talib de müslümanîarın en hatibi ve İs­lam´daki Arap hatiplerinin, Nebi (sav)den sonra gelen en beliği idi. Hz. Ali´nin, Ebube­kir Sıddik´in vefatı m ersiye sin deki hutbesinin Rasululîah´ın güzel konuşmalarından son­ra en beliğ ifade tarzı olduğu üzerinde belağatçılar görüşbirliğine varmışlardır. Bu ko­nuşmayı Ebu Bekir Bakıllani İcazü´l-Kur´an adlı kitabında tam olarak rivayet etmiştir. Hutbeler külliyatı Ali sülalesinden (Allah hepsinden razı olsun) gelen Ehl-i Beyt alimle­rinin yanında bulunmaktaydı. Bu külliyatı biribirlerine miras olarak aktarıyor ve onu ez­berliyorlardı. Belki de bu hutbenin özü Şerif Rıza´nın bir araya getirip Nehcifl-Belağa ismini verdiği hutbeler divanında mevcuttur.

Bu duruma göre biz deriz ki, şüphesiz fesahat ve beyan ilminin kalitesi bu tertemiz evde mevcultu. Özellikle Zeyd, Medine´de ikamet ediyordu. Yabancılık ona hiç sirayet etmemişti. Zaten Emevi dönemi, beyan ilminin çağıydı. Kuşkusuz, Zeyd konuşmasını en güzel şekilde takdim eden beyan ilmi üstadlarındandı. Etkin ve beliğ konuşmayı sus­kunluğa yeğliyordu. Ona soruldu:

- Susmak mı, ytksa etkili konuşmak mı daha hayırlıdır? Dedi ki:

- Allah suskun durmayı çirkin saymıştır. Suskunluk, beliğ konuşmayı ne kadar balta­layıcı, acizliği ve bağımlılığı ne kadar celbedicidir!"[9]

Kuşkusuz, bu söz, Zeyd´in aklını ilimle, dilini de "beyan"la terbiye ettiğini, onu ken­disine itaat ettirdiğini, ilahi beyan yeteneği ölmesin ve ihtiyaç duyduğunda konuşmak kendisine zor gelmesin diye aşırı suskunluktan kaçındığını göstermektedir.

Hııserî´nin ZehriVÎ-Adab adlı eserinde şöyle gelmiştir: "Cafer b. Hasan b. Hasan b. Alı ile Zeyd (ra) arasında vasiyetle ilgili bir tartışma olmuştu. Onlar tartışırlarken halk falarında yanlarına konuşmaları duymak için hemen cereyan eden yöne üşüştüler.

anıın biri diğer arkadaşına karşı Cafer´in konuşmasından bazı sözler ezberliyor, diğer bir konuşmasından birkaç söz belliyordu. O ikisi ayrıldıktan ve halk da yanla­rından fırkalar halinde gittikten sonra beriki arkadaşına:

- Bu konuda şöyle şöyle söyledi. Diğeri:

- Bu konuda böyle böyle söyledi dedi.

Bu şekilde her ikisinin söylediğini yazıyorlar ve vacibi farzdan, güzel sözü şiirden, hak arasında yaygın olan sözleri darb-ı mesellerden ayırmayı öğrenir gibi bu konuşma­ları iyice belliyorlardı. Bu iki adam, kendi zamanlarının masal ve uydurma anlatan hay-retamiz kişileriydi."[10]

Bu tartışmaya daha önce de işaret etmiştik. Tartışmayı Cafer´in kardeşi Abdullah mi­ras aldı. Fakat tartışma Cafer´in zamanındaki boyutlarda değildi. Husrei´nin Zehru´l-Adab´m&d belirttiği gibi olayın seyrinden şu ortaya çıkıyordu ki, İki imam bu hasımka-rane atışmalarından müslüman kalabalıkların önünde gövde gösterisi yapmaları için et­kili bir edebiyat karşılaşması çıkarmak isliyorlardı. Ancak Cafer´den sonra Abdullah or­taya çıkıp, bazı kötü lakap takmalar dillerde dolaşınca ve Hişam´dan önceki Medine va­lisi de Hhl-i Beyt´in mevkiini halkın gözünden düşürmek için olayı kullanmak isteyince ilimde sivrilmiş dâhi İmam Zeyd, adaletli bir konuma yükselmişken utanç verici duruma düşmemek için hadiseyi sona erdirerek olayı kapattı.

Hişam´ın Zeyd´den en çok korktuğu, onun güçlü anlatımı ve etkileyici gücüydü. Zeyd Irak´a gittiğinde Hişam Irak valisine şunu yazdı:

"Kufelileri Zeyd b. Ali´nin toplantısına katılmaktan menet. Çünkü onun. kılıcın ağ­zından daha keskin dişlerin sivri ucundan daha nüfuzlu, büyü, kehanet ve düğümlere üflenen herşeyden daha beliğ bir lisanı var."[11]


f) Feraseti



61- Kendilerini fikri, .siyasi veya içtimai kumandanlığa arzeden bu zatların olayları olduğu gibi algılayabilecek güçlü bir basirete sahip olmaları zorunludur. Olayların ölçü­leri bazan onların güç yetirdiklerinin dışına taşar. Ancak bu durum, onların algılama gü­cü ve duyarlılık göstermelerden birşey eksiltmez. Fakat bazan olaylar onları ölçülü dav­ranmayı terketm el erine zorluyordu. Zeyd´le ilgili haberler kendisinin güçlü bir feraset ve şiddetli bir duyarlılığa sahip olduğunu göstermektedir. Şüphesiz feraset ve akıl gücü, deneyimlerin çokluğu ve duyarlı davranışının kuvvetinden oluşur. İşte bunların tümü Zeyd´de bir araya gelmiştir.

O, çok derin düşünceli aşırı derecede araştırma ve incelemeci, ileri düzeyde duyarlı bir kimseydi. O, çok deneyimler geçirdi ve olayları önceden haber verdi. Olayları göz­lemliyor ve ardmdakileri hemen anlıyordu. Savaş alanında bile ferasetini yitirmedi. Ni­tekim Küfe halkının, savaş alanına atıldığı esnada on beş bin dolaylarındaki kişinin ken­disine biat ettikten sonra yüzüstü bıraktıklarını gördü. Bunun Hüseyni bir davranış oldu­ğuna anında karar verdi. Yani ona dedesi Hüseyin (ra)´e oynadıkları oyunun aynısını uyguluyorlardı. Onun ileri görüşlülüğü. Medine valisi Halid b. Abdülmelik´in Medine halkı arasında ona dedikodu ortamı meydana getirmek istediğini anladığı sırada husu­meti bıraktığı gün ortaya çıkmıştır. Yine Hişarn b. Abdülmelik´in huzurundan çıktığı gün de feraseti onu yanıltmadı. O. Halid´in kendisiyle savaşmasının kaçınılmazlığını ve savaş alanında ölmenin kendisi İçin yatakta ölmekten daha hayırlı olduğunu iyi biliyor­du.

Birisi şunu söyleyebilir: Zeyd nasıl güçlü bir feraset sahibi olabilir ki, çağdaşları olan Ehl-i Beyi kendisini uyardıkları ve onların tarihinden bilinecek şeylerin tamamım bildiği halde o hala Irak halkına güveniyordu? Buna cevap olarak deriz ki, feraseti onu yanıltmadı. İşte bunun için onların sözünde durmamalarından dolayı kendisini emniyete aldı ve biatin onların kendisini yüzüstü bırakmalarını engellemeyeceğini de bildiği halde yine onlarla mescitte biat yaptı. Lakin o gayet iyi biliyordu ki yaşarken zillet içerisinde olmak, kendisi İçin savaş alanında şehadetten daha çetindir. Nitekim bu gerçek, anlattı­ğımız savaşın seyrinden açıkça ortaya çıkmakta ve bütün tarih kitapları bu savaşın Zeyd´le beraberindekiler için kesinlikle bir zafer olduğunu anlatmaktadır. Çünkü Şamlı­lar, sayıları yığınlarca olsa bile kendilerini zaferle ödüllendirecek etkili bir kararlılık üzerinde değillerdi. İşte iki gurup karşılaştığı zaman bunların üzerine yapılan hamle çok şiddetli oldu, Onları ancak ok kurtarabildi; yalnız onu kendilerine silah edinebildiler. Ve takdir edilen gerçekleşti.

Biz bu konuda Allah Teala´nm takdir buyurduğu şeylerin bir kısım hikmetine işaret ettik. Allah katında herşey bir ölçüye göredir. [12]


g) Heybet


62- Zeyd heybetliydi. AUah Teala kendisine verdiği güçlü bir akıl, işlerini hikmetli düşünme ve tıpkı peygamberlerin hayası gibi bir haya oranında aynı zamanda fizik yapı­sında da bir üstünlük bahsetmişti. Onun heybetîiliğini gösteren en belirgin şey, Hişam b. Abdülmelik´in onunla buluşmaktan kaçmasıdır. Mecliste ona ihanet etmek istediğinde tıpkı sefihlerin konuşmaları gibi Zeyd´in annesine dil uzattı. Zeyd ona öyle bir cevap verdi ki, onu susturdu. Hişam onun önünde toy bir sultanın kaleme aldığı ibarelerden başkasını bulamadı. Lakin heybetli ve güçlü bir şahsiyet karşısında durmaya güç yetire-medi. Zeyd´in heybetliliği kükreyen bir ordunun duruşu gibi dimdikti. Kendisini savaş alanına attığında dedesi Ali b. Hbu Talib´in ortaya atılışına benziyordu. Şamlılar dedesi­nin önünden kaçtıkları gibi Zeyd´in de önüden kaçıyorlardı. Onun heybetliliği ve ruhu­nun satvetinden uzak kalabildikleri bir yerde ancak uzaktan bir okla ona ulaşabildiler.

63- Özetlersek, ilimde sivrilen bu genç imam, uzaktan gözetlenen, etrafından saygı gören, şahsına ait en değerli dostlukla yadedilen bir kimseydi. Hatta büyük ağabeyi Muhammed Bakır (ra)ın hayatla olduğu sırada bile. Onun Zeyd´e aşın sevgisi vardı ve dostluğunun hayranıydı. Bu konuda el-Husri Zehrul-Adab adlı kitabında Haşimoğulla-nndan bir adamdan naklen şu rivayette bulunur: Adam der ki: "Biz Muhammed b. Ali b. Hüseyin´in yanında idik. Kardeşi Zeyd de orada oturuyordu. Kufelilerden bir adam içeri girdi. Muhammed b. Ali dedi ki:

- Sen şiirin ender rastlananlarından en güzel söylenmiş olanlarım rivayet ediyorsun, Bl-Ensari kardeşi için nasıl söylemiş? Adam hemen şu şiiri dizdi:

Ebu Malik, değil asla

Ne cılız, ne gücü zayıf

Daha serî tartışmacı yoktur ona

Kardeşi engel olsa ona bile saldırır

Fakat o değildir arkadan vuran

Huyları kerim, övgüleri tatlı

Başa geçİrirserı onu, çok itaatkarı geçirmiş olursun

Teslim ettiğinde ona kendini, bu yeterlidir.

Bunun üzerine Muhammed elini Zeyd´in omuzuna koyarak dedi ki: İşte senin karak­terin ey kardeşim! ama seni Iraklıların öldürdüğü kimse olmaktan Allah´a sığındırırım."[13] Şüphesiz bu beyiiler. bazı yönlerini eleştirmiş olsa da Zeyd´e karşı aşın sevgisini ve dostluğuna olan hayranlığını göstermekledir. Eleştirdiği yönü, aksiyonundaki aşırılığı­dır. Bu hususu Ensari´nin. kardeşini vasfetmesini nakleden ravinin dilinden ifade etmiş­tir. [14]


Üstadları


64- Gelişiminin ilk döneminde Zeyd´in yetişmesini ve öğrenimini üzerine alan kişi­nin babası Ali Zeynel Abidin olduğunu zikrettik. İstersen bu ilk Öndere Zeynütfabiin de diyebilirsin. Onun ilk önderi küçüklüğünden ergenlik çağına gelinceye kadar Zeyd´in sorumluluğunu üzerine alan babasıdır. Ondan sonra da bu görevi kardeşi Muhammed Bakır üstlendi ve ona gençlik çağı sona erinceye değin sahip çıktı. Zeyd´in mümtaz ba­bası ilmini Medine´de bulunan tabiinin tümünden almıştır. Bizim onu daha yakından ta­nımamız ve kendisinden rivayette bulunanların kimler olduğunu, ayrıca onların ilmin­den kimlerin alıntı yaptığını öğrenmemiz için "Kitab el´Mecmu"w açtık. Gördük ki riva­yet ettikleri hadislerin tümünü "babasından o da dedesi Hüseyin´den o da AH b. Ebu Ta-lib´den o da Nebi (sayMen" şeklinde bir zincirle rivayet etmişlerdir.

Bazen de sened zinciri Ali´de kalıyor ve Nebi (sav)in zikri geçmiyor. Böylece hadis mevkuf oluyor. Nitekim "Mecmu" kitabının, açıklayıcıları bu hadislerin geçerliliğini

Buharı. Müslim, Sünen-i Ebi Davud ve Nesei gibi Ehl-i Sünnet tarafından ün kazan­mış kitaplardan rivayette bulunmak suretiyle isbat ediyorlardı.

Bu noktada araştırmacı şöyle sorabilir; Acaba Zeynel Abidin hadislerini sadece Hü­seyin´den. Hüseyin de sadece babası Ali (kv)den mi rivayet ediyordu?

Ancak, bu nasıl mümkün olabilir ki... İmam Zeynel Abidin´in özgeçmişini açıklama­ya çaba sarfeden kitaplarda değişmeyen gerçek, İmam´ın buluştuğu tabiinlerden ilim al­dığının ifade edilmesidir. Kim tabiinle buluşmayacak da ille onlarla buluşmaya koşuştu­racak? Buna cevap olarak deriz ki, tarih sürecinde değişmeyen gerçek, bu buluşmaları yalanlayanı amızdır. Mecmu dskilerle Ehl-i Beyi imamları arasındaki rivayetlerin baba-oğul arasında cereyan ettiği hususundan ibaret değişmez gerçeğin arasını bağdaştırmak­la ilgili olarak deriz ki: Şüphesiz Ehi-i Beyt imamlan babalannın rivayetlerini esas alı­yor ve bu rivayetlerde sünnet ilmine aşina olma açısından kendilerini yeterli görüyorlar­dı. Fakat böyle bir yeterlilik, imamları onların rivayet zincirini kullanmaksızın ilmi isti­fade de bulunmaktan alıkoyamaz. Ehl-i Beyt imamlan tabiinden, sahabenin fetva ve yo­rumlarını, kendilerine miras olarak intikal eden. babalarından almış oldukları nebevi ha­dislerin fıkhım etüt edebilmek için öğreniyorlardı. Bu Öğrenme onlara fıkhi çalışmala­rında yardımcı oluyordu. Muhammed Bakır´dan, Cafer Sadık tan meydana gelen ve biz­zat Zeyd´in kendisinden de meydana gelen vakıa bu şekildedir. İmam Ebu Hanife Cafer Sadık (ra)ın halkın görüşlerini en iyi bilen insanlardan olduğunu belirtir. Yine Mekki´nin Menakıb-ı Ebi Ha tüfe´sinde, Ebu Cafer Mansur´un şöyle dediği geçmektedir: "Ey Ebu Hanife, halk Cafer b. Muhammed´i denemek için ona çok güç sorular soruyorlar. Sen de zor sorulardan birkaç tane hazırla." O da kırk tane mesele hazırladı. Nihayet Hire´de bir araya geldiler. Ebu Hanife bu mücadeleyi anlatırken şöyle der: "Ebu Cafer Mansur´a geldim ve huzuruna çıktım. Cafer b. Muhammed de sağ tarafında oturuyordu. Gözüm ona ilişince, heybetlilik açısından Ebu Cafer´le ilgili duymadığımı Cafer b. Muhammed Sadık hakkında duydum. Hemen ona selam verdim. Bana işaret etti ve oturdum. Sonra Mansur ona dönerek "Ey Ebu Abdillah, bu Ebu Hanife´dir" dedi. Sadık:

- Ne güzel... Sonra bana yöneldi:

- Ey Ebu Hanife, meselelerinden bir bölümünü Ebu Abdillah´a arzet, dedi. Ben soru­yu yöneltiyordum, o da karşılığını veriyor ve şöyle diyordu:

- Siz bu konuda şöyle diyorsunuz; Medineliler şöyle diyor, biz de böyle diyoruz. Ba­zen bize tabi oldu bazen Mcdine´lilere tabi oldu, bazen de bize muhalefet etti. Ta ki kırk soruyu tükelinceye dek. Hiçbir soruya takılmadı. Sonra Ebu Hanife şöyle devam etti: "Şüphesiz insanların en bilgini insanların ayrı düştükleri noktaları en iyi bilendir."

Kuşkusuz bu haber iki duruma açıklık getirmektedir:

Birincisi: Ehli Beyt ilminin, birbirlerinden miras olarak devraldıkları yine kendile­rinin rivayet ettikleri hadisler ve kendilerine kadar ulaşan geçmiş büyüklerinin içühatlan üzerinde hasredilmiş olmamasıdır. Bilakis onlar, ilmi kendi dışındakilerden almaya ve

araîannda yöreden yöreye farklılıklar arzetmeyen beldeler arası düzeydeki fakihlerdeki bilgileriyle tanışmaya aşırı ilgi gösteriyorlardı.

İkincisi: Hükümdarların. Khl-i Beyt´in ilimleri, ahlakları ve Rasulullah (sav)´le bağ­lantılı olmalarının verdiği şeref sayesinde halk arasında elde ettikleri yüksek mevkiyi onlara çok görmeleridir.

Zeyd. kardeşi oğlu Cafer´le aynı yaşta bulunmuş ve aralarında sürekli kopmayan bir bağ süregclmişse de onun, ilmini Ehl-i Beyt djşmdakilerden alabileceğini. Özellikle halkla ilişkisinin hem Ebu Abdillah Cafer Sadık´tan, hem de babası İmam Muhammed Bakır´dan (Allah hepsinden razı olsun) daha fazla olduğunu farzetmek zorundayız. Fa­kat başkalarına rivayette bulunacakları zaman varlıkları silinmesin diye sadece Ehl-i Beyt´in ilmini nakledeceklerdir; oysa ki raviler başkasını da ona rivayet etmişti.

65- İmam Zeyd´lc ilgili ilk Öğreniminin konusunu sadece Ehli Beyt üzerinde sınırlı saymak, öğrenimin de eksiklik bulunduğunu göstermez. Şüphesiz İmam Ali fkv) Ku-fe´de beş yıl kalmıştır. Ebubekir, Ömer ve Osman (ra) zamanlarında fetva makamında bulunması ötesinde o anda müslümanların fetva mercii ve imamıydı. Nitekim Ömer (ra) bir mesele çıkmaza girdiğinde: "Ah mesele, onun bir Ebu Hasan´ı yok ki!" derdi.

Ali (kv) ve uzun halifelik süresince fetva makamında tek yetkili olarak kalması do­ğaldır ki devamlı bir şekilde evladına bol ilim ve kat kat yüce fıkhi bir serveti miras bı­rakmasını sağlıyordu. Böyle bir servet, zürriyeti arasında tıpkı varisler arasında tereke­nin dağılışı gibi dağılıyordu. Kaldı ki bu servet, kalıcılığı en uzun, ürünü en çok ve ge­lişmesi en temiz bir servettir.

Ehl-i Beyt´ten olan her imanı verdiği dersler ve yaptığı içtihudlarla o serveti artın-yorlardı. İşte Zeynel Abidin ders verdi, içlihadta bulundu ve Ehli Beyt dışında tabiin­den bilgiler aldı. Onun bir benzeri Ebu Cafer Muhammed Bakır, torunu Cafer Sadık ve yine oğlu Zeyd (ra)dır. Fakat esas sayılabilecek ve birbirlerinden miras aldıkları husus Ali (ra)nı kendilerine bıraktığı fıkıh ve hadisden oluşan bu zengin terekedir. Sanki asıl hazine bu terekedir ve diğerleri de ondan ders alanların nefsinde oluşan bir üretimdir. İlim, diğer insanların sözleriyle karışmasın diye bu asıl üzerine başkası karışmaksızm biteviye artıyor. Belki de bu, bazı alimlere Zeydiyye hakkında şöyle söylettiren bir du­rumdur: "Şüphesiz onlar Ali Beyt´in dışındaki hadislerden başkasını kabul etmezler." Fakat araştırma yaptığımızda görürüz ki bir kısım Ehl-i Beyt, hadisleri ilk kaynağından alıyorlar ve beldeler arası fakihlerin edindikleri fıkıh İlmini öğrenmeye gayret sarfedi-yorlar. Sonra da hidayet rehberi İmam Ali (kv) yoluyla miras aldıkları bütün hadis ve ilimlerden oluşan tereke üzerine bina ettikleri görüşlerle başbaşa kalıyor ya onları uygun görüyorlar veya muhalefet ediyorlardı. [15]


[1] el- Kamil 2/143

[2] el-Kamil 2/14

[3] Prof. Dr. Muhammed Ebu Zehra, İmam Zeyd, Hayatı, Fikirleri ve Çağı, Şafak Yayınları: 117-120.

[4] Prof. Dr. Muhammed Ebu Zehra, İmam Zeyd, Hayatı, Fikirleri ve Çağı, Şafak Yayınları: 120-123.

[5] Nehcû´I-Belağe Şerhi 1/406

[6] el-Kamil 2/225

[7] Prof. Dr. Muhammed Ebu Zehra, İmam Zeyd, Hayatı, Fikirleri ve Çağı, Şafak Yayınları: 123-125.

[8] Prof. Dr. Muhammed Ebu Zehra, İmam Zeyd, Hayatı, Fikirleri ve Çağı, Şafak Yayınları: 126.

[9] el-MiIel ve´n-Nihal, Şehristani

[10] Prof. Dr. Muhammed Ebu Zehra, İmam Zeyd, Hayatı, Fikirleri ve Çağı, Şafak Yayınları: 126-127.

[11] Prof. Dr. Muhammed Ebu Zehra, İmam Zeyd, Hayatı, Fikirleri ve Çağı, Şafak Yayınları: 127-128.

[12] Prof. Dr. Muhammed Ebu Zehra, İmam Zeyd, Hayatı, Fikirleri ve Çağı, Şafak Yayınları: 128.

[13] Prof. Dr. Muhammed Ebu Zehra, İmam Zeyd, Hayatı, Fikirleri ve Çağı, Şafak Yayınları: 128-129.

[14] Prof. Dr. Muhammed Ebu Zehra, İmam Zeyd, Hayatı, Fikirleri ve Çağı, Şafak Yayınları: 130.

[15] Prof. Dr. Muhammed Ebu Zehra, İmam Zeyd, Hayatı, Fikirleri ve Çağı, Şafak Yayınları: 130-131.

8-D fatma zehra
Wed 30 April 2014, 08:14 pm GMT +0200
çok güzel anlatmışsınız rabbim sizden razı olsun

ceren
Sat 25 April 2015, 08:06 pm GMT +0200
Aleykümselam.Rabbim razı olsun paylaşımdan hocam.

Kaan8/B
Sat 25 April 2015, 08:19 pm GMT +0200

Ali (kv) ve uzun halifelik süresince fetva makamında tek yetkili olarak kalması do­ğaldır ki devamlı bir şekilde evladına bol ilim ve kat kat yüce fıkhi bir serveti miras bı­rakmasını sağlıyordu. Böyle bir servet, zürriyeti arasında tıpkı varisler arasında tereke­nin dağılışı gibi dağılıyordu. Kaldı ki bu servet, kalıcılığı en uzun, ürünü en çok ve ge­lişmesi en temiz bir servetti

sultan aktay
Thu 30 April 2015, 01:52 pm GMT +0200
selamun aleyuküm
allah paylaşım için razı olsun