- İmam Zeyd in fıkıh anlayışı 3

Adsense kodları


İmam Zeyd in fıkıh anlayışı 3

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
sidretül münteha
Wed 15 September 2010, 05:20 pm GMT +0200
İmam Zeyd in fıkıh anlayışı 3

m) Fıkıh Ve Hadisin Birarada Baskısı Yapılan El-Mecmu


231- Alimler, Ebu Halid el-Vasıtî´nin rivayet ettiği el-Mecmu´un içerisinde hem fı­kıh ve hem de hadisin bulunduğu üzerinde ittifak etmişlerdir. Kitap, fıkıh ve hadis ol­mak üzere iki mecmuayı kapsar. Fakat bunlar ayrı ayrı kitaplar olmayıp, bilakis tek bir konunun hem fıkhı hem de hadisi içermesi biçimindedir. O, namaz konusunda Al-i Beyt´den gelen kaynak haberleri rivayet eder. Bu rivayetler bazan Nebi (s.a.v)´e kadar yükseldiği gibi, bazı durumlarda da Ali (k.v)´de kalır. Namaz konusunda İmam Zeyd´in fıkıh anlayışı ve istinbat ettiği hususlar vardır. Aynca hac, oruç, zekat ve diğer keffaret ile muamelat konularında da durum aynıdır.

Kitap, diğer bütün fıkıh kitapları gibi Önce taharet konusuyla başlamakta, sonra na­maz ve daha sonra da diğer ibadet konulan gelmektedir. Namaz konusunu zekat, onu da oruç konulan izler. Daha sonra sırasıyla hac, sonra kurban edilecek hayvanlar, yiyecek­ler, içecekler ve boğazlanacak hayvanlar gelmekte, ibadet konuları tamamlandıktan son­ra da ahş-veriş konularına girmektedir. Böylece hanefi fıkhı kitaplarındaki metoda ters düşmektedir. Ahş-veriş konularını nikahla ilgili konulardan önce getirmesi hususunda hanefilerin dışındaki tarzı izlemiştir.

Böylece kitabın fıkhî düzenlemeye göre tertib edildiğini görüyoruz. Her konuda, o konuda rivayet edilen kaynak haberlerle İmam Zeyd´den dersler halinde aldığı fıkhın arasını birleştirmektedir.

Bu noktada okuyucunun aklına şu soru gelebilir: Acaba bu düzenleme Ebu Halid el-Vasıtî´nin çalışmalarının eseri midir, yoksa İmam Muhammed b. Hasan eş-Şeybani´nin Ebu Hanife´den yaptığı rivayetleri yansıtan kitapların bazı konularının düzeninde yapı­lan değişiklik gibi Ebu Halid´den sonra da bir değişiklik yapılmış mıdır?

Bu soruya cevap olarak deriz ki, Ebu Halid el-Vasıtî´den rivayet edenler, aynen Ebu Halid´in yaptığı konularına ayırmaya uygun olarak nakilde bulunduklarını söylerler.

Bizim, onların açıklamalarını değiştirme yetkimiz yoktur. Ancak, birisi şöyle diye­bilir: Acaba bugünkü düzenleme, Nasr b. Müzahim´in konularına göre aynen rivayette bulunduğunu belirttiği düzenlemenin aynısı mıdır? Nasr b. Müzahim´den daha sonraları kitabı kaynak edinenler aynı şekilde mi almışlar, yoksa konularda birtakım değişiklikler meydana gelmiş midir? Şüphesiz İmam´ın kitaplarının konularına göre düzenlenmesin­deki değişiklik dördüncü yüzyılda meydana gelmiş olabilir. Fakat bu değişiklik kitabın güvenirliğini etkilemediği gibi, buna imkanı da yoktur. Biz deriz ki, konularının düzen­lenmesinde çok küçük bir değişiklik meydana gelmiş olabilir. Ancak biz bunu asla hesa­ba katmıyoruz. Bilakis bu konuda bir haberin gelmesi zorunludur. Zira İmam Muhanv med´in bir kısım kitaplarının konu düzenindeki değişikliği hem tabakat kitapları, hem de fıkıh kitapları zikrederken konuların bilgiler bölümünde ne bir fazlalık, ne de bir eksik­lik bulunmadığını açıklamışlardır. Fakat Zeydiyye kitaplarında, konu düzenlemeleri ile

iföyle bir değişikliği gösteren hiçbir husus geçmemektedir. Dolayısiyle bu değişik-´ . 1 meydana geldiğini ne iddia ediyoruz, ne de varsayıyoruz. Meydana gelmiş olsa bi­le, kitabın güvenirliğini zayıflatmaz.

232- Bu kitabı biz de rivayet açısından ele aldık. Onun ravisi ve metni konusunda maruz kaldığı eleştirileri açıkladık. İçindekilerin de Zeydiyye mezhebinden ibaret oldu­ğu ayrıca rivayet ettiği hadislerin mecmu ile istinbat ettiği fıkıhtan ibaret bulunduğu konusunda hüküm vermemizin gerekliliği sonucuna vardık. Buna göre bizim el-Mec-nuı´u Zeyd´in fıkıh anlayışı ile rivayeti konusundaki metoduna açıklık getiren diğer bir araştırma stiliyle etüt çalışması yapmamız gerekmektedir. Böylece rivayet ettiği husus­larda şu açıklığı getireceğiz: Acaba fıkıh anlayışında müslümanların cumhuru nezdinde benimsenmiş ve meşhur olmuş sünnetlerden aynlan kural dışı hususlar var mıdır? Ayn­ca görüşlerinde de büyük beldelerde ün salmış dört mezhep ashabı imamlarının üzerinde ittifak ettiği şeylerden, imamlarının istinbatta bulunarak hüküm verdikleri konulardan bir de islam beldelerindeki müslümanların cumhurunun benimsedikleri ölçülere göre tahriçte bulunanların ittifak ettikleri hususlardan sapmalar mevcut mudur?

Çoğu bölümü Kahire´de basılan ve adına "Ravd en-Nadir" adı verilen şerh, içinde el-Mecmu ei-Kebirrın bulunduğu şerhtir. Sözkonusu şerh, bu karşılaştırmalı araştırmala­rı kapsamakta, bu konularda tamamlama noktasında hareket ederek naklin doğruluğu, araştırmanın, şümul ve umumun yeterliliği konularında daha da ileri gitmiştir. Şüphesiz bu şerh sayesinde daha önce yapılan bir sürü yazma şerhlere müracaat etmekten kurtul­maktayız. Çünkü bizi gayeye ulaştırmada yeterli olduğu sürece en kolay ve en basit ola­nı seçmek, geleneklerimizden birisidir. Tamamen düzeltilmiş bir yolda seyretmek imka­nı varken sarp yola sapmayız. Bunun da ötesinde, basımı yapılan şerh yayılmış ve üne kavuşmuştur. Bu şöhretlilik, onu bütün suçlamalardan uzak tutarak aklanmasını sağla­mıştır. Böylece kabule en fazla şayan olan, bu şerhtir. Bütün bunların Ötesinde bu kitap, geçmiş şerhlerin hepsinin özünü kapsar. Buna göre geçmiş şerhlerden yapılan nakli gös­terdiği gibi o, toparlayıcı bir şerhtir de. Ayrıca o şerhte dört mezhep imamlarının gö­rüşleri ve Ehli Sünnet kitaplarında bulunanlarla, el-Mecmu´dakİleiı karşılaştırmanın ötesinde, İmamiyye ile Zeydiyye´nin görüşleri arasında bir karşılaştırma da vardır.

işte bütün bunların nedeni olarak biz, bu şerhe itimad ediyoruz. [29]


EL-MECMU´DAN ÖRNEKLER



233- el-Mecmu´un bu karşılaştırmalı araştırmasını yaparken, tamamının araştırma-sm´ yapmak gücümüzü aşmaktadır. Böyle bir çalışma, ciltler dolusu kitaplara ihtiyaç uyar. Hem sonra bizim amacımız böyle bir inceleme olmayıp, aksine bu noktada gaye-11 buyucuya el-Mecmu ve kapsamından bir tablo sunmaktır. Daha doğrusu, el-Mecmu ´un kapsamına aldığı rivayet ve fıkıh anlayışının kural dışı olmadığına, Ehl-i Sünnet alimlerinin, sahih kitaplarda tedvin edilenlerin ve büyük beldelerdeki fakihlerin ulanmış olduğu hususların dışına çıkmadığına şehadet eden bir tablo sunmak. Şüphesiz bu konu­da isbatlayıcı beyyinelerin sunulması yeterlidir; bu beyyenilerin dışına (aşmıyoruz İmam Zeyd´in temel görüşleri hakkında açıklama yaptıktan sonra, el-Meamı´âa olduğu şekliyle İmam Zeyd fıkhında, tam bir karşılaştırmalı tarzda incelemesini yapacağımız konulan seçeceğiz. Başarıya ulaştıran, yalnız ALLAH Teala´dir. Bu konuyu O´nun dışında hiç kimse bize koJaylaştıramaz. Yalnız O´na tevekkül ediyor ve yalnız O´ndan yardım diliyoruz. Aüah Sübhanehu´nun bizi muvafaak kılacağı şeyin dışında, hiçbir işimizin sa­hibi olamayız.

Bu düzeyde biz, çeşitli konulardan alman cüz´i bilgilerle yetiniyoruz. Dolayısiyle biz, zekat konusundaki meseleleri ve aliş-veriş, şufa, müzaraa ve (zirai ortaklık) icare, hibe ve diğer konulardaki mes´eleleri ele aldık. [30]



1 - Zekat Konusundaki Mes´eleler


234- El-Mecmuu´t-Kebir´dz aşağıda metni bulunan şu haber geçmektedir: "Bana Zeyd b. Ali, ona da babası ve ona da dedesi Ali Aleyhi m üsselam anlattı ve şöyle dedi: Yük taşıyan veya çalışan sığırların zekatı yoktur. Zekat sadece otlaktakiler içindir."[31]

Bu hadisin sened zincirinin, Nebi (s.a.v) zikredilmediği için Hz. Ali (r.a)´da kaldığı­nı görüyoruz. Aynı zincir Nebi (s.a.v)´e kadar yükseltilmiş olarak da rivayet edilmiştir. Nitekim Beyhakî, zinciri Al-i Beyt tariki dışından Hz. Ali (k.v)´ye isnad ettirerek Nebi (s.a.v)´e kadar yükseltmiştir. Aynı hadis Cabir´den mevkuf olarak da rivayet edilmiştir. Cabir´den rivayet edilen haberin metni şöyledir: "Toprağı süren hayvana zekat yoktur." Böylece el-Mecmıt´da rivayet edilen haberin tanınmış Ehl-i Sünnet kitaplarında rivayet edilenlerle uyum sağladığı açığa çıkıyor.

Bu mes´eledeki tartışma, dört ayaklı hayvanların zekatına özgü temel ilke üzerinde­ki fıkhı tartışmalardır. Acaba zekat sadece sürü halinde olan yani otlağa salman dört ayaklı hayvanlara Özgü müdür, yoksa değil midir? Yine acaba zekat, çalıştırılmak veya yük taşıtılmak gibi başka bir amaç için değil de sadece ticari kazanç sağlamak için edi­nilen dört ayaklı hayvanlara mı özgüdür? İşte bu konuda fakihler ayrılığa düşmüşlerdir. Al-i Beyt´in cumhur fukahası ve diğerleri, zekatı gereken hayvanların, otlağa salman ya­ni mer´ada otlayan hayvanlardan ibaret olduğu görüşündedirler. Bu hayvanlar çalıştırıl­mak için değil, sadece ticari kazanç sağlamak için edinilirler. Zira çalıştırılmak için elde edilen hayvanlar, sahibinin elinde bulunan alet-edevat durumundadır. Oysa bu tür aletlere zekat düşmez.Hem sonra bu tür çalışan hayvanların adet olarak mer´alarda otlatilma sözkonusu değildir.

Fukahanın cumhuru İmam Malik (r.a) ile üstadı Rabia (r.a) bu görüşe karşı çıkmışlardır.

Önceki görüşün hücceti şudur: Hz. Ebubekir Sıddık´m, zekatların gereğince toplan­dığı ve Nebi (s.a.v)´den rivayet edilen kaynak haberlere dayandırılan genelgelerinde ?maşiye" deyimi "saime" olarak nitelendiriliyordu. Bu noktada, davarlara nisbet edile­rek uygulama yapılmıştır: "Davarlardan otlağa salınanlarına zekat vardır." Aynı nitelen­dirme, İbn Ömer´in rivayet ettiği gibi Hz. Ömer (r.a)´ın genelgesinde de geçer. Zira o ri­vayette şöyle geçer: "Davarların otlağa salınanlarından kırk-yüz arasında, otlağa salınan bir koyun vardır." Bütün bunlar göstermektedir ki, dört ayaklı hayvanlar konusundaki zekat yükümlülüğünün esas dayanağını, otlağa salınmış olmak teşkü etmektedir. Otlağa salınmayanlar konusunda zekatın mevcudiyetini farzetmek kanun koyucuya ait delile dayandırılmadan yapılan bir varsayım olur. Oysa mali yükümlülükler, şer´i delil bulun­madan kesinlik kazanmaz. Delil ise sadece otlağa salınanlar hakkında gelmiştir; dolayı­siyle delil kapsadığı alana özgü kılınır; onun dışına taşması doğru olmaz.

İkinci görüşün hücceti ise, İmam Malik ve üstadının olup, hiçbir nassa dayanmaz. Aksine sadece kişisel görüşe dayanır. Çünkü zekatın gerekçesi, kazanç sağlamış olmak­tır. Dolayısiyle kapsadığı alan da kazanç getiren mallardır. Buna göre asıl dayanak ka­zanç sağlamış olmaktır. Çalışan hayvan ise otlağa salman gibidir. Halbuki çalışmayan hayvanlar konusunda zekatın gerekçesi tahakkuk eder; o da kazanç sağlamış olmaktır. Ayrıca sınaî aletlere kıyaslanması doğru olmaz. Zira sınaî aletler kendi başına kazanç sağlamadığı gibi ürün de vermez. Ürünü sadece sanatkarın çalışması sonucunda meyda­na gelir. Oysa ki çalışan sığırların bir alet olması dışında bizzat kendine özgü çoğalması sözkonusudur.[32]

Zeydiyye mezhebi Ali (r.a)´den rivayet edilen kaynak habere dayanır. O haber de sözkonusu hayvanların zekata dahil olmadıkları anlamını taşır. Böylece o haber, çalışan ve yük taşıyan hayvanlardan zekatın farziyyetini nass ile ortadan kaldırır. Öteki ise hükme olumlu anlam kazandıran nassdır. Oysa olumsuz anlamdaki haber, Beyhaki´de Hz. Ali tariki dışından merfu olarak bir de Cabir b. Abdullah´dan mevkuf olarak rivayet edilen haberle desteklenmiştir.

235- el-Mecmu´ adh kitapta, İmam Zeyd fıkhından şu konu geçmektedir: "Zeyd eyhisselam´a sütten yeni kesilmiş deve, koyun ve sığır yavrularının durumunu sor­dum. Onlara zekat düşmediğini söyledi."

Bu haber, İmam Zeyd´in Ali Beyt´ten rivayet ettiği bir hadis değildir. Fakat o, Al-i yt in fıkhından edindiği izlenimle etkilenen görüşüne göre açığa vurduğu bir fıkıh anlayışıdır. Bundan da onun hadis ve fıkha ait iki mecmuayı bir araya nasıl topladığını gö­rüyoruz. Zira bütün fıkıh konularında bir taraftan o konuda gelen hadisleri, öte yandan da aynı konuda gelen fıkıh anlayışını zikrediyor. Fıkıh, İmam Zeyd´in kendi istinbafla-nndan ve görüşlerinden meydana gelmektedir. Böylece kaynak haberlere dayalı fıkıhla re´ye dayalı fıkıh bir araya gelmiş oluyor.

Bu mes´ele aynı şekilde zekatın temel ilkelerinden birisini ilgilendiriyor. O da nisa­bın artışının, üzerine zekat farz olan miktara girip-girmeyeceği konusudur. Yani alına­cak zekat, sağlamış olduğu kazancın üzerinden bir yıl geçip-geçmediğine bakılmaksızın hem nisaptan ve hem de kazancından birlikte mi alınır? Yoksa üzerinden bir yıl geçen şeylerden zekat alınır da, nisabın sağladığı kazancın üzerinden bir yıl geçinceye kadar hiçbir şey alınmaz mı? Gerçek şu ki, deve, koyun ve sığırların küçük yavruları üzerin­den henüz bir yıl geçmemiştir.

Bu temel noktada, üç görüş üzerinde ihtilaf meydana gelmiştir:

Birincisi: İmam Zeyd (r.a)´in görüşüdür ki, el-Mecmu´da zikredilmiştir. Görüşünün en net şekli onlardan zekat alınamayacağı ve üzerlerinden bir yıl geçmediği için, zekat hesaplaması yapılırken onların hesaba katılmayacağı biçimindedir. İster annelerinden aynîsin isterse ayrılmasınlar, üzerlerinden bir yıl geçmeyen küçük yavru oldukları süre­ce zekatta hesaba dahil edilmezler. Çünkü zekatın şartı, üzerinden bir yıl geçmektir. Oy­sa küçük yavrular hakkında bu şart gerçekleşmemiştir. Nitekim bir hadis-i şerifte şöyle geçer: "Üzerinden bir yıl geçmeden hiçbir malın zekatı yoktur."

İkincisi: Bir kısım Al-i Beyt imamlarının, bu tür hayvanlara zekat düşeceği tarzın­daki görüşüdür. Hepsinin anneleri satılıp, yalnız başına kalmaları suretiyle anneleri tü­müyle kendilerinden ayrılsa bile. Çünkü Ali (r.a)´den şöyle rivayet edilmiştir. Onların sayımlarını, küçükleri ve büyükleri ile beraber yapınız. Çünkü onlar doğduklarında an­nelerine tabi olurlar. Bu itibarla üzerlerine zekat farz olur. Anneleri satılmak suretiyle kendilerinden ayrıldıklarında, yine zekatın farziyeti ortadan kalkmaz. Çünkü kanun ko­yucunun hükmüyle farz olan bir şey, ancak eda edilirse kişinin üzerinden sakıt olur. Bu görüş, İmam Malik. Şafii ve Ahmed´in görüşüyle uyum sağlamaktadır.

Üçüncüsü: Ebu Hanife´nin, eğer annelerinden birisi kendileri ile beraber kalmışsa onlara zekat düşeceği, üzerinden bir yıl geçen büyük yaşta hayvan kalmamışsa kendile­rine zekat farz olmayacağı tarzındaki görüşüdür. Bu görüş aynca el-Bahr adlı kitapta İmam Zeyd´den de rivayet edilmiştir. Bu düşüncenin dayandığı temel dayanak Ali (r.a)´ın şöyle söylediği haberdir:

"Onların sayımlarını, küçükleri ve büyükleri ile birlikte yapınız." Burada küçükler ve büyükler bir yerde bulunduktan takdirde topluca sayılacaklarına dair işaret vardır. Aynı şekilde, küçükler hakkında zekatın farz oluşu, tek başına var olan temel varlıklar olmaları itibariyle değil, büyüklerine tabi olmaları itibariyledir. Her ne surette olursa ol­sun, yavruların tabi olduğu hayvan bulunduğu sürece tümüne birden zekat farz olur.

Ana durumundaki hayvanın ayrılması halinde, zekatın şartlarından birisi olan "nema" tek başına esas ilke olarak kabul edilir. İşte o zaman üzerinden bir yü geçme şartının aranması zorunlu olur/1)

236- el-Mecmu´da şu şekilde geçer: "Bana Zeyd b. Ali, ona babası, ona da dedesi Ali Aleyhimüsselam şöyle anlattı: "İstifade ettiğin mala, yararlandığın andan itibaren bir yıl geçinceye kadar zekat düşmez. Üzerinden bir yıl geçtiği zaman zekatını ver."

Bu mesele, öncekiyle bağlantılı, hatta öncekinin genelleştirilmiş şeklidir. Konuya derinlemesine dalmadan Önce bu rivayet edilen haber üzerinde biraz duralım. Çünkü bu ifade İmam Zeyd´e ait müstakil bir görüş olmayıp, aksine ona ait bir rivayettir. Nitekim çeşitli yollarla "mevkuf" olarak Ehl-i Sünnet kitaplarında ondan rivayet edildiği gibi, aynca yine mevkuf olarak I iz. Ali´den rivayette bulunulmuştur. Zira İbn Ebi Şeybe, ha­disi Al-i Beyt tankı dışından ortaya çıkarmış, aynı şekilde Vekî de Süfyan es-Sevri´den, o da Hz. Ali´den mevkuf olarak ortaya koymuştur.

Beyhakî aynı tür hadisi hem mevkuf, hem de merfu olarak ortaya çıkarmış, aynca Ebubekir, Osman ve İbn Ömer´den gelen haberle güçlendirmiştir.

Bu, kaynak haberin arzedildiği mesele daha önce işaret ettiğimiz gibi İmam Zeyd (r.a)´ın istinbat ettiği meselenin genellemesidir. Belki de İmam Zeyd az önce belirttiği­miz istinbatım yaparken, tam bir uygulayışla bu kaynak haberi tatbik ediyordu.

Bu dört ayaklı hayvanlar meselesine yönelik görüşler, az önce zikrettiğimiz şekilde­dir. Paralar ve ticaret mallan konusuna gelince, burada da üç görüş vardır:

Birincisi: İmam Zeyd´in el-Mecnıu´daiki şu görüşüdür: Sene içerisinde elde edilen gelirin üzerinden bir yıl geçmedikçe zekat gerekmez. Böylece senenin geçmesiyle malın bir kısmına zekat uygulanırken, diğer bir kısmına uygulanmaz. Bu görüş aynı zamanda İmam Şafii´nin, paralar ve ticaret mallan hakkındaki görüşüdür.

İkinci görüş: îmamiyye´nin İmam Ebu Abdullah Cafer Sadık´tan ve babası İmam Muhammed Bakır´dan, zekatın hem malın aslından ve hem de elde edilen kazancın tamamından verileceğine dair yaptığı rivayettir. Nisabın tahakkukunda muteber sayıla­cak zaman, senenin başlangıcı ve sonudur. Rasulullah (s.a.v)´in: "Malda kırkta bir zekat vardır" ifadesinin genellemesi dolayısiyle senenin bitiminde elde bulunan malın tama­mından zekat alınır. Bu ifade, sene sonunda elde bulunan malın tamamını kapsar. Bir de bir sene geçmesi şartının esası, zekatı gerekli kılan zenginliğin istikrara kavuşmasıdır. Bu istikrar da, senenin başında ve sonunda nisabın varlığıyla gerçekleşmiş olur. Aynca bir de malik olduğu miktarın azalması durumunda ona muadil zekat da noksanlasın öylece mal miktarının artması durumunda zekatın da fazlalaşması gerekir. Bu görüş,

n ktes´ud, İbn Abbas ve diğerleri tarafından da rivayet edilmiştir. Aynı zamanda bu §örüş, İmam Malik (r.a.)´ın da düşüncesidir.

Üçüncüsü: Ebu Hanife ve taraftarlarının görüşüdür. Buna göre, gelir üzerinden ister bir yıl geçsin, isterse geçmesin, mal sene içerisinde nisaptan aşağı düşmedikçe kazan­cından zekat alınır. Malın sene içinde nisaplan aşağı düşmesi durumunda sene nisabın tekamülü anından itibaren başla". Zira zekatın şartı, zenginliğin yılın bir bölümünde de­ğil de, tamamı boyunca gerçekleşmesi suretiyle üzerinden bir yılın geçmiş olmasıdır.[33]

237- Yine el-Mecnııt´da şöyle geçer: "Zeyd b. Ali (her ikisine de selam olsun)rye yetim malının zekatın bulunup-bulunmadığmı sordum. Dedi ki;

-Hayır, bulunmaz.

-Ama Ebu Rafi oğullan, Emir el-mü´minin AH Aleyhisselam´m yetim mallarının ze­katını verdiğini rivayet ederler.

-Bizler Ehl-i Beyt olarak böyle bir rivayetin varlığını red ediyoruz."

Şüphe yok ki bu haber, Zeyd´in fıkıh anlayışı, arasındadır. Fakat bu haber içinde Ali (r.a.)´dan rivayet edilen bir kısım haberlere karşıtlık bulunması özelliği nedeniyle farklı­lık arzeder. Buna göre Ebu Rafi oğulları Ali (r.a)´m yetimin malından zekatı çıkarıp al­dığını zikrederler. Fakat Hz. Ali´den gelen bu haberi İmam Zcyd (r.a) kabul etmemiş ve bu reddi, bütün Ehli Beyt´in reddi şeklinde algılamıştır. Al-i Beyt´in red ettiği bu haberi bir kısım Ehl-i Sünnet kitapları Hz. Ali (r.a)´a isnad ederek rivayette bulunmuşlardır. Ni­tekim İbn Ebi Şeybe, Ebu Leyla´dan naklen, Ebu Rafi´ oğullarının mallarından zekat al­dığını rivayet eder. Zira onlar, Hz. Ali´nin himayesinde ve velayetindeki yetimlerdi. Öte yandan Hz. Ali: "Zekatını ödemediğim bir mala velilik yaptığımı hiç gördünüz mü?" de­miştir. Beyhaki ise şu hadisi rivayet eder: "Rasulullah (s.a.v) Ebu Rafi´e bir arazi tahsis etmişti. Ebu Rafi´ ölünce Emir el-mü´minin Ömer b. Hattab (r.a) otuz bin dinar karşılı­ğında satın aldı ve Hz. Ali´ye devretti. Hz. Ali, zekatım ödüyordu. Ebu Rafi´in oğlu ölünce Rafi´ oğullan mallarının sayımını yaptılar. Eksik bulunca, hemen Hz. Ali´ye ge­lip durumu haber verdiler. Hz. Ali:

-Zekatını hesapladınız mı!

-Hayır, dediler. Zekatını hesaplayıp malı denk bulunca Hz. Ali:

-Siz hiç zekatını ödemediğim bir malı yanımda bulundurduğumu gördünüz mü? de­di.

Nitekim bu rivayetler Hz. Ali´den birçok şekilde gelmiştir. Belki de Zeyd´in ve çağ-daşlan Al-i Beyt´in inkarlannın sebebi, bu olaydan haberdar olmamalarıdır.

Şüphesiz bu olay İmam Zeyd´in. Hz. Ali´den yapılan rivayette Ehl-i Sünnet alimleri­nin benimsediği aynı rivayetten ayrı düşünmesinin, bir istinatgahı bulunduğuna delalet etmektedir. O dayanak Al-İ Beyt´ten rivayet etmekle yetinmeyen hadis alimlerinin gö­zünde ister güçlü olsun, isterse olmasın, eşittir. Bunu böylece bilelim.

İmam Zeyd´in istinbatı konusunda saldırıya uğradığı mesele, zekatın farziyyetinin temelini ve bir de niyete ihtiyaç duyan bir ibadet olması açısından zekatın vasfını ilgi­lendirir. Buna göre İmam Zeyd.baliğ olmamış yetimin bir de aynı şekilde deli ve buna-. mış olanların mallarına, ister menkul mallar, isterse ekin ve meyvalann zekatı şeklinde olsun, hiçbirine zekat düşmeyeceğini söylemiştir. Bunun nedeni, onların mükellef olma­malarıdır. Zira mükellefiyet, akıllı ve ergin olmayı gerektirir. Hem sonra zekat, bir iba­dettir; ibadetler niyete muhtaçtır. Oysa bu kişilerden, ibadetlerin gereği olan niyet akdi meydana gelemez. Özellikle de mümeyyiz bulunmamaları durumunda. Bütün bunlardan anlıyoruz ki İmam Zeyd´in bu görüşünün esasını zekatın bir ibadet olduğunu, ayrıca mü­kellefin malıyla değil de bizzat kendi şahsıyla bağlantılı kişisel yükümlülük olduğunu varsayması teşkil etmektedir.

Ebu Hanife ve arkadaşları da bu görüşü paylaşmışlardır. Ancak ekin ve meyvelerin zekatını kapsamdışı bırakarak, küçük yetimlerin, deli ve bunaklann mallarından zekat alınmasını gerekli görmüşlerdir. Bu görüşün gerekçesi, o ürünlerin toprağın kendi azığı ve doğal olarak ortaya çıkan semereler olmasıdır. Ayrıca bu görüşün sadece İmam Zeyd´in görüşü olduğu da rivayet edilmiştir. el-Bahruz-Zihar´Ğâ bu rivayet geçmektedir. Bu görüş el-Mecmu´Ğa rivayet edilene tümüyle muhalif olmayıp, belki onu hususileşti-ren bir düşüncedir. Esasen bu görüş. İmam Cafer Sadık ve Al-i Beyt´in çoğunlu­ğunun görüşüdür.

Bu noktada üçüncü bir görüş daha vardır. Puna göre küçük yetim, deli ve bunak mallarının her türüne zekat düşer. Bu,  imamlarindan el-Hadi´nin, ayrıca İmam Malik, İmam Şafii ve İmam Ahmed´İn görüşüdür. Bu görüş, aşağıdaki üç temel unsura dayanır:

1- Nebi (s.a.v)´in zekat yiyip tüketmesin diye yetimin malını ticarette kullanmayı emrettiği şeklindeki ri /ayettir. Nitekim Nebi (s.a.v)´in şöyle dediği rivayet olunur: "Dik­kat edin, her kim ki rr.alı b´üunan bir yetime velilik yaparsa, yetimin adına o malı ti­carette kullansın; zekat yiyip bitirsin diye ulu-orta bırakmasın." Yine Ömer b. Hattab´m Nebi (s.a.v)´den yaptığı rivayette, aynı şekilde onun şöyle dediği rivayet olunmuştur: "Yetimlerin mallarıyla ilgileniniz ki. zekat onu yiyip bitirmesin." Zekatın yiyip bitirmesi korkusu, o mallar konusunda zekatın farz olduğuna iltizami olarak delalet eder.

2- Ali (r.a)´dan, onun Rafi´ oğullarının mallarından zekat verdiği rivayetinin yapıl­masıdır. Nitekim bu rivayetin isnadı birkaç kez tekrarlanmıştır. Bu tekrarlanış, onun ter­cih edilmesini gerekli kılar.

3- Zekat malın azığıdır. Yoksa şahsi bir yükümlülük değildir. Yeteneğini yitiren ve­ya noksanlaştıran kişilerin mallarından, mallara ilişkin hukukun yerine getirilmesi ica-beder. Zekat mallara taalluk ettiğine göre, o mallara zekat düşer. Gerçek şu ki, küçükle-Tı´i, delilerin ve bunamışlann cinayet işlemeleri halinde kendi mallarından diyet verme-mn gerekli oluşu, konuyu temize çıkarmaktadır. Yine böyle kimseler herhangi bir malı telef ettiklerinde, kendi mallarından tazminat Ödenmesi gerekli olur. Buna göre onlar, mali hukukun tamamından muaf tutulmazlar/Kuşkusuz zekat da özbeöz mali yükümlü­lüklerden olduğuna göre, tam ehliyetli akıllı kişinin malı ile, ehliyetli oluş özelliğini yi­tiren veya bu özelliğini noksanlaştıran kişinin malı arasında fark gözetmeksizin bütün mallardan bir hak olarak ödenmesi icabeder.

238- Bu konudaki cüz´i araştırmadan özet çıkarmak isteyen kişi, şöyle bir özetleme yapar: Hz. Ali´den rivayet edilen haberler, yine müslümanların cumhurunca tanınmış ve meşhur olmuş Ehl-i Sünnet kitaplarında rivayet edilenlerle uyum içindedir. En azından bir kısmıyla uygunluk sağlamaktadır. Bu durum, el-Mecmu´un kapsamına aldığı, sened zinciri Hz. Ali´de sona eren haberlerin doğruluğunu tercihe şayan kılar. Yine bu anlata lanlardan, ister kendi içtihadıyla, isterse Hz. Ali (r.a)´dan rivayet ettiği haberler sayesin­de olsun, İmam Zeyd´in benimsediği fıkıh anlayışının dört büyük imamın görüşleri ile uyum içerisinde olduğu hükmü çıkarılır. Bu görüşler her ne kadar bir bölümü ile ihtilaf etse dahi diğerleri ile uyum sağlamaktadır. Böylece İmam Zeyd´in görüşleri ile cumhu­run görüşlerinin yakınlık arzettiği açığa çıkıyor. Şimdi bu büyük kitabın üzerindeki araştırmamıza devam edelim. [34]


2-Alış-Veriş Konusundaki Meseleler


239- Araştırmamızın bu bölümünde, alış-veriş konusundaki bir kısım meselelerin etüdünü yapacağız. O meselelerden, alış-verişin temel ilkelerinden birisinin açıklaması­nı yapanını seçeceğiz. Zira meselelerin temel ilkelerinin tevafuku durumunda böyle bir uyuşma, metotlpnn da büyük ölçüde uyum sağlamasının delilini teşkil edecektir. [35]


a) Faiz


240- Bu konuda el-Mecmu´da şöyle geçmektedir: "Bana Zeyd b. Ali, ona da babası, ona da dedesi Ali Aleyhisselam anlattı ve dedi ki: "Rasulullah (s.a.v)´e bir miktar hurma hediye edildi. Hurmanın tamamını kabul etti. Hemen Bilal şöyle dedi:

-Senden isteyinceye kadar şu hurmayı al, sakla. Ravi devamla: Bilal yürüyüp gitti. İki misli hurmayı verdi, bir misli hurma aldı. Ertesi gün olunca, Rasulullah (s.a.v):

-Saklamanı istediğimiz şeyi getir. Bilal o hurmayı getirince Resulullah (s.a.v):

-Bu, saklamanı istediğimiz hurma değil! Bunun üzerine Bilal, yaptığı işlemi anlattı. Resulullah (s.a.v):

-Bu işlem, yenmesi doğru olmayan faizdir. Derhal git ve onu sahibine geri ver. Bu şekilde alım-satım yapmamasını ona emret. Sonra devamla Rasulullah (s.a.v):

"Altın altınla misli misline, gümüş gümüşle misli misline, mısır mısırla dengi den­gine, buğday buğdayla dengi dengine, arpa arpayla misli misline, doğrudan doğruya.

Her kim (misillerden birini) arttırır veya artırma isteğinde bulunursa, faiz işlemiş olur."

Bu haber, el-Mecmu´Ğaki yorumların dayandığı nassdır. Nitekim sahiheyn´de buna yakınlık gösteren bir haber Ebu Said el-Hudri´den rivayet olunmuştur. Her iki sahihde de Bilai´in şöyle dediği kaydı vardır: "Yanımızda düşük değerli hurma vardı. Nebi (s.a.v)´e yedirmemiz için bir sa1 karşılığında o hurmadan iki sa´ vererek sattım. Bu du­rum karşısında Nebi (s.a.v) şöyle dedi: "Onu geri öde, geri öde, o faizin ta kendisidir; böyle yapma. Eğer onu satın almak istersen elindeki hurmayı başka bir satış işlemiyle sat, sonra da onu satın al."

Faiz kapsamına giren şeylerin satışını kapsayan hadisin nassı, her ne kadar ifadeleri ve bir kısım eşya adlan değişmiş olsa da, neredeyse sahih hadis.kitaplanndaki üzerine icma edilen hadisler durumuna gelecekti; bazı hadis metinlerinde mısır yerine tuz, bazı metinlerde de bunların yerine kuru üzüm ifadesi vardır. Ancak metni zikrederken türle­rin değişiklik arzetmesi, fikirlerin çatıştığı anlamını taşımaz. Bilakis bütünü itibariyle nasslar birbirleriyle çelişmezler; uyum ve yaklaşım içerisindedirler. Nass, o türleri altı ile sınırlayanı az. Bilakis altıyı aşar. Zira hakkında nass varid olan şeylerin yanında kuru üzüm, mısır ve tuz da onların kapsamına girer. Çünkü içinde kasn ve tahsisi belirten hu­suslar bulunmayan her rivayet, her ibare bunlardan herhangi birisine delalet etmediği sürece çelişki sözkonusu olamaz. Bunların hepsi, faizin haramhğı noktasında toplanır. Hem sonra rivayetlerin bir araya toplanması, haram oluşun illetine işaret eder. Nitekim hepsi de yiyecek maddeleri olduğu halde bazı rivayetlerde mısır, bazısında tuz ve bazı­sında kuru üzüm, sözkonusu edilmiştir. Rivayette farklı farklı şeyleri bir araya topla­mak, haram oluştaki anlama işaret eder. O da yiyecek malı olmak, ayrıca artırılma özelliği taşımaktır.

241- İslam fıkhmdaki alış-verişin, hatta İslam´daki sosyal yardımlaşma ve iktisadın temel ilkelerinden birisi sayılan bu meselenin, fıkhî yönü üzerinde birazcık derinlemesi­ne incelemede bulunmamız gerekir.

Şüphesiz Ali (k.v)´den rivayet edilen, ayrıca çeşitli rivayetlerin kendisinde uyum sağlayıp toparlayıcı rol oynadığı bu hadis, borçların faizinin karşıtı anlamındaki alışve­rişin faizine açıklık getiriyor. Bu durumda faiz iki kısma aynlmı.5 oluyor:

a) Borçların faizi, .

b) Alışverişin faizi.


242- Borçların faizi demek, vade karşılığında borcun da artması demektir. İşte bu cahiliyye faizidir. Ayrıca Kur´an-ı Kerim´in, ALLAH Teala´nın şu sözüyle haram kıldığı fa­izdir: "Faiz yiyen kimseler (kabirlerinden) tıpkı şeytan çarpmış kimseler gibi çarpılmış olarak kalkarlar. Onların bu hali, "alış-veriş (ticaret) de faiz gibidir" demelerindendir. Oysa ki ALLAH, ticareti helal, faizi haram kılmıştır. Bundan sonra kime Rabbinden bir

Öğüt gelir de faizden vazgeçerse, geçmişte olan kendisinindir ve işi ALLAH´a kalmıştı (ALLAH dilerse onu affeder.) Kim tekrar faize dönerse, işte onlar ateşliktir, orada dev lı kalırlar. ALLAH faizi mahveder. (Faiz kansan malın bereketini giderir.) Sadakaları ç0, ğaltır. (İçinden sadaka verilen malları bereketlendirir.) ALLAH günahkar kafirlerin hiçbi­rini sevmez. İman edenler, iyi işler yapanlar, namaz kılanlar ve zekat verenler İçin Rab-leri katında mükafatları vardır. Onlara korku yoktur, mahzun da olmayacaklardır. £y iman edenler, ALLAH´tan korkun. Eğer gerçekten inanıyorsanız faiz olarak artan miktarı almayın. Şayet (faiz hakkında söylenenleri) yapmazsanız, ALLAH ve Rasulü tarafından ilan edilmiş bir harp ile karşı karşıya olduğunuzu iyi bilin. Eğer tevbe edip faizcilikten vazgeçerseniz, sermayeniz sizindir. Böylece haksızlık etmezsiniz ve haksızlık da edil­mezsiniz. " (Bakara 275-279)

İşte bu, Nebi (s.a.v)´in, arefe günü veda hacemda yaptığı konuşmasında haram edili­şine getirdiği açıklığı ilan ettiği faizdir. Zira şöyle buyurmuştur: "Cahiliyet faizi kaldırıl­mıştır. Kaldırmış olduğum ilk faiz de Abdulmuttalib´in oğlu Abbas´ın faizidir. Faizin her çeşidi kaldırılmıştır."

Şüphesiz bu tür faizin haram edilişi üzerinde bütün alimler icma etmişlerdir. Buna "nesîe faizi" adı verilir. Ancak şimdi açıklayacağımız alış-verişin faizi konusuna gelin­ce, o hususta İbn Abbas (r.a) karşı görüş beyan etmiştir. Oysa daha sonra bu görüşünden vazgeçtiği rivayet edilir. Fakat kendisinden rivayet edenler onun, cahiliyye faizi dışında­kilerin de haramlığı konusunda ısrar ederek Öldüğünü benimsemişlerdir. Öte yandan onun Nebi (s.a.v)´den: "Faiz sadece nesîe konusundadır" ifadesini naklettiği rivayet olunur.

Şüphesiz Kur´an-ı Kerim ve sünnet bu çeşit faizi haram kılmıştır. Zira değişmez şer´î kurallardan birisi olan "Mazarrat menfaat mukabelesindedir" ilkesinin bulunmasına rağmen bu faiz, alacaklıyı hiçbir zarara maruz kalmaksızın kazançlı duruma getirmekte­dir. Yine bu tür faiz, anaparayı herhangi bir yükümlülüğe maruz bırakmadan kazançlı hale sokmaktadır. İşte bu, anaparayı güçlendirmede bir aşırılıktır. Diğer yandan bu tür faiz, borçların katlanmasına götürür. Aynca tıpkı 1931-1939 döneminde olduğu gibi ik­tisadi bunalımlara sürükler.

Kureyş cahiliyye döneminde bu tür faizi kazanç yollarından birisi olarak seçtikleri için buna cahiliyye faizi adı verilmiştir. Nitekim onlar tüccardılar. Aralarında sermaye­sini, k?rma katılıp zararına da katlandığı mudarebe usulüyle veren kimseler vardı. İslam bu tür t´careti benimsemiştir. Yine aralarında, sermayesini vadesi arttıkça biteviye artış gösteren belirli bir kazanç getirmek üzere veren kimseler mevcuttur. Abbas b. Abdul-muttalip (^.a) bunlar arasındaydı.

Kurey filerin cahiliyye döneminde ticaretle uğraştıkları herkesçe bilinen sabit bir dururrjdur. Nitekim onlar Bizans´ın ticaret mallarım Yemen´e, İran´ın mallarını da Şam´a taşımak suretiyle ticaretle meşgul oluyorlardı. Kur´an-ı Kerim, ALLAH Teala´mn şu ayetleriyle bu hususa işaret buyurmaktadır:

"Kureyş´e sevdirilmiş olmasından yani kış ve yaz seyahatleri onlara sevimli kılm­asından ötürü,Kur eyşliler, kendilerini açlıktan doyuran ve her çeşit korkudan emin kılan bu evin Rabbine kulluk etsinler." (Kureyş 1 -4)

Böylece anlaşılıyor ki cahiliyye faizi duyunu istihlakiyyeden olmayıp, duyun-u is-ü´ölaliyyedendi. Kur´an-ı Kerim´in haklarında faizi yasakladığı araplann borç verme bi­çimini sadece duyun-u istihlakiyyeye dayandıran kimse, cahiliyye dönemindeki Ku-reyş´in durumuna ve faiz muamelesinde bulunanların haline hiç göz atmamış demektir. Nitekim Kureyş´in ileri gelen ve hamiyetperver kişilerinden borç para verenler, ihtiyaç sahiplerine faizle borç para vermeye rıza göstermeyen kimselerdi. Ayrıca Muğire ailesi gibi Kureyş eşrafından sık sık borç para alanlar, Sakif ailesinin bir kısmıyla ticaret yap­mak amacıyla borç almışlardı. Bu tür borçlanan kişilerin üzerinde sözkonusu kimselere ait borçlar bulunurken İslam faizi yasakladı. Bunun da ötesinde faizi sadece duyunu is-tihlakiyye´ye hasretmeleri sadece nassı zorlamak ve hususileştirici bir delil bulunmaksı­zın nassa hususilik anlamı kazandırırı aktır.

243- Alış-verişteki faize gelince bu husus yukarıdaki hadiste zikredilen, misli misli­ne olmayan şeydir. Bu konuda fakihler iki durum üzerine ittifak etmişlerdir:

1- Alış-veriş esnasında misli misline artırmayı haram kılması ile ilgili nassın getir­diği şeyleri aynı şekilde haram saymalarıdır. Dolayısiyle altının satışı ancak tartı yönün­den kendi dengiyle geçerli ol ur. Aynı zamanda alım işinin aynı mecliste olması gerekir. Dolayısiyle gümüşün ve buğdayın satış işlemi ancak kendi misilleriyle, alım işininde aynı mecliste gerçekleşmesiyle sahih olur. Naslarda geçen diğer türlerin durumları da böyledir. Buradaki artma işine riba el-fadl adı verilir. Kalite göz önüne alınmaz. Aynca fukahanın cumhuru aynı şekilde modele de itibar edilemiyeceği görüşündedirler. İbnu´l-Kayyim bu konuda onlara muhalefet etmiştir.

2- Ancak haklarındaki teamül bu denli sınırlandırılmış olan yukarıdaki türler arasın­da cins ayrılığı bulunması durumunda yapılan aliş-verişte birbirlerinden fazla olmalan sahihtir. Ancak değiştirilen eşyadan birisinin geciktirilmesi haramdır. Geciktirme faiz durumuna girer. Buna geciktirme faizi denilir. Bir kısım fakihler de bunu nesie faizi ge­ciktirilmiş faiz, diye adlandırırlar. Bu geciktirilmiş borçlar anlamında değildir. Bu iki anlamın birbirine karışmaması için biz ilk ifadeyi uygun buluyoruz.

Fakihlerin ihtilaf ettikleri konuyu, "hadisde geçen eşyaya ilişkin alış-verişler İn faiz oluşunu sadece onlarla mı sınırlı tutmak, yoksa başka eşyaya da taşımak gerekir mi?´.´ noktası teşkil eder. Zahiriler, yasaklanmış olan, karşılıklı değişimin sadece hadislerde Seçen türlerle sınırlı olduğunu söylerler. Zira onlar kıyası benimsemezler ve manayı naslarda belirtilenlerle sınırlı tutarlar.

Sakinlerin cumhuru bu eşyada yasak sayılan şekle göre değiş-tokuş yapmanın haram olduğunu belirtirler. Aynı anlamı taşıyan eşyadaki bütün uygulamalar da haramdır Burada nassın illeti kendi içinde açıklanmıştır. İllet, nassın içinden ve haram edilişin da­yandığı gayelerden aranır.

Nitekim hanefiler, kıyasın üzerinde icra edildiği illetin, takdir ve cinsde birlik oldu­ğunu söylerler. İşte bu kamil bir illettir. Değişimi yapılacak iki eşya cinsde ve ;ıvnca tar-tılıp-ölçülmüş olmaları itibariyle miktar belirlemede bir oldukları takdirde illet lamanı-lanmış olur. Bu durumda hem birbirinden fazla olmaları, hem de değişim esnasında biri­nin tesliminin geciktirilmesi haramdır. Böylece bir yandan bir tarafın fazlalığı faiz sayı­lırken, öte yandan geciktirme de faiz olur.

Ancak ikisi de tartılı veya Ölçülü olmak suretiyle illetin yalnız bir parçası bulunursa, Örneğin gümüşle altm, arpayla buğday veya mısırla buğday değişiminde olduğu gibi cinsleri ayrı olursa bu durumda geciktirme haram olur fakat birinin diğerinden fazla bu­lunması caizdir.

Bu görüşün, İmam Zeyd (r.a)´ın mezhebiyle bağdaştığı ortaya çıkıyor. Hatta Ravd en-Naadir sahibi bu görüşün tertemiz imamlar sülalesinin anlayışı olduğunu belirtir ve şöyle der: "İmamlar sülalesi ve hanefiler, cinslerin farklı olmasının, ikisinin de tartılmış olmaları itibariyle iki çeşit para konusunda geçerli bulunduğu görüşündedirler. Bu hü­küm, diğer basılmış paralan da içine alır. (Yani baskısı yapılma, çekiçle dövülmeyi ve­ya çekip uzatılma özelliğindeki madenlerden yapılanları). Bu durumda türlerin birlikte­liği halinde biribirinden fazla olma ve değişim esnasında bir tarafın gecikmesi haram olur. Yine onlar para dışında kalanların ise ölçülerinin aynı olması görüşünü taşırlar. Bu husus, ayrıca Ahmed b. Hanbel´in sözlerinin zahirinden anlaşılan eğilimidir. Hanbeliler illetin bu bölümünü kavramanın, İçinde şu ifadeler bulunan Ubade hadisinde olduğu gibi kanun koyucunun buyurduğu nassların iması sayesinde olduğunu söylemişlerdir: "Buğday buğdayla ölçeği ölçeğine, arpa arpayla ölçeği ölçeğine"[36]

Bu görüş, illeti yukarıdaki nassdan almaktadır. "Ölçeği ölçeğine" ifadesinin, illeti ima ettiğini kabul etmiştir. Fakat bu illetin hükme yaraşır bir nitelemeyi kapsaması mümkün değildir. Zira bu ifade tartı açısından bir olan şeylerde, demirin kurşunla deği­şiminde olduğu gibi geciktirme işini niçin engellesin? Ayrıca bakırın altın karşılığında satılmasında anında teslim almak niçin zorunlu olsun? Bizim bu noktada, engelleyici hükümle bağdaşabilen uygun bir niteleme unsurunu yakalamamız mümkün değildir.

244- Şafiiler ve bir kısım hanbeliler haramlık illetini, paralar konusunda "değer bi­çen bir şey" oluşunun paraların dışında ise "yiyecek maddesi" olmasının teşkil ettiği gö­rüşündedirler. Bu görüşü menedilen şeyler hakkındaki rivayetlerin İhtilafından elde et­mişlerdir. Rivayetlerin birisinde mısır, birisinde kuru üzüm, birisinde de tuz geçmekte­dir. Altm, gümüş ve bir kısım yiyeceklerin faiz uygulamalarında kullanılan maddeler olduğu üzerinde ittifak etmeleri ile birlikte rivayetteki cinslerin çoğalması, haram oluşun illetini yiyecek maddeleri olmak ve iki tür para konusunda da değer biçen unsur olma-nın teşkil ettiğini göstermektedir.

Şüphesiz bu illet haram kılınışta etkili ve uygun bir nitelik sayılıyor. Zira paraların Iım-satımı yapılan ticaret malları olmaları mümkün değildir. Paralar konusundaki sah-

haram edilişi, ancak cinsleri bir olup misli misline bulunmaları durumundadır. Böyle olmayıp, bir mecliste alım-satımlari olabilir, değişik de olabilir. Bunun nedeni, paraların malların ölçeği ve kıymetlerin de terazisi olmalarıdır. Ölçeği korumak ve kısır döngüye düşmemek için, paraların almıp-satılan ticaret malları durumuna düşmeleri doğru ol­maz. Eğer o malların sahipleri arasında yiyecek mallarının değiş-tokuşu prensip haline getirilseydi, o zaman karaborsacılık yapmalarına neden olacaktı. Örneğin, birisi daha kaliteli olduğu için, ölçülerinde farklılık olmakla birlikte buğdayın buğdayla satılması halinde bu durum, elinde bu iki çeşit buğdaydan hiçbirisi olmayıp, sadece parası bulu­nan kişinin onları yememesi sonucunu doğururdu. Dolayısiyle Rasulullah, yanında dü­şük kaliteli hurması bulunup, daha kalitelisini almak isteyen kişinin, yanında ne yüksek kaliteli, ne de düşük kaliteli hurma bulunmayan kimsenin onlardan yemesini sağlamak için, elindekini salarak elde ettiği parayla dilediğini satmalmayı tavsiye etmiştir. Nebi (s.a.v)´in bu şekildeki emri hileli yollan teşvik şeklinde bir emir olmayıp, aksine İçinde halkın maslahatı bulunan bir davranışı emretmektir. İşte böylece haram edilişin sebep ve hikmetine işaret etmiş oluyor.

Nitekim Maliki mezhebinin uzman kişileri, İmam Şafii gibi altm ve gümüşteki ha­ram ediliş illetini "para birimi olmak" bu ikisi dışındaki mallarda da "uzun süre saklana­bilir yiyecek maddeleri olmak" şeklinde açıklamışlardır. Uzun süre saklanamayan yiye­cek maddelerinde ise riba sözkonusu olamaz. Zira hadislerde geçen yiyeceklerin ta­mamı, uzun süre saklananlar türündendir. Ayrıca uzun süre saklanabilen mallar konu­sunda karaborsacılık yapma imkanı vardır. Çünkü uzun süre depo edilen mal, hem bol­luk, hem de kıtlık anında saklanabilen bir maldır.

Bu son görüş, bizim de tercih ettiğimiz görüştür. [37]


b) Alışverişte Hile Yapmak


245- Yine alışveriş konusunda el-Mecmu´da şöyle geçmektedir: "Bana Zeyd b.Ali. ona babası, ona da dedesi Ali (ALLAH´ın selamı üzerlerine olsun), ALLAH Teala´nın

?Alllah ve Rasulüne hıyanet etmeyiniz. Aksi halde kendi emanetlerine hıyanet etmiş olursunuz? (En´fâl 27) buyruğunun yorumunda şöyle dediğini anlattı: "Hıyanette bu-

u´imaktan birisi de ahş-verişte yalan söylemektir."[38]

Şüphesiz Hz. Ali´den rivayet edilen bu haber, İslam´ın genel amaçlarıyla uyum sağlamaktadır. Bunun nedeni, yalanın haramlığı hakkındaki hadislerin tevatür derecesine ulaşması ve yasaklanması ile ilgili nasslann peşpeşe gelmesidir. Zira bu durum hiçbir şekilde mü´mınin ahlaki yapısıyla bağdaşmaz. Bir de bu yalanın üzerine mü´minin hak­kının elinden alınması eklenecek olursa, o zaman emanete hıyanet adını alır. Zira her müslüman için müslümamn kanı, malı ve ırzı haramdır. Her kim ki kardeşini aldatmak için yalan söyler ve bunun sonucunda mali bir zarara neden olursa o zaman ALLAH Tea-la´nın haram saydığı kardeşinin malını kendisine mubah kılmış olur.

Nitekim el-Mecmu´da, hıyaneti ortaya çıkaracak ve akdin uygulamasında etkili ola­cak birtakım anlaşmalardan bahsedilmektedir. Bunlardan bir tanesi, satıcının alıcıya açıklamadığı ve alışverişi etkileyen gizli kusurlardır. Bu hususta ortaya konan hüküm, her ne kadar bir kısmı muvafakat gösteren diğerlerine muhalefet etmişlerse de, genel olarak dört mezhep imamlarının görüşlerine ters düşmemektedir. Satıcının güvenilirliği­ne dayanan akid çeşidi durumundaki murabaha[39] akidlerinde geçen hususlar bunlar ara­sındadır.

246- el´Mecmu´a, murabaha türündeki alış-verişe ve bu konudaki hıyanete özgü olarak şöyle geçer: "Zeyd b. Ali´ye, başka birisinden herhangi bir malı murabaha usulü ile satın alan, daha sonra satıcının kendisine hıyanet ettiğini öğrenen kişinin durumunu sordum. Aleyhisselam dedi ki, hıyanet ettiği ölçüde müşteriye malı ucuzlatır; fakat ka­zancından aşağı düşürmez."

Zeyd b. Ali´nin, "satıcının, hıyanet ettiği kadarını müşteriden geri düşeceği, ancak kendi kârını düşürmeyeceği" tarzındaki görüşü, "ondan sadece hıyanet ettiği kadarını düşürüp, hıyanet ettiği miktarın karşılığı olan kârı geri düşürmeyeceği" biçiminde yo­rumlandı. Konuyu örnekleyelim: Diyelim ki satıcı bir malı 100 cüııeyhe satın alıp % 10 kâr esasına dayanarak müşteriye 110 cüneyhe satmış olsun. Sonra da satıcının malı sek­sen cüneyhe aldığı ve yalan söyleyerek emanete hıyanet ettiği anlaşılmış olsun. Bu du­rumda müşterinin verdiği paradan yirmi cüneyh geri düşülür ve müşteri doksan cüneyhi öder. Satıcı müşteriden, takdir edilmiş kazancı karşılığı olan kısmı geri düşmez. Dolayı-siyle artan kısmın % 10´unu geri düşmez. Yani müşterinin hesabından, yirmi cüneyhin kazancının karşılığı olan İki cüneyhi düşmez. İşte Zeyd´in eî-Mecmu´Ğaki görüşünün bu şekilde olduğu açıklık kazanıyor. Bu görüşte anlatılmak istenen, hıyanetin, ilk alış fiya­tını zikrederken yalan beyanda bulunmasında idi. Buna göre satıcı, yalan söylediği kıs­mı geri öder.

Bu noktada, İmam Zeyd (r.a)´den rivayet edilen başka bir görüş daha vardır. Buna göre, satıcı hiçbir miktarı geri düşmez. Sadece anlaşmayı olduğu şekliyle devam ettirekle feshetmesi arasında alıcıyı serbest bırakır. Bu görüşün gidiş yolu şöyledir: Aha kde ilg´ duyduğu bir nitelik esasına göre girmiştir. O nitelik de, önceden belirlenen bîr kazanç miktarıdır. Eğer sözleşmenin tersi ortaya çıkarsa, o zaman müşteriye fesih hakkı doğar. Eğer ortaya çıkan duruma razı olursa, anlaşmayı onaylar. Bu yeni duruma razı ol­mazsa akdi fesheder. Bütün aldanmalarda ve müşteriden malın kusurunu gizlemede du­rum aynıdır. Bu, Ebu Hanife´nin ve İmam Muhammed´in görüşüdür.

Burada üçüncü bir görüş daha var. Ona göre, murabahada hıyanet yapıldığı ortaya çıkarsa müşterinin hesabından hem hryanet miktarı ve hem de bu hıyanet miktarının karşılığı olan kazancın miktarı geri düşülür. Bunun gerekçesi, hıyanetin neden olduğu bütün hukukun tasfiyesidir. Bu görüş, İmam Ebu Yusuf ve Abdurrahman b. Ebi Ley­la´nın görüşüdür. Aynca Süfyan es-Sevri ve İmam Şafii´nin verdikleri iki fetvanın biri­sindeki görüşleri ile AI-i Beyt imamlarının büyük çoğunluğu da bu görüşü paylaşmakta­dırlar.

Bîr kısım fakihler, Zeyd´in anlayışını bu üçüncü görüşe hamletmişlerdir. Yani bizim el-Mecmu´Ğa naklettiğimiz açıklamalarda Zeyd´in anlatmak istediği şeyin, satıcının, alı­cının hesabından hem hıyanet ettiği miktarı, hem de o miktarın karşılığı olan kazancı geri düşeceği tarzında olduğunu söylemişlerdir. Ancak imamdan rivayet edilen nassa mürucaat edilirse, onun ifadesinin böyle bir anlam taşımadığı anlaşılır. Zira o, müşteri­den kazanç namına hiç birşeyin geri düşünülmeyeceğini açıkça beyan etmektedir. Eğer birisi bu rivayetin İmam Zeyd´den nakledilen başk bir rivayet olduğunu söylerse, bu da incelenmeğe değer. Daha doğrusu kabule şeyan bir görüş olur. Çünkü bu görüşte Zeyd´in kabullendiklerinin dışında bir yorum bulunmamaktadır.

247- Murabaha konusundaki hıyanetle ilgili olarak gelen haberlerden birisi de, Ebu Halid´in eî-Mecnm´&â naklettiği şu rivayettir: "Zeyd b. Ali´ye, taksitle bir mal satın alan, sonra da kar sağlamak amacıyla belli bir yüzde ile başkasına satan bir adamın durumunu sordum. Halbuki ki müşteri o malı taksitle satın aldığını bilmiyordu. Sonradan durumu bütün açıklığıyla öğrendi. Zeyd şu karşılığı verdi: Alıcı serbesttir; isterse malı alır, ister­se geri verir."[40]

Bu açıklama hem nassla, hem de iltizami anlamda bir hüküm belirtmektedir. Nassın kendi içinden çıkarılan hüküm, satıcının malı taksitle satın alması halinde o malı belirli Ir Vuzdcyle kar sağlamak amacıyla (murabahayla) satarken asıl peşin fiyatını belirtme­linin, "murabahada hıyanet" sayılmasıdır. Bu, fiyatı artırırken sergilenen hıyanet gibi takdiri mümkün olmayan bir hıyanettir. Bu durumda verilecek hüküm, müşterinin onaylama veya feshetme arasında serbest bırakılması biçimindedir, assdan çıkarılan illizami hüküm ise, taksitle satılan malın fiyatının, peşin satılan malın fiyatından daha fazla olmasının caiz görülmesidir. Bu iltizamı hükmün biçimine açıklık getirmek için her iki hükmü de ayrı ayn açıklayalım:

Nassa göre çıkarılan ilk hüküm, murabaha tarzındaki satışta, satışı yapılan malın taksitle alındığını belirtmemenin, akdi feshetmeyi normaİ duruma getiren bir hıyanet olarak işlem görmesidir. Dolayısiyle bu hüküm, hıyanet sayılmasında ve müşteriye fes­hetme hakkını vermesindeki sebebin, açıklığa kavuşturulmasına muhtaçtır. Hıyanet sa-yılmasındaki sebep, tüccarın içinde bulunduğu durumun, peşin satılan malın fiyatını tak­sitle satılandan daha düşük tutması şeklinde oluşudur. Taksitle satın aldığını belirtmeyin de peşin fiyatla satma uygulamasında hile vardır. Çünkü vadeli almak suretiyle istifade­sinin neler olduğunu, alıcıya açıklamamıştır. Vadeli alıştaki kar, tutarlı bir esasa dayan­mamaktadır. Zira satıcı, elde ettiği kazancın tamamım açıklamamıştır. Halbuki muraba­ha usulü ile satış yaparak iki defa kazanç sağlamıştır. Peşin parayla sattığı ve ayrıca vadeli fiyatla satın aldığı için kazanç elde etmiştir. Öte yandan bizzat kârdan da yarar­lanmıştır.

Alıcının, satış akdini feshetmek veya onaylamak arasında serbest bırakılması hük­münün sebebi, murabaha ile satışta vadeli aldığını belirtmemek suretiyle gizli bir ayıbın bulunmasıdır. Tıpkı kusuru belirli olmayan bir malı satın alan kişi gibi. Malın ayıbım ve aybın izlerini tamamen ortadan kaldırarak akdin onaylanması mümkün değildir. Ayrıca hıyanetin izlerini ortadan kaldırmak için müşteriye sadece yeniden akdi feshetme veya onaylama hakkım vermekten başka birşey kalmamıştır. Zira müşterinin razı olması tu­tarlı bir esasa dayanmamaktadır. Durum açıklığa kavuştuktan sonra onun hoşnutluğunu anlamak zorunluluğu vardır. Bunun da ötesinde fiyattan hıyanete mukabil olan miktar düşürülmedikçe, maldaki hıyanet edilen miktar belirlenemez.

248- Şüphesiz bu durum zorunlu olarak vadeli fiyatın, peşin fiyattan vadedeki fazla­lığı ekiemek suretiyle ayirdebiledileceği yargısını beraberinde getirmektedir. Şüphesiz bu fazlalık mubah sayılır. Nitekim bu iltizami hükmü Ravd en-Nadir sahibi benimsemiş ve şöyle demiştir: "Bilesin ki, İmam Zeyd Aleyhisselam´m açıklamalarından, bir şeyi gecikme vadesi nedeniyle güncel fiatından daha fazlasına satmanın caiz olduğu anlamı çıkarılır. Bu nedenle diğer müşteri için muhayyerlik hakkı doğmuştur. Zira taksitli alışta fiyat fazlalığı olmasaydı muhayyer bırakmanın varlığı için hiçbir alternatif ortaya çık­mayacaktı. Nitekim bu haberi İmam Zeyd Aleyhisselam´dan el-Bahr adlı kitapta ve mezhebin diğer kitaplarında el-Mücyyed Billah hikaye etmiş, aynı zamanda caiz oldu­ğunu belirtmiştir. Ayrıca Hanefiler ile Şafiiler de bu caiz olma görüşünü benimsemişler dir. Ancak Kasımiyye, Nasır, Mansur ve İmam Yahya muhalefette bulunmuşlardır."[41]

Bu tartışmanın esasını, vade karşısındaki fiat artışının, vade karşısındaki borcun artışı gibi sayılıp-sayılamıyacağı noktası teşkil etmektedir. Bu artışı bir kısım hanefiler drkin bulmuşlardır. Her ne kadar diğer dört mezhep gibi Hanefi mezhebi de bunun caiz olduğunu benimsemiş ise de, Ebubekir er-Razi Ahkamu´l-Kur´an adlı eserinde böyle bir sözleşmeyi çirkin görmüştür. Şimdi her iki tarafın da hüccetlerini zikredelim:

Şüphesiz vadeli fiatlardaki artışı kabul etmeyenler, böyle bir ziyadeliğin faiz olduğu tarzında hüccet getirmişlerdir. Zira o, vade karşılığmdaki artırmadır. Geciktirme karşılı-cındaki her artırım ise faiz sayılır. "Borcunu kapat veya geciktirme oranında borcu artır" demekle, geciktirme vadesi dolayısiyle fiatı artırarak satış yapmak arasında fark yoktur. Çünkü her ikisinin de manası aynıdır ve aynı şekilde faizdir. ALLAH Teala´nın: "ALLAH ahş-verisi helal faizi haram kıldı." (Bakara 275) buyruğu, bu tür alış-verişin yasaklanı­şını kayıt altına alıyor. Çünkü böylesi alış-veriş, faiz kelimesinin genelliği kapsamına girmektedir. Yine o. ALLAH Teala´nın: "Aranızda karşılıklı rızaya dayanan ticaret olması hali müstesna..." (Nisa 29) buyruğundaki mübahhğı da kayıt altına almaktadır. Zira fai­zi andıran her anlaşma böyle bir mübahlıkia kayıtlanmıştır. Vadeli fiatlarla alış-veriş yapmanın, "ALLAH ahs-verisi helal, faizi haram kıldı" (Bakara 275) manasının kapsamı­na girdiği, zira onun da bir alışveriş olduğu denilecek olsa, vadeli satışı faiz sayanlara göre cevaben şöyle denilir: Böyle bir alışveriş ayetteki alışverişin genel kapsamı içerisi­ne girebileceği gibi, faizin genel kapsamına girmesi de muhtemeldir. Bir meselenin hiç­bir tercih nedeni olmaksızın iki şıkka ihtimali olması durumunda sakıncalı olan ihtimal mubah ihtimale takdim olunur. Özellikle de alış-verişin helal kılınışı umumilik anlamı taşımaz. Bilakis faizi andıran alış-veriş onun dışında kalır. İşte bu tür alış-veriş de onlar­dan birisidir. Vadeli satış yapan kişi bu iş mecbur bırakılmıştır; yaptığından hoşnut de­ğildir. Doiayısiyle bu olay ALLAH Teala´nın "Aranızda karşılıklı rızaya dayanan ticaret olması hali müstesna..." (Nisa 29) buyruğunun kapsamına giremez. Öte yandan şüphe­siz bu tür alışveriş, vade yapmak dolayısiyle meydana gelen bir artıştır. Vade dolayısiy­le meydana gelen her artış, karşılığı bulunmayan artıştır. Dolayısiyle böyle bir alış-veri-şe faiz kavramı uygulanır ve haram kılınışın kapsamı altına girer.

1- Vadeli satışı mubah sayanlar, ilk olarak, böyle bir alış-verişin "Aranızda karşılık­lı rızaya dayanan ticaret olması hali müstesna" (Nisa 29) buyruğunun kapsamı içerisin­de bulunduğu tarzında delil getirmişlerdir. Şüphesiz ticari işlemler, aradan belirli bir sü­re geçtikten sonra satış yapmak esasına dayandırılır. O halde bu gecikme işleminin bir semeresi olması gerekir. Bu semere de faiz kapsamına değil, ticaret kapsamına girer. Ancak karşılıklı rıza ilkesi, değişmez bir gerçektir. Zira vadeli satış yapan kişi, bu uygu-amayı sadece ticaretinin sürümünü artırma yollarından bir yol olarak yapar. Bu ise bir diger isteğe cevap vermektir; yoksa zorlama biçiminde değildir. Zira satıcı değişen za­manlar içerisinde fiyatlarda meydana gelen farkı almak ister. Hiçbir ücret ödemeden herhangi bir eşyayı teslim alan kişi. üzerinde ticari kazanç sağlamanın kaynağı olarak

kar getirecek olan, böylece kendisinden faydalanılacak olan bir inalı teslim almıştır. Sa­tıcı vadeli malın fiyatını belirlemek suretiyle vadeli ve peşin satış arasında fark olarak aldığı miktarı, sadece ticari kazanç elde etmenin karşılığında almıştır. Ancak altın ve gümüş üzerinde işlem gören borçlar böyle değildir. Dolayisiylc bunları teslim alan kki zamanların değişmesiyle fiyatlarında herhangi bir değişiklik meydana gelmeyen mallar­dır. Çünkü onlar, fiyatları ayarlayan, kendi kendilerine kazanç sağlamayıp ancak ticari faaliyet aracılığıyla kazanç getiren, ayrıca fiyatların kendilerini düşen ve yükselen tica­ret malları aracılığıyla ellerden çekip aldığı araçlardır. Öyleyse ticari kazanç sağlayan. sadece ticaret mallandır. Yoksa borcun ana kaynağı değildir. Ravd Nadir sahibi faiz­le vadeli satışın arasını birbirinden ayıran ana etken konusunda şöyle diyor: "Kendi bün­yesindeki pahalanma ve ucuzlamaya, satışa arzedilen mala duyulan ilgi ve ilgisizlik, bir de ihtiyaç duyulma faktörünün bulunup-buiunmamasi açısından arada büyük dengesiz­lik nedeniyle narhın (yani fiatm) istikrarı yoktur. Dolayisiyle fiyat, kendisiyle ilgili bir hükmün verilmesinde başvurulacak makam ve sabit değer değildir. Mademki faizle ilgi­li ayet yukarıdaki tartışma zeminine ilgi duymuyor, öyleyse ayete karşı çıkacak ve bu karşıtlığa göre düzenlenecek olan hususları düşünüp tartışmaya yer kalmamaktadır. Ay­nı şekilde Sari belli bir süre karşılığında fiyatı artırma işini, ilk dönemlerde; cahiliyye uygulamalarının etkili olduğu dönemde sadece "ya ödersin, ya da faiz verirsin" şeklin­deki sözlerinin içeriğini menetmiştir."

2- Vadeli alış-verişin mubah olduğunu savunanlar, aynı zamanda vade farkı dola-yısiyle fiyatı artırmanın, tanınan zamana karşılık olarak belirlenmediğini, aşağıdaki deli-,1e dayandırarak şöyle belgelediler: Bir kısım insanlar, satmaya ve malı paraya çevirme­ye ihtiyacı olduğu, aynca ileride malın ucuzlaması sözkonusu olduğu için satın aldığın­dan daha ucuz bir şekilde vadeyle satabilir. Yine bazı ticaret sahipleri vadeli veya peşin olarak malı gerçek değerinden daha düşük bir fiyatla satabilir. Dolayisiyle artışı belirle­mede tek etken zaman değildir. Bilakis bazı zamanlarda artış belirlenmiş bir tarzda olmaz.

Bunun da ötesinde İslam şeriatında akıdlere, diğerleriyle karşılaştırma yapmadan bakılır. Buna göre fiatın vadeye bağlanmasıyla yapılan satış akdi, kendi varlığıyla kaim bir sözleşmedir. Bu akid sadece sözleşmenin selameti ve ayrıca diğer bir akid göz Önüne alınmaksızın bu sözleşmenin bütün türleriyle faiz kapsamı dışında kalması açısından gözden geçirilir. Böyle bir gözden geçirme kendi varlığıyla akdi geçerli duruma sokar. Aynı satışın başka bir sözleşmeyle ve daha düşük fiyatla peşin satılması, daha önceki satış sözleşmesinde etkili olmaz. Çünkü her iki sözieşme de birbirinden tamamen farklı dır.

3- Ravd en-Nadir sahibi, yukarıdaki kaynak haberin başka bir delilini daha zikreder ve der ki: "Şüphesiz Rasulullah (s.a.v), mala karşılık olarak (yani borçlardan bir kısmım aşağı çekme konusunda) süre tanınmasını doğru bulmuştur. Hakim´in el-Müstedrek ?inde ve îbn Abbas´ın hadisinden çıkarmış olduğu haberde Nebi (s.a.v) Beni Nadirin zorunlu olarak Medine dışına çıkmalarını emrettiğinde içlerinden bir grup Nebi (s.a-v)´e gelerek:

Ya Nebiyyellah, bizim çıkarılmamızı emrettin. Oysa bizim haikda henüz vadesi gelmemiş alacaklarımız var, dediler. Resululiah:

-Alacağınızın bir kısmından vazgeçin ve peşin alın. buyurdu.

Bu açıklama üzerinde şöyle bir yorumumumuz olacak: Buradaki süre borcu artır­mak için değil, bir kısmım düşürmek içindir. Vadeyle satış bunun tersinedir. Zira onda fiyatta düşürme değil, artırma vardır. Borcu artırmakla azaltmak arasındaki fark, birisi borç verip vade dolayisiyle miktarı artıran, öteki ise ödemede kolaylık sağlamak için borçlunun borcundan bir kısmım silen kimselerin arasındaki fark gibidir. Dolayisiyle bu hadisin mevzumuza delil teşkil etmesi doğru olmaz. ALLAH Subhanehu ve Teala en iyisi­ni bilir. [42]


[29] Prof. Dr. Muhammed Ebu Zehra, İmam Zeyd, Hayatı, Fikirleri ve Çağı, Şafak Yayınları: 251-253.

[30] Prof. Dr. Muhammed Ebu Zehra, İmam Zeyd, Hayatı, Fikirleri ve Çağı, Şafak Yayınları: 253-254.

[31] Yük taşıyan sığırlardan maksat sırtında yük taşıyanlardır. Bu adet Sudan ve Habeşis­tan´da yaygındır. Çalışan sığırlar ise, toprağı süren, arabaları çeken ve benzeri iğler yapanlar­dır.

[32] Şerh Ravd en-Nadir 2/399

[33] Bkz. Ravd en-Nadir 2/411

[34] Prof. Dr. Muhammed Ebu Zehra, İmam Zeyd, Hayatı, Fikirleri ve Çağı, Şafak Yayınları: 254-260.

[35] Prof. Dr. Muhammed Ebu Zehra, İmam Zeyd, Hayatı, Fikirleri ve Çağı, Şafak Yayınları: 260.

[36]Ravd en-Nadir 3/224



[37] Prof. Dr. Muhammed Ebu Zehra, İmam Zeyd, Hayatı, Fikirleri ve Çağı, Şafak Yayınları: 260-265.

[38] el-Mecmup 3/266

[39] Murabaha: Satıcının içinde i/10 veya İ/5 gibi orantılı kazanç bulunan fiyatlamah salması ve bunu da müşteriye açıklamasıdır. Tevliye: Malı aldığı fiyata satmak. Vedia: Malın belli bir oranda alış fiyatından daha azına satmaktır.

[40] el-Mecmu´ Ve Ravden-Nadir 3/168.

[41] Ravd en-Nadir 3/268

[42] Prof. Dr. Muhammed Ebu Zehra, İmam Zeyd, Hayatı, Fikirleri ve Çağı, Şafak Yayınları: 265-271.