sidretül münteha
Wed 15 September 2010, 05:06 pm GMT +0200
İMAM ZEYD´İN FIKIH ANLAYIŞI
190- Zeyd´in fakih oluşuyla ilgili haberler, tevatür yoluyla gelmiştir. İmam Zeyd fıkıh sistemini hadis´e ve re´y´e dayandırmıştır. Ayrıca hadis anlayışında sadece Ehl-i Beyt hadisleri ile yetinmemiş aksine onların dişmdakilerden de hadis almıştır. Bütünüyle Ehl-i Beyt´in hadislerini ve fıkıh telakkilerini edinmiş ve aynca Hz. Ali´nin dışındaki sahabenin de hem hadislerini, hem de fıkıh anlayışlarını kavramıştır. Zeydiyye şiasının hadisçi ve fıkı fıçılarından olan Kasım b. Abdulaziz, bu konuda şöyle diyor:
"Zeyd b. Ali kendi zamamndakilerin gözdesi ve akranlarının en değerlisi, aynı zamanda o (a.s), kendi zamanındaki Nübüvvet aile ocağının imamıydı. Yaşadığı dönemde Kur´an´m yakın dostu olarak tanınıyordu. Onun Öyle takvası, keremi ve güzel ahlakı vardı ki bunlar, dönemindeki akranları arasında yoktu. Ümmetin üst düzey faziletlilerinden oluşan, babası İmam Zeynel Abidin, Ali b. Hüseyin (r.a), sahabi Abdullah el-Ensari´nin arasından gelen diğer zevat gibi bir cemaatın Önderliğinde ilmi aldıktan sonra Allah ona ilmin kapılarını açtı. Ayrıca otorite kişilerden aldığının kat kat fazlasının kapılarını da Allah Teala O´na açmış oldu. Hatta kardeşi Muhammed Bakır şöyle dedi: "Vallahi dünyaya ait ilim kardeşim Zeyd´e verilmiştir. Sorularınızı ona sorun. Bizim bilemediklerimizi o biliyor."[1]
Bu açıklama, aşağıdaki iki durumu ortaya koyuyor:
Birincisi: Zeyd (r.a)´ın Ehl-i Beyt´e ait ilmi babasından ders olarak almış olduğudur. Lakin Zeyd´in, Ali Beyt ilmini öğrenmeyi aralarında yaş farklılığı bulunan kardeşi Ba-kir´dan tamamladığının farzedilmesi gerekir. Bu duruma, Bakır (r.a)´ın Zeyd (r.a)´a nis-betle babası durumunda olması imkanmı tanır. Biz, iki kardeş arasındaki faziletlilik yansı içerisine girmek istemiyoruz. Zira her ikisinde de, bu şerefli ve yüce soy nedeniyle ve kendilerini yalnızca ilme vermeleri yüzünden Nebevi nurun bir kor parçası vardır.
İkincisi: İmam Zeyd (r.a)´ın Al-i Beyt´in ilmini, onu aşmayacak şekilde olmakla yetinmeyip, aksine karşılaştığı her sahabiden ders almaya kadar vardırmış olmasıdır. Herhalde bu sahabilerin az sayıda olmaları gerekir. Zeyd´in bu konudaki örneği, Ebu Hani-fe´dir. Zira onun da karşılaştığı sahabenin sayısı cidden çok sınırlıdır. Sahabeden yalnız Abdullah el-Ensari´nin oğlu Cabir´in adı zikredilir. Fakat Zeyd, sahabe ve tabiin çocuklarından, sahabenin fıkıh anlayışı ile rivayetlerinin bir çoğunu ders olarak almıştır. Böylece Zeyd, daha önce de belirttiğimiz gibi Al-i Beyt´in ilmiyle Medine ilminin tamamım bir araya getirmiş oluyor.
Şüphesiz Zeyd böyle bir ortamda güçlü zekasının yudumladığı çok yararlı besini elde etmiş, bu şekilde elde ettiği besinle, araştırmasını yaptığı, bir kısmı akide etrafında gelişen felsefe ağırlıklı çeşitli görüşlerin sentezini yapmış, bundan da, fikri canlılığı içerisinde temsil edilen hoş ve sağlam bir sentezle ortaya çıkmıştır. Böylece sika şahsiyetlerden almış olduğu şeylerden, her ne kadar Zeyd´in özümlediği fikir ve çeşitli ilimlerin bir ürünü olsa bile tıpkı Zeydî bir şahsın dile getirip ilm-i ledünni olarak isimlendirdiği gibi çok güçlü bir madde meydana geldi.
191- Şüphesiz İmam Zeyd halen çeşitli İslam ülkelerinde yaşayan zeydilerin benimsedikleri büyük bir fıkıh mirası bırakmıştır. Zeydiler bu fıkıh anlayışını esas alarak ayrıntılı çözümler geliştirip yasalar çıkarmışlar, algıladıkları bu fıkhın dışından seçmeler yapmışlar, içtihatta bulunmuşlar ve kendi geliştirdikleri bu çözümlerin tamamını İmam Zeyd (r.a)´ın fıkıh anlayışından naklen aldıkları kaynak haberlerle mezcetmişlerdir. Böylece, benzeri ancak tedvin edilip, mezhebin temel ilkeleri esasına göre içtihat kapısı ve ayrıca kanun yapma kapısı açık bulunan mezheplerde görülebilen bir fıkıh sistemi oluşmuştur. Belki de bu fıkıh sistemi, diğer büyük mezheplerden daha yaygındı. Çünkü dört mezhebdeki kanun geliştirenler, mezheblerini aşarak diğer mezheplerden seçmeler yapma durumunda olmamışlardır. Evet, gerçi onlar Hanbeli´lemin el-Muğni´si, Hanefi´nin el-Mebsut´u, Malikilerden îbn-i Rüşd´ün te´lif ettiği Bidaye tû´l-Müctehid ve Niha-ye tû´l-Muktesid´inde, ayrıca Şafii mezhebinden olan Şirazi´nin el-Mühezzeb´inde gördüğümüz gibi, bazan mezhepler arası karşılaştırmalar yapıyorlardı. Lakin bu karşılaştırmalar, Serahsi´nİn el-Mebsut´u ile el-Mıığni´de gördüğümüz gibi ya müellifin mensubu olduğu mezhebi aklamaya ve onu müdafaa etmeye veya da tercih hakkını kullanmadan delilleri ve çeşitli bakış açılarını sunmaya yönelmesini sağlamaktan ibarettir. Bu mez-heplerarası seçmeye, böylesi bir çerçevenin dışına taşan İbn Teymiye´nin yaptığı seçmelerde gördüğümüz gibi çok az derecede rastlanır. Nitekim İbn Teymiye, talak-ı selase ve talak-ı muallak mes´elelerinde, Al-i Beyt mezhebinden seçme yapmıştır. Yine biz, Hanefi mezhebinden Kemaleddin b. el-Humam´ın yaptığı seçmelerde, örneğin İmam Ma-lik´in "vakfedilmiş değerli malların mülkiyeti" konusundaki görüşünü seçmesinde müşa-hade ettiğimiz gibi bu tür seçme olaylarına çok az rastlanmaktadır.
Zeydiyye mezhebine gelince, bu mezhepte başka mezheplerden seçme yapma işi çok fazla ve çok geniş toleranslı idi. Hatta son asırlara kadar bu seçme işi süregelmiştir. Dolayısiyle Zeydiyye´nin gelişmesi ve diğer imamların fıkıh anlayışlarıyla uyum sağlamasında, bu durumun büyük payı vardır.
192- Böylesi bîr anlayış tarzı, yukarıdan beri dile getirdiğim "Zeydiyye Mezhebindeki gelişmişlik ve verimlilik ölçüsünde dosdoğru bir fikri ahenklik içinde bir araya topladığım, İmam Zeyd´in fıkıh anlaşışmı, İslam fıkhından oluşan bu zengin bahçe ortasırdan çekip çıkarma konusunda bir kısım engebeler ortaya koymuştur. İlk önce ve bizzat İmam Zeyd´in fıkhını araştırıp sonra da büyük İmamın dikmiş olduğu ağacın köklerinin uzantısı olması itibariyle Zeydiyye´nin fıkıh anlayışını ele aldığımızda bizi evvela, Zeyd´in fkirlerini ve peşinden de metodunu iyice bellememiz ilgilendirir. Böylelikle kendisinden sonra gelenlerin seçme yaptıkları konularda İmama ters düşüp düşmediklerini veya bu seçme işlerinin Zeyd´in fıkhında nass getirilmeyen hususlar dairesinde olup-olmadığını hemen anlarız. Yine böylelikle, onlann Zeyd´in metodu üzere yürüyüp-yürümediklerini kavrarız. Onlar bu seçmelerini yaparlarken, Zeydiyye mezhebini esas alıyorlar mantığı ve temel ilkeleri bakımından Zeydiyye mezhebine diğer mezheplerden daha yakın olanları seçip almak suretiyle yasa düzenliyorlardı. Bu nedenle İmam Zeyd´in görüşlerine bağımsızlık kazandırarak netleştirmemiz zorunluluğu sözkonusûdur. Çünkü seçme işinin ölçüsü ne olursa olsun öğrencilerinin görüşlerinin kendi görüşlerinden farklılık arzetmesine, aynca mezhep içinden kanun geliştirenlerin ufak-tefek ayrılıklarının nesilden nesile intikal edişinin tarihen kesinlik kazanmasına rağmen tıpkı İmam Ebu Hanife´nin görüşlerinin Hanefi mezhebinin temel direğini ve özünü oluşturması gibi imam Zeyd´in görüşleri de mezhebinin özünü ve esasını teşkil etmektedir. Bununla birlikte Ebu Hanife´nin görüş ve metotları temel unsur olarak benimsenmektedir.
Şüphesiz ki Zeyd (r.a) şu anda bulunan kitapların mükemmel bir tedvininin yapılmadığı dönemde yetişmiştir. Kuşkusuz İmam Zeyd´den sonra yirmisekiz yıl kadar daha yaşayan Ebu Hanife´nin fıkhı da kendi kalemiyle kitap haline getirilmemiş, aksine onun görüşlerini kendisinden sonra yetişen öğrencileri tedvin etmişlerdir. Nitekim Ebu Yusuf un Kitab el-Harac, İhtilaf-ı İbn-İ Ebi Leyla, er Red ala Siyer-İ Evzai adlı kitaplarında olduğu gibi. Ayrıca İmam Muhammed b. Hasari´ın çeşitli kitaplarında, özellikle de Zahir er-Rivaye adlı kitaplarda olduğu gibi. Bu kitaplar, "el-Asi, el-Camiussağır, el-Camin´l-Kebir, Siyerüs-Sağîr, Siyer´ül-Kebirve ez-Ziyadat gibi kitaplardırlar.
Madem ki fikirlerin tedvini İmam Zeyd döneminde yaygın bir adet değildi, o halde Zeyd´in görüşleri nasıl nakledildi? İşte aşağıda buna cevap vereceğiz: [2]
A- ZEYDİYYE FIKHININ NAKLEDİLMESİ
193- İmam Zeyd´in bizzat miras bıraktığı Zeydiyye fıkhının nakledilişi, her imamın fikhindaki gelenek gibi iki yolla gerçekleşmiştir:
Birincisi; Kendi ders halkasına katılarak ondan nakillerde bulunan, yanından ayrılmayan veya onunla mülakatta bulunan öğrencilerdir. Nitekim onun, öğrencilerinin ilim öğrenmelerinde ve yönlendirilmelerinde üstün bir katkısı olmuştur.
ikincisi: Kendisine nisbet edilen el-Mecmu adlı kitaptır. Bu kitabın içinde hadisler ülunduğu gibi, birçok fıkıh kuralları da mevcuttur. Hadislerinin tamamı, Al-i Beyt tari-ından naklen gelmiştir. Şimdi her ikisi üzerinde, el-Mecmu´ adlı kitabın O´na nisbet edilişi ile, tedvin işinin gelenekleşmediği bir dönemde bulunmasının arasını bağdaştırarak açıklamada bulunalım. [3]
1- İmam Zeyd´in Öğrencileri
194- İmam Zeyd, Al-i Beyt içerisinde, en çok Öğrencisi bulunan bir şahsiyetti. Bunun nedeni, Medine´de oturmaya heves etmemesi olabilir. Nitekim Medine´de ikamet etmiş ve zorunlu olarak orada kendisinden ders alan talebeleri bulunmuştur. Daha sonra Basra´ya taşınmış oradaki fakihlerle müzakerelerde bulunmuştur. Bilahare Kufe´ye taşınmış orada da Abdurrahman b. Ebi Leyla, Ebu Hanife Nu´man b. Sabit, Süfyanaş Sev-ri ve diğer fakihlerle müzakereler yapmıştır. Madem ki bu gibi şahsiyetlerle müzakerelerde bulunmuş, müzakere yoluyla onlardan nakiller yapmıştır. Öyleyse kendisinde bir alt yaş ve ilim sahibi kişilerle buluşması ve o kimselerin kendisiyle müzakerede bulunmayıp sadece ders almış olmaları zorunluluk arzeder. Yine ilk görüştüğü fakihler kendisiyle müzakerelerde bulunmalarına rağmen, görüşleri İmam Zeyd´i etkilese bile Zeyd´in bir mezhep oluşturduğunu nakletmemişler, ancak dersleri izlenilen bir şahsiyetten derslerini izleyen öğrencilerin not alışları biçiminde ilim aldıkları için, daha sonra gelen bu öğrencilerin, haleflerine Zeyd´in fikirlerini aktarmaları konusunda büyük katkıları olmuştur.
195- el-Mecmu´ adlı kitabın sarihi Şerefüddin Hüseyin b. Ahmed es-San´ani (vef. h. 1221) İmam Zeyd´den ders alan yahut ilmi konulan kendisiyle müzareke eden büyük bir topluluktan söz etmiş ve şöyle demiştir:
"Zeyd´in öğrencileri, değerli ve saygıdeğer çocukları: İsa b. Zeyd, Muhammed b. Zeyd, Hüseyin İbn Zeyd ve Yahya b. Zeyd´dir. Süfyanes Sevri, Zeyd´in biricik evladı İsa b. Zeyd´den ilim almıştır. O. zamanındakilerin en takva sahibi kişisi olduğu gibi. Iraklıların da ceddidir. (Yani Irak´ta ikamet eden Ali Beyt Zeydilerinin) Muhammed b. Zeyd ise Acemistan beldelerindeki Zeydilerin ceddidir. Hüseyin b. Zeyd de Zeyd b. Ali sülalesinden meşhur olanların ceddidir. Yahya b. Zeyd, İmam Zeyd´den sonra imamet görevini üstlenen kişidir. Kendisinden aldığı ilmi sonraki kuşaklara nakleden Zeyd´in ashabı, büyük bir cemaati oluşturur. Bunların ünlülerinden birisi, prapagandistlerinden, aynı zamanda fakih, sade yaşayışlı ve muhaddis olan Mansur b. el-Mu´temirdir.[4] Buhari, Müslim, Ebu Davud, Tirmizi, Nesei ve diğerleri onu kaynak göstermiş, ondan rivayette bulunmuşlardır. Harun b. Sa´d el-İcli de aynı durumdadır ve Müslim´in otorite şahsiyetleri arasındadır. Ayrıca Muaviye b. İshak b. Zeyd, Nasr b. Huzeyme, Muammer b. Hu-seym el-Hilalî, kendi adına davette bulunduğu risaletinin sahibi Ebu Leyla´nın oğlu Abdurrahman, faziletli ve sade yaşayışlı Zeyd b. Rabî, birçok faziletleri bulunan ve Ebu Hanife,diye bilinen fakih Numan b. Sabit [5] Seleme b. Küheyl[6] Ebu Hacebe fakihle-rin ve muhaddislerin başı ayrıca birçok mezhepler arası seçmeleri bulunan Süleyman b. Mehran el-A´meş, bir Süf yan b. es-S anıtlardandır. Süfyan, Cafer Sadık (r.a)´den naklen Zeyd´in, rüyasında Nebi (s.a.v)´i: "Ey Zeyd. tek başına kalsan da Hişam´la cihad et" derken görünceye kadar Hişam´a karşı cihad bayrağını açmadığım rivayet eden kişidir.
196- Bunlar, el-Mecmu sarihinin naklettiği, Zeyd´den ders alanların bir bölümüdür. Burada o kadar çok isim nakledildi ki, sayı olarak bizim belirttiklerimizden birkaç kat fazladır. İşte sayılan yetmişi aşan bu alimlerin bir bölümü, Zeyd´in maiyyetinde cihad esnasında katledilmiş, diğer bölümü de kendisinden sonra hayatta kalmıştır. Kendisinden sonra hayatta kalan bu taife arasından bir bölümü, bu imama nisbet edilen mezhebin yayıldığı büyük beldelerde daha sonra gelenlere onun fıkhını taşıyan kişiler olmuşlardır.
Bir kısım insanlar, Zeyd Kufe´de bulunduğu sırada Ebu Hanife´nin orada bulunmadığını ileri sürerek Ebu Hanife -İmam Zeyd buluşmasını reddetmişlerdir. Böyle bir açıklama, tartışma götürür bir konudur. Çünkü Küfe, İmam Ebu Hanife´nin ikamet ettiği bir beldedir. Ebu Hanife sadece hac amacıyla yahut bir rivayetin veya fıkhın kaynağını aramak gayesiyle yahut da sürgün edildiği zaman o beldeden ayrılmıştır. Bu sürgün olayı İbn Hubeyre´nin kendisini vali yapmak istemesi ve onun da reddetmesi, bununla birlikte Ali b. Ebu Talib ailesine karşı (Allah Tebareke ve Teala´nın hoşnutluğu Ali´ye ve ailesi üzerine olsun) aşırı sevgi beslemekle İtham edilmesi sırasında meydana gelmiştir.
Ebu Hanife-İmam Zeyd buluşmasını reddetmek, ancak İmam Zeyd´in orada bulunduğu sırada Ebu Hanife´nin bulunmadığı hususunun kesinlik kazanması durumunda mümkün olabilir. Çünkü aslolan, Ebu Hanife´nin orada ikamet etmiş olmasıdır. Aslol-mayan haber, bir belgeye ihtiyaç duyan husustur. Aslolan haber ise hiçbir delile ihtiyaç duymaz. Bunun Ötesinde, İmam Zeyd Kufe´ye defalarca gidip-gelmiştir. Bu gidip gelmeler esnasında buluşmanın meydana gelmemesi imkanı yoktur. Öyleyse buluşma olayı kesinlik kazanmış bir durumdur. Nitekim buluşma olayını ve Zeyd´in Ebu Hanife´den takdirle bahsetmesi hadisesini Ebu Hanife´nin hayatından bahseden menkıbe kitapları açıkça belirtmiştir. Mekki´nin ve İbn Bezzazi´nin Menakıb adlı kitapları bu karşılaşmayı, reddine imkan vermeyecek şekilde açıkça ortaya koymuşlardır.
Haddizatında, Ebu Hanife ile buluştuğu sırada Zeyd´in değerinde bir düşme olmayacağı gibi, fıkhı konulan Ebu Hanife ile müzakerede bulunması da İmam Zeyd´in şahsi-yetindeki değeri artırmaz. Öte yandan İmam Zeyd´le buluşması, onunla müzakereler yapması, hatta O´ndan ders alması Ebu Hanife´nin makamından hiçbir şey alıp götürmez. Zira İmam Ebu Hanife hem İmam Cafer Sadık´tan ve hem de Abdullah b. Hasan
el-Hasan´dan rivayetlerde bulunmuştur. Hiç kimse kalkıp dememiştir ki, bu olay Ebu Hanife´nin makamından çok şeyler alıp götürmüştür. Hem sonra Ebu Hanife (r.a) Şiileş-me derecesine varacak kadar olmasa bile Aî-i Beyt´e karşı muhabbeti iîe bilinen bir kişidir. Nitekim bu muhabbet Emevi döneminde göründü ve derhal İbn Hubeyre´nin eziyetlerine maruz kaldı. Aynı muhabbet Abbasi döneminde görünmeye ve onun, Muhammed en-Nefs ez-Zekiyye ile kardeşi İbrahim´i başa geçirme istediğinde olduğu ortaya çıkarılmış ve her ne kadar ölümüne sebep olan bu konuyu gizlemek için olaya başka bir görünüm kazandırılmış İse de, Ebu Hanife´nin başına gelen bütün belalar bu nedenle gelmiştir.
Zeyd´i adım adım takip ederek ilmini nakleden öğrencilerinden birisi de Ebu Halid Amr b. Halid´dir. Zeydî fıkhına ait ne kadar itibar varsa hep bu öğrenciye aittir. Çünkü Ebu Halid, bu mezhebin hükümleri konusunda kendisine başvurulan tek kaynak sayılan el-Mecmu´ adlı kitabın ravisidir.
197- Çok sayıdaki bu öğrenci grubu, Zeyd´in fıkhını büyük îslam beldelerine taşı-mışIardnvBunun nedeni, İmam Zeyd (r.a)´ın katledilişi olayından sonra öğrencilerinin kendilerini bıraktığı yerde kalmalarının düşünülmesi imkanı bulunmamasıdır. Çünkü onlar, kendilerine ilişen şiddetli eziyetlere hedef oluyorlardı. Zira Emevi oğullan Zeyd´e yardımcı olanları adım adım araştırıyor ve yakalamayı başarabildiklerini çeşitli işkencelere maruz bırakıyorlardı. Hatta eziyet ve dövme hadisesi İmam Ebu Hanife´nin de başına geldi. Bu olaylardan sonra Hicaz´a kaçtı. Irak´a, ancak Abbasiler İslam devletini ele geçirdikten sonra döndü ve evvelemirde onları bağrına bastı.
Bu Öğrencilerin çeşitli İslam beldelerine kaçışmaları, Zeydiyye´nin genel anlamıyla îslami ilimlerde, özel olarak da fıkıh dalındaki görüşlerini yaymalanndaki tek etkeni teşkil etmiştir. Buna göre, bîr grup Horasan diyarlarında, diğeri Medine´de, üçüncü bir grup da Yemen´de bu fikirleri yaymıştır. Bu mezhep o kadar çok ülkelere yayıldı ki, böyle bir olay Allah Teala´nm İmam Zeyd´e vermiş olduğu kerametler arasında sayılır. Nitekim Şerh el-Mectnu´nn Önsözünde şöyle geçmektedir: "Asırların geçmesine rağmen Onun mezhebinin İslam beldelerinde yer-yer yaygın hale gelmesi, Zeyd´in kerametleri arasındadır."
Bu mezhep, İmam Zeyd´in katledilişinin akabinde büyük beldelerdeki öğrencilerinin fırkalara ayrılmasıyla meydana geldi. Böylece onun (r.a) eziyetlere maruz kalması ışığının yayılmasında ve irfanının genelleşmesinde tek neden olmuştur. [7]
2- İmam Zeyd´in Eserleri
198- İmam Zeyd´in dönemi, ilimlerin kitap haline getirilme dönemi değildi. Bilakis ilimlerin kitap haline getirilmesi bu asnn akabindedir. Allah Teala onun ruhunu, hicri ikinci vüzyılın ilk çeyreğinde kabzetmiştir. Oysa tedvin olayı onun ölümünden sonra başlamış ancak aynı yüzyılın üçüncü çeyreğinde çoğalmıştır. Hatta daha önce işaret ettiğimiz gibi İmam Ebu Hanife de fıkhını kendisi kitap haline getirmemiştir. Her ne kadar o dönemdeki bazı eserler onun bir kısım yönlerini içermekte ise de bunlar usulü din ve irşad konusundaki küçük risalelerdir. Fıkh-ı Ekber, eî-Alim ve´l-Müteallİm risalesi ve Yusuf b. Halid es-Semtî´ye vasiyeti gibi. Bunların tümü, her ne kadar bir kısım ilmi konulardaki görüşlerinin belgeleııdirilmesini kapsamakta iseler de, tedvin sayılamayacak risaleler durumundadırlar.
Lakin bununla birlikte Zeydiyye yanlıları, Zeyd b. Ali´nin birçok kitaplar yazdığı ve ilmi konularda tasniflerde bulunduğuna dair kesin bir inanç taşımaktadırlar. Nitekim Şerh el-Meantı\m önsözünde metni aşağıda bulunan açıklamalar geçmektedir:
"Kuşkusuz bu dönemdeki hadisler ve rivayetlerin yorum işleri insanların ellerinde yayınlanmış bir şekilde bulunmuyordu. Güvenilir tarihçiler ve diğer haber taşıyıcıları, ilk tasnif ve telif yapanın Abdüîmelik b. Cüreyc, İbn Ebi Urube ve Malik b. Enes olduğunu açıkça belirtmişlerdir. Hatta bunların ilkinin Zeyd b. Ali (r.a) olduğu da söylenir. Yine ilk olarak kitapları bablarına göre tasnif eden kişinin Basra´daki Rabi´ b. Sabih olduğu, bu kişinin Zeyd b. Ali´nin Ehl-i Beyt´e nisbetle üstünlüğü ne ise kendisi dışındaki herhangi birinin tabir caizse avama nisbetle üstünlüğünün de öyle olduğu şeklindeki sözlerin arasını birleştirdiği ifade edilir. Bunların yaşadıkları zaman ve ölüm tarihleri İmam Zeyd b. Ali´nin döneminden sonradır."[8]
Bu açıklamayla, Zeydiyye´nin, bu dönemin ilimlerin tedvini dönemi olmadığını iti-caf etmelerine rağmen İmam Zeyd´in, fıkhı kitap haline getiren, tasnif eden ve konularına göre ayıran ilk kişi olarak kabullen ilmesinde ısrar ettiği hususu açıklık kazanmaktadır. Nitekim Zeydiyye, İmam Zeyd´in Kitab et-Tefsir el-Garib, Kiîab el-Hukuk ile Kitab el-Mecmu fi´UHadis ve Kitab el-Mecmu´ fî´l-Fıkh adlı kitapları te´lif ettiğini söylemişlerdir. Bu son iki kitap, Zeyd´e nisbet edilen fıkhın temel direğini teşkil etmektedir. Bu nedenle her birine ait müstakil bir yer ayırıyoruz. [9]
el-Mecmu´
99- İmam Zeyd, el-Mecmu´ adında şu iki kitabı ardında bırakmıştır:
a) Mecmu´el-Hadis,
b) Mecmu´ ei-Fıhh.
Her ikisini de Ebu Halid Amr b. Halid el-Vasıtî bir araya getirmiştir. Ebu Halid´in toplamış olduğu bu eserler halen basılı olup, Roma´da el yazması olarak bulunmaktadır. Bu kitap üzerinde senedi ve İmam Zeyd (r.a)´a nisbeti açısından söz açmadan önce ravi-si hakkında birkaç söz söyleyelim.
Kitabın ravisi, adından bahsettiğimiz ve mevlahk yoluyla Haşimi olan Ebu Halid Amr b. Halid el-Vasüîdir. Yani kendisi nesep yoluyla Haşimi değildir. Yalnız onunla Haşimiler arasında mevlahk anlaşması vardır. Veya da bir kısım Haşimilerin azatlı kölesi idi. Zeydî kaynaklar, mevlalığın türünü, vela-i muvaiat mı, yoksa Vela-i ıtaka mı olduğunu açıklığa kavuşturmam ıslardır. Ancak ilk akla gelen, O´nun vela-i muvaiat olduğudur.
Ebu Halid Kufe´de doğmuş, sonra Vasıt´a taşınmıştır. Bu nedenle oraya nisbet edilerek kendisine Vasıtî denilmiştir. Medine´de iken Zeyd´in peşini bırakmadığı gibi. Irak´a gittiği sırada da, ikametinde yolculuğunda devamlı yanında bulundu ve İmam Zeyd´in ardında bıraktığı eserleri rivayet etti. İşte Tefsir el-Garib´i rivayet eden kimse budur. Aynı şahıs, fıkıh ve hadis´İ konu alan iki el-Mecmu´ kitabını rivayet ettiği gibi aynı zamanda Kitab cl-Hukuk´u da nakletmiştir.
Ebu Halid´in vefatı. Nebi (s.a.v)´in hicretinin ikinci yüzyılının onbeşinci yılının sonrasına rastlar.
Alimler, bu nitelikteki Ebu Halid´in rivayetleri kabul edilecek derecede güvenilirliği noktasında, İmam Zeyd (r.a)´den rivayet ettiği ve onun görüşlerinin ilk kaynağı sayılan el-Mecmu´ adlı kitabın kabul edilip-edilemeyeceğine varıncaya kadar ihtilaf etmişlerdir. Onların bu ihtilafları aşağıdaki iki noktaya dayanmaktaydı:
Birincisi: Sika bir ravi olup-olmayışı. Zeydiyye onun sika (güvenilir) bir kişi olduğunu, her iki el-Mecmu´ adlı kitab ve diğerlerini Zeyd´den rivayet ettiğini kabul ederlerken,
İkincisi: İmamiyye ve diğer mezhepler de Ebu Halid´i cerh etmekte, güvenilirliğini geçerli saymamaktadırlar.
Böylece açığa çıkıyor ki, oradaki ihtilaf şahsiyet konusunda olmayıp, ancak taifeci-lik çekişmesi noktasından kaynaklanan bir ihtilaftır. Şöyle ki, Zeydiyye ve İmamiy-ye´nin her ikisi de Al-i Beyt´in fıkhını rivayet etmekte, yine her ikisi de Al-i Beyt tarikinden gelen hadisleri nakletmekte, ancak Zediyye´nin rivayetleriyle İmamiyye´nin rivayetleri bir kısım haberlerde çelişme arzetmektedir.
İşte İmamiyye bu ihtilafı bahane ederek bahsettiğimiz nitelikteki Ebu Halid üzerinde ta´n noktalan bulunduğunu benimsemişlerdir. Fakat Zeydiyye her ne kadar İmamiyye muhalefet etse bile gerek Ebu Halid ve gerekse diğerleri yoluyla Zeyd´den nakledilen rivayetleri güvenilir bulmaktadırlar. Bu konuda şöyle derler: "Denilse ki, Bakır ve Zeyd her ikisi de ilmi babalarından aldıklarına göre ikisi arasında nasıl ihtilaf meydana gelebilir? Cevabı şöyle olur: Zeyd b. Ali´den rivayet edenler, Zeydiyye´nin, üzerlerinde hiçbir ta´n noktası bulunmayan adil kişileridirler. Oysa Bakır´dan rivayet edenler, İmamiy-ye´den olanlardır ve bize göre onların adil olmaları sabit değildir"
Ebu Halid üzerinde, bir kısım Ehl-i Sünnet ravileri ta´n noktası tesbit etmişlerdir. Onun hakkında Vekî şöyle der: "Vallahi bizim çevremizde öyle bir adam vardır ki, adı
Halid´dir ve hadis uydurur." Yine Yahya b. Main´in rivayet ettiğine göre Ahmed b. Han-bel onun hakkında şu değerlendirmeyi yapar: "Yalancıdır, güvenilmez ve emniyet edilmez." Yine Yahya b. Main´in rivayetine göre Taberani de onunla ilgili şöyle söyler: "Yalancıdır ve hiçbir değeri yoktur." İshak b. Raheveyh ile Ebu Zur´a "Hadis uydururdu" derlerken. Ebu Hatem de "Hadisi terkedilen ve kendisiyle iştigal edilmeyen" kişi olarak bahseder.
Bu, noktada, Ehl-i Sünnet alimlerinden oluşan bir kısım muhaddislerin de Ebu Halid´in hadisini kabul ettikleri ve ondan rivayette bulundukları hususunun göz Önüne alınması icabeder. Onlara göre Ebu Halid, rivayeti kabul edilen kişiydi. Nitekim Hafız olan Ebu´l-Haccac Yusuf b. ez-Zeki b. Abdurrahman el-Mezzi´nin Tehzib el-Kemal fi Es-mu´r-Rical adlı eserinde şöyle geçmektedir: "Amr b. Halid el-Vasıtî, Haşimoğullanmn mevlası olan Ebu Halid el-Kıreşi´dir. Aslen Kufe´li olup, daha sonra Vasıt´a taşınmıştır. Habbe b. Ebu Habbe el-Kufi, llabib b. Ebu Sabit. Zeyd b. Ali, Said b. Zeyd b. Ukbe b. el-Fezari, Süfyan es-Sevri, Kutn b. Halife, Bakır Muhammed b. Ali ve Ebu Haşim er-Zummanî´den naklen rivayette bulunmuştur. Kendisinden naklen de İbrahim b. ez-Ze-bergan, İbrahim b. Ziyad el-Taî ve İbrahim b. Herase eş-Şeybani, (İbrahim b. Hurase eş-Şeybani)... rivayet etmişlerdir. Ehl-i Sünnet ravilerinden İbn Mace ve Darekutni de onun lehinde rivayette bulunmuşlardır."
Özet olarak Zeydiyye. F,bu Halid´i sika kabul ederken, İmamiyye sika olduğunu kabul etmiyor, Ehl-i Sünnet ravilerinin ise bir kısmı onu cerh ettikleri halde bir bölümü de adil saymaktadır. Bu nitelikteki Ebu Halid´de güvenilirlik, İmam´dan naklen rivayet edilen el-Mecmu´daki başka bir deyimle rivayet etmiş olduğu iki el-Mecmu´Ğak\ güvenilirlik ölçüsünde olduğuna göre, buna dayanarak ve bu açıklamaların ölçüsünde fıkıh ile hadis´i kapsayan el-Mecmu´un rivayet edilmesi konusunda bir kısım ayrıntıya girerek söz edeceğiz. [10]
a) el-Mecmu´un Rivayet Edilmesi
200- el-Meamı´un rivayeti konusunu alimler tartıştılar. Daha doğrusu ravisini ve rivayet ediliş tarikini, aynca Zeydi mezhebine ilişkin olarak Ebu Halid´in tariki dışında yapılan rivayetleri bir de İmam Ali (k.v)´den rivayet edilenlere uyumluluğunu tartışma konusu yaptılar. Böylece alimler iki fırkaya ayrıldı. Bir fırka, el-Mecmıİun rivayeti konusunda ta´n noktaları yakaladı. Bunun üzerine rivayeti hakkında şüphe ortaya çıktı. Diğer bir fırka ise el-Mecmu´u kabullenerek onu kaynak edindiler ve bu husustaki rivayetleri, aşağılayıcı şeyler nedeniyle yapılan bütün ta´n yöntemlerini reddettiler. Şimdi biz, ta nda bulunanların hüccetlerini teker teker ele alacağız:
a) Ebu Halid Amr´m, hadis uydurması ve yalan isnadda bulunduğu nedeniyle Ehl-i nnet alimlerinin ileri gelenleri tarafından suçlu görülmesi, nitekim Nesei, onun güvenilir olmadığını ve hadislerinin kaydedilemiyeceğini söylemiştir.
b) Onun eczanelerden bazı sayfalar satın alması, onlan hadis olarak nitelemesi ve o sayfaların içindekileri Al-i Beyt tarikiyle Rasulullah (s.a.v)´e nisbet etmesi.
c) İçinde Ali (k.v)´ye nisbeti çok uzak düşen garib hadisler bulunduğu gerekçesiyle Zeyd´den rivayet ettiği el-Mecmu´ adlı kitabın hoş karşılanmaması
d) Rivayet ettiklerinin bir bölümünün uydurma ve yalan olduğunun sabit olmasıdır Uydurma ve yalan oluşunun kesinlik kazandığı bir şeyin rivayet edilmesi uygun düşmez. Bu el-Mecmu´ adlı eser gibi büyük, komple bir sistemin rivayeti şaşılacak bir durumdur.
e) Al-i Beyt (Allah Tebareke ve Teala´nm hoşnutluğu üzerlerine olsun) hakkında aşın Övgüde bulunmasıdır. Bu durum Ebu Halid´i bid´atçi ve heva-hevesi peşinde koşan bir kişi durumuna koyuyor.
f) Ebu Halid´in, el-Mecmu´un rivayetini yalnız başına gerçekleştirmesidir. Şayeu/-Mecmu´an Zeyd tarafından rivayet edildiği bilinmiş olsaydı, tıpkı İmam Malik´in Mu-vatta´sında meydana geldiği gibi meşhur olacak ve ravileri çok olacaktı. Nitekim Mu-vatta meşhur olmuş ve İmam Malik (r.a)´den nakilde bulunan ravileri çoğalmıştır.
g) el-Mecnuı´un rivayet zincirinin İmam Zeyd (r.a)´a varmadan tam bir kesintiyle inkıtaa uğramasıdır. Böylece Ebu Halid fitnelerin hortlamasını uygun görüyordu. Bu ise müslümanlar için zarar verici bir durumdur.
201- İşte el-Mecmu´un rivayetini reddeden fırkanın alevlendirdiği hususlar bunlardır. Şimdi bu maddelerin her biri hakkında açıklamalarda bulunalım. Sonra da eî-Mec-mu´u kabul ederek kaynak edinenlerin cevaplamalarım açıklayalım. Daha sonra da bu ta´n noktalarının yol açmış olduğu şeyler ölçüsünde bir denge kuralım:
Birincisi: Ebu Halid´in güvenilirliği konusunda suçlanmasıdrr. Nitekim Ehl-i Sün-net´in bir kısım ileri gelenlerinin bu konudaki görüşlerini nakletmiştik. Azınlıkta da olsa bir kısmının onu temize çıkardığını, bir kısmının da rivayet edişindeki emin oluşu ve güvenilirliğinin ölçüsü konusunda suçlamada bulunduğunu belirtmiştik. Buna göre İbn-i Mace ve Darekutni hadis rivayet edişini makbui sayarlarken, Nesei ile diğerleri de reddiyede bulunmuşlardır. Her ne kadar da İmamiyye, yani AI-i Beyt´ten olmayıp da Al-i Beyt taraftarı bulunanlar onun hakkında ta´n etmişlerse de, Al-i Beyt ve Zeydiler Ebu Halid´in adil oluşuna karar vermişlerdir. Al-i Beyt´ten hiç kimsenin onun hakkında ta´nda bulunduğu bilinmemektedir. Nitekim Ebu Halid. Muhammed Bakır ve Cafer Sa-dık´tan rivayetlerde bulunduğu gibi, bu ikisinin dışindakilerden de rivayetler bulunmuştur. Eğer makbul bir kişi olmasaydı, hadis alma konusunda kendisine müsamaha göstermezlerdi. Zira İmam Muhammed´in, fıkhı ile ilgili tenkid noktası bulan kişiyi nasıl yânından uzaklaştırdığını görmüştük. Ayrıca İmam Ebu Hanife konusundaki makalesini de nakletmiştik.
Alimler, ilk ta´n noktasına nisbetle, boyutları belirlenmeyen bir ta´nda bulunmanın makbul sayılamayacağını karara bağlamışlardır. Usulcülerden inceleme yapan bir gurup "birisini ta´n etme olayının, ya nedeni yorumlanmadan mutlak cerhetme veya nedenini açıklamak suretiyle sınırlı bir cerhetme işinden uzak kalamayacağını" karara bağlamışlardır.
Birincisi: durum kişinin cerhedilmesine yol açan sebepler konusunda insanlar değişik görüşler arzettiği için- muhakkiklerce makbul sayılmamıştır. Zira bir şey insanların bir bölümüne göre cerh sayılırken, diğer bir kısmına göre ise ta´dil sayılır. Bu durum cerh ve ta´dil yapan kişinin aynı mezhepte veya eğilimde olması halindedir. Eğer mezhep, eğilim veya taife farklı olursa, o zaman cerh ve ta´dil nedenleri çok geniş boyutlu bir ayrılık ve çok etraflı bir tartışma ortamı halinde olur. Bir şahıs Ali yanlısı kökenli olduğu için Zeydİyye veya İmamiyye´ye göre ta´dil edilirken, aynı şahıs gene aynı kökenden olduğu için cerh edilebilir.
İkincisi: O da bir sebebe dayandırılarak yapılan cerhdir. Böyle bir cerh olayına, içinde cerh eden sebebin ortadan kaldırılışı bulunan bir ta´dil unsuru karşı çıktığı takdirde, o zaman ta´dil edenle ta´n eden belgeler arasında görüş, karineler ve tarihin doğruluğu açısından bir karşılaştırma yapılır. Eğer herhangi bir cerh olayına mutlak anlamda bir ta´dil karşı çıkarsa örneğin ravi namazı terketmekle ta´nedilecek olsa, cerh olayının karşısına da o kişinin güvenilir muttaki ve emanet sahibi olduğu teziyle karşı çıkılırsa, eğer ravi emanet ve sidk sıfatlarıyla meşhur olmuşsa o zaman raviyi adaletli sayan görüşe itibar etmek daha uygun olur.
Bu açıklamaların sonucunda deriz ki, Ehl-i Sünnet İmamları tarafından yöneltilen bütün ta´n noktalan mutlak anlamdadır ve açık bir yorum getirilmemiştir. Örneğin Ahmed b. Hanbel Ebu Halid´in çok yalancı olduğu suçlamasında bulunmuştur. Ancak bu mutlak bir ta´nediştir ve açıklama getirilmemiştir.
Belki de bu ta´nedişin sebebi, onun Ali taraftarı oluşudur. Ahmed b. Hanbel, Al-i Beyt´e karşı bu derece aşın bağlılık gösterenleri sevmezdi. Aynca Ebu Halid, Hz. Ali´yi Hz. Ebubekir ve Hz. Ömer´e üstün tutuyordu.
Bunun da ötesinde bazı raviler Ebu Halid konusunda ta´nederlerken, Al-i Beyt arasından gelen imamlar onu temize çıkarıyorlardı. Nitekim İsa b. Zeyd, Ahmed b. İsa b. Zeyd ve ayrıca Cafer Sadık gibi diğer Ehl-i Beyt imamlan O´nu tezkiye etmişlerdir.
Kuşkusuz Buhari´nin ve diğerlerinin de rivayetlerini kabule şayan buldukları birçok sıka raviler yalan söyledikleri tarzında suçlanmışlardır. Ancak bu tür suçlamayı, soyut bir anlam taşıdığı için muteber saymamışlardır. Şüphesiz Ebu Halid konusunda suçlamalarda bulunanların bir bölümünü, kendi yaptıklarının daha şiddetlisiyle başkaları cer-netmişlerdir. İşte Ebu Halid´in komşusu olduğunu, onun yalancı olduğunu söyleyen ekıin kendisi, iki otorite Hz. Ebubekir ve Hz. Ömer´in imamlıklannı reddeden ve on-ara s°ven bir rafızi oİmakJa suçlanmıştır. Hangi suçlama bundan daha büyük olabilir ve o kimsenin Ebu Halid gibileri ta´netmesi nasıl kabul edilebilir?
Çoğu kez "kezzab" kelimesi, nakilde hataya düşen yahut kuruntuya kapılan kişi jçin kullanılır. Dolayısiylc bu kelimenin güven duyulacak belge konusunda sika olma durumunu değiştirmesi doğru olmaz.
202- Bazen fırkaların ayrılığa düşmeleri raviye muhalefet edenler arasında güvenirliğin bulunmamasına iter. Mesela İmamiyye, kendi cemaatinden olmayan bütün raviler-de zaaf noktası bulur. İslam cemaatinden olan bu muhaddisler, onlarla mübadele ederler. Nitekim İmamiyye Vasıl b. Ata´nm arkadaşı Amr b. Ubeyd ve aynı zamanda Vasıl hakkında-her ikisi de yalan söylemeyen sadık kişiler olmalarına rağmen- ta´nda bulunmuştur. Ayrıca fikri oluşumlarında sapma gösterenlerin bir kısmı boy ölçüşmeye kalkışmış ve rivayet konusunda çok muhfazakar davranan Ebu Hanife hakkında ta´n etmişlerdir. Bu ta´nm sebebi, Ebu Hanife´nin kıyasa fazla ağırlık vermesiydi. Onun kıyasa fazla ağırlık vermesi, sadece Rasulullah (s.a.v) ile ashabından naklen rivayet edilenler arasından doğru olanları çekip çıkarma konusunda çok titiz davranması yüzündendi. İnsaflı davrananlar ise mezhep yanlıları konusunda orta yolu izliyorlardı. Böylece hem hakka, teslim ediyorlar hemde mezheplerine sadık kalıyorlardı. Bundan dolayı da bid´atçılıkla suçluyorlardı. Mesela rivayet ilminin otoritelerinden sayılan İbrahim b. Yahya hakkında İbn Hacer şöyle diyor: "Hadis işiyle uğraşanların çoğunluğu İbn Ebi Yahya´nın zayıf hadis rivayet ettiği noktasında birleşmektedirler. Fakat İmam Şafii, onun çok sadık olduğunu söyler. Ancak o bid´atçıydı. onun bid´atçı olması Kaderiyyeci yani insanın kendi fiillerini kendisinin yarattığını söylemesinden dolayıdır." Nitekim bu mezhebi daha önce açıklamıştık.[11]
Safi fıkhının Mısır´daki ravisi Rebi de şöyle diyor: "İmam Şafii´yi. İbrahim b. Yahya´nın kaderci olduğunu söylerken işittim." Rebi´e, Öyleyse İmam Şafii´yi ondan rivayet etmeye zorlayan şey neydi, diye sorulduğunda, şöyle dedi: "İmam Şafii, İbrahim´in uzaktan bir göz gezdirmesinin, kendisine göre yalan söylemekten daha sevimli olduğunu söylerdi."
İşte bu, raviler için çok ince bir elekten geçirmedir. Vesikacı, kişinin görüşüne değil, şahsiyetine bakar. Ravinin görüşü vesika toplayanın veya cerh işiyle uğraşanın ravi-nin nazarında doğruluğuna etki etmeyecek tarzda bir sapıtma olduğuna göre, o halde sıdk ile re´y arasında bağlantı yoktur. Çünkü sıdk sıfatı, emanet, ahlaklı oluş ve dindarlık kuvvetinden kaynaklanır. Re´y ise etraflı düşünme ve delilleri araştırıp ortaya koymaktan doğar. Kişi görüşünü açıklarken bazan hata edebilir ama, sıdkında ve emanetinde zan altında bırakılamaz. Fakat mezheplerine karşı aşın taassuplarından dolayı fırkaların içerisindeki bir kısım kişiler tarafından yalan haber uydurma olayı çoğaldığı için, İmam Şafii´den sonra gelen raviler ve tercih ehli kimseler üzerinde, sünni muhaddisler cemaatinin dışında kalan bütün raviler hakkında kuşkulanma duygusu galebe çalmıştır.
Şüphesiz Ebu Halid konusunda suçlamada bulunanların tamamının Zeydiyye taifesinin dışından kaynaklandığına kısaca değinmek zorundayız. Hatta onlar arasından, Ebu Halid´e yalan isnad etmekle itham etmelerinin sebebinin ileride açıklayacağımız gibi Al-i Beyt´e karşı muhabbeti veya bu muhabbetinde aşırı gitmesi, aynca onların Emevioğul-lanna karşı kıyam etmelerini saygıyla karşılaması olduğunu açıkça belirtenler bile vardır Nitekim Allah´ın veli kullan konusunda kitap yazan bir kısım imanlı kişilerin, Zeyd´in adını anmayı ihmal ettiklerini, ancak Zeyd´in atalarını, kardeşlerini, kardeşlerinin okullarını, amcalarının oğullarını zikrettiklerini müşahede ettik. Zeyd´in liste dışı bırakılmasının nedeni onun kıyam edişi ve kendi zanlanna göre fitneyi hortlatmış olmasıdır. Bu kimseler ve benzerleri İmam Zeyd´e bu tür suçlamaları yakıştırdıktan na ve ayrıca Ebu Halid´i de İmam Zeyd´e olan muhabbetinde aşırı gitmesinden dolayı saf dışı bıraktıklarına göre, biz de Emevi devlet adamlarına karşı kıyam eden herkesi, rivayetleri konusunda şüphe edilen kimselerden saymaları noktasında aşırı gittikleri ve sınırı aştıklarından dolayı onların düşüncelerini saf dışı bırakabiliriz. Birinci durum zarar taşımayan bir sınırı aşma ise de, ikincisinin ise zararlı sınırı aşma olduğunu zannediyoruz. Çünkü bu sonuncuda, zalimleri dost edinme sözkonusudur. Davramşlanndan ve hakkı kendi zatında uygulayışından dolayı Allah, Şafii´ye rahmet etsin. Aynca Zeyd´in kıyamı hakkında: "onun kıyamı. Nebi (s.a.v)´in Bedir günündeki kıyamına benziyor" diyen Ebu Hanife´ye de Allah rahmet eylesin.
Bu anlatılanlardan, şu sonucu elde ediyoruz ki, Ebu Halid hakkında suçlamada bulunanların suçlama nedeni, onun Zeydî oluşudur. Şafii (r.a)´ın, fikirleri küfre varmadığı sürece, İbrahim b. Ebu Yahya´ya toleranslı bakışı gibi, onlar da Ebu Halid´in şahsının sadık ve emin olup-olmadiğına bakmadılar. Nitekim er-Ravd en-Nadir kitabının sahibi, Ebu Halid´in Al-i Beyt´e duyduğu bağlılığı anlatırken şöyle diyor: "Ebu Halid. AI-i Beyt´in yönetime getirilmesine sımsıkı tutunan, onların erdemliliklerini yayan, hadislerini rivayette bulunan kişiler arasındadır. Ayrıca o, zalimlerden uzak durmuş ve aralann-da geniş mesafe bırakmış, zalimlerin kapılarında dalkavukluk eden, onların eşiklerine tutunan alimlerin arasına hiç karışmamıştır. Bu nedenle onun şahsiyeti konusunda aşağılayıcı ifadeler kullanmalar garipsenecek bir ihtimal değildir. Taassuba gayretkeşliği, onları Ebu Halid´in yalan isnad ettiği ve hadis uydurmacılığında bulunduğu tarzında ölçüsüz davranışlara sürüklemiştir."
işte böylece. îmamiyye´nin ve dışındakilerin taassubları Ebu Halid´in suçlanmasına en teşkil ettiğine göre, (ki bu suçlama sebep teşkil edebilecek yerinde bir suçlama gi oır) biz de bu suçlamanın bir ravinin reddedilmesine ve rivayet ettiği hususlarda nci ^yrtmasına yeterli olabileceği görüşünü taşımıyoruz. Daha önceden de ifade et-
ız gibi, sıdk sıfatının dayanak noktası kişinin görüşü değil, şahsiyetidir. Bu madde-
adıktan sonra şimdi de, el-Mecmu´un rivayeti ile ilgili olarak şüphe uyandıran ikinci noktaya geçelim. [12]
b) Ebu Halid´in Eczanelerden Sayfalar Alarak Onları Hadis Diye Nakletmekle İtham Edilmesi
203- Bu nokta, el-Mecmu´un rivayeti konusunda şüphe uyandıran ikinci husustur. Aynı zamanda bu husus, ravisi konusunda şüpheli davranmak veya suçlamada bulunmaktır. Bu ise en çirkin bir suçlamadır. Ta´n eğer hakkında karşı suçlamada bulunanın ifadesini -sadece rivayet konusunda değil, her şeyde geçersiz kılacak bir delil bulunmadığı takdirde meydana gelir. Çünkü ta´n, aklım kabul görmeyeceği ve zihinlerin doğru bulmayacağı bir şeyle bühtanda bulunmak demektir.
Bu maddedeki ta´n, birinci maddedeki suçlamaya dayanmakta,bilakis ondan da aşırı gitmektedir. Bu maddedeki ta´nm anlamı onun eczacıların, güzel kokularla ilaç ve benzerlerinin faydalarından bahsettikleri şeylere başvurması ve onları Ali Beyt´ten nakledilen hadisler olarak addedip insanlar arasında hadis gibi ilan etmesi şeklindedir.
Biz bu düşünceyi ilk başta kabuîe şayan bulmuyoruz. Çünkü onun bilfiil eczane sayfalarından aldığı ve bu aldıklarını bir kitap halinde veya rivayet tarzında sunduğu hususunu açıklığa kavuşturan bir ifade şekli belgelerle belirtilmemiştir. Eğer belgeler açıkça belirtilseydi ve sözünün tanıkları belirtilmiş olsaydı o zaman tartışma konusu olabilirdi. O takdirde onun sözünün güvenilirliğinin ve şahitlerin üzerinde durdukları hususların Ölçüsü açıkça anlaşılmış olurdu. Acaba böyle bir yalancılıkla suçlamaya yönelik olarak söylediği sözleri temize çıkaracak bir kişi çıkmış mıdır? Nitekim bu sözleri temize çıkaracak bir açıklama getiren kimse çıkmamıştır.
Onun, bazı eczane sayfalarını aldığı farzedilse bile, acaba onları rivayet ettiği el-Mecmu´a eklediği belgelenmiş midir? Bu belgelerden hiçbirisi açıklık kazanmamıştır. Şüphesiz yargı konusunda, müphem davalara iltifat edilcmiyeceğİ ve bunlara kulak ve-rilemiyeceği, kesin ve değişmez kurallardandır. Bu tarz suçlama da, isbatı için hiçbir çıkar yol bulunmayan ve peşinden de isbatlayacak bir şey sunulmayan müphem davalardandır. Bunun da ötesinde böyle bir tez, geçersizliğinin delilini beraberinde taşıyan davalardandır. Çünkü eczane tarifelerinin yazımı işi, İmam Zeyd döneminde şöhret bulup yayılmış değildi, Zira ilimlerin, özellikle de tıp alanındaki ilimlerin yazım işi bu devirden sonra meydana gelmiştir. Bu alandaki sözler fikir halinde bulunsa bile henüz sayfalar halinde kaleme alınmamıştı; sadece yazım işiyle uğraşanlar arasında elden ele dolaşıyordu. Çünkü bu yazım işi ancak Harun Reşid döneminde tamamlanmış, el-Me´mun döneminde de yaygın hale gelerek alabildiğine genişlemiştir.
Bu töhmet konusunda bir kısım el-Mecmti sarihi şöyle demektedir: "Bu hadise, bir kimseye yapmadığı şeyi yüklemenin ta kendisidir. Şayet bu suçlamayı yapan kişi o olayı görmüş olsa da bunun üzerine hadis uydurduğuna dair hüküm verse, fakat bu uydurma metin veya senedin tamamında mı yoksa bir bölümünde mi olduğuna açıklık getirmemiş olsa, o kimse davasını sübuta erdirmeme noktasında koşuşmuş, iddiasm-d* başkasının hakkına dokunmuş ve garib birşey ortaya koymuş olur. Böyle yapmayıp i savunan kişi olayı sadece haber olarak verse, bu durum da tuhaflığına hükmedilen hususlardandır."[13]
Hülasa böyle bir itham, hiçbir esasa dayanmamaktadır. O, mutlak anlamda bir ta´na 1 uzatmaktır. Yine O, kendisini isbatlayacak şeyi beraberinde taşımayan bir sözdür. Avnca O, kendisine iltifat edilmeyen müphem bir tezdir. Öyleyse, mezhebin üzerine kurulduğu ve taraftarlarının kuşaklar boyu kabullenerek amel ettiği bir kitap konusunda ta´n noktası bulunduğundan bahsedilmesi, garib karşılanacak şeylerdendir. [14]
c) Al-İ Beyt´e Övgüde İleri Gitmesi
204- Bu da, bir kısım Ehl-i Sünnet fakihlerinin ve muhaddislerinin dile getirdiği cerh nedenlerinden birisidir. Şüphesiz Ebu Halid´in bu sıfatla nasıl isimlendirildiği bilinmemektedir. Şayet bu ithamla yüz yüze getirilseydi, belki de şöyle söylerdi: "Bu, iddiasında bulunmadığım bir şeref ve reddetmiyeceğim bir töhmettir." Zira bu, bir mezhebin diğer mezhebe, bir siyasi görüşün diğer görüşe tahakkümüdür.
Nitekim böyle bir suçlamanın geçersizliğini Şafii (r.a)´dan naklen verdiğimiz kişi anlayışında hafif sapmış olsa bile onun görüşüne değil, şahsiyetinin doğruluğuna baktığı tarzındaki düşüncesi içerisinde açıklamıştık. Nitekim bu konuda usul ilmi muhakkikleri ihtiyatlı davranmışlar, cerh ve ta´dilin makbul sayılmasında ta´dil edenle edilenin, ayrıca cerh edenle cerh edilenin mezhepleri arasında birlik bulunmasını şart koşmuşlardır. Bir topluluğa göre cerh sayıldığı halde diğerlerine göre ta´dil sayılan nice olaylar vardır. Şüphesiz ki Al-i Beyt´e karşı övgüde aşın gitmekle itham edilmek, bir fırka içerisindeki kişilere göre itham sayılırken, diğer fırkalardakine göre şeref addedilmektedir.
imam Zeyd (r.a)´a karşı isyanda bulunan Zeydilerin bile Al-i Beyt hakkındaki muhabbetleri diğerlerinde bir ta´n noktası teşkil etmiyordu. Aksine onlar sapıtmış olarak değil, sempati duyulan kişiler sayılıyorlardı. Öte yandan onlar, Ali b. Ebu Talib´i Hz. bbubekir ve Hz. Ömer (r.a)´ya üstün görmelerine rağmen bu da yalancılıkla ta´n edilme-erıne sebep oluşturmuyordu. Ayrıca Zeydiler, raviler güvenilir oldukları sürece velevki görüşlerinde kendilerine muhalif de olsalar rivayetleri hangi tarikden olursa olsun, Nebi vs-a,v)´den naklen rivayet edilen bütün hadisleri kabul etmektedirler. Nitekim bu mezhe-ın sonra(ian gelenleri, bahsedilen temel ilkeyi titizlikle korumuşlar, gerek iki sahih ki-1 Buhai"i ve Müslim´ gerekse Sünen-i Ebu Davud, Tirmizi, Nesei ve îbn Mac´eden Şan Kütüb Sineyi ve diğer hadis kitaplarını, İslam´ın muteber ve kaynak alınabilecek temel dayanakları olarak benimsemişlerdir. Böylece Zeydiler Ebu Halid hakkında bu tarz tuhaf bir suçlamayla ta´nda bulunanlardan, şüpheye yer vermeyecek biçimde daha geniş toleranslı düşünceye sahip bulunmaktaydılar.
Bu noktada bazı zeydiler, Ebu Halid´in biyografisi ile ilgili olarak şöyle diyorlar: "Ebu Halid´i yadırgadıkları noktalardan birisi de, Ehl-i Beyt´in, daha doğrusu Nebi (s.a.v)´in beytinin faziletleri ile ilgili, kendi mezheplerine ters düşen rivayetlerde bulunmasıdır. Onların adetleri böyledir; doğru olsa bile sırf kendi mezheplerine muhalefet ettiği için aşağılamada bulunurlar. Ayrıca fasık bile olsa. mezheplerinin temel ilkelerini kendi anlayışlarına göre rivayet edenleri adaletli sayarlar. Bu esasa göre, labiîn´in efendisi olan Üveys el-Karnî´yi zayıf rav il erden saymışlardır. (Ancak Buhari, bu haberin isnadında şüphe olduğunu söylemiştir.) Öte yandan Mervan b. Hakem´i ve aynı görüşte olanları da tadil etmişlerdir."
Biz, yukarıdaki ifadenin yazarıyla, meşreplerinden oldukları sürece fasıklan ta´dil etmeleri tarzındaki görüşüyle aynı düşünceleri paylaşmak durumunda değiliz. Lakin onlar, kendi mezheplerinden olmayan birisini veya görüşlerine muhalif olanlara selefe karşılaşır" diye rivayetinde şüphe görülen kişi" olarak benimsemektedirler. Hatta bir kısım mutaassıp kişiler, kader konusunda farklı görüş beyan etmekle itham olunan tabiînin efendisi Hasan el-Basri´nin rivayeti konusunda ileri-gcri konuşmuşlardır.
Nasıl ki biz İmamiyye´yi bir cemaat nezdinde rivayet olunan bütün hadisleri reddetmeleri konusunda eleştiriyorsak, aynı şekilde kişinin kendi kişisel yapısını göz Önüne almadan mezheple ilgili cerhde bulunan. İmam Şafii´nin, bid´atçi olduğunu söylemesine rağmen İbrahim b. Ebu Yahya´dan naklen yapılan rivayetler konusundaki uygulaması gibi uygulama yapmayanları da eleştiriyoruz.
205- Ta´n noktasındaki bu konulardan birisi de, Ebu Halid´in İmam Zeyd´e ait mun-katı hadis rivayet etmesi, yahut ona yardımcı olması ve çağının hadis hafizlanyla haşir-neşir olmaması ile itham edilmesidir. Bu tür düşünce hatalıdır. Yardımcı olma konusuna gelince, bu konuda Ebu Hanife, A´meş. Süfyan es-Sevri, İbn Ebi Leyla ve diğer fakih-lerle muhaddisler kendisine iştirak etmişlerdir. Hatta İmam Zeyd (r.a)´m hareketi ve kıyamı, fakihlerle muhaddislerin hareketi sayılmıştır. Şüphesiz İmam Zeyd (r.a) bütün İslam taifelerinin sevilip-sayılma noktasındaydı. Tarikalçiler, zahidler, mürcie, mu´tezile ve şia´nın tümü onu takdirle karşılıyorlardı. Böyle bir şehidi kim takdir etmez ki... Eğer böyle bir kimse ta´n edenler tarafından zemmedilme mevkiinde bulunuyorsa, o zaman Ebu Halid de bu zemmedilişe rıza gösterecektir. Bu zemmetme ateşini alevlendirenler, elbetteki Zeyd´e yardımcı olanların iyi veya kötü yönlerini araştıracaklardır. Oysa Al-i Beyt´e muhabbet beslemek ve hak üzerinde kendilerine yardımcı olmak, onlar için kötü-lenme mevkii değil, bir medhedilme mevkiidir. Şöyle söylediğinden dolayı Allah Şafii´ye rahmet eylesin:
"Al-i Muhammed´i sevmek rafiziliksc cü,er, his ve cin salııd olsun ben rafıziyim meğer.
Ebu Halid´in Zeyd´den munkatı hadis rivayet ettiği ve çağının hadis hafızlarından rivayette bulunmadığı görüşlerine gelince; bu görüş Ebu Halid´in hayatının tekzib ettiği Çelişik bir iddiadır. Nitekim el-Kemal adlı kitapta, Ebu Halid´in Zeyd´den, kardeşi Mu-hanımed Bakırdan ve Süfyan es-Sevri´den naklen rivayette bulunduğu geçmektedir. Do-layısiyle o, hadis hafızlarından kopuk değildi. Lakin onun durumu otoritelerden herhangi birinin peşinden ayrılmayan, ondan rivayette buiunan, ayrıca başkalarının nezdinde-kilerini de öğrenmeye çalışan her ilim ve hakikat araştırıcı sının durumu gibidir. Bütün imamların (r.a) konumları da aynıydı. İşte Ebu Hamfe (r.a) Hammad b. Ebu Süleyman´ın peşinden ayrılmamış, ondan munkatı´ hadis nakletmiş, lakin başkalarından da özellikle hac mevsiminde rivayetlerde bulunmuştur. İmam Şafii ise dokuz sene kadar İmam Malik (r.a.)´ın peşinden ayrılmamıştır. Bundan önce de Süfyan b. Uyeyne, Müslim b. Halid ez-Zenci ve diğerleri gibi Mekke muhaddislerinden ders almıştır. Bunların hepsi de ilmi aramada o denli coşkulu davranmışlardır ki, peşinden ayrılmayacakları ve adına munkatı´ hadis rivayet edecekleri kişiyi buluncaya kadar onun kaynaklarını aramışlardır. Nitekim Ebu Hanife´ye bu ilme nasıl ulaştığı sorulduğunda şöyle demiştir: "Ben ilmin esas kaynağındaydım; ilim otoritelerinden birisinin peşine takıldım." Elbette ilim otoritelerinden birisinin peşine takılmak, özellikle de bu otorite kişi daha önce açıklamış olduğumuz sıfatlar çizgisinde, başkası üzerinde toplanması nadir olan sıfatların kendisine bir araya geldiği İmam Zeyd gibi bir şahsiyet olursa bir öğrenci için bu durum kabalık sayılamaz. [15]
d) El-Mecmu´nun Varlığına Yöneltilen Suçlama
206- Daha önce anlattıklarımız, el-Mecmu´un ravisi konusundaki suçlamaydı. Bu suçlamalarda, bizi rivayeti hakkında şüpheye düşürecek herhangi bir şeye rastlamadık. Ancak biz, rivayetin bu tarz bir suçlamayla iskat edilmesinin, ebediyyen hiçbir sika şahsiyet bırakmayacağını ve bu şekildeki suçlamanın nebevi sünnetin bizzat kendisinde şüphe uyanmasına neden olacağını sezinliyoruz. Nitekim İmamiyye´nin, böylesi müphem ithamlarla el-Mecnm´un rivayetini gözden düşürmek için, nebevi sünnetin bazı ravilerini,oklarını yönelttikleri bir hedef olarak seçtiklerini görüyoruz. Böylece Ebu Hu-reyre´yi en fazla rivayette bulunan bir kısım sahabeyi, cemaatin hadisleri ile rivayette bulunmayı küçümsemeleri için yöneldikleri boy hedefi seçtiler. Nihayet bu dönemlerde, gerek bütün ravileri konusunda ve gerekse rivayetlerinin tariki üzerinde şüphe uyandırmak suretiyle sünneti yıkmak isteyenler ortaya çıktı.
İşte bunlardan dolayı, bu tarzda gelişen suçlamaları desteklemek suretiyle kendimize pay çıkaramayız. Çünkü bu tür suçlama, iki tarafı da kesen bir kılıçtır. Eğer bir an el-Mecmu´un ravisi hakkındaki bu tür suçlamayı kabul edecek olursak, o zaman onun dışındaki hadis ricali hakkında da aynı şeyi kabullenmemiz gerekir. Böylece Sünneti yıkmış ve İslam´ın temel ilkelerinin ikincisi olan unsuru temelinden sarsmış oluruz. Dolayı-siyle böyle bir suçlamaya asla itibar etmiyoruz.
207- Kuşkusuz el-Mecmtiu kabullenmeyen bu kişiler ravisi konusunda yaptıkları suçlamalarla yetinmemekte, bilakis el-Mecmu´un kapsamının, mevzu hadislere dayalı bir çalışma olduğu noktasına kadar işi vardırmaktadırlar. Nitekim daha önce Özet olarak sunduğumuz yedi husus içerisinde onların el-Mecmu´xm mevzu hadisleri içerdiğini söylediklerini nakletmiş, ayrıca bu rivayetlerin Rasulullah (s.a.v)´e karşı uydurulan yalanlan teşkil ettiğinin sabit olduğunu, kapsadığı konuların Hz. Ali´ye nisbetinin sübuta ermedi- J ğini, el-Mecmu´un ravisinin bir kişiden ibaret olduğunu, bu tarz haberin de garib haber ´; olduğunu, el-Hadi gibi bazı zeydilerin el-Mecemu´un kapsadıklarının bir bölümüne karşı çıktıklarını, şayet el-Mecmu´ İmam Zeyd´e ait olsaydı meşhur ve maruf olup, tek kişinin rivayeti ile başbaşa kalmayacağını söylediklerini iletmiştik.
İşte bu suçlamaların tümü el-Mecmu´un ravisine değil, bizzat kendisine yönelen suçlamalardı. [16]
e) El-Mecmu´un İçerdiği Ban Hadislerin Uydurma Olduğu İddiası
208- Zehebi, el-Mecmu içerisinde Hz. Ali tariki ile veya ondan naklen rivayet edilen ve mevzu oldukları kesinlik kazanan hadislerin bulunduğunu, şüphesiz bu hadislerin Ali (k.v)´yc nisbetinin tutarlı olmadığını ileri sürmüştür. Kuşkusuzbu iddia,ravi hakkında aşağılamada bulunanların aşağılamalarını temize çıkarmakta, tüm nisbetleri şüphe alanına çekmektedir. Çünkü ravi, rivayet ettiklerini yalanlayan bir sübut delili sebebiyle güvenilir bir kişi olmadığı takdirde böylesi isnad zinciri de dayanaksız kalır. Bu tür uydurma olayı metin içerisinde gerçekleşecek olursa, o metin de sağlıklı olmaz.
Ebu Halid´in mevzu olduğu iddia edilen beş tane hadisi zikrettiğini söylemişlerdir. Ayrıca el-Mecmu´un sarihleri de o hadislerin Hz. Ali´ye nisbetini, el-Mecmu´un dışındaki başka bir tarikten isbat etmişlerdir. Öyleyse her iki fırkanın delillerini de dinledikten sonra yargımızın açık bir delile dayanmasını sağlamak için şimdi bu hadisleri tek tek ele
alalım:
Birinci hadisr. Zehebi, Müsned adlı kitapda Ali (r.a)´den naklen Nebi (s.a.v)´in biri diğer arkadaşıyla oynayan iki erkeğe lanet ettiğinin rivayet edilmiş olduğunu söyler. Ayrıca bunun mevzu olduğunu da ileri sürer.
Fakat el-Mecmu´ sarihleri ez-Zehebi´nin, Cami es-SUnen tariki ile bu hadislerin rivayet edildiği tezini reddetmişlerdir. Nitekim Suyutî Cem´u´l-Cevami adlı kitabının kulun fiilleri bölümünde şöyle bahsetmiştir:
Haris´den, o da Hz. Ali´den. Rasulullah (s.a.v) şöyle buyurdu: "Yedi zümre vardır ki, Allah kıyamet gününde onlarla konuşmaz ve onlara nazar eylemez.Tevbe etmedikleri sürece onlara siz de cehenneme girenlerle birlikte giriniz denilir. Tecavüz edenle tecavüz edilen erkek, mastürbasyon yapan kişi, komşusunun hanımına göz diken kimse, şımarık yalancı, borçluyu zora koşup ona büyüklük taslayan, anne ve babasını feryad etti-rinceye kadar döven kişi. "Hadisi İbn Cerir tahriç etmiş ve bu hadisin verlığımn Rasulullah (s.a.v)´den değil, sadece Hz. Âli´nin rivayetinden dolayı bilindiğini söylemiştir.
Ayrıca bu hadisin Hz. Ali´den nakledilmesine ilişkin kaynak, sadece bu yolla maruf olmuştur. Şu kadar var ki, bu hadisin içerdiği anlamlar Rasulullah (s.a,v)´den naklen gelen ifadelerdeki manalarla uyum sağlamaktadır. Bu hadisle ilgili olarak Hz. Âli (r.a)´den naklen rivayet edilenin dışında bir de onun şöyle buyurduğu belgesi vardır: "Allah arazi sınır taşlarını değiştirene lanet etti. Körü yolundan şaşırtana Allah lanet etti. Anne-ba-basmı lanetliyenlere de Allah lanet etti. Yine Allah´dan başkasının adını zikrederek hayvan kesenlere Allah lanet etti. Hayvanlarla cinsel ilişki kuranlara Allah lanet etti. Ayrıca Lut kavminin yaptığı şeyi işleyene de Allah lanet etti. Bu ibareyi üç kere tekrarladı." Suyuti bu hadisi Ahmed b. Hanbel Müsned´inde tahriç ettiğini ayrıca Taberani, Hakim ve Beyhaki´nin de O´nu desteklediklerini söylemiştir.
Böylece hadisin mevzu olduğu iddisanın tutarsız olduğu açığa çıkıyor. Hatta aynı hadis Hz. Ali (r.a)´den, Ebu Halid tariki dışından da rivayet olunmuştur, bu hadisin İbni Abbas´m rivayetinden naklen şahidleri vardır, nitekim Ahmet b. Hanbel ve diğerleri aynı hadise ait başka bir şahid de zikretmiştir, madem ki hakkında birçok şahidlerin bulunması manalarım Nebi (s.a.v)´in davet ettiği güzel ahlklarla ve kaçındırdığı kötü ahlak değerleriyle uyum içerisinde bulunması, hatta manalarının Kur´an-ı Kerim´in öngördüğü iyi değerlerle ve yasakladığı haram şeylerle de uygunluk arzetmesi nedeniyle hadisin mevzu olduğu iddiası tutarlı düşmemektedir, o halde bütün bunlara rağmen nasıl mevzu sayılabilir? diyelim ki bir an bu hadisin mevzu olduğu kabul edilecek olsa, o zaman şüphesiz bu hadisin taşıdığı anlamların gerek Kur´an´da gerekse hadislere değer kazandıran senedleri bakımından Sünnet kitaplarına en sağlıklısı olan Buhari´nin bizzat kendisi tarafından aşağılanmadığı göz önüne alınmalıdır. Dolayisiyle bu durum Buhari´yi yalanlamaya ve içindekileri aşağılamaya dayanak noktası teşkil edemiyeceği gibi, sahih bir hadisi de çelişki içerisinde görmeye zemin oluşturmaz.
ikinci hadis: Zehebi ve diğerlerinin mevzu olduğunu iddia edilen haberdir: "yeryü-. zündeki alimler için, denizdeki balığa varıncaya kadar herşey dua eder." Hatta bu hadi-Sın Ali (r.a) adına uydurulduğunu iddia etmişlerdir. Gerçek şu ki, bu hadisin rivayetinde tfz- Ali münferid değildir. Çünkü hadisin benzeri Ebu Derda tarafından da rivayet edil-m*Ştir. Bu rivayet, yukarıdaki hadisin doğruluğunun şahididir. Nitekim Kesir b. Kays´m şöyle söylediği rivayet olunmuştur: "Ben Şam mescidinde Ebu Derda´mn yanında oturmaktaydım. Bir adam ona gelerek şöyle dedi:
- Ey Ebu Derda, Medine´den, Rasulullah (s.a.v)´in şehrinden, yalnız senin Nebi (s.a.v)´den naklen rivayet ettiğini haberini işittiğim hadisi almak için sana geldim.
- Seni ticari işler buraya getirmedi mi?
- Hayır
- Başka hiçbir şey de seni getirmedi mi? Şöyle devametti:
"Ben ilme sarılacağı yola kendini veren kimse için Allah cennete varacağı yolu kolaylaştırır. Şüphesiz melekler ilimi aramaktan hoşlandıkları için kanatlarını gererler. Nitekim ilim talep eden bir kimse için yerde ve gökte ne kadar canlı varsa hatta denizdeki balıklara varıncaya kadar mağfiret gibidir. Alimler, Nebilerin varisledir. Şüphesiz ki nebiler, arkalarınada ne bir dinar ne de bir dirhem bırakmışlardır. Sadece ilimi miras bırakmışlardır. Her kim onu edinirse, dünyalar onun olur." Hadisi İbn Mace rivayet etmiş, ayrıca Ahmed b. Hanbel Müsnedinde, Ebu Davud ve Tirmizi de Sunenlerinde tahriç etmişlerdir.
Buna göre, yukarıdaki hadisin mevzu olması mümkün değildir. Zira adı geçen meşhur hadis kitaplarında şahidleri bulunmaktadır. Anlamıyoruz, hangi yoldan onun uydurma olduğu biliniyor? Şüphesiz mevzu bir hadisin ya din açısından kesinlik kazanan zorunlu bilgilere veya kat´iyet kazanmış akîi hükümlere muhalefet ettiğinden dolayı yalan oluşunun kesinlik kazanması icabeder. Aynca daha güçlü bir sened ve hadis ricali açısından daha tutarlı olan başka bir tarikle rivayet olunduğu takdirde zayıflığının ortadan kalkacağı şeklinde yorum getirmek de mümkün olmaz. Zira adı geçen hadiste mevzu oluşun nedenlerinden hiç biri yoktur. Nitekim bu hadisin zayıf bir tarikle veya senedinde bazı zayıf kişiler bulunarak rivayet edildiği söylenmektedir.
Diyelim ki bu hadis mevzudur. O zaman mevzu olduğu konusundaki bu hüküm aynı hadis rivayet eden adı geçen bütün kitapların baul senedli olduğu noktasına götürür mü? Biz, güvenilirliğinde şüphe olmayan Ehl-i Sünnet´in sahih hadis kitaplarının bir kısım haberlerinde uydurma yönler bulunduğunu söylemiştik. Böyle bir durum bırak tümüyle yalan sayılmasına, ona duyulan güvenin yitirilmesine ve nisbetindeki tutarlılığın reddedilmesine dahi götürmez.
Üçüncü hadis: Ebu Halid´in Muhammed el-Bakır tarikmdan, oda babasından, oda Ali (r.a)´den naklen Rasulullah (s.a.v)´in şöyle buyurduğunun rivayet edilidiğini, haber verdiği hadistir: "Parmaklarına sübabe adını verme!" Zebebi, bunun da mvzu olduğuna hükmetmiştir. Oysa yukarıdaki hadisin uydurma olduğuna hüküm vermek için hiçbir neden yoktur. Aksine bu hadisin Nebi (s.a.v)´in sözlerinde ve ashabı arasındaki yaşantısında şahidleri vardır. Nebi Aleyhisselam bir kısım sahabenin çikrin isimlerini beğenmediği için değiştiriyordu. Nitekim Ebu Davud Sünnen´İnde Said b. el-Müseyyeb´den, o da şöyle sordu:
- İsmin nedir?
- Hüzün.
- Hayır, senin adın "Sehl" dir. Rasulullah, bir yerden "Kafre" (îssiz çöl) diye bahsedilince hemen oraya "Hadıra" (yeşil arazi) adını verdi. İşte böylece mevzu olduğu ileri sürülen hadiste "Sübabe" parmaklarına "musabbiha" parmaklan adı verilmiştir.
Madem ki bu manalar Nebi (s.a.v)´den kesinlik kazanmıştır. Öyleyse bu hadisin de mevzu olması mümkün değildir. Aynca bu hadis için temize çıkana böylesi şahitler bulunmakta ve bunlar doğruluğu konusunda açık belgeler oluşturmaktadırlar.
Bir de, AH Zeynel Abidin´in Ali (r.a) ile asla bir araya gelmediği, aynca sened zincirinde Hz. Âli´den rivayet edenin isminin bulunmadığı yani hadisin munkat´ı olduğu söylenmektedir. Oysa biz, imam Zeyd döneminde Munkat´ı ve Mürsel hadislerin kabule şayan görüldüğünü söylüyoruz. Bilakis ravi güvenilir olduğu sürece yapüğı belağa (sözü süslemek) kabul görüyordu. Bu durumda emanet ve adalet sıfatlarına itimad etmek, senede itimad etmekten kat kat yücedir. Hele de mürsel hadisi rivayet eden kişi sika ve adelet sıfatlarına sahip birisini sana aratmayan Hidayet İmamı AH Zeynel Abidin olursa, o takdirde itimad edilecek husuk sadece onun adeletidir; isnadını araşatırmaya hiç gerek yoktur. Zira senedin Nebi (s.a.v)´e ulaşıp-ulaşmadığı konusundaki ince eleme ihtiyacı, ancak yalan söyleme olayının şüyu bulup yaygınlaşmasından sonra meydana gelmiştir. Böylece ravileri tek tek tanımaları ve adil oluşlannın ölçüsüne kalben kanaat getirmeleri için senedi araştırmaya ihtiyaç duydular. İşte İmam Malik (r.a)´in Muvatta; onda hem Munkatı, hem Mürsel, hem de belagat var. hiç kimse ona zayıflık isnadında bulunmamıştır. Allah İmam Şafii´ye rahmet eylesin; çünkü O, şöyle diyor: "Hadis dendiği zaman akla, hemen etrafına aydınlık saçan yaldız mesabesindeki Malik gelir."
Dördüncü hadis: O, el-Mecmu´Ğa bulunmayan bir hadistir. Ancak Ebu Halid tarikiyle îbn Ömer´den zikredilmiştir. O da Nebi (s.a.v)´in şu sözüdür. "Herhangi bir müslü-man içinde bir şehvet hissi duyar da onu geri çevirip nefsine üstünlük sağlarsa günahları yargılanır." Metni Suyuti´de aynen şöyledir: "Herhangi bir kişi içinde bir şehvet duyar da şehvetini geri çevirerek nefsine galebe çalarsa Allah onu yarlıgar."
Böyle bir hadisin mevzu olduğunu söylemek, garib bir tecellidir. Çünkü onun manası islam´da yerini bulmuştur. Zira bu hadisin vermek, istediği mana, gönlünün herhangi bir köşesinde keskin bir istek harekete geçen kişi nefsini zapteder, şehvetinin gemi azıya almasını dizginler, ona karşı üstünlük sağlarsa Allah onun işlediği günahları bağışlar demektir, her kim de gönlünü çelen bir malı sadaka oîarak dağıtır ve nefsine galebe çalarsa Allah işlediği günahlann tamamını veya bir kısmım mağfiret eder. Nitekim vaığı mallarını yakın akraba, yetim ve miskinlere verenleri methetmiş, mü´minleri tanıtırken şöyle buyurmuştur:
Kendileri zaruret içinde bulunanlar bile onları kendilerine tercih ederler... " (Haşr9)
Bir de, sadaka günah işleme duygusunu söndürür. Nebi (s.a.v) aynen şöyle buyurmuştur: "Sadaka, günah işleme duygusunu söndürür." Böyle bir sadaka, nefsi dizginlemek ve gönülden verilen bir bağış anlamını taşıdığı için. sadaka derecelerinin en yüceleri arasındadır.Nebi (s.a.v) şöyle buyurmuştur: "En hayırlı sadaka, senin zinde, mal kazanma birsi içerisinde zenginliği umar ve fakirlikten korkar olduğun halde sadaka ver-mendir." İşte yukarıdaki hadisin kavramı bu türdendir.
Beşinci hadis: Zehebi´nin Ebu Halid´i uydurmakla itham ettiği diğer bir hadis de Hz. Ali (r.a)´dcn naklen Hz. Ali´nin abdest alırken sargı üzerine mash etmesi tarzındaki Ebu Halid´in rivayetidir. Bu hadisin mevzu sayılması için hiçbir neden yoktur. Çünkü aynı hadis başka yollarla Ebu Halid tariki dışında Hz. Ali´den hesen olarak rivayet edilmiştir. Hadisi Suyutî Hz. Âli´nin Müsnedinde ebu Halid´in tariki dışında rivayet etmiş, aynı hadisi Abdurrezzak ve Ebu Naim tahriç etmişlerdir. Suyutînin sargılara sardım ve hemen Rasulullah (s.a.v)´e gelerek dedim ki:
- Sargılar üzerine mesh mi edeyim, yoksa çözeyim mi? Nebi Aleyhisselam.
- Hayır, üzerine mesh etmen gerekir.".
İşte Hanefiler bu hükmü benimsediler. Kendilerine bunun dışında birçok tarîkten haberler nekledildi. Bu olay gösteriyor ki böyle bir hükümsahebe arasında bilinmekteydi. O halde sözkonusu hadisin ravisi nasıl uydurmacılıkla itham edilebilir?
209- Yukarıda anlatılanlardan sonra, sözü edilen bu hadisler uydurmakla ithame dil-diği ve ei´Mecmu´ bunlardan dört tanesini içermesinden dolayı EbuHalid´in ta´nedildiği hadislerdir. Madem ki ithamların dayanağı yalnız bunlardan ibarettir, o zaman bunlar dayanak olarak kabul edilmez. Ebu Halid´in tariki dışında konuya ilişkin birüçok şahid-ler bulunması, ayrıca sözü edilen hadislerin Şeria´ın genel ilkeleri ve manalanyla uyum sağlaması, bir de rivayet edilen sahih hadislerin ötesinde Kur´an´ın muhkem nasslarımn şahidlik etmesi nedeniyle, mevzu oluş hadisesi bu ithamların hiçbirinde sübuta ermiş değildir. Manaları itibariyle Şeriat´m genel ilkeleri ve hedefleriyle uyum içerisinde bulunan bir hadis izcin uydurma olduğu hükmü verilemez.
Diyelim ki bir kısmında nisbetinin tutarlı olmadığı kesinlik kazansa bile bunlar, ra-visinin uydurmacılık ve yalan söylemekle ithamedilmesinin doğru olacağı kanaatinde değiliz. Zira bu çok az sayıdaki hadiste hata ve vehim illetlerinin ihtimali, yalan ve uydurmacılığı kastetme ihtimalinden daha yakındır. İki değerlendirme arasındaki fark çok büyüktür., Çünkü hatayı her insan yahabilir, ama Rasulullah´a karşı yalan uydurmak, hiçbir mü´miniçin caiz olamaz.
Bütün bu anlatılanlardan şu sonuca varıyoruz:
Çok cüz´i planda kalan bu suçlamaların kitabın ravisine zararı dokunmadığı gibi, el-Mecmu´ya da bir zararı dokunmaz. [17]
[1] Muhaddis´dir. (Öİ 32). EI-A´meş tabakalının sika bir şahsiyeti idi. Zeyd´e Kufe´de Öğrencilik yapmış olabilir
[2] Prof. Dr. Muhammed Ebu Zehra, İmam Zeyd, Hayatı, Fikirleri ve Çağı, Şafak Yayınları: 209-211.
[3] Prof. Dr. Muhammed Ebu Zehra, İmam Zeyd, Hayatı, Fikirleri ve Çağı, Şafak Yayınları: 211-212.
[4] Şerh el-Mecmu´, 1/16.
[5] Deriz ki, Ebu Hanife her ne kadar Zeyd´in erdemliliğini nakletmiş olsa bile fıkhının nakilcileri arasında olmamıştır.
[6] O,Ebu Yahya el-Kufi´dir. Et-Takrib adlı kitapta dördüncü tabakat arasında oiduğu zikredilen bir sika şahsiyettir.
[7] Prof. Dr. Muhammed Ebu Zehra, İmam Zeyd, Hayatı, Fikirleri ve Çağı, Ş