sidretül münteha
Wed 15 September 2010, 06:40 pm GMT +0200
Imam Zeyd'in özellikleri 2
İlmi Araştırmaları
66- Bu genç şahsiyette olağanüstü bir zeka vardı. İlmi bizzat otoritelerinden alıyordu Fakat hayatın çeşitli akışları onu başka gayelere yönlendirdi. Üstün zekasına rağmen la öğreniyordu. Lakin o cihad ve binicilikten zevk alıyordu. Biraz da ticarete eğilme-e ve mal kazanmaya eğilim gösteriyordu. Bu yönelişle gönlünden coşan ilim ateşi sükunet buluyor, hayata şahsi yönelişi ya terennüm eden gönlünde ilmi geliştiriyor ya da onu söndürüyordu.
Ehl-i Beyt´in Emevi devrinde ilimden başka hiçbir meşgaleleri yoktu. Dinlenmeleri ve Emevi oğullarının yakalarını bırakması için başlarından eksik olmayan belaların şifa suyu sadece ilme yönelişlerindeydi. İşte Zeynel Abidin ilme yöneldi ve onunla meşgul oldu. İlimden başka hiçbir şeyi meşguliyet edinmedi. Kendisinden sonra gelen oğulları da böyleydi. İlimden başka bir meşguliyet oluyorsa da bu onların gönüllerinin ve akıllarının köşesinde kalıyor, iliklerine işlemiyordu.
İşte bu şekilde İmam Zeyd (ra) tam bir yönelişle ilme yönelmişti. Fakat o, ilim almak ve ders görmek konusunda Medine iîe sınırlı kalmamak noktasında diğer yakınlarından temayüz etmişti. Aksine o değişik beldeleri dolaşmış, sadece fıkıh ve hadis ilmi ile bağımlı kalmamış, çeşitli fırkaların da karar kıldıkları şekilde akaid ilmini etüd etmeye başlamıştı. Her ne kadar hepsi de tevhide yönelse, sapık ve saplantı içinde olanların dışında ondan yan çizenler olmasa bile akide çalışmalarında birbirine zıt gibi gözüken metodlan mütalaaya başladı.
"Onlar {Haktan) sapıp eğrildikleri zaman ALLAH da onların kalplerini (hidayetten) döndürdü." (Saff 5)
Bu dolaşması; onu, hayatında karşılaştığı yorgunlukların ceremesi olarak şu iki duruma sürükledi:
Birincisi: Onun Irak´a; felsefenin, çeşitli din ilimlerinin ve fırkalar ilminin vatanına gitmesidir. Irak halkıyla bir araya gelmeye zorlandı. Onların arasında Ali yanlısı şiiler de vardı. Sözü siyasete ve Irak ehlinin uygulama ve yardım planında değil de. sadece söz ve itikat açısından asabiyet gösterdiği. Ali ailesinin haklarından mahrum edilişi konusuna getirmek zorundaydı.
ikinci durum: Emevilerin gözlerinin Zeyd´i kontrol altında tutması ve hareketlerini amin adım denetlemesidir. Bunların yukarıda anlattığımız kıyama kalkışmasına ve mey-ana gelen hadiselerin oluşmasına neden olan zorluk çıkarmalar izlemiştir.
67- Zeyd, ilmi kaynağından öğrenmek için yola çıktığına göre biz onun hayatını iki devrede inceleyebiliriz:
İlki: Hadis, Kur´an ve Ali Beyt ilmini Öğrendiği dönem. Bu dönem, henüz gençlik çağının sona ermediği dönemdir.
İkincisi: İnsanların görüşlerini ve yorumlarını, sahabenin haberlerini ve tabiinin algılama çağı sona erdikten sonra kaynağından öğrenmiştir. Ve bu dönemde fırkaların esas metodlarını ve akaid ilimlerini tahsil etmeye veya Şehristani´nin dediği gibi teferruat ilimlerini elde ettikten sonra esas metod ilimlerini öğrenmeye başladı.
Burada müzakere ettiği akaid İlimleri Zeyd zamanında olduğunun aynısı olmasa bile Mutezili görüşleriyle yakınlık gösteren görüşler İçerisinde aşikar ve net bir biçimdedir.
Ancak teferruat konusuna gelince; Mecmu´adlı kitapta Zeyd´in ihtilaf edilen meseleleri, çağındaki ilim adamlarının bir çoğuyla müzakere ettiğini gösteren belgeler sunulmaktadır. Şimdi burada birkaç ianesini arzedelim:
Evlilikte Küfüv babında şöyle geçmektedir:
"Zeyd b. Ali (as) dedi ki: Araplardan kibir ve gurur sahibi kimselere sorduk ve:
- Bize bir arabm yabancı kadınla nikahlanmasın in helal veya haram oluşunu bildirir misiniz? dedik. Onların bir bölümü helal olduğunu söylerken diğer bir kısmı da haram olduğunu söyledi. Biz:
- Ne dersiniz, bu kadın bir çocuk doğursa onun nesebi sabit olur mu? . -Evet
- Öyleyse böylesi nikah helaldir. Çünkü haram olsaydı nesebi sabit olmazdı. Peki ne dersiniz o kadının yanma girmeden önce boşasa yarım mehir ödemesi gerekli oîur mu? Veya ne dersiniz, onun yanına girmiş olsa o zaman kadının mihr-i muaccel mi. yoksa mihr-i müeccel mi alması gerekir?
Yine ne dersiniz, eğer bu arap olmayan erkek arap kadını ile beraber olsa bu beraberlik kadını kendisini Üç talakla boşayan eski kocasına helal kılar mı? Ve yine ne dersiniz, bu durumdaki erkek mal varlığı olduğu halde vefat etse erkeğin malına kadını varis kılarlar mı? Şuna ne dersiniz, bu kadının evliliğine babası veya kardeşi razı olsa evlilikleri caiz midir, batıl mıdır?
Bütün bunlar caiz olduğuna göre nikahlan da şahindir."[16]
İşte bu. Afecmu´da aynen geçen münazaradır. Ve Zeyd´in ilmi ile münazara yapmak için ortaya çıktığını göstermektedir. Belki de bu münazara Irak toprağında gerçekleşmiştir. Çünkü Irak fakihleri. Ebu îianife (ra) fıkhının tasvir ettiği gibi evliliğin gereği olarak denkliği şart koşmada çok katı davranan kimselerdir. Nitekim münazaralarında kıyasları delil gösterirken kullandığı ibarelerin aynısını kullanmıştır. Bu ibare de "ne dersin" veya "ne dersiniz" ile söze başlamasıdır.
Hatta Şa´bi onları "ne dersini/ciler" olarak isimlendirmiştir. Şa´bi onların stiline karşı çıkıyordu. O da meseleler üzerinde kıyas oyunları yapmak ve dallandırıp budaklandırmak, ayrıca meydana gelmemiş meseleleri var farzetmek... Bu, farazi bir fıkıhtır. Bu sözün siyakından anlaşılıyor ki İmam Zeyd (ra)ya onun için hüküm lesbit etmek veya bir delil edinmek için meydana gelmemiş meseleleri var saymak ve dallandırıp 011 k.andırmayı uygun görüyordu. Görmüyor musun, bir sürü varsayımlarda bulundu i nesep konusunda denklik olmasa da evliliğin sıhhatine engel değildir. O, bu da kıyasçılann metodunu kullanıyordu. Onlar ki, diğer meseleleri kıyaslamak için hta kesinlik kazanmış ve karar allına alınmış meseleler arasındaki benzerliği düğüm-r orlardı. Zeyd, evliliğin sıhhatıyla gerekliliğini tam mehrin veya yarım mehrin gerekliliğine, varis olma veya olmamaya dayandırmaktadır.Akdi, evlilik akdi yapılıp Iüzumluluğu da sağlandığı sürece geçerli sayarken, akdin sahih olup, Iüzumluluğu sağlanmayan mertebeleri geçerli saymadı. Acaba Zeyd´in delil çıkarma metodları arasında kıyas da var mıdır? Bu konudaki tartışmayı, temel ilkelerle ilgili görüşünü açıklayıncaya değin erteleyelim.
68- Bu münazara Zeyd´in Irak ehli üe mülakatlarını ve onlarla fıkhi meseleleri müzakere etmesini açıklığa kavuşturduğuna göre; küfüv konusundaki tartışmalardan, gerek üzerinde kıyam başlattığı İslam topraklarındaki, gerekse üzerinde ikamet ettiği yörelerdeki; özellikle de nebevi ilmin beşiği sayılan Medine´deki alimlerle sürekli bağlantı içerisinde olduğunu gösterdiğini anlıyoruz. Bu konuda aşağıdaki metinler sunulmuştur:
"Ebu Halid (Rahimehullah) şöyle dedi: İmam Zeyd´e; Zeyd b. Ali (as)´a birbirine denk kişilerin nikahı konusunda sordum. Aleyhisselam şöyle söyledi: "İnsanların bir kısmı bir kısmına denktir. Arapları Acemlerine, Kureyşlileri Haşimilerine. Eğer İslam´a girmiş ve iman etmişlerse, artık onların dini birdir, bizim lehimize olanlar onların lehine, bizim aleyhimize olanlar onların da aleyhinedir. Kanları aynıdır, dinleri aynıdır, dini görevleri de aynıdır. Bu konularda hiç birisinin diğerine üstünlüğü yoktur. Nitekim Allah Azze ve Celle şöyle buyurmuştur: "Putperestleri iman edinceye dek evlendirmeyiniz." (Bakara 221) Görüldüğü gibi tüm mü´minlerin ister Arap olsun, ister Acem olsun kızlarını, İslam´a girmelerinden sonra bütün eski müşriklerle evlendirmelerine izin vermiştir. Nitekim köle olmasına rağmen Zeyd b. Harise Kureyş´li olan Zeynep binti Cahş´Ia evlenmiş, Bilal de Abdurtahman b. Avf in kızkardeşi Hale binti Avf ile evlenmiştir. Rasulullah (sav)in kölesi Zurayk ise Beşir b. el-As b. Umeyye´nin kızı Umre ile evlenmiştir. Ayrıca Muaviye´nin kölesi Abdullah b. Ravah, Amr b. Hureys´in kızı üe evlenmiş, Ammar b. Yasir (ra) da Amr b. Hureys´in kızkardeşi ile evlenmiştir. Ebu Mih-dam b. Ebi Fukeyhe ise Zühre oğullarından bir kadınla evlenmiştir."[17]
bu ifade tarzı Zeyd´in sahabi haberleri iîe haşir-neşir olduğunu gösterdiği gibi, rivayet zincirini Ehl-i Beyt dışından Medineli bir zata muttasıl olarak bağladığına da delaletmektedir. Şüphesiz bu görüş kendilerinin dışında olan Medine´Ii fakihlerin görüşleri l!e de uyum sağlamaktadır. İşte İmam Zeyd (ra)dan sonra Medine´de imam olan İmam Zeyd´in görüşünü olumlu buluyordu. İmam Malik, hayatının büyük bir kısmında Zeyd´e yetişmiştir. Çünkü İmam Zeyd şehit olduğunda, İmam Malik yaklaşık otuz yaşlarındaydı. İmam Malik de evlilik konusunda dindar olmanın dışında bir küfür olamayacağını uygun görüyor, nesep, hürriyet, İslam, mal ve meslek konusundaki denkliği reddediyor, onları muteber saymıyordu. Îbnu´l-Kayyim, Zeyd´in bu görüşü konusunda dinin ruhuna olduğunu söylemiştir.
Bu ifade tarzı birazcık da olsa İmam Zeyd´in Kur1 an lafızlarım anlamdaki metodunun bir bölümünü meydana çıkarıyor. Bunun nedeni umumilik ifade eden bir laf?m nass olarak kapsadığı şeylerin tümüne delalet etmesidir. Dolayısıyla İmam Zeyd, Aîlah Tea-la´nın "Putperestleri İman etmedikçe evlendirmeyiniz" kavlim herhangi bir müşrikin müslüman olduğu takdirde bütün mü´minlerin kızlarıyla evlendirilebileceği konusunda genel bir müsaade saymıştır. Bu konuda umumi ifadeyi ALLAH Teala´nın "evlendirmeyiniz" kavlindeki hitap bulurken aynı şekilde "müşrikler=putperestler" lafzını da umumi sayarak onu Acem ve Araba şamil kıldı.
Zeyd (ra)in inceleyerek ortaya çıkardığı bir çok hüküm getirmelerini araştıracak olursak Onun ilmi derinlemesine incelediğini ve bu kaynak nerede bulunursa bulunsun ille de onu kaynağından aradığını görürüz. Fıkhı ailesiyle birlikle araştırıyor ve ihtilaf ettikleri hususları da onlarla birlikte müzakere ediyordu. Nasıl ve nerede olursa olsun, hakkı aramaktan vazgeçmiyordu.
69- Bu anlatılanlara göre, gelişme anından itibaren yükünü tek başına sırtlamış olduğu hak yolunda, şehit düşünceye kadar Zeyd´in kamil terbiyesi bütün yönleriyle tamamlanmış oluyor. Bu davayı taşıma işinde kendisine kıırra, fakih ve muhaddislerdcn oluşan bir gurup dışında hiç kimse yardımcı olmamıştır.
Evet, o bir ilim evinde gelişimini tamamlamıştır. Fakat bu ev, yapısı itibariyle ALLAH Teala´nmşu sözü üzerlerine tıpatıp uydurulacak kişilerden olacak kadar çocuklarını yumuşaklık üzerine yetiştirmemişim "Süs içinde yetişi irilip savaşamayacak olanı istemiyorlar mı?" Aksine üzerinde psikolojik acı etkenlerinin yoğunlaştığı bir evde gelişimini tamamladı ve de sabretti.Kendisine. Ali (ra)in ALLAH´a ve kadere iman konusundaki şu sözünü örnek aldı: "Eğer sabredersen sen mükafatını aldığın halcie ALLAH´ın emri uygulanır. Eğer sabretmezsen sen günahını yüklendiğin halde ALLAH´ın emri uygulanır." Bu acılara sabretmek suretiyle güzel bir davranış sergilediler. Hem de imanlarıyla, hak ile ve nesepleri sayesinde yücelerek kendilerini Nebi Aleyhisselam ile Hz. Ali´ye nisbet edilme mertebesinden tenzil edecek davranışlardan uzak. onurlu kişiler oarak yaşadılar. Sabır üzere yetiştirilmenin özelliklerinden birisi, yetişmekte olan kişinin iradesinin güçlü, kararlılığının da keskin olması, zorluk ve baskılarla feryadu figan etmeden tahammül göstermesidir.
Zeyd, iyiyi kötüden ayırdedebilecek yaşa geldiğinde iîmi, çok değerli babalarının ağızlarından aldı. Gelişimi en kamil düzeye geldiğinde hem Ehli Beyt´in, hem de onların dışındaki alimlerin peşinden ayrılmadı. O ilmin beşiğinde; Medine´de yaşıyordu. Orası Rasulullah (sav)in şehri, vahyin indiği yer, sahabenin ikametgahı, islami ilimlerin dolup taştığı ve İmam Malik´in, halkının yaşayışını dinde hüccet saydığı yerdir. Zeyd (ALLAH ondan ve ehlinden razı olsun) olgunluk çağına gelince kimden ve nasıl olursa olsun, ilim arzusu içerisinde bütün yörelerde mekik dokumaya başlamıştır. [18]
Yaşadığı Dönem
70- İmam Zeyd´in dönemi Emevi dönemidir. O, bu dönemin en hareketli zamanında doğdu. Emevilere karşı kalplerin kenetlendiği, öfke ve kin üzerine durulduğu bir esnada ise öldürüldü. Onun öldürülüşü, sıkı güvenlik tedbirlerini almayı gerekli kılacak derecede öfkeyi şiddetlendirdi. Sonra peşinden eylem ve saf dışı bırakma hareketleri meydana geldi. Sonra da intikam, onların tepesine kendileri gibi davrananları indiriverdi. îşte onlar Abbasilerdir. Bu konuya daha önce değindik.
Emevi dönemi, Beyt-i Nebevi açısından psikolojik acılar dönemiydi. Ehl-i Beyt´ten olan bu değerli insanlar o acıları, ilme yönelmek, sünnetleri canlı tutmak, ders vermek, halkın durumunu muayene ve tahkik etmek suretiyle tedavi ettiler. Bir sürü gerçeklerle İslami düşüncenin yardımına koştular. Bu esnada diğer büyük İslam şehirlerindeki İslami topluluklarla bağlantı kurdular. Bunun nedeni, onların Medine´de oturmalarıydı. Müslümanlar onları ziyaret edip, ilim pınarlarından yudumlamak için birçok bölgeden heyetler halinde yanlarına geliyorlardı. Ravza-i Şerifi (Salat ve selamın en değerlisi onun sahibi üzerine olsun) ziyaret için geldiklerinde Ehl-i Beyt´in ilimleri yaygınlaşıyor ve sadece ilimle etki alanları genişliyordu.
Şüphesiz acılarında Ehl-i Beyt´e birçok müslüman ortak oluyordu. Birçok insanın kalbi acıların şiddetlenmesi karşısında burukluk hissediyordu. Samimi bir imana sahip hangi müslüman Hz. Hüseyin (ra)ın şehadetinden ve Yezid b. Muaviye´nin Medine´de ona ve ailesine yaptıklarından hoşlanır? Ensar kadınları ve çocukları Hz. Hüseyin´i değerli bir inci addediyorlardı. Acılar mü´minlerin kalplerine sirayet ediyordu. Madem ki *ou hal Hüseyin´i ısındıramadı, aksine nefret ettirdi; bu acılar, uzayıp gitmeler nedeniyle müslümanların gönlünü de ısındirmamalıydı. Fitneler bu dönem boyunca harekete geçecek, kesilen ağaç dal-budak salmıştı ve ebedi olarak eski durumuna dönemeyecekti. Gerçekten fitneler başlangıçta şiddetli, güçlü ve azgın olarak başladı. Bir taraftan Haricilerin fitneleri, diğer taraftan Emevi saltanatından kıvranan bir kısım insanların fitneleri, nihayet İbn Zübeyr ve Muhtar es-Sakafi´nin kıyam hareketi ile... Fitneler ancak Ab-dülmelik b. Mervan saltanatının son yarısında dindi. Fakat bu defa aleni kıyam hareketlerinden gizli gizli toparlanmaya dönüştü. Bunun için araştırmacılar, Abbasi saltanatının varlığıyla sona eren muhkem toparlanmaların Arap azgını Haccac b. Yusuf es-Sakafi´nin hayatında yeniden başladığını söylemektedirler. Haricilik hareketleri, ancak daha sonraları herşeyin üstesinden gelen, Emevi saltanatlarından hiçbir eser koymayan insanların hatıralarında kalanların dışında hiçbir iz bırakmayan yıkıcı bölük pörçük hareketler biçiminde zuhur ettiği için dinebildi.
71- Emevi döneminin mevcudiyeti, gerek siyasetle ve gerekse akaidde dini fırkaların, ayrıca fer´i meselelerle ilgili İslami mezheplerin varlığıyla beraberlik arzef m ektedir. Özetlersek görürüz ki, Emevi döneminde daha sonraları îslami ilim hareketinin üzerine yapılanacağı tohumlar bulunmaktaydı. Nitekim ilimlerin tedvini ve teme! ilkelerinin konulması bu dönemde başladı. Nahiv, aruz, fıkıh ve akaid ilimlerinin ortaya çıkması, bir de soyutlanmış siyasi düşünceler yine bu dönemde başladı.
İşte İmam Zeyd, bunların hepsiyle birlikte yaşadı. Bu konuda kendisine düşen en büyük payı aldı. Böyle bir İslami yapılanmaya da katkıda bulundu. O´nun gerek siyasette ve gerekse akaid ilimlerinde içtihatları vardır. Yine bundan başka kendisine ait bir fıkıh mezhebi vardır. Zeyd´in ilmi, kendi çağı içerisinde fikri yapısının oluşumunda cevabım arayıp bulduğu şeylere çağının kendisinden aldıkları ile çağma verdiklerini de ekleyerek atası Ehl-i Beyl´ten miras olarak aldıklarından ibaretti.
Dolayisıyle kısa, Öz ve açıklayıcı bir ifadeyle Emevi dönemindeki siyasi durumdan, o dönemdeki akaid fırkalarından, ayrıca çeşitli İslam mezheplerinin gelişiminden birkaç söz etmek üzerimize borç olmaktadır. [19]
Siyasi Durum
72- Emevi Devleti, İmam Zeyd´in dedesi Ali (kv) ile Muaviye b. Ebi Süfyan arasında, hilafet çevresinde meydana gelen, kanını yerden kaldırmaya tek yetkili kendisini sayarak Hz, Osman (ra)m kanını istemesi, Ali´yi onu katletme işine yardımcı olmakla, katillerin Ali´nin ordusu içerisinde bulunduğu ve kısas almaya yanaşmadığı ile itham etmesi şeklinde Muaviye tarafından başlatılan tartışmalardan sonra kuruldu. Tartışmalar durumdan duruma, çeşit çeşit pozisyonlara büründü. Çünkü savaş Muaviye ve ordusunu darmadağın ettiği ve herkesin Muaviye ordusunun saldırgan bir ordu olduğunu, kesin sonlarının geldiğini apaçık bir şekilde anladığı sırada Ali´nin kalkıp iki hakemin hakemliğini kabulünden sonra hemen ikisi de hakemlerin karar vermesi olayına başvurdular. Ali bu kararı istemeye istemeye kabul etmişti.
Nihayet bu konudaki son durum hile olayının gerçekleşmesi noktasına vardı. İşte tam o sırada Muaviye kendisini tek yanlı olarak halife ilan etti. Böylece Ali (kv) ile Muaviye b. Ebi Süfyan arasındaki sürtüşme bir haricinin Hz. Ali (ra)ı katletmesi ve Hasan b. Ali (ra)in Muaviye ile andlaşma yapmasıyla sona erdi. Kılıçlar kısa bir süre kınına girdiyse de, daha sonraları en şiddetli ve en çetin hareketler ortaya çıktı. Çünkü Muaviye, oğlu Yezid´i veliahd ilan etti. Oysa Yezid, ahlak ve dindarlıktan nasibini almış bir kişi değildi. Bu durum, İslamî değer yargıları karşısında garip bir hadise olarak nitelendiriliyordu. Dolayısıyle mü´minlerin önder şahsiyetleri bu durumu Muaviye´nin din içerisine soktuğu bid´atlerden saydılar. Hilafette Hz. Ebubekir´in Hz. Ömerb. Hattab´i aday oöstermesini kendisine model seçtiğini ileri sürdü ise de böyle bir kıyaslama geçersiz-H-r Çünkü Hz. Ebubekir. oğlu Abdurrahman veya diğer çocuklarını değil aksine Nebi (sav)in danışmanlarından birisi olan zatı hilafete aday göstermişti.
Bu iki olayı birbirine bağlayacak gerek uzak gerekse yakın hiçbir benzerlik yoktur. O zat, ALLAH´ın onun eliyle hak ile batılı ayırdettirdiği Faruk´tur. Yine o, hakkında Nebi (sav)in:
"O, İslam´da hiçbir kimsenin taklidini yapamıyacağı emsalsiz bir dahidir." buyurduğu bir kimsedir. Yine başka bir hadisinde Aleyhisselatü vesselam onunla ilgili: "ALLAH, hakkı, Ömer´in kalbi ve dili üzerine nakşetmiştir." buyurmuş, yine onunla ilgili olarak Aleyhisselam: "Ömer´in yürüdüğü geniş yolda şeytan yürüyemez." demiştir. O halde bu iki hilafete aday gösterme biçimi arasında nasıl tam bir kıyas oluşabilir? Aksi halde bu, birkaç sözcük ve kavramın siyasi bozgunculuğundan ibaret kalır.
Hasan´ül-Basri hazretleri de gerek bu konuda ve gerekse diğer alanlarda olsun, Muaviye b. Ebi Süfyan´m kendi uydurduğu bidatleri kastederek şöyle demiştir: "Muaviye´de dört haslet vardır ki. değil hepsi, yalnız bir tanesi bile büyük günah olarak kendisine yeter: Bu ümmetin karşısına sefihler takımını çıkarması. Hatla kendileri ile istişare etmeden milletin başına onları dikmesîdir. Diğeri, Yezid´i halifeliğe aday göstermesi. O, içki-ci ayyaş, ipek elbise giyen, tambur çalan birisiydi. Bir diğeri, Ziyad´ı kendisine kardeş edinmesidir. Halbuki Nebi (sav) şöyle buyurmuştur: "Çocuk babaya aittir. Zina çocuğu için haklardan mahrum edilme vardır." Sonuncusu da Hucr b. Adiy´i katlettirmesidir. Vah,Hucrb.Adiyvah!”[20]
73- Muaviye´nin uydurduğu böyle bid´atlere halkın gönlü yatmadı. Bu bid´atler sayesinde kökünde meşveret olan nebevi hilafete dayalı İslam´ın devlet başkanlığı ilkesini beraberinde kasırgalar ve zulüm rüzgarları getiren saltanat ilkesiyle değiştirdi. Böylece Nebi (sav)in önceden haber verdiği meydana geldi. Çünkü Aleyhisselam şöyle buyurdu: "Benden sonra hilafet otuz yıldır. Daha sonraları zulümden ibaret olan hükümdarlığa dönüşür."
Muaviye üstün zekası ve saltanatını yerleştirmesiyle hiç kimseye alenen zikzak çizmek ve başkaldırdığı tahttan indirmesi imkanı tanımadıysa da, bu başkaldırma hareketlen kendisinin ölümüyle hemen ortaya çıktı.
Böylece İslam toplumunda çok büyük patlamalar meydana geldi. Medine, bünyesinde bulunan Muhacir ve Ensarlarla birlikte ayaklanırken, Hüseyin b. Ali de Irak halkıyla inikte kıyam etti. Ve bunun için Yezid´in karekteriyle aynı karakteri taşıyan Emevi kumandanları kolıarı sıvadı. Durum hemen Emeviler ve komutanları tarafından herhangi u" hürmetin gözetilmediği savaşa dönüştürüldü. Hatta Hüseyin b. Ali facir bir çete tara-fından katledildi. Beraberinde Al-i Beyt´ten on küsur kişi de katledildi. Ve Nebi (sav)in Al-i Beyt´inin hanımları esir veya gözaltında tutularak Yezid b. Muaviye´ye götürüldü. Onlara ikramda bulunduğu söylenir. Belki de bu manzara İslami eğilim uğranda değil, Arap milliyetçiliği sloganları uğrunda oluşmuştur. Çünkü Emevı kumandanları Yezid´le birlikte Abdu Menaf uğrunda bir araya gelmişlerdi.
İşaret ettiğimiz gibi Medine ayağa kalktı. Nihayet Yezid tarafından daha şiddetli ve daha bozguncu bir tavır meydana geldi. Muhacirlerin ve Ensar´m çocuklarından esir olanlar kendisine sevkedildi. Böylece bu çirkin işler birbirini kovaladı. Müminlerin kalpleri olayları çok çirkin karşılamış ve bu zalimlere karşı beslenen kin üzerine kurulmuş iman ile birlikte burkulmuştu. Nitekim Hasan-i Basri, Muaviye´nin nesebi itibariyle evlatlığına aldığı Ubeydullah b. Ziyad´m askerleri tarafından Hz. Hüseyin´in katledilişi haberi kendisine ulaştığı saatte şöyle dedi: "Vah, yazıklar olsun!! Bu ümmet nelerle karşılaştı! Bu ümmetin evlatlığının oğlu, Nebisinin oğlunu öldürdü. Ey ALLAH´ım sen onu görüyorsun. "Zulmedenler hangi akıbete döndürülüp yıkılacaklarım yakında bileceklerdir, " (Şuara 227)
74- Sürekîi kanlı bir şekilde devam eden olaylar barbarca Önlemlerle bastırılıp yatıştırıldı. Fakat bu yatışma, alevleri gözükmeyen ve dumanı belli olmayan, korlaşmasının kuvvetiyle kalpleri eriten kor haline gelmiş ateşin yatışması gibiydi. Dolayısıyle Yezid b. Muaviye´nin helakinden sonra bir kısım islami yöreler Emevi hakimiyetinden çikü. Abdullah o. Zübeyr Hicaz´ı, Muhtar es-Sakafi de Irak´ı istila etti ve Hüseyin (ra)ın kati!-Ierini titizlikle araştırdı. Ali soyunun düşmanlarıyla savaştı. Açıkta kalıp, gömülemeyen ölülerin sayısını artırdı. Hz. Hüseyin´e karşı savaşa katılıp da öldürülmeyen kimse bilinmiyordu. Arap kabilelerinden ücretle asker tutmasına rağmen bu bile kendisini ölümden kurtaramayan Abdullah b. Ziyad da öldürülenler arasındaydı. O, cennet ehli çençlerinin iki efendisinden ikincisi olan Hz. Hüseyin´in katledilmesi olayındaki askerlere komuta eden kişiydi.
Müslümanlar arasındaki muharebeler, Abdullah b. Zübeyr ve Abdülmelik b. Mervan arasındaki savaşa gelip çatıncaya kadar devam etti. Bu durum, Süfyanoğullan devletinin, Hz. Hüseyin´in katledilişinin uğursuzluğu sonucunda silinip gitmesinden sonra Mervanoğullan devletine dönüşmesiyle sonuçlandı.
Daha önce Muaviye´nin Ziyad b. Ebihi´yi üzerlerine musallat etmesi gibi bu defe da Abdülmelik Iraklıların üzerine Haccac b. Yusuf es-Sakafi´yi musallat kıldı. Haccac, cebbar ve kaskatı bîr kimseydi. Eğer sabır gösterilip öldürdükleri sayılacak olursa yüz yirmi bine ulaştığı görülür.
Şüphesiz bu katılık neticeye ulaşmıştı. O da, fitne hareketlerini daha ortaya çıkmadan bastırmasıdır. Ancak şu iki hususun ortaya çıkmasına engel olamadı:
Onlardan birincisi: Haricilerin ayaklanmasıdır. Nitekim onlar Emevi devleti için korkutucu bir güç idiler. Onların üzerine Emevileri Muhalleb b. Ebi Sufre ile saldırın. Onların önde gelenlerini ortadan kaldırdı ve böylece güçlerini zayıflattı. Lakin kangren olmuş çıbanlarını kökünden silip süpüremedi.
İkincisi: Kalplerin kinleri ve iman ehlinin EmeviJerden nefretidir. Hatta onlar, Haccac ve maiyyetindeki valilerin hükümranlığını ALLAH´ın bir imtihanı ve imanlarını sınaması olarak kabul ediyorlardı. Hele de birçokları bunu Ehl-i Beyt yardımdan yan çizmeleri ve Emevilerin Hz. Hüseyin (ra)´a karşı üstünlük sağlamalarından dolayı kendilerine ALLAH´ın verdiği bir ceza addediyorlardı.
75- Hz. Ali´nin makam ve şahsiyetini rencide etme girişimleri devam ettiği sürece Emevilerin ileri gelenlerine karşı müslümanlann kalplerindeki kin de artıyordu. Bu rencide ediş, onların din: anlayışlarıydı. Bu konuda Süfyanilerle Mervaniler birbirini aratmıyordu.
Muaviye İslam´da çok iğrenç bir gelenek ihdas etmişti. O da minberlerde cuma hutbelerinden sonra hidayet rehberi îmam Ali b. Ebi Talib´e lanet okumasıydı. Bu konuda tarihçilerin bir yığın haberleri bize ulaşmıştır. Bu haberleri İbn Cerir tarih kitabında bahsederken, İbnü´I Esir ve diğerleri de zikretmişlerdir. Nitekim hayatta kalan sahabilerin (ALLAH onlardan razı olsun) müttakileri onu bu iğrenç davranıştan, hatta bu büyük suçtan nehyetmişlerdi. Bunlar arasında Rasulullah (sav) in hanımı ve mü´minlerin anası Ümmü Seleme de vardır: Metni aşağıda sunulan mektubu ona göndermişti:
"Şüphesiz siz minberleriniz üzerinde Ali b. Ebi Talib ve sevenlerini lanetlemenizle ALLAH ve Rasulünü lanetlemiş oluyorsunuz. Şehadet ederim ki onu hem ALLAH, hem de Rasulü severdi." Fakat Muaviye onun bu sözüne hiç iltifat etmedi ve azgınlığında de-vam etti. Bu tutum Emevi saltanatı boyunca sürdü. Ancak adil hükümdar Ömer b. Abdülaziz (ra)ın kısa hükümranlığı döneminde ortadan kaldırıldı. Nitekim onun idaresi, Emevi hükümranlığının ortasında, tıpkı siyah bir sayfanın ortasındaki beyaz nokta gibidir. Evet, bu davranışı ancak o ortadan kaldırdı ve yerine: "Muhakkak ki ALLAH adaleti, iyiliği, akrabaya yardım etmeyi emreder, çirkin işleri, fenalık ve azgınlığı da yasaklar." (Nahl 90) ayetini koydu. Lakin ondan sonra gelen diğer Emevi hükümdarları aynı iğrençliği minberlere iade ettiler. Kuvvet ve hükümranlık yalnız ALLAH´la içindir.
76- İşte bu öğrençlik mü´minlerin kinlerini arttıran bir etkendi. Bu durum karşısında, kalplerini hakim kişilerin ve dünya ehlinin sultası altına serenlerin dışında hiçbir müslü-man rızasını ilan ederek hoşnutluklarını belirtmiyorlardı. Zaten bu insanlardan doğru bir iş beklenemez ve hiçbir zaman ALLAH´a yönelmezler.
Psikolojik işkence o kadar arttı ki, valiler yaptıklarının selameti konusunda dini açıdan kendilerini şüphe içerisinde gördüler. Özellikle adil Ömer b. Abdülaziz´in, hayasızlıkları halkın gözü önünde zuhur eden ve geçmişlerinin gizlediği gibi bu fiillerini gizlemeyen yöneticileri görevden uzaklaştırmasından sonra.
Bu konuda rivayet olunur ki. Amr b. Hubeyre vali olarak Irak´a ilk geldiğinde Ha-san´ül-Basri ve Amr eş-Şa´bi´yi huzuruna çağırdı ve o ikisine şöyle söyledi: "ALLAH sizin işlerinizi düzeltsin, şüphesiz em inil-mü´m inin Yezid b. Abdülmelik bana uygulamasında halkın gözünden düşeceğimi iyi bildiğim emirnameler yazıyor. Eğer itaat edersem Allah´ın gazabından korkuyorum; itaat etmediğim takdirde de hükümdarın hışmından emin değilim. Bu konuda bana ne dersiniz?" Hasan Şa´bi´ye:
- Ya Ebu Arnr. Emir´e cevabı sen ver, dedi.
Amr, konuşmasında emire karşı yumuşak ifadeler kullandı. İbni Hubeyre´nin arzusu doğrultusunda kürek çekti. Fakat İbn Hubeyre Hasan´ın konuşmasını dinlemeden tatmin olmuyordu. Ve dedi ki:
- Ey Ebu Said sen konuş. Hasan:
- Şa´bi´nin söyledikleri yetmedi mi? İbn Hubeyre:
- Peki sen neler söylersin? Muttaki nasihatçı:
- Vallahi ben derim ki, ALLAH´ın meleklerinden kaskatı, taş yürekli ve ALLAH´ın emirlerine asla isyan etmeyen bir melek senin tepene biner ve hemen seni şu sarayının genişliğinden çıkarıp kabrinin darlığına sürükler. İbn Abdülmelik sana zırnık fayda sağlayamaz. Ben umuyorum ki ALLAH seni Yezid´den kurtarır ama, Yezid seni ALLAH´tan kurtaramaz. Ey emir, ALLAH´tan kork sen. Kuşkusuz sen, Yezid´e gösterdiğin itaatin en çirkini üzerindeyken. ALLAH´ın sana hışmedici bakışla bakmasından ve rahmet kapısını üzerine kapamasından emin olamazsın. Bilesin ki ben seni ALLAH Sübhanehu ve Teala´nm "İşte bu, makamımdan korkan ve tehditten sakınan kimselere hastır" (İbrahim 14) buyururken korkuttuğu şeyden korkutuyorum.
Eğer sen taatım göstererek ALLAH´la birlikte olursan, ALLAH seni Yezid´in şerlerinden kurtanı- ama ALLAH´a isyan ederek Yezid´le birlikte olursan, sana hiçbir fayda sağlayamı-yacağı bir yerde seni Yezid´e terkeder."
77- Emevi saltanatı, her ne kadar kumandanlarının elleriyle yüce ALLAH islami fetihler icra ettiyse de, yine de siyasi sertlikle damgalanıyor, bu yönetim halkı yöneticiler karşısında ancak onların arzularına uygun olan görüşleri açığa vurmaya zorluyordu. Valilerin ve yöneticilerin yaptıkları işlerin hepsini kutsal saymaya yönlendiriyordu. Hatta kendilerinden ALLAH´ın halifeleri olarak sözettiriyorlar ve öyle ki, Haccac b. Yusuf es-Sakafi gibiler konuyu daha ileri boyutlara götürerek soruyorlar: "Hangisi daha hayırlı; ALLAH´ın halifesi mi, yoksa ALLAH´ın Rasulü mü?.." Eğer bunu söylemişse ALLAH ona lanet etsin. Şüphesiz Abdülmelik b. Mervan´m Beytullah´ta hacılar yığın yığın toplanmışken haykirarak söylediği şu: "Her kim bana ALLAH´tan kork derse, boynunu vururum." cümlesi Emevi oğullan hükümdar ve valilerinin şiarıydı. Ey ALLAH´ım, bu zifiri karanlığın içerisinde şimşeğin hafif çakması gibi olan adil devlet adamı Ömer b. Abdülaziz´in kısa dönemi dışındakilere ne diyeyim ki..?
Bu vakıa ve sözlerin şüphesiz gönüllerde bıraktığı derin izleri vardır. Çünkü yöneticiyle yönetileni birbirine bağlayan sıcak ilgi kesik kesik olmuştur. Biri diğerine ıslah ve irşadedici rehber bakışıyla değil, pusuya yatmış hışmın bakışıyla bakıyordu. Gerçi bazı yöneticilerin davranışlarında iyileşme var idiyse de. onlar da bir diğerine güven verici bir bakışla değil, şüphe uyandırıcı nazarla bakıyorlardı. Bu durum, hükümdarların yöneldiği bütün ıslah ediş çalışmalarında mevcuttu.
78- Gerçekten dünyanın gerek doğusunda: gerek batısında müslümanlann elde ettiği hayranlık uyandıran zaferler de olmasaydı, halkın düzeni hemen bozulacaktı. Demek ki bu zaferlerin, mü´minleri istemiyerek de olsa susturacak şahane yönleri vardı. Kuteybe b. Müslim´in askerlerinin Çin surlarını dövdüklerini, mücahid ve fethedici olarak yollarına devam ettiklerini duyarken hiçbir mü´min kendisini dağınıklığa iter mi?
İşte bu yüzden inanç ehli suskun kaldı, yatıştı, fitne hareketlerinin depreşmesine ve. kalplerdeki kinlerin artmasına engel oldular. Yine bu yüzden harpler yatışıp Emevi asrının sonlarına doğru fetihler tamamen durunca kinler canlılık kazandı ve Emevi ailesinin ocağım temellerinden söküp götürdü.
Evet, değişmeyen ilmi gerçeklerden birisi, kuşkusuz bu zaferlerin, halkın ehliyetli olmasalar da yöneticilerin etrafını çepeçevre sarmalan üzerinde etkisinin bulunmasıdır. Zaferler, kendisinde silah taşıyabilme gücü bulanların, bu gücünü dış düşmanlara karşı cihad yolunda kullanmalarım teşvik ediyordu. Vahameti ve tehlikesi daha az olmamakla birlikte bu silahlan ülke içerisindeki cihadlarda kullanmayı düşünmekten alıkoyuyordu. Bilakis Nebi (sav) berikinin daha faziletli olduğunu´ açıkça belirtmiş ve şöyle buyurmuştur: "Mücahidlerin en faziletlisi Harriza b. Abdülmuttalib ve hak kelamını zalim sultanın karşısında haykırdığından dolayı sultanın katlettiği adamdır." [21]
Emevi Mezaliminin Etkileri
79- Vakıa ve olayların değil de, ilimlerin ve mezheplerin tarihini yazan teorik bilim araştırıcısı, vakıaların görüşler üzerindeki etkisiyle görüşlerin vakıalar üzerindeki etkisinin dozajını iyice tanımaya özen gösterir. Biz de görüşlerin vakıaları yönlendirdiğini ve vakıalann da yeni yeni görüşleri ortaya çıkardığını görmekteyiz. Nitekim Hz. Ali ile Muaviye arasındaki tartışma, Muaviye´nin Hz. Ali Radiyallahu Anh ve Kerremellahu Veche´ye biat edilmesini tanımamasına dayanıyor. Çünkü Hz. Ali (k.v)ye biat edenler, yalnızca Medinelilerdir. Şam´da bulunan sahabe ve tabiin ona biat etmemiştir. Çatışma, "acaba yalnız Medineliler mi biat etme hakkına sahiptirler?" sorusunu ortaya koydu.
Çünkü Medine İslam´ın özdiyarıydı ve sahabenin çoğunluğu ile en eşsiz tabiin de oradaydı. Ama bir kısım sahabi oradan aynlmış, diğer şehirlerdeki başka insanlarla kanşmışlardi. Öyle ki, anık onlan başkalarından ayırdedip, berikilerin oy kullanma hakkı var da, komşu olan diğerlerinin hakkı yok demek mümkün değildi. Bununla birlikte mekana göre ayrım yapmak, şahıslara göre ayrım yapmaktan daha uygun düşüyordu. Çünkü Hz. Ebubekir (ra) Hz. Ömer (ra) ve Hz. Osman (ra)´a biat etme işi yalnız Medinelile-rin biat etmesiyle tamamlanmıştı. Muaviye, isyan bayrağını açmasına, seçme ve seçilme işinin hem Medine´li, hem de diğer büyük şehirlerin halkına ait olduğunu neden gösterdi ve seçilebilmesi işinin İslam ülkesini oluşturan tüm şehirlerdeki arap vatandaşların katılımıyla tamamlanmadiğı sürece Hz. Ali´nin iktidar sahibi olamayacağını da belirtti. Fakat bütün bu nedenlerin gösterilmesi, otoriter alimlerce Muaviye´nin "bağ´" olarak gösterilmesinde oybirliğine varmalarını engelleyemedi.
Rivayet olunur ki, Nebi (sav) Ammar b. Yasir´e şöyle demişti: "Seni bağı bir gurup katledecek" Nitekim O´nu, Muaviye ve maiyyetindeki bir gurup katletmiştir. Bu konuyla ilgili diğer bir rivayette de Ammar´ın katledilişi olayının savaşan iki karşı gurubun ortaya çıkmasında etkin olduğunu belirtilir. Takva sahibi, sade davranıştı ve güvenilir insan Hz. Ali, bu olaydan sonra kahramanca savaş alanına atıldı. Çünkü, kendisinin adil olduğu, hasmının ise bir "bağî" olduğuyla ilgili hadisin doğruluğu gerçekleşmişti. Bundan dolayı yalnız başına ayaklanmış ve darbe indirmişti. Saflar, İslam kahramanı ve Hayber´de sancağı taşıyanın huzurunda öyle sıralanmışlardı ki, Muaviye kınından sıyrılmış ALLAH´ın kılıcı karşısında kaçmayı yeğlemişti.
Ancak Ammar´ın katledilişinin Muaviye´nin askerleri üzerindeki etkisi, tam tamına perişanlıktı. Hadis-i şerif Muaviye´ye aktarılınca, hadis-i şerifi akılların iğreneceği hasta denecek kadar fasit bir te´ville yorumlayarak şöyle dedi: "Onu ancak elçi olarak gönderen kişi katletmiştir."
İşte bu, görüşlerin vakıalar üzerindeki etkisinden bir tablodur. Vakıaların görüşler üzerindeki etkisine gelince, o da, Emevi mezaliminin etkilerinde, nasihateilerin nasihatine, ayıplayanlann ayıplamasına kulak asmamalarında ve takva kelimesini herhangi birinin kendilerine yöneltmesini menetmelerinde açığa çıkmaktadır. Oysa ki her mü´min İslam´ın hükmü gereği olarak o kelimeye tutunmaya kendisini zorlamıştır.
İşte vakıaların görüşler üzerinde etkili olmasının eserlerinden birisi, İslami fırkaların hilafet konusunda bazen ılımlı görüşlere, bazan de çarpık düşüncelere davet etmeleri bi-çimende olmasıdır,.
Bu gibi görüşler üzerinde vakıaların etkili olmasının Örneklerinden birisi olarak bu zifiri karanlıkların ortasındaki Ömer b. Abdülaziz asrının mevcudiyetini saymamız isabetli olur. Şüphe yok ki Ömer b. Abdülaziz insanları, zulümle vahşileştikten sonra adaletle ünsiyet ettirdi. Böylece birçoklarını -özellikle daha sonra gelip, insanların hukukunu son derece küçümseyenleri- kendi ölümünden sonra bu politikada değişiklik yapmanın gerekliliğine de yönlendirdi.
İmam Zeyd (ra)m Ömer b. Abdülaziz döneminde yaşadığını hesaba katmamız gerekir. Zeyd, o dönemde güçlü, yiğit bir gençti. -Şöyle böyle yirmi dört yaş dolaylarmdaydi. Fikri ve akli yapısının en üst düzeyine ulaşmıştı. Gerek görüşlerinde, gerekse yönelişlerinde bağımsız düşünceli bir insan olmuştu. Zeyd (ra)ın Ömer b. Abdülaziz döneminde eördüğü apaçık bir adaletin, onun siyasi düşüncesinin teşekkülünde etken rol oynaması kaçınılmazdır. [22]
EMEVİLER DÖNEMİNDEKİ SİYASİ FIRKALAR
80- Her ne kadar tohumları bu dönemden çok öncelere uzanıyorsa da, siyasi fırkalar Emevi döneminde ortaya çıktı. Gerçek şu ki, bu tohumlar İslam´ın Sıddîki Ebubekir´e halifelik konusunda biat edileliden beri yeşermişti. Çünkü sahabe arasında Hz. Ali´nin daha faziletli olduğu görüşünde olanlar vardı. Zübeyr b. Avvam, Mikdad b. Esved ve Ammar b. Yasir bunlardandı. Lakin bu eğilim tarihin dalgalanmaları arasında gizlendi. Ayrıca iki büyük otoriteler Ebubekir ve Ömer´in sergilemiş oldukları göz kamaştırıcı çalışmalar bu eğilimleri rafa kaldırdı. Onların halifelikleri, İslam´ın saygın kalesiydi. Sonraları bu eğilimler Zinnüreyn Osman b. Aftan döneminin sonlarında gUnyüzüne çıktı.
Bu dönemde Hz. Ali (k.v)´ye aşırı bağlılık düşünceleri ile onun dönemindeki şialaş-maya karşıt görüşler şiddetlendi ve billurfaştı. Bunla" arasında yoldan sapanlar ve annesi siyah bir cariye olduğı için kendisine Abduilah b. es-Sevda´da denilen Abdullah b. Se-be´ taraftarları gibi İslam´ın ağır sorumluluğunu üzerinden atanlar da vardı. Nitekim Abdullah b. Sebc´, Osman (ra)ın yönetimine karşı koymaya teşvik edicilerin lideriydi. Bu Abdullah, îlah´ın Ali (kv) nin şahsiyetine hulul ettiği sapık görüşünü ileri sürüyordu. Ayrıca hem Nebi (sav)in, hem de Ali (ra)in tekrar geri döneceği iddiasında bulunuyordu. İmam Ali (kv) katledildiğinde, onun öldüğünü inkar etti ve değerli başını bir kese içerisinde kendisine getirseler bile, onun hayatta olduğuna karar verdi.
Bunlar arasında kendisine "öurabiyye" adı verilen diğer bir fırka vardı ki risaletin Ali´ye ait olduğunu, Cebrail´in hata edip, Muhammed (sav)e getirdiğini, bu durumun, tıpkı karganın kargaya benzemesi gibi Nebi ile Ali arasındaki tam bir benzerlikten meydana geldiğini iddia etmişlerdi. Böyle bir sözü hiçbir vakıa teyid etmez. Böyle bir düşünce İslam´ın dışına çıkmaktır. Çünkü bu, Nebi (sav)in peygamberliğini inkar ve ALLAH Teala ile meleklerinin hata edebileceği anlamını taşımaktadır.
Birinci grup, ittifakla kafirdir. Çünkü ilahhğın insana hulul edebileceğini iddia etmektedir ki, bu şirktir. Nitekim bu sözlerin bir kısmı Hz. Ali (ra) döneminde ortaya çıkmış, Ali derhal onların idamını düşünmüşse de, bu işi tamamlayamamıştır.
Müslümanlar arasında hiçbir önemi olmadığı için, bunları ve bunların düşüncelerini bir kenara iterek, İslam fırkaları veya İslam mezhepleri üzerinde konuşalım.
Nitekim Şia´nın karşısında, hilafetin tamamen Kureyş´e ait olduğunu inatla savunanlar vardı ki, onlar Haricilerdir. Hariciler arasında da, vasat dvşünen bir topluluk vardı. Şiiler de bizzat şiilik konusunda derece derece idiler. İşte İmam Zeyd, bütün bunlara çağdaş olmuştur. Genel olarak Irak´a özel olarak da Basra ve Kûfe´ye yaptığı çeşitli yolculukların da gösterdiği gibi bunlarla uzun mücadeleler vermiştir. Şu anda, İmam Zeyd´in görüşlerini ve bu görüşler arasındaki konumunu anlayabilmemiz için, bu fırkaların her biri üzerinde kısa açıklamalarda bulunmak üzerimize borç oldu. [23]
A-ŞİA
81- Şia mezhebinin temel dayanağı, İbn Haldun´un Mukaddime´sinde zikrettiği şu husustur: İbn Haldun şöyle diyor: "İmamet, ümmetin görüşüne sunulan ve iktidar sahibinin, ümmetin tayin etmesiyle belirlendiği mesalih-i ammeyi ilgilendiren bir oiay değildir. Aksine o, dini ilgilendiren bir rükün ve İslam´ın değişmez ilkesidir. Hiçbir Nebi onu ihmal edemez ve ümmetin re´yine havale edem ez. Bilakis onlara bir imam tayin etmesi zorunludur. O imam da büyük ve küçük günahlardan masum bulunur."
Tarih filozofunun görüşü bu. Fakat bunu genel ilke haline getirmek, beraberinde bir kısım yanlışlıklar getirebilir. Bu yanlışlık, İmam Zeyd ve taraftarlarının İmamın masum oluşuna dair hükmü ortaya koymamaları ve ümmetin imamet için seçmiş oldukları kişiyi tayin etmelerine engel olmamalarıdır. Dolayisıyle İmam Zeyd (ra) ileride açıklayacağımız şekilde daha az faziletli (mefdul) olanın imametini caiz görmektedir.
Her ne kadar İbn Haldun´un genellemesinde doğruluk payı varsa da-ki Şia´ya göre Ali b. Ebu Talib (ra)ın Nebi (sav) tarafından seçilen bir halife olduğu, üzerinde görüş birliğine varılan hususlardandır- lakin İmam Zeyd, ileride açıklayacağımız ve işaret edeceğimiz gibi imamın şahısla değil, vasıfla tarif edildiğini, Nebi (sav)in Ali´nin imamlığına işaret etmesinin başka birisinin seçilmesini engellemediği görüşünü taşıyordu. O´na göre Hz. Ali sahabenin en faziletlisiydi; fakat sahabe, seçilmelerinde uygun gördükleri toplum yararından dolayı önce Hz. Ebubekir´i, sonra da Hz. Ömer´i seçmişlerdir.
Şia, Hz. Ali´yi ve ailesini sevme konusunda aynı derecede değillerdi. Aksine onlar arasında aşın gidip, İslam dairesinin dışma çıkanlar bile vardır. Nitekim bunların bir kısmına işaret ettik. Gene onlar arasında aşırılığa varanlar ve aralarında orta yolu takibe-denler vardı. Ilımlı yolda olanlar sahabeyi tekfir etmez ve fasık saymazlar. İbn Ebi´l-Hadid, bunların tanıtımları konusunda şöyle der: "Bizim ashabımızdan bir kısmı bu meselede fevz ve necat bulmuş, kurtuluşa ermişlerdir. Çünkü onlar ılımlı bir yola girmişlerdi. Onlar şöyle .söylerler: "Hz. Ali ahiretteki yaratılmışların en değerlisi ve cennette en yüce makam sahibi, dünyada ise mahlukatın en efdali, hususiyetleri, meziyetleri ve menkıbeleri en çok olanıdır. Her kim ki ona saldırıda bulunur, onunla savaşır veya kin bağlarsa, kuşkusuz o ALLAH Sübhanehu ve Teala´nm düşmanı, kafir ve münafıklarla birlikte cehennemde ebedi kalıcıdır. Ancak, tevbesi kabul edilenle, onu imam kabul edip, onun sevgisi üzere vefat eden müstesna. Daha önce Hz. Ali´nin imametini benimseyen muhacirlerin üstün şahsiyetlerine gelince, Hz. Ali´nin onlar üzerine kılıçla yürümesi veya onları kendi imametine davet etmesi şöyle dursun, muhacirlerin şimdiki imamını inkar ediyor, yaptıklarına kınıyor, davranışlarına küsüyorsa biz kesinlikle deriz ki, onların tümü de helak olanlardandırlar. Onun bu kızması, tıpkı Rasulullah (sav)ın kızması gibidir. Çünkü Rasulullah (sav)in şöyle buyurduğu sabittir: "Senin harbin benim harbim, senin barışın benim barışımdır." Yine onun hakkında şöyle buyurmuştur: "Ey ALLAH´ım, onu dost edinenleri dost edin. Ona düşman olanlara düşman ol." Yine ona şöyle söyledi: "Seni ancak mümin olan sever. Ve sana ancak münafık buğzeder." Fakat biz, Hz. Ali´nin onların imamına razı olduğunu onlara biat ettiğini, arkalarında namaz kıldığını, onlara kız alıp-verdiğini ve onlarla birlikte yemek yediğini görüyoruz. Fakat bizim onun yaptıklarım açmamız ve onun tarafından yapıldığı meşhur olan şeyleri çiğnememiz mümkün değildir. Görmüyor musun ki, o kendisini Muaviye´den uzak sayınca biz de Muaviye´den uzak olduk. Onu lanetleyince, biz de lanetledik. Şamlılarla, Samda bulunan Amr b. As, oğlu Abdullah ve diğer geri kalan sahabiyi dalaletle yargılayınca, biz de aynı şekilde onları delaletle yargıladık. Özetlersek şüphesiz biz Nebi (sav) ile onun arasına nübüvvet mertebesinden başkasını bırakmadık. Nübüvvet dışında, onunla Nebi (sav) arasında ortak olan faziletlerin tamamını ona verdik. Onun, haklarında lan ettiği hususu bize sahih olarak ulaşmayan büyük sahabiler konusunda ta´nda bulunmadık."[24]
Özet olarak bu ılımlı görüş. İmam Zeyd´den naklettiğimiz bilgilerle büyük oranda uyuşmaktadır. İbn-i Ebi´l-Hadid heme kadar kendisini, imamın vasıf olarak değil de şahıs olarak tayin edildiğini. Nebi (sav)den sonra sırasıyla Ali, Hasan, Hüseyin, Ali Zeynel Abidin, Muhammed Bakır, sonra Cafer Sadık... on ikiye varıncaya kadar imam olduklarını temel görüş olarak ortaya koyan İsna Aşeriyye´ye nisbet etmiş olsa da.
Bunların karşısında kendilerine İsmailiyye adı verilenler çıkmaktadır. Bunlar İsna Aşeriyyeli kardeşlerine, Cafer Sadik´tan sonra kimin imam olacağı konusunda muhalefet ederler.[25]
Bu fırkalar Hz. Hüseyin´in katledilişinden sonra çeşitli şubelere bölündüğü için onları ayrıntılı olarak arzetmiyoruz. Çünkü onlar, gerek mezheplerinde, gerekse fikirlerini sergilemelerinde etkili olamamışlardır. Biz onları ancak, Hz. Ali (ra)ın Nebi (sav) tarafından halifeliğe tayin edilişiyle ilgili görüşleri etrafından biribirlerine karşı çıkışları ölçüsünde özet olarak arzediyoruz. Onlar imamın, Nebi (sav) tarafından tayin edilmek suretiyle belirlendiğini, halifeliği Ali´ye vasiyet ettiğini, sonra sırasıyla Ali´nin Hasan´a, Hasan´m Hüseyin´e, Hüseyin´in Ali Zeynel Abidin´e, sonra onun da oğlu Muhammed el-Bakır´a,onun da oğlu Ebu Abdillah Cafer Şadık´a vasiyet etmek suretiyle halifeliği bıraktığı görüşünü ortaya koyarlar. [26]
Şia´nın Vatanı
82- Şia ilk olarak Mısır´da doğdu. Bu da, efendimiz Hz. Osman (ra) döneminde meydana geldi. Çünkü propagandacılar orada çok verimli bir toprak buldular. Daha sonraları bu akım Irak topraklarına yayılarak orasını kendisine bir karargah ve makam edindi Medine, Mekke ve diğer Hicaz şehirleri hadis ve sünnetin beşiği, Şam ise Emeviîerin aşın taraftarlarının beşiği olunca, Irak da, şialaşmanın vatanı durumuna geldi.
Acaba Irak neden şianın beşiği oldu Bu konuda birçok sebepler sıralanmaktadır. Ben de bu sebepleri aynen alıntı yaptım: İmam Ali b. Ebi Talib halifeliği süresince orada ikâmet etti. Ve orada halkla haşır-neşir oldu. Hz. Ali´de takdirlerini coşturacak bir şahsiyet gördüler. Emevilere karşı da asla kalbi bir dostluk ilan etmediler. Bunun üzerine Muaviye de onlara Ziyad b. Ebih´i musallat etti. Ziyad, karşıt gurubun ortaya çıkmasını bertaraf etti ama, bu bertaraf ediş kalplerden Emevi kindarlığını silip süpüremedi.
Geçip gidince, kendisinden sonra oğlu Yezid b. Muaviye döneminde Ziyad babasının hükmünü devam ettirdi. Irak, Emeviler´e karşı başkaldiranlann ilki oldu. Nihayet durum Abdülmelik döneminde Mervan oğulları lehine istikrara kavuşunca, onların üzerine Haccac´ı musallat etti. Haccac, olayları bastırmada şiddet kullandı. Olayları bastırmada şiddeti kullanınca da baskıya uğrayanların kalplerindeki şiilik anlayışı canlılık kazandı.
[16] Mecmu 4/62
[17] el-Mecmu´ 4/55
[18] Prof. Dr. Muhammed Ebu Zehra, İmam Zeyd, Hayatı, Fikirleri ve Çağı, Şafak Yayınları: 93-97.
[19] Prof. Dr. Muhammed Ebu Zehra, İmam Zeyd, Hayatı, Fikirleri ve Çağı, Şafak Yayınları: 97-98.
[20] Murtaza, el-Munye Ve´1-Emel
[21] Prof. Dr. Muhammed Ebu Zehra, İmam Zeyd, Hayatı, Fikirleri ve Çağı, Şafak Yayınları: 98-103.
[22] Prof. Dr. Muhammed Ebu Zehra, İmam Zeyd, Hayatı, Fikirleri ve Çağı, Şafak Yayınları: 103-105.
[23] Prof. Dr. Muhammed Ebu Zehra, İmam Zeyd, Hayatı, Fikirleri ve Çağı, Şafak Yayınları: 105-106.
[24] Şerh-i Nehcû´l-Belağa 3
[25] Bu konuda müellein İslam Mezhepleri Tarihi adlı kitabına bakınız 56 ve devamı
[26] Prof. Dr. Muhammed Ebu Zehra, İmam Zeyd, Hayatı, Fikirleri ve Çağı, Şafak Yayınları: 106-107.