- İmam Zeyd in fıkıh anlayışı 2

Adsense kodları


İmam Zeyd in fıkıh anlayışı 2

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
sidretül münteha
Wed 15 September 2010, 05:11 pm GMT +0200
İmam Zeyd in fıkıh anlayışı 2

f) Ebü Halid´in El-Mecmu´u Yalnız Başına Rivayet Etmesi.


210- El Mecmu ile ilgili olarak, böyle bir kitabın İmam zeyd´e ait olamayacağı tar-nda suçlamada bulunulmuştur, çünkü İmam Zeyd´in birçok öğrencileri vardır. Zira nun kendini ilme adadığı zamandan tutun da, ilim mihrabından ayrılıp cihada yöneldi­ği ve hatta ALLAH Teala´nın onun ruhunu teslim aldu ana kadar fakih ve muhaddislerden oluşan birçok taraftarları mevcuttu. O halde böyle bir adamın kitabını nasıl sadece bir kişi rivayet eder ve rivayeti konusunda yalnız başına kalır? Sadece bir cemaat tarafın­dan rivayet edilmesi imkanı bulunan hadis hakkında tek kişininyalnız başına rivayette bulunması kabul edilmez. Daha doğrusu bir rivayet konusunda büyük bir sayı içerisin­den tek kişi nasıl sivrilir? Şüphesiz büyükbir öğrenci kalabalığının elindeki kitabın te´H-fî, kitabın tamamını veya büyük bir bölümünü içlerinden yalnız birisinin değil de, öğ­rencilerin çoğunluğunun bilmesi icabettirir.

Şüphesiz bu tar düşünce, ilk bakışta yerinde bir itiraz olarak görünür. Ancak Zey-diyye sözü edilen itirazı birçok cevaplarla reddetmiştir.

Birincisi: İmam Zeyd´in öğrencileri .imamlarının katledilişiden sonra dağılmışlar ve katledilişinin hemen akabinde bir araya gelmemeşlerdir. Tibatiyle bu dağılış, onun gö­rüşlerini tümüyle nakledcmemelerini zorunlu kılar. Nitekim İmam Zeyd´in fıkhı alanın­daki rivayetleri, emin bir elin muhafazasındaydı. İşte o, öğrencilerinden en samimi dav­ranan birisinin eliydi. Bu mirası da o el korumuştur. İmamlarının ve önderlerinin katle­dilmesi olayı ile başlarına gelen bu panikten sonra darmadağın oluşları, onun rivayetle­rini topluca bir araya getirip çoğaltma konusundaki gücü kendilerine sağlamıyordu. Ni-hayetçilerinden birisi bu hususta sivrildi ve diğerleri de onu onayladılar. Diğerlerinin bu öğrencinin yaptığı rivayetlere rıza göstermeleri ve kitabının içeriğini kabullenmeleri, tasdik anlamını taşır. Dolayisiyle her ne kadar çoğaltılmasive kitap haline getirilmesi bir kişi tarafından gerekleştirilmiş ise de bu kitap, bütün öğrencilerinin rivayeti hükmünde­dir. Onların bu durumu olumlu karşılamaları, şu iki durumu gündeme getirir:

a) Raviyi Tasdik Etmeleri

b) Onun hakkındaki suçlamanın hepsi hakkında yapılan bir suçlama sayılacağı nedeniyle zımnen de olsa rivayetin ağır yükünü onunla paylaşmalarıdır. Çünkü suçlama, bu suçlamanın kapsamını kabullenen herkes hakkındadır.

Ikinicsi: İmam Zeyd´in evladı Ebu Halid´in yaptığı rivayeti kabul etmişlerdir. Nite­kim imam Şehid Yahya b. Zeyd´in, Ebu Halid´in rivayet ettiği el-Mecmu´u dinlediği nakledilir. Ayrıca Al-i Beyt´in bir kısım sülalesinin, sadece Al-i Beyt imamları tarikiyle gelen rivayetleri kabullendikleri aktarılır, diğer evladına da AI-i Beyt imamlarından ol­madığı halde Ebu Halid´in rivayetini neden kabullendiği sorulduğunda, ben Zeyd´in nak-letmesindensonra kabul ediiyorum demeştir. Böylece Ebu Halid´in el-Mecmu rivayetini aynı zarnand? ^um zeyd-´in oğlu İsa´nın da kabullendiği anlaşılıyor.

Üçüncüsü: Alimler, İmam zeyd´le çok fazla haşir-neşir olduğu için Ebu Haüd´i ri­vayetini kabul ederek benimsemesi erdir. Nitekim Irak´a göç etmesinden önce Medine´de beş yıl sohbetinde bulunmuş ve Zeyd (r.a) öldürülünceye kadar yanından ayrılmamıştır.

Dördüncüsü: Tek başına bir rivayette bulunarak suçlama nedeni sayılmaz, çünkü yalnız başına rivayette bulunma işi aşağılanma nedeni olamaz. Nitekim sahebe ile içli­dışlı olan tabiî sahabeden allığı rivayeti tek başına neklediyordu. Bu durum, sahebeyle yakın ilişkide bulunmaları ve yanlarından ayrılmamaları yüzündendir. Bu ise tek başına rivayet işine zarar vermez.

Besincisi: Diğer öğrencilerin o rivayetlere itiraz etmemeleri ve çoğunluunun sükut etme anlamında değil, onaylama anlamında bir kabullenme ile benimsememiş olmaları, yalnız başına rivayeti gerçekliştirm ediğinin delilidir.

Altıncısı: Ebu Halid´in, İmamın yanından ayrılmayan ve en uzun süre sohbetlerin­de bulunan öğrencilerden birisi oluşudur. Öğrencilerinin hiç birisi Ebu Halid kadar İma­mın yanından ayrılmayan bir kimseyitanıınamaktadır. Öyleyse en makul olan, onların bilmedikleri rivayetleri Öncelikle Ebu Halid´in yalnız başına nakletmesidtir. İşte Ebu Hureyre, kendisinden başka hiç kimsenin nakletmediği bir yığın hadisi rivayet aetmişitr. Bunun nedeni, her ne kadar Ebu Halid´in zeyd´le olan beraberliğinden daha kısa ise de, Ebu Hureyre´nin Nebi ile belirli bir süre beraber bulunmasıdır. Diğer sahebe ise ya tica­retle, ya hayatım kazanmakla veya seriyye ve gazvelere katılmakla meşgul idiler. [18]



g) Hz. Ali´den Rivayet Edilenlere Muhalefeti


211- el-Mecmu´u genel yapısıyla eleştirenler, Hz. Ali (k.v)´ye İsnad edilen görüşle­rin ve Nebi (s.a.v)´den nakledilen bir kısım hadislerin Hz. Ali´nin bazı rivayetlerine ters düştüğünü iddia etmişlerdir. Bu tartışma iki bölümde incelenir:

Birincisi: Muhakkik derecesine ulaşan rivayet ashabına ait Sıhah, Sünen, Müsned-ler gibi cumhura göre tutarlıkılan sabit olan Ehl-i Sünnet kitaplarındaki Hz . Ali´den naklen rivayet edilenlere aykırı düşmesidir. İkinci grup Hz.Ali´den naklen rivayet edilenlere aykırı düşmesidir. İmamlarına ters düşmesidir. Muhalefet ettiği bu imamlar arasında bu mezhebin imamlarından birisi hatta mezhebin ikinci İmamı sayılan biri bu­lunmaktadır. Bu zat yüzyılın ikinci yarısında yaşıyan İmam Hadi üe´1-Hakk Yahya b. el-Hüseyin´dir. [19]

O, Zeydiyye Fıkhını Yemen´e nakleden, daha sonraları orandan da şarka ve garba taşıyan kimsedir. Şüphe yok ik böyle bir eleştiri eğer doğruysa el-Mecmu´a. yönetilen en güçlü eleştiridir. Şimdi bu iki bölüm üzerinde bir miktar duralım:

2l2- Birinci grup üzerinde duracak olursak: Ebu Halid´in İmam zeyd´den ders aldığı üshamn Hz. Ali (r.a)´den yapılan rivayetlere ters düştüğünü iddia etmişlerdir. Nitekim Zeydiyye bu konuda verilecek yargının, e!-Mecmu´da Hz. Ali´den rivayet edilenlere Elh-i Sünnet alimleri tarafından Cumhurun görüşüne uygun olarak hazırlanan müsned-lerde ve sünenlcrde Hz. Âli´den rivayet olunanlar arasında mutabakatbulunup-bulunma-dığı noktasında düğümlendiğini benimsemişlerdir. Buna göre, eğer ikisi arasında muva­fakat varsa el-Mecmu sahih sayılır. Eğer birçok konuda iki rivayetarasında aykınlı varsa o zaman da cl-Mennu´ şüpheli sayılır, uydurulmuş addedilmesi sözkonusu olmaz. Nite­kim ei-Mecmu´ yorumcuları aykırılık lezninın batıl olduğunu benimsemişlerdir. Bir bö­lümü bu hususta şöyle der: "Her kim onu (yani Ebu Halid´i) uydurma bir nüshası bulun­makla mahkum ederse, bilsin ki biz o nüshayı didik didik ettik; onu bir kısım sünen ve müsnedlere müracaat ettirdik. Neticede o nüshanın başka yollardan Sahih veya Hasen olarak bir senede dayanmakta olduğunu gördük. İnşALLAH bu konu üzerinde duracağız. Artık bukadar bilgiden sonra Ebu Ilalid´i yudurmacilıkla yaralamak, bir kimseyi falan kişiyi dülşmanlık ve zulüm nedeniyle öldürmekle suçlayıp, sonra da öldürüldüğü iddin edilen bu şahsı hayatta görmemiz durumundaki kimse gibidir.[20]

Şüphe yok ki yukarıdaki dengelenmeyi yapmak, en güvenli bir ölçekti. Biz, Cum­hur nazdindeki rivayetlere kendisini arzedip, onlarla Hz. Ali (r.a)´den rivayet edilenlerin arasını dengeleyen el-Mecmu´un şerhine da başvurduk. Neticede el-Mecmu´da Hz. Ali´den rivayet edilenlerle Müsnedler içerisindeki Hz. Ali´den rivayet edilenler arasında ana çizgiileriyle biraz muhalefet etmiş olsa da birçok zamanlar gerek Hz. peygamberin koyduğu Sünnete ve gerek dört mezhep imamları nezdinde meşhur olan hususlarla uyum sağlamaktadır.

Böyle bir dengeleme de nisbetin sağlamlık ve sakatlığının veya en azından sıhhatin mi tercihe şayatr veya zayıflığın mı tercihe layık olduğunun en güvenli ölçeğini teşkil etmektedir.

213- İtirazda bulunmanın veya suçlamanın ikinci bölümüne gelince o da, İmam ei-Hadi´nin el-Mecmu´da geçenlerin bir kısmına ters düşmesidir. Zaten Zeydiyye bu gerçe­ğe başından teslim olmaktadır. Ancak onlarbu gerçeği, el-mecmu´unsağlamhğınailişkin

birsuçlamanoktası olarak görmemektedirler. Bu husus da üçe ana nedene dayanmakta­dır:

a) imam Hadi ile´l-Hakk´m kendineait seçmeleri ve içtihatları vardır. EI-Baki de İmam "hadis seçmelerini ve içtihadını yaparken İmam Zeyd´in görüşleri dışındaki başka bir görüşün seçimini yapmıştır. Zeydiyye mezhebsininbu gibi görüşlere gönlü açıktır.

Nitekim Zeydiyye Mezhebi fakihlerinin tamamı İmam el-Hadi´nin kendine özgü seçmeleri, içtihatları ve kendine has tercihleri bulunduğu noktasında birleşmişlerdir.

b) İmam el-Hadi, el-Mecmu´dâ rivayet edilenlerin bir kısmına muhalif davranmakla birlikte el-Mecmu´un içeriğinden olan birçok hadisleri huccat edinmiştir. Şeyate onun nazarında el-Mecmu´daki\enn tamamı benimsemnmiş ve ravisi de zayıf olsaydı, içer­diklerinin bir bölümünü hüccet kabul etmezdi.

c) Kuşkusuz el-Hadi sika bir şehsiyettir. Ebu Halid´in de sika olmadığı isbatlanma-mıştır. Sika şahsiyetlerin rivayetlerininbirbiriyle çelişkilik arzetmesine Ehl-i Sünnet ki­taplarında da sıkça rastlanmaktadır. Muhakkiklerin bu konudaki örnek davranışı, bir ri­vayetle hüküm verip, diğerleri ile hüküm vermemesi şeklinde olmadan ve ravinini güve­nilirliğinde hiçbir suçlamada bulunmadan rivayetler arasında tercihler yapmaktır. Sün­netin rivayet edilişinde değişmez gelenek haline gelen bu kuralı uygulamak suretiyle, ravilerin getirdiklerinin bir bölümüne muhalefet ediyor diye. el-Mecmu´un tamamım saf dışı etmenin doğru olmayacağı kuralını kabullenmek zorundayız.

214- Bunun ötesinde, Hz. Ali´den el-Mecmıı´ tariki dışından rivayette bulunan sika raviler, el-Mecmu´âa geçenleri benimsemekte ve bu karşılıklı uyum nedeniyle el-Mec­mu´un tutarlılığını müsbet karşılamaktadırlar. Bu anlayış el-Mecmu´u güvenilir kılmak­ta diğerleri için de reddiye teşkil etmektedir. Nitekim bu anlayışa ilişkin birçok örnekler vermişlerdir.

A- Çocukların cariye olan annelerini satmak el-Mecmu´ Ali (r.a)´den naklen bu tür cariye olan annelerin satılabileceklerini rivayet etmiş, aynı şekilde cumhuru fukaha da cariye olan annelerin satılabileceğini Hz. Ali´den nakletmişlerdir.[21]

Hatta Hz. Ali´nin şöyle söylediği de rivayet olunur: "Benim görüşümle Hz. Ebube-kir ve Hz. Ömer´in görüşleri, çocukların cariye annelerinin satılmasının haram olduğu noktasında birleşmektedir. Fakat ben şu anda onların satılabilecekleri görüşündeyim." Kendisine, onlarla birlikte serdettiğin görüş, tek başına serdettiğinden daha olumludur, denilmiştir.

el-Hadi ile´1-Hakk Yahya bu konuya muhalefet etmiş ve onların satılmalarına karşı çıkmıştır. Ayrıca Ahmed b. İsa b. Zeyd´e yaptığı isnatta kendisine çocuklarının anne­sinin satılması konusunda sorulan soruya şiddetle karşı koyduğunu belirtmiş ve şöyle demiştir: "Böyle bir düşünceden nefret ediyorum. Hem Ali´nin bu görüşle olduğunu ne­reden biliyoruz?" Nitekim el-Hadi de aynı şeyi söylemiştir.

Şüphesiz bu açıklamalar, aşağıdaki bilgiler nedeniyle el-Mecmu´un rivayetleri ile il­gili suçlamada bulunmaya neden teşkil etmez:

1- Zira imamların bu görüşten nefret duyduklarını, yadırgadıklarını, ayrıca Hz. Ali´nin böyle bir görüş serdetmesine çok uzak ihtimal verdiklerini söylemeleri bu olayı tamamiyle saçma buldukları anlamını değil, bilakis kendilerine göre kesinlik kazanma­dı »ı anlamını taşır. Oysa kendilerine göre bir şeyin kesinlik kazanmaması ta´n anlamı ta­şımaz, püşüncelerinin varacağı en ileri düzey, bu rivayet konusuna kuşkuyla bakmalan-dtr Böyle bir anlam ise el-Mecmu´ hakkında açıkça suçlama noktası teşkil etmez. Böyle bir suçlama ancak rivayet edilenlerin çoğunluğunun kabul görmesi olayını ortadan kal­dırabilir. Belki de bu tutumları, Hz. Ali´nin ilk görüşüne sıkıca tutunmaları gayretidir. Durum ne olursa olsun bu imamların kuşku duydukları noktanın sadece soyut bir görüş olmayıp, aksine bizzat Hz. Ali tarafından satış işleminin yapıldığını ima eder tarzda ol­ması açısından Hz. Ali´nin ilk düşüncesi sika kişilerce desteklenmektedir. Biz de, her ne kadar satılabileceği görüşünde ise de, Hz. Ali´nin bu tür cariye anneleri satmadığı husu­sunda onlarla aynı fikirdeyiz. Şüphesiz fakih kişi mubah saydığı bir görüşü benimser, fakat mübahlığını kendi nefsine yakıştıramaz. İşte Ebu Hanife kendisi onları içmediği halde bazı nebiz çeşitlerini mubah saymış ve bu konuda şöyle demiştir: "Ya Fırat neh­rinde boğulmak veya bu tür nebizlerin haram olduğunu söylemekle tehdid edilsem, asla onların haramlığı fetvasını vermem. Aynca ya Fırat nehrinde boğulmak veya o nebizleri içmekle tehdid edilsem, asla onları içmem." O (r.a), kendisini haram işlemekle itham edilmekten tenzih ediyor ve helal oluşu üzerinde şüphelenerek onları içmekten nefsini uzak tutuyor.

2- Hz. Ali´nin bu konuda görüş beyan ettiğine ve Hz. Ebubekir ile Hz. Ömer (r.a)´nın görüşleriyle uyum sağlayan ilk görüşünden vazgeçtiğine, çeşitli Ehl-i Sünnet kitaplarının tanıklık etmesidir.

3- Haram oluşuyla ilgili kesin konuşan Zeydiler Hz. Ali (r.a)´den naklen yapılan ri­vayete itimad etmeyip, aksine Hz. Ali (k.v) dışından nakledilen diğer hadisleri itimada şayan görmüşler ve Kıpti Mariye´nin azad edilmesi olayını, Nebi (s.a.v)´in: "Onu oğlu azadettirdi" buyurmasını, İbn Ömer´in. Ömer b. Kattab´dan naklen: "Herhangi bir çocuk doğuran cariye efendisinden çocuk sahibi olursa, artık o çocuk annesini sattırmaz, hibe ettirmez, mal olarak miras bıraktırmaz, çocuk annesi sayesinde kazandığı haklardan ya­rarlanır; çocuğun ölmesi durumunda ise kadın hürriyetine kavuşur" ifadesini rivayet et­mişlerdir.

Görmüş olduğumuz gerçek şudur ki, bu mesele, el-Mecmu´un saçma oluşuna değil, tutarlı bir kitap oluşuna tanıklık etmektedir. Böyiece, kitap hakkında bir suçlamada bu­lunulmasına sebep teşkil etmemektedir.

215- B) İmam Zeyd´in Ali (k.v)´den yaptığı rivayetten alındığı söylenen rivayetlere" birisi de, 25 adet devenin zekatının beş koyundan ibaret oluşudur. Oysa Nebi (s.a.v) den rivayet edildiğine göre, 25 devenin zekatı, iki yaşındaki dişi deve yavrusudur.

Bu rivayet, cumhurun nezdinde kabul gören bir rivayettir. Zeydiyye imamlarının çoğunluğu da buna muvafakat etmişlerdir.

Bu durum da, aşağıdaki üç nedenden dolayı el-Mecmu´ hakkında suçlama sayıla­maz.

a) Bu rivayeti yalnızca el-Mecmu´ vermemiştir. Bilakis bu rivayet, birçok tariklerle Hz. Ali´den nakledilmiştir. Nitekim Şa´bi, Asım, Ali tarikiyle rivayet edildiği gibi, Süf-yanes-Sevri de Hz. Ali´den rivayet etmiş ve hadis-i nebevi´ye aykırı bulmuştur. Ayrıca Darekutnî Hz. Ali´den rivayet etmiş ve hadisi zayıf saymışta".

b) Şüphesiz zahiri yönüyle hadis-i nebeviye muhalefet etmesi, Hz. Ali´den yapılan rivayeti zayıf düşürmez. Zira sermayesi dahilindeki develerine zekat vacib oian kimse­nin yanında iki yaşında deve bulunmaması, Ali (r.a)´ın bu deveye beş koyunu denk say­ması nedeniyle her iki rivayetin arasını bulmak mümkündür. Hz. Ali iki yaşındaki deve­nin zekat olarak verilmesini reddetmiştir. Lakin sözkonusu deveyi bu kadar sayıdaki ko­yunla eşdeğer tutmanın caiz olacağını uygun görmüştür.

c) Hz. Ali´nin hakkında fetva verip, bir kısım Zeydiyye´nin te´viline gittiği bir mes´ele de, konusunu, iki kişi arasında ortak, birisinin on, diğerinin onbeş deve hissesi bulunan, Ali (k.v)´nin de herbirisine değil, ikisine birden gerekli olan zekatla fetva ver­diği toplam yirmibeş devenin oluşturduğu mes´eledir.

Durum her ne olursa olsun, rivayet temize çıkarılmıştır. Ayrıca sünnet ve fıkha ay­kırı düştüğü için rivayette çelişki olsa da böyle bir durum kitabın tamamında bir ta´nda bulunma yetkisini veremez.

216- C) el-Mecmu´un ravisi Eb Halid´in Ali (k.v)´den naklettiği rivayette Hz. Ali şöyle buyurmuştur: "Hasan ile Hüseyin´in dışında, çocuğun babası lehinde şahitlik yap­ması kabul edilmez." Bu görüşü Hz. Ali´den nakletmiş ve şunu eklemiştir: "Eğer bu gö­rüşün Hz. Ali´ye ait olduğu doğruysa, ben de çocuğun babası için şahitlikte bulunmasını tecviz etmem." Şüphesiz bu rivayet İslam fıkhındaki karar altına alınmış durumlara, Zeydiyye fıkhına ve imamlardan yapılan nakillere ters düşer. Zeydiyye ise böyle bir dü­şüncenin el-Mecmu´un rivayetini ortadan kaldıramayacağı, hem de aşağıdaki sebepler­den dolayı el-Mecmu´un ravisi konusunda ta´nda bulunmaya zemin teşkil edemeyeceği şeklinde reddiyede bulunmuştur:

1) Ebu Halid´in Ali (k.v)´ye nisbetinin sıhhati konusunda şüpheli hareket etmesidir. Dolayısiyle şu ifadeyi kullanmıştır: "Eğer bu rivayet doğru ise...." Böylece Ali´nin dışın­daki rivayete geçmeden önce, yaptığı rivayette şüphe ettiği uyarısında bulunuyor.

2) Bu rivayet sadece iki imam Hasan ile Hüseyin´e özgüdür. Dolayısiyle bu hususi­lik cumhurun görüşüne ters düşmez. Ayrıca bu yorum Hz. Ali´ye ait bir yorumdur. Yok­sa senedi, Nebi (s.a.v)´e dayanan bir hadis değildir. Zeydilerden Hz. Ali´ye muhalefet edenler, Hz. Hasan´la Hz. Hüseyin´in şahitlik yapmaları olayı huzurlarında meydana ge­lenlerden değillerdi. Buna göre, Hz. Hasan´la Hüseyin´den birisinin yalnız başına şahit­lik yapmasının caiz olmasına itiraz eden kimselerin itirazının pratik bir haberi yoktur.

3 ) Suyuti eî-Camhı´l-Kebir´de Sadi´den naklen şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Ce-mel Vak´asi günü Hz. Ali´nin zırhı kayboldu. Bir adamın eline geçti ve onu sattı. Daha sonra bir yahudinin yanında bulunduğu öğrenildi. Davayı Şurayh´e iletti. Ali´ye oğlu Ha­san´la mevlası Kanber şahitlik yaptı. Şurayh, Ali´ye:

-Hasan´m yerine benim yanıma başka bir şahit getir.

-Hasan´m şahitliğini red mi ediyorsun?

-Yok ama senden naklen ezberlediğim bir şey var: "Oğulun babaya şahitliği caiz ol­maz." dedi.

Nitekim Suyuti hadisi başka bir rivayetle de zikretmiştir: "Ali bir yahudi aleyhine zırh konusunda Şurayh´a başvurdu. Şurayh:

-Ya emire´I-mü´minin, ne diliyorsun?

-Zırhım yere düştü. Onu bu yahudi eline geçirdi.

Şurayh, karşı tarafa:

-Bu konuda ne dersin?

-İşte zırhım elimde. Şurayh şöyle dedi:

-Doğru söyledin ya emirel-mü´minin, şüphesiz o senin zırhındır. Fakat iki şahidin bulunması zorunludur.

Hz. Ali mevlası Kanber ile oğlu Hasan´ı çağırdı ve zırhın kendisine ait olduğu hak­kında şahitlikte bulundular. Şurayh:

-Senin mevtanın şahitliğini normal karşılıyoruz. Fakat oğlun Hasan´mkine gelince, onun şahitliğini normal sayamayız.

Hz. Ali:

-Ömer´in, Resulullah (s.a.v)´in şöyle dediği tarzındaki ifadesini duymadın mı?

"Hasan ve Hüseyin cennet ehfi gençliğinin efendileridir."

-ALLAH! ALLAH! Öyledir.

-O halde sen cennet ehli gençliğinin iki efendisine ait şahitliği normal bulmuyor musun? Sonra yahudiye dönerek:

-Al şu zırhı, deyince yahudi:

-Hayret, Emir el-mü´minin beni müslümanların kadısının huzuruna götürdü. Kad! kendisi aleyhinde hüküm verdi ve o da razı oldu. (Hz. Ali´ye dönerek) Ya emirelmü´mi-nm vallahi doğru olan sensin. Şüphesiz zırh senin zırhındır. Senin devenden yere düş­müştü. ALLAH´tan başka ilah bulunmadığına ve Muhammed´in O´nun elçisi olduğuna şe-hadet ederim.

Bunun üzerine Ali (k.v) zırhı yahudiye hediye etti. Ve yediyüz dirhemle ödüllendir­di- O kimse cihad esnasında hep beraberindeydi."

Bu duruma göre yukarıdaki rivayet Ebu Halid´in naklettiklerinin doğruluğuna tanık-etmektedir. Kaldı ki Ebu Halid yaptığı rivayeti kararlı bir şekilde değil, şüpheyle ba­karak nakletmiştir.

Lakin yapılan bu nakli şu şekilde araştırma zorunluluğu vardır: Acaba Ali (r.a)´ın ifadesi, oğlu Hasan´ın kendi lehine şahitlik yapmasının normalliği görüşünde olduğunu gösterir mi? Evet Hz. Ali, tezini isbatlamak için mevlasım ve oğlunu huzura getirdi Belki de bunu tezini isbatlamak için değil de, karşı tarafı ikrara sürüklemek için yaptı. Yine belki de bu davranışı, büyük bir ümmet topluluğuna, oğulun babası lehinde şahitlik yapmasının caiz olmadığı hususunu. Velevki bu oğul Hz. Hasan gibi biri makammda, davalı da mü´minlerin emiri gibi birisi mevkiinde olsa dahi- alenen göstermek için sergi­lemişti. Ayrıca belki de bu davranışı alınacak ibretin Nebi (s.a.v)´in koyduğu düzenle il­gili açık deliller içerisinde bulunduğunu ilan etmek için ortaya koymuştu. Velevki dava­cının yalan söylediği asla görülmemiş olsa, öte yandan o davacıyı iddiasında, hayatta yalan söylediği hiç duyulmayan aksine Nebi (s.a.v)´in kendisiyle ilgili olarak "cennet ehli gençliğinin efendisi" olmakla şehadette bulunduğu bir kişi olsa dahi.

Kuşkusuz bunun da ötesinde Suyuti´nin rivayeti, Hz. Ali´nin adalete imanının, yar­gının verdiği hükme saygı duymasının, ayrıca bütün insanların yargılama kurulu önün­de eşit bulunduğu ilkesine inancının kuvvet Ölçüsünü göstermektedir. Tercihe şayan gö­rülen beyyineler Hz. Ali´e önceden var olan güvenilirlik belirtileri değildir. Dolayısiyle yargıcın da bu güvenilirliğe saygı duyarak hüküm verme yetkisi yoktur. Ancak onun yetkisi, dava yanlılarının kendi huzurunda sergilemiş oldukları açık belgelere göre hü­küm vermek şeklindedir.

217- Bu suçlamalar el-Mecmu´ u nakleden ravi konusunda yapılan suçlamaların bü­tünüdür. Bu suçlamalar hem rivayetlerin senedini, hem de metnin kendisini kapsamakta­dır. Ravi çok şiddetli bir şekilde eleştirilmiştir. Eleştirmenler, metnin içerisinde bulunan bir kısım eksiklikleri tamamlama cihetine gitmişlerdir. Zeydiyye her iki tür eleştiriyi de reddetmiş, hem ravi konusunda yapılan suçlamaları, hem de el-Mecmu´un bizzat içeriği ile ilgili suçlamaları geri çevirmiştir.

Şüphesiz biz, suçlayıcıların ve ravilerin görüşleri üzerinde araştırıcı bir gözlem yap­tığımızda aşağıdaki genel sonuçlara varmaktayız:

1- Kuşkusuz eİ-Mecmu´un büyük bölümüne güvenmemekle ta´nda bulunan bu kim­selerin suçlamalarının nedeni, mezhebe dayalı firkalaşmalardır. Mezhebe dayalı fırka-laşmalarm ise raviye güvenmeme konusunda sebep teşkil etmesi doğru olmaz. Nitekim biz, eşsiz imamın kendilerini fikri oluşumlarındaki sapıklığa düşmekle suçladığı insan­lar konusundaki İmam Şafii´nin açıklamalarını nakletmiştik. Fakat bütün bunlara rağ­men imam, kendilerini sıddık kişiler olmakla nitelendirmiştir. Şüphesiz hanefi mezhebi­ne göre fıkhın değişmez prensiplerinden birisi, iffetli bir kadına iftiradan dolayı hüküm giyen yahut yalancılıkla meşhur olan kimse dışındaki bütün müslümanların, aralarındaki meselelerde adil kişiler oldukları hususudur. Oysa bu tür meşhur olma hadisesi, ravi Ebu Halid hakkında sözkonusu değildir. Kaldı ki kadılar Hattabİye´îerin dışındaki bütün bid´at ehlinin şahitliğini kabul etmişlerdir. Hattabiler rafızilerin içinden, kendilerinden herhangi birisinin bir olayı görüp aynen tesbit ettiğine şahitlik yapmasını normal karşı­layan taifedir. Bu tür şahitlik, içlerinden sika olduğuna inanılan bir kişinin görmesi ve olayı aynen tesbit etmesiyle meydana geliyordu. İşte şahitliklerinin reddedilmesinin ne­deni buydu.

2- Ravi konusundaki suçlamaların tümü, soyut anlamda suçlamalardır. Ravinin ya­lancı olduğunu belgeleyen hiçbir vak´a zikredilin emiştir. Şüphesiz kendisini suçlayanlar bulunduğu gibi, temize çıkaranlar da bulunmaktadır. Gerçek şu ki soyut anlamda bir te­mize çıkarma kabule şayan görülür, fakat soyut bir suçlama iddiası kabul göremez. Zira soyut anlamdaki aklama sürekli şekilde kişinin doğruluğuna şahitlik yapmak demektir. Halbuki mutlak manada bir suçlama, olaylara dayandırılma zorunluluğu bulunmasından dolayı sürekli olarak aynı şahitliğin yapılmasını uygun düşürmez.

3- el-Mecmu konusundaki suçlamalar rivayetlerin tümünü kapsamına almamakta sadece rivayet edilenlerin bir bölümünü içermektedir. Oysa kitapta suçlamaya hedef olan rivayetlerin bir bölümünün, başka yönlerden zayıf veya kuvvetli şahidi bulunduğu tesbit edilmiştir. İddialar doğru olsa dahi. velev ki rivayetlerin bir bölümü isabet alsa bi­le bu durum metnin esası hakkında bir suçlama teşkil etmez. Rivayet edilen bir bütünün çok az bölümü hakkında suçlamada bulunmak, onun dışındaki bölümleri suçlama anla­mını doğurmaz. Şüphhesiz hadis kitaplarının en sahih olanları bile konularının bazı bö­lümleri hakkında suçlamaya uğramışlardır. Bu husustaki görüşleri, bu kitap içerisinde, ilgili yerinde ayrıntılı olarak verdik. Buhari´yi ele alalım: Fakihlerin cumhuruna göre sa­hih hadis kitaplarının önde geleni olduğu halde, o bile bir kısım hadis ricali ile rivayet. ettiklerinin bir bölümünde eleştiriye tabi tutulmuştur. Ancak bu eleştiriler onu rivayet kitaplarının en sahihi ve en çok kabul göreni olma durumundan aşağı düşürmemiştir.

4- el-Mecmu´ bazı Zeydiyye imamlarının görüşlerine ters düşmüştür. Fakat aynı imamlar böyle bir ters düşme iddiasını, el-Mecmu´un içerisinde yeterli bilgi bulunması nedeniyle kabul etmediler.

Biz böyle bir dengelemeyi yaptıktan sonra ilgili kitabın tabul görme yönlerinin suç­lama yönlerinden daha tercihe şayan olduğunu görüyoruz. Dolayısiyle Ebu Halid´in yap-Hgı rivayetin doğruluğunu benimsiyoruz. Fakat rivayetinin nisbetine ilişkin konuyu ta­mamlamak için, birisi Ebu Halid´e nisbet edilen kitabın rivayet tabakalı, diğeri de Zey-oıyyenin o kitabı mezhebin esası olarak benimsemesinden ibaret olan iki hususa göz at­mak zorunludur. [22]



h) El-Mecmu´un Rivayet Tabakalı


218- el-Mecmu´ ehKebir sarihi Şerefüddin Hüseyin b. Ahmed b. Hüseyin, er-Ravd r a^İ! kitabında, el-Mecmu´un rivayeti ile ilgili olarak İmam Zeyd (r.a)´dan rivayeti sağlayan Ebu Halid´e kadar varan bağlantı senedini zikretmiştir. Adı geçen araştır­macı sarih, 1221 yılının Cemadiyelula ayında vefat etmiştir. Yani bu zat onbir asır bo­yunca gelip geçen rivayet tabakalını belirtmiştir. Şüphesiz bu, uzun bir rivayet zinciri­dir. Kuşkusuz böylece bu rivayet zincirindeki ravilerin tamamının sika kişilerden ibaret olduğunu isbat etmiştir. Biz, cl-Mecmu´u kendi ilk ravisine ulaşıncaya kadar geçen bü­tün ravilerin güvenilirliğinin gerçekleşmesini kastetmiyoruz. Aksine bizi ilgilendiren husus, hicri 3. yüzyılın ortalarına veya sonlarına kadar rivayette bulunanların güvenilir­liğine açıklık getirmektir. Çünkü sünnetle ilgili kitaplar, ancak bu yüzyılın sonunda şöh­rete kavuşmuş ve patlama noktasına ulaşmıştır. Alimlerin bu yüzyılda kabullenerek mezhebin esası saydıkları rivayetleri daha sonraki nesiller de aynen benimseyerek al­mışlardır. Bu fetret döneminde rivayetlerin hamili olan kişilerdeki güvenilirliğin düğüm noktası, sıdk sıfatıyla özdeş durumdaydı.

Öte yandan bu yüzyılın sonunda sözkonusu mezhebin ikinci imamı sayılan hidayet rehberi İmam Yahya b. Hüseyin yetişti. Dolayısiyle bu eşsiz imama varıncaya kadar ge­çen ravileri, kendilerine olan güvenilirliğin ölçüsünü, kendisine ve dönemine kadar taşı­dıkları rivayetlerin ravilerinin güvenilirliğini bilmemiz gerekir Zira İmam Yahya, bir bölümüne muhalefet etse dahi el-Mecmu´da geçen rivayetlerin çoğuyla hüküm vermiş­tir. Bu muhalefet olayı genel anlamda kitaba olan güvenirlilik ölçüsünü azaltmaz, el-Mecmu´konusunda muhalif davranan kişi sadece kendisine gerek sahabenin ve gerekse diğerlerinin görüşlerinden seçmeler yapma konusunda serbestiye! bulunduğundan dola­yı muhalefet etmiştir. Haddizatında İmam Yahya, başlıbaşına bir müçtehid idi.

219- er-Ravd en-Nadir sahibi belirtmiş olduğu tabakat zincirinde Ebu Halid´den ri­vayeti yapan ilk kişiyi İbrahim b.Zeberkan olarak belirtmiştir. Nitekim Zeydiy ye "taba­kalında bu şahsın Ebu Halid el-Vasılîden İmam Zeyd´in iki el-Mecmu´unu yani hadis mecmu ile fıkıh mecmu´unu rivayet ettiği, ayrıca ondan da aralarında Ebu Nuaym Ha-fız´m da bulunduğu birçok kişilerin nakiller yaptığı haberi geçmektedir. Zeydiyye imamları onun rivayetine dayanarak hüccet getirmişler ve onu güvenilir saymışlardır. Ayrıca bir kısım muhaddisler ve İbni Muin bile onu sika ravi addetmişlerdir. Öğrencisi Nasr b. Muzahim onunla ilgili olarak, müslümanlann seçkin şahsiyetleri arasında bulun­duğunu belirtmiştir. Zira İbrahim, Ebu Halid´in yanından hiç ayrılmazdı. Böylece Ebu Halid´in bu tarz tertibi ile düzenlenmiş iki mecmuayı kendisinden dersler halinde almış­tır, h. 183 senesinde vefat etmiştir.

O da hocası Ebu Halid gibi suçlamada bulunanların soyut ve açıklık getirmeyen tarzdaki suçlamalarına maruz kalmıştır. Suçlamada bulunan kişiler, siyasi alanda veya bazı itikadi meselelerde mezheplerine ters düşen mezhebin bütün taraftarlarını güvenilir saymayan bir kısım muhaddislerdir. Nitekim aynı türden suçlamalar, Ali Beyt´in başka bir ifadeyle kutsallık atfettikleri Ehl-i Beyt imamlarının muhabbetinin yalnız kendilerine

Özgü olmasını isteyen rafıziler tarafından ortaya atılmıştır. Onlar, imamlara bu tür kut­sallaştırmayla hususilik izafe etmişlerdir.

Zeydilcr, tüm olarak ez-Zeberkani´yi temize çıkarmakta ve içlerinden hiçbirisi onu suçlamamaktadır. Aynı şekilde İsna Aşerîyye imamiyyesinden ılımlı düşünenler de onu aklarlar. Nitekim Nehcııî-Belağa sarihi İbn Ebi´l-Hadid şöyle der: "O, hadis ricali ara­sındadır."

220-el-Meanu´u İbrahim Zeberkan´dan da Nasr b. Muzahim ders olarak almıştır. İbrahim b. Zeberkan Ebu Halid´den ders alırken tek başına olmadığı gibi, aynı şekilde Nasr da ondan yalnız başına ders almamaktaydı. Nitekim Nasr b. Muzahim İbrahim´den naklen şöyle der: "el-Mecmu el-Kebir´i bana o anlatı; hadislerinin tamamı Ebu Ha­lid´den alınmıştır." Nihayet Nasr´ın eî-Mecmu´u birisi Ali sened, diğeri de nazil sened olmak üzere iki senedle rivayet ettiğini söylemişlerdir. Buna göre Nasr, bir tabaka aşağı inerek İbrahim b. Zeberkan´dan rivayette bulunduğu gibi, bizzat Ebu Halid el-Vasıtî´nİn kendisinden de rivayetler almıştır.

Nasr muhaddis olmakla birlikte aynı zamanda tarihçi idi de. Sıffin olayı´nm tarihini yazan odur. el-İsfahani onun hakmda şöyle söyler: "Nasr, hadis ve nakil alanında canlı bir belgeydi; Muhammed b. Muhammed b. Zeyd´e ait haberleri bir araya getirmiş ve o da kendisini alış-veriş merkezinin yöneticiliğine getirmiştir."[23]

Nasr, Zeydiyye´ye göre güvenilir bir kişiydi ve imamları nazarında da makbul bir şahsiyetti. Hatta İmam el-Hadid ile´1-Hakk Yahya, el-Akkam kitabının Kitabu´t-Talak bölümünde Nasr´dan rivayetler almıştır.

Zeydiyye içerisinden kendisine muhalefet edenlerin çoğunluğu, onu doğruluğu ko­nusunda suçlarlar. Kendisine karşı çıkanların bir bölümü de suçlama sebebi olarak aşın şia yanlısı olmasını gösterirler. Nitekim Zehebi, onun rafızi olduğunu söylemiştir. An­cak gerçek şu ki, o rafızi değildir. Çünkü Zeydiyye´nin tamamı veya büyük bölümü, iki otorite şahsiyet Hz. Ebubekir ve Hz. Ömer´in imamlıklarını reddetmemekte birleşmişler­dir. Fakat Carudiler. İmam Zeyd´in mezhebini bu konuda terkeden ve Zeyd (r.a)´ın peşinden iki otorite şahsiyet Hz. Ebubekir ile Hz. Ömer´in imamlıklarını kabul etmeyen °ir gruptur. İşte Nasr bunlar gibi değildi. Aksine Zeyd (r.a)´ın sülalesine yardımcı olan, ayrıca Zeyd´in görüşlerini ve mezhebini metot edinenler arasından bir zeydî idi. Dolayı-Sıyle Zehebi´nin Nasr´ın rafıziliği ile ilgili olarak yaptığı suçlama, ancak kendi kuruntu­na göre bütün Şiilerin rafızi olmaları varsayımına dayandırıldığında doğru olabilir.

Nasr hakkında aynı şekilde İtnamiyye de suçlamada bulunmuş ise de, bütün bunlar P ´?´ suçlamalardır. Aynı şekilde İmamiyye´nin suçlaması soyut anlamdadır ve bu suçlamaya iltifat edilemez.

Aynca Nasr, Me´mun´a karşı h. 199. senesinde kıyam eden Muhammed b. Muham-

(1) med b. Zcyd ile birlikte cihad sahnesine atılan zeydiler arasındaydı. O sırada ordu ko­mutanı Ebu Seraya idi. Daha önce işaret ettiğimiz gibi Nasr, aliş-veriş merkezinin yöne­tim işini adı geçen Muhammed adına üstlenmişti. Ondan önce de İmam Muhammed b İbrahim ile birlikte cihad görevini yürütmüştü. Dolayısİyle Zeydi Şiiliğini canlı tutma işinde kendisini sadece fıkha veya onun öğrenimini yapmaya hasretmedi. Aksine miica-hidlerle birlikte cihad etmeyi, ayrıca yönetim kendi ellerinde bulunduğu sürece alış-ve­riş merkezinin yöneticiliğini üstlendi. Nihayet h. 3. yüzyılın ilk yarısında vefat etti.

221- İşte görüldüğü gibi Nasr b. Muzahim el-Mecmu´u hem Ebu Halid´den ve hem de onun dışındaki kimselerden rivayet etmiştir. Aynı şekilde Nasır´dan da aralarında Sü­leyman b. İbrahim b. Ubeyd el-Muharibi´nin bulunduğu birçok kişiler nakil yapmışlar­dır.

Fıkıhtan ve hadisten oluşan iki mecmuayı aynen Ebu Halid el-Vasitî düzeninde Mu­haribi rivayet etmiş, ancak o dahi diğer Zeydiyye ravileri gibi cumhur muhaddislerin suçlama hedefi olmuştur. Zira aşırı şia taraftan olduğundan dolayı kendisini zayıf ravi saymışlardır. Ayrıca Muharibi. îmamiyye´nin suçlamalarına da hedef olmuştur. Onların iki otorite şahsiyet Hz. Ebubekir ve Hz. Ömer (r.a)´nın imamlıklarını reddetme şeklinde­ki görüşleri doğrultusunda fikir beyan etmediği için Muharibi´yİ zayıf ravi addetmişler­dir. Nitekim bahsi geçen Süleyman´dan zeydilerin büyük bir çoğunluğu bu tarz açıkla­maları dinlemiş ve topyekün olarak kendisini güvenilir ravi saymışlardır. Süleyman, el-Mecmu´u Zeydiyye fıkhının ayrıntılarıyla ele alıp bablannm geliştirildiği h. 3. yüzyılın ikinci yarısında nakledenlerden birisiydi. Fakat aynı dönemde vefat etmiştir.

el´Mecnm´u bahsi geçen Süleyman´dan da kızının oğlundan olan torunu Ali b. Mu­hammed b. Ahmed b. Hasan en-Nehai rivayette bulunmuştur. Bu torun, meşhur bir fa-kih idi. Asrının hanefi fakihleriyle haşir-neşir olmuştur. Zira ailesi Hanefi fıkhı içerisin­de imamlık mertebesine erişmekle ün yapmış, hatta bizzat kendisi hanefi fakihlerinden sayılmıştı. Aynı zamanda kendi dönemindeki Hanelilerinde önderi addedilmişti. Nite­kim Zehebi kendisini hanefi otoriteleri arasında zikretmiş ve h. 324 yılı olaylarını be­lirtirken hanefilerin önderi AH b. Muhammed b. Ahmed b. Hasan en-Nehai´nin bu sene­de vefat ettiğini söylemiştir.

Bu itibar göz önüne alınarak Ali b. Muhammed, fakih ve muhaddisler cumhurunun büyük bir çoğunluğu tarafından takdire şayan görülmüştür. Bu nedenle annesi tarafın­dan dedesinin ve birçok Zeydiyye ravilerinin maruz kaldığı gibi suçlamalara hedef kı­lınmamıştır. Ayrıca hanefi tabakatı içerisinde zikredilmiştir. Bu tabakatta, Ali b. Mu­hammed b. Hasan Kasi en-Nehai h. 324 senesinde vefat etmiştir.... şeklinde geçmekte­dir.

Onun Zeydiyye´nin nazarında sika bir şahsiyet olduğu, şüphe götürmez gerçektir. Nitekim el-Mecmu´u h. 265 senesinde dedesinin denetimi altında okumuştur.

de bahsi geçen Ali b. Muhammed. Zeydiyye fıkhı ile hanefi fıkhı arasındaki i*» sağlayan gerdanlığın orta yerindeki değerli taşlardan birisiydi. Biz ayrıntılı konu-ı rm birçoğunu sunarken, iki mezhep taraftarlarının fikhi çözümlemelerin büyük bölü­münde uyum sağladıklarını bulacağız.

Halta Zeydiyye fıkhının (emel ilkeler dışındaki konularda hanefi fıkhı ile ileri dü­zeyde birliktelik gösterdiğine tanık olsak bile bu temel ilkelerdeki uyumun genel anlam­da hanefi fıkhmdakilerlc daha az, düzeyde olduğunu göreceğiz.

222- Sözkonusu el-Mecmu´u. Ali b. Muhammed´den aralarında Zeydiyye´nin Bağ-dat´daki lideri Abdulaziz b. İshak´in da bulunduğu birçok kişiler rivayet etmiştir. Zey­diyye tabakatmda şöyle geçer: "İmam Zeyd b. Ali Aleyhisselam´a ait el-Mecmıı´an bab-larına göre düzenlenen fıkh-ı kebir bölümü, Ali b. Muhammed en-Nehai tarafından riva­yet edilmiştir. Nitekim onun dışındaki birçok kimselerden de rivayet edilmiştir. Lakin el´Mcamı´un Zcyd´den rivayeti ile ilgili olarak özellikle Ali b. Muhammed´in üzerinde durulmuş ve ondan da birçok kişiler ders atmışlardır." Oysa bu kimse îmamiyye´nin suç­lamalarına hedef olduğu gibi, aynı zamanda Ehli Sünnet´in muhaddis cumhurunun suç­lamalarına da maruz kalmıştır. Lakin bütün zeydilerin takdir ve güvenine mazhar ol­muştur. Zeydilerin birçoğu ondan rivayette bulunmuş, ayrıca Seyyid Ebu Talib Natik bi´I-Hakk kendisinden nakil yapmıştır.

Ali en-Nehai. el-Mecmu´u İmam Zeyd´den naklen rivayette bulunan kişi olmakla birlikte hanefi fıkhının öğreticiliği ile Zeydiyye fıkhının öğreticiliği arasını birleştirdiği kesinlik kazandığına göre, hanefi otoritesinden biri sayılır. Aynı zamanda sözü edilen Ebu Talib de gerek Ali Beyt´den gelen rivayetler ve gerek onlar nezdindeki haberlerin arasını, Ehl-i Sünnet katında maruf olan hadislerin rivayetiyle birleştirmiştir. Ayrıca o, Tirmizi´yc ait Süneni hadis rivayeteilerin alışageldikleri gibi bir araya toplanıp dersler biçiminde almadan rivayet etmekle eleştiriye uğramıştır. İşte Zehebi bu olayı, hakkında­ki suçlama nedenlerinden birisi saymıştır. Fakat ona yapılan böyle bir suçlama, bu asır­daki kitapların yaygın haîe gelmesi ve kapsamındakilerin tamamının herkes tarafından bilinir duruma gelişi nedeniyle bertaraf edilmiştir. Bu nedenle Hanefiler, meydana gelen o aylar konusunda herkes tarafından bilinmiş olma hüccetini arlık üçüncü yüzyıldan sonra yanı tebeittabiin döneminden sonra muteber saymamıştır. Çünkü bu yüzyıl içeri­sinde Rasulullah´ın ömek hayatı bütünüyle kitaplara aktarılmış olsa bile mezhepler an­anda kurulan bu tür karşılıklı İlişkiler nedeniyle güçlü haberlerin yanında zayıflar da meşhur duruma gelmiştir. [24]


i) Bahsi Geçen Ravilerden Sonraki Durum


223- Fıkha dayalı tedvin hareketlerinin çoğaldığı hicri dördüncü asra değin bir ilim otoritesinden diğerine... öğrencilik yapmış kişiler olarak söz ettiğimiz bu ravilerden son­ra Zeydiyye fıkhının ufukları geniş boyutlara yayılmaya başladı. Hatta belirttiğimiz bu periyodik raviler silsilesi esnasında Zeydiyye fıkhı içerisinde büyük çapta ayrıntılara in­me girişimlerinde bulunulmuş, fıkıh ve hadis alanında İmam Zeyd´in gerek bizzat kendi­sine ait nakiller ve gerekse kendisinin el-Mecmu el-Kebir tariki dışındaki başka yollarla Ali Beyt´ten naklen verdiği hadisler de rivayet edilmeye başlanmıştır.

İşte bu esnada daha önce de belirttiğimiz gibi sözkonusu mezhebin geliştiricisi ola­rak kabul edilen İmam el-Hadi ile´1-Hakk Yahya, mezhebe davet, konuların ayrıntılarına inme, mezhebin öz kaynaklarını gün yüzüne çıkarma ve bu mezheple diğer cumhur mezhepleri arasındaki yakınlaşma işini üstlendi. Ayrıntılı konulan sika kişilerin senedi­ne dayandırdı ve onları ana ilkelerin ölçüsüne vurdu. Artık bundan sonra tarih, Zeydiyye mezhebinin fıkıh kitaplarının, gerek temel gerekse ayrıntılı bilgiler açısından hakkım teslim etti. Böylece bu kitapların hükmü de, doğrulanma veya reddedilme açısından di­ğer çeşitli mezhep kitaplarının hükmü kapsamına girdi. Nihayet bu kitaplar hakkında verilen yargı da, hanefi mezhebi imamlarından bir Hassaf, bir Tahavi ve diğerlerinin ki­tapları hakkında verilen yargıya eşdeğer oldu. Diğer fıkhı mezheplerin tümü hakkındaki durum da anı şekildedir. Gerçek şu ki, üçüncü yüzyıldan sonra tedvin olayı ilmin ince­liklerini bir araya toplar duruma geldi ve alimler bütün mezheplere ait kitapları gözden geçirdiler. Zira bu kitaplar kendi çevrelerinin yaşantısında şöhret bulmuştu ve artık bun­dan böyle herhangi bir kanıtlanmaya muhtaç değillerdi. [25]



j) el-Mecmu´un Kabul Görmesi


224- Zeydiyye alimleri, el-Mecmu´n kabullenerek kaynak edinmişlerdir. Bu kitaba yöneltilen bütün suçlama şekillerini tek tek özetledik. Ayrıca Zeydiyye´nin suçlamada bulunanların görüşlerine verdiği cevapları da hulasa ettik. Nihayet el-Mecmu´un ilk ra-visi hakkında suçlamada bulunanların suçlamalarının esasım, mezhebe dayalı unsurların teşkil ettiği, ayrıca bu suçlamaların soyut anlamda olup, araştırmacının, suçlama ile hü­küm vermeye götüren vak´alarda suçlamacıların ortak noktalarını yakalama imkanını bulduğu sabit olaylara dayanmadığı sonucuna vardık. Dolayısiyle biz, müphem oluşu nedeniyle, suçlamaları reddedenlerin düşüncelerine katılıyoruz.

Yine eî-Mectnu´un metnine karşı yöneltilen suçlamalarda, Hz. Ali´ye nisbet edilişi konusunda ravisinin itham edildiği rivayetlerin, muhaddisler cumhuru nezdindeki Hz. Ali´den yapılan nakillerle uyum içerisinde bulunduğu kesinlik kazandığından, kabul gör­memişlerdir. Dolayısiyle böyle bir itirazın cevap verilecek tarafı yoktur. Bilakis bu tür itirazlar, el-Mecmu´un kapsadığı konuların reddinin değil, aklanmasının sonucunu do­ğurur. Yapılan araştırmalar, doğruluğuna tanıklık eden belgelerin bulunduğu sonucuna götürmekte, ancak yalan olduğu suçlamasında bulunan belgelerin mevcudiyeti sonucuna vardırmainaktadır.

Kendisiyle sıkça yüzyüze gelme imkanı olan Ebu Halici el-Vasıtînin dışında birçok rtörencileri olunmasına rağmen İmam Zeyd´den yapılan rivayetleri tek bir ravinin ger-ekleştirmesi tarzında suçlama yapılmıştır. Ancak böyle bir suçlamaya, aşağıdaki üç şe­kilde cevap verilir:

1- Ravd en-Nadir sarihinin yukarıda bahsettiğimiz cevabıdır. Bu cevaba göre, İmam Zeyd´in öğrencileri, ağır baskıların etkisi altında ülkenin her tarafına dağılmışlar­dı Bulundukları yerde adım adım takibediliyorlardı. Bu yüzden bir kısmı uzak ülkelere hicret etmiş, bir bölümü kendisini kamufle etmiş ve bir kısmı da takiyye kalkanı arkası­na sığınmıştı. Mantık kurallarının gerektirdiği pozisyon, onların bir araya gelmemeleri ve İmam Zeyd´den rivayet yapanların sayılarının çok olmaması şeklindeydi. İşte bu du­rum karşısında, bu kimseler, İmam Zeyd´den rivayet edilen haberlere vakıf olur olmaz hemen o haberlere muvafakat etmişlerdir.

2- Çeşitli mezhep kitaplarındaki raviler de bir veya iki kişidir. İşte Hanefi mezhe-bi´nin kitaplarını tedvin eden ve içindekileri rivayette bulunan kişi, İmam Muhammed b. Hasan eş-Şeybani (r.a)´dır. Önce Ebu Hanife´nin öğrencilerinin, sonra da öğrencisi Ebu Yusuf un öğrencilerinin Muhammed b. Hasan´dan ibaret tek bir kişi olması aklın kabul edeceği hususlardan değildir. Bilakis öğrencilerinin sayısı fazlaydı. Ancak tedvin, bira­ya getirme ve rivayet edilen bilgileri tekelleştirme işine Muhammed b. Hasan´dan başka­sı yönelmemiştir. Ayrıca bu durum o rivayetler konusunda suçlamaya zemin teşkil et­memiştir. Bunun nedeni, imamların tamamının o kitaplan kabullenerek mezhebin ana kaynağı saymaları ve onlarla hüccet getirmeleri hususunda tereddüt etmemeleridir. Ay­rıca Sahnun, el-Müdevvene´ yi Abdurrahman b. Kasım´dan rivayet etmiş, bununla bir­likte alimler bu kitabı benimseyerek kabullenmişler ve bu kitap hakkında İmam Malik´in görüşlerini rivayet etme konusunda Abdurrahman b. Kasım´ın yalnız başına kalmasını suçlama noktası saymamışlardır. Çünkü alimlerin çoğunluğu kitabın içeriğini kabullene­rek benimsemişlerdir. Yine aynı şekilde İmam Şafii fıkhının ravisi Rabi´ b. Süleyman el-Meravi Müezzin´dir. Hiç bir kimse onun gerek el-Umm ve gerekse er-Risaîe´yi İmam Şafii´den rivayeti konusunu er-Rabi´in yalnız basma gerçekleştirmesini suçlama nedeni saymaz. Çünkü er-Rabi´in çağdaşları onun rivayetini kabullenip benimserler. Çeşitli İs­lam beldelerindeki şafiîler, Şafiîlikle ilgili bilgileri el-Umm´özn almak isterler ve mese­lelerin ayrıntılarını ona göre hallederler.

3- Alimler, el-Mecmu´an kapsamına aldığı bilgi birikimini kabullenerek benimse­mektedirler. Şimdi bu konuyu, çok özet bir açıklamayla ele alıyoruz. [26]



k) Alimlerin, el-Mecmu´u Kabullenerek Kaynak Edinmeleri


Zeydiyye bütün kuşaklarında, el-Mecmu´u kabullenerek kaynak edinmişlerdir.

İçeriği hakkında İsa b. Zcyd (r.a) muvafakat eder. Çağdaşlarından hiçbirisi Ebu Halid el-Vasıtî´nin getirmiş olduklarına itiraz etmemiştir. Veyahut en azından hiç kimsenin ki­tabın kapsamına itirazda bulunduğu tesbit edilmiş değildir. Aynı durum, Ebu Halid´detı sonra gelen kuşaklarda da sürüp gider ve hiç kimse onun içerisindekilerc karsı koymaz Hatta İmam el-Hadi ile´1-Hakk gibi, el-Mecmu´un kapsamındakilerin bir bölümüne kar­şıt görüş serdedenler, el-Mecmu ´daki bir kısım rivayetlerle birkaç fıkıh kuralına karşı olmuşlar, fakat kitap hakkında yalancılık suçlamasında bulunmamışlardır. Nitekim Zey-diyye, kitabı kabullenerek kaynak edindiklerini gösteren çeşitli ibareleri kuşaktan kuşa­ğa nakletmiştir.

Bunlardan birisi, er-Ravd en-Nadir´âe geçen şu ibaredir: "O, şerefli otorite şahsi­yetler ve taraftarları arasında elden ele dolaşan meşhur kitaplardan birisidir." Nitekim imamların ortaya koyduğu belgeler cümlesinden naklettiğimiz, el-Mecmu´un kabul gö­rerek benimsediği hususu daha önce geçti. Yine İbn Hacer, Tbn Salah´a yazdığı nüktele­rinde şöyle der: "Şüphesiz bu meşhur kitap, şöhreti nedeniyle Sünen-i Neseî gibi mu­sannifine isnad edilmesinin tarafımızdan muteber sayılmasına muhtaç değildir."

Ali soyundan gelen Ehl-i Beyt (r.a) onu kabullenerek kaynak edindiler. Bahsi geçen şerhte aynı şekilde şöyle denilmektedir: "Bu el-Mecmu el-Kebir, Ehl-i Beyt arasında kabullenilerek kaynak edinilmiştir. Nitekim İmam el-Hadi ile´1-Hakk İzzeddin b. Ha­san... İmam Zeyd´den söz ederken der ki: "onun, fıkıh kitapları arasında el-Mecmu´u vardır. O, fıkhı bir araya getiren ilk kitaptır. Kitabı İmam Zeyd´den, Ebu Halid el-Vasıtî rivayet etmiş ve ümmet onu kabullenerek kaynak edinmiştir. Hatta İmam Muhammcd b. Mutahhar, kitabı, "el-Minhac´ül-Celi" adını verdiği ve içerisinde ilmin ender rastlanan, şaşırtıcı yönlerinden birçok şey bulunan iki cilt halinde şerhelmiştir. İmam Ebu Talib (r.a) et-Tezkire adlı kitabında, Ebu Halid´in bir araya toplayıp Zeyd b. Ali´den rivayet ettiği el-Mecmu´un, herkes tarafından varlığı benimsenmiş meşhur bir kitap olduğunu işaret eder. Ayrıca İmam Yahya b. Hasan b. Mahfuz da eş-§iteviyye adlı risalesinde, Ehl-i Beyt (a.s) sülalesi içerisinde Kasım ve Hadi´den önce İmam Zeyd b. Âli´nin fıkıh birikimi dışında bir fıkhın varlığından bahsetmenin mümkün olmadığını belirtmiştir.

226- Açıkça anlaşılıyor ki, kitabın senedi konusunda rivayetinin Ebu Halid el-Vasitf ye nisbeünde ve Ebu Halid´in bizzat kendi şahsiyeti üzerinde şüpheli davranmak noktasında veya metni konusunda şüpheyi alevlendirmek isteyenlerce ortaya atılanları hiç kimse suçlama saymamıştır. Durum bu şekilde olunca alimlerin ve özellikle Ebu Halid´in çağdaşı olan Ali Beyt alimlerinin kitabı kabullenerek kaynak edinmeleri, kita­bın doğruluk yönünü tercihe şayan kılmaktadır. Öte yandan Ebu Halid´in tek basma ri­vayette bulunduğuna, Ehl-İ Sünnet kaynakları şehadet eder. Bu nedenle eleştiri için hiç­bir tutarlı zemin sözkonusu değildir. Çünkü alimlerin İmam Muhammed´in tek başına ri­vayet ettiklerini belgeleyen kitapları kabullenerek kaynak edinmeleri, yalnız başına yâ"

rivayetler etrafında koparılan kıyametleri bertaraf etmiştir. Aynı şekilde bu nokta-´ Zevdiyye´nin, özellikle de Al-i Beyt´in kitabı kaynak edinmeleri, el-Mecmu´daki nis-beüerin doğruluğunu gösterdiği gerçeği muteber sayılır.

Şüphesiz o konuda ihtisas yapan alimlerin kabullenerek kaynak edindikleri herhangi bir bilimsel mecmua konusunda ta´nda bulunmak, ilmi yıkımın bir çeşidi ve şimdikileri eeçmiştekilere bağlayan bilimsel silsileyi koparmaktadır. Çeşitli mezheplere ait fıkhi mecmualar konusundaki kuşakların kabullenerek kaynak edinmeleri üzerine bina edilen güvenilirliği kaldırıp atacak olursak, o mecmuaları kitap haline getirenlerle fikri bağlar koparılmış olur. Ayrıca geçmiş şahsiyetlerin çalışmalarını tamamlamak için oluşan fıkhi araştırmalar kesintiye uğrar. Bu durum sadece fıkhi ve nazari ilimler için değil, aynı za­manda tecrübi ilimler için de sözkonusudur. Bugünkü alimler, çalışmalarını geçmişteki-lerin çalışmalarına dayandırırlar, yoksa zamanlarını, tecrübelerin kendisine dayandırıldı­ğı kişi hakkında şüphe üreterek geçirmezler.

Nitekim biz, edebiyat çalışmaları yapan bir grubun yaşayan gerçekleri göz önüne almadıklarını, ayrıca alimlerin yahut eleştirmenlerin veya da edebiyatçıların şiir olsun, nesir olsun, herhangi bir mecmuayı kabullenerek kaynak edinmelerini onun doğruluğu­nun belgesi saymadıklarını, böylece onlara teslim olmanın gerekliliğini kabul etmedik­lerini gördük. Diğer taraftan onlar, sırf inkara dayanan metotlarının bilimsel metot oldu­ğunu zannettiler. Sanki ilmi metotta karşı koyma işi, herhangi bir senede dayanmayan sırf inkar üzerine kurulurmuş gibi. Böyle bir metot herhangi bir konuda araştırma yap­ma yollarından sayılamaz. Çünkü araştırma yapmak, herşeyi inkar etmek değildir. Araş­tırma yapmak, ancak yaşayan gerçekler üzerine çatı kurmaktır. Eğer inkarın elle tutulur bir yeri varsa, o inkarın da dayanağının bulunması zorunludur.

Biz demiyoruz ki, alimlerin kabul edip benimsediği şeyler her zaman ve her durum­da makbul sayılır. Lakin biz diyoruz ki, reddeden ve hükmünü ortadan kaldıran bir delil gelinceye kadar aslolan, onun kabul görmüş olmasıdır. Karşıt bir delil ortaya çıkar, ke­sin anlamda olumsuzluğa sebep olursa, o zaman biz, olumsuzluğun getirdiği şeye tabî oluruz. Bunun nedeni, kabullenerek bir şeyi benimsemenin, doğruluğa şehadet eden bir gerçek olmasıdır. Örnek olarak "el" kelimesi, zahiri anlamda mülkiyetin delilidir. Eğer bu zahiri anlamın göstermiş olduğu anlamın tersini belirten açık belgeler ortaya çıkarsa, o zaman o belgelere uyarız.

Hasım tarafların ortaya attıkları, alimlerin kabullenerek kaynak edindikleri şeyleri nefyeden bütün açık delilleri araştırdık. Onların isbata değer hiçbir yönlerini bulamadık. Uolayısiyle onları bir tarafa attık ve alimlerin kabullenerek kaynak edindikleri görüşe Uyanan zahiri görüşle hüküm verdik.

227- Şüphesiz fikri zaruretler bizi, el-Mecmu´Ğa geçen bilgilerle hüküm vermeye bırakıyor. Olay şu ki, biz Zeydiyye fakihlerinin elden ele dolaştırdıkları, ayrıca

Zeydilerin İmam Zeyd´in görüş ve rivayetlerinde anladıkları şeylere göre İmam Zeyd´in fıkıh anlayışı hakkında bir kitap yazıyoruz. Yoksa biz, İmam Zeyd için Zeydiler nezdin-de bulunmayan görüşleri uydurmuş değiliz. Ve kendilerince maruf olmayan görüşler or­taya atarak onları büyük bir iddiaya sürüklemiyoruz. Eğer böyle bir iddianın peşinde ol­saydık, istediğimiz amacı elde etmek için zamanı kovalamaydık. Şüphesiz biz, mezhebi­ni nesilden nesile ders olarak alan bu alimlerin elden ele dolaştırdıkları şeyler dışında İmam Zeyd´in fıkıh anlayışına ait bir kaynak bulamamaktayız.

Kendisine nisbet edilen hususlarda, ayrıca bu nisbete göre mezhebin ayrıntılı yönle­rine inmek, mezhebe bazı şeyler izafe etmek ve mezhep içinde içtihad yapmak konula­rında kaynak alınacak olan adı geçen alimlerle Muhammed Ali Beytinde yetişen imam­lardır. (ALLAH Teala´mn rızası ve hoşnutluğu hepsinin üzerine olsun). O görüşler arasın­da, İmam Zeyd´den naklen gelenlere muhalefet edenler de vardır. Aynen Ebu Yusuf un ve Muhammed´in hocaları Ebu Hanife´ye muhalefet ettiği gibi. Yine İbn Vehb´in, hocası Malik´e muhalefette bulunduğu gibi. Ayrıca yine Müzeni´nin hocası Şafii´ye muhalif gö­rüş beyan ettiği gibi.

Madem ki Zeydiyye´nin karara bağladığı, ayrıca kendilerinden yaptıkları rivayetleri nesilden nesile naklettikleri gibi İmam Zeyd´in fıkhını araştırıyoruz. (Nitekim Zeydilerin çoğunluğu el-Mecmu´un İmam Zeyd´in fikirlerini temsil ettiğini açıkça ifade ederler). Öyleyse biz de çoğunluğunun yaptığı gibi araştırmada temel dayanak olarak el-Mec-mu´u kabul etmek, ayrıca Zeydiyye fakihlerinin büyük çoğunluğunun kaynak edinişi gi­bi aynı durumu benimsemek zorundayız. [27]



l) el-Mecmu´un İmam Zeyd´den Rivayeti Nasıl Gerçekleşmiştir?


228- Önceki açıklamalardan, İmam´m mezhebini Zeydiyye´nin benimsediği gibi ser­gilediğimiz sürece el-Meanu´u, Zeydiyye´nin kabullendiği biçimde kaynak edinmek gerektiği sonucuna vardık. Böylece onların kabullendikleri rivayetleri biz de kabul ede­riz ve reddettiklerini de reddederiz.

Fakat el-Mecmu´un rivayeti nasıl gerçekleşmişti? Acaba İmam Zeyd döneminde onun kalemiyle bu tertipte mi yazıldı; bazen İmam Zeyd´den, Ebu Halİd aldı ve neşretti, bazan da o kitabi İmamın yanında yazılı olarak buldu ve huzurunda okudu mu? Yoksa İmam Zeyd, tıpkı Ebu Yusuf ve İmam Şafii´nin bazan imla ettirdikleri gibi kendi huzu­runda Ebu Halid´e bütünüyle dikte mi ettirdi? Yoksa ki Ebu Halid kitabın kapsamına al­dığı gerek Nebi Aley his selam ve gerekse İmam Zeyd (r.a)´den önceki Al-i Beyt´e ait eserleri, kendisinden sözlü olarak veya bir kısmını huzurunda dikte ederek, bîr bölümü­nü de İmam Zeyd´in yazmalarından alarak mı rivayette bulundu? Böylece Ebu Halid el-Vasitî bütün bunları bir araya topladı, tedvin etti, İmam Zeyd´in rivayet ettiklerini ve fı­kıh anlayışını kapsaması, ayrıca rivayet ettiklerinin hadis mecmuunu, görüşlerinin de fi-

ecmiıunu oluşturması itibariyle kitâbael-Mecmu adını verdi, öyle mi?

229- Dikkat etmemiz gereken; analiz ve sentez yolunu esas almak ve böylece tarihi düzenlemeye hangi yolun daha yakın olduğunu görmektir.

İlk varsayımı ele alalım: Buna göre İmam Zeyd (r.a) kitabı kendi kalemiyle tedvin tmistir. Biz, böyle bir iddiada bulunan hiç kimseyi bulamadığımız gibi, böyle bir iddia-

tanıklarını da göremiyoruz. Ayrıca konu üzerinde kısa veya ayrıntılı olarak açıkla-mada bulunan alime de rastlamıyoruz. Dolayısiyle de böyle bir varsayımı uzak ihtimal sayıyOruz. Çünkü birinci olarak, kimse böyle bir iddiada bulunmamıştır. İkinci olarak da bu dönem mükemmel bir tedvin dönemi değildi. Zeyd (r.a) gibi bir imamın fıkhını ve oörüşlerini bütünüyle kaleme alması, asrın ruhu ve o asırda cereyan edenlerle bağ­daşmadığı için çok uzak bir ihtimal olarak kalır. Zira kendi eliyle yazmış olsaydı, tıpkı İmam Malik (r.a)´ın Muvatta´ı, ayrıca Muhammed b. Hasan´ın tedvini kendisine nisbet edilen kitapları gibi herkes tarafından bilinen meşhur bir kitap olacağı için, Ebu Halid´in kitabı tek başına rivayet ettiğini iddia etmek, gereksiz bir iddia olurdu. Ancak bununla birlikte belirtilen görüşün aksini belgeleyen açık delilleri göreceğiz.,

Aynı şekilde İmam Zeyd´in, kitabın tamamını imla ettirdiği, Ebu Halid´in de İmam Zeyd´in yaptırdığı imlaya göre el-Mecmu´u kaynak edindiği varsayımım benimseyenle­yiz. Zira bu iddiada bulunan hiç kimseyi bulamıyoruz. Ayrıca adet olarak da böyle bir rivayeti Ebu Halid´in tek başına yapması imkanı yoktur.

Nihayet geriye sonuncu varsayım kalıyor. O da, kitabın bazan sözlü, bazan da imla ettirmek suretiyle rivayet edilip nakledilmesidir. Bu varsayım, o asnn ruhu ile bağdaşan bir türdür. Ayrıca bu görüş doğrultusunda, Al-i Beyt imamları ve öğrencilerinden nak­letmiş olduğumuz haberler arasında şahidlerimiz bulunmaktadır. Nitekim İmam Ebu Ta-lib en-Natık bi´I-Hakk´ın, el-Mecmıı´ konusunda şöyle dediğini nakletmiştik: "Ebu Ha­lid´in bir araya getirip Zeyd b. Ali´den rivayet etmiş olduğu el-Mecmıı´ herkes tarafından bilinen meşhur kitaptır."

Ebu Halid´in, onu toparladığı yorumunu getirmek, ayrıca toparlama işini ona nisbet-te bulunmak eî-Meanu´n İmam Zeyd´den doğrudan doğruya alıp, sonra da kitap haline getirdiğini gösterir. Bu durum, onun bir araya getirdiği rivayetlerin, birisi hadis, diğeri fıkıh olmak üzere iki mecmua şeklinde oluşmasına engel teşkil etmez. Çünkü Ebu Ha-ud´in rivayetleri, bir bölümü hadis rivayeti, diğeri de fıkıh rivayeti olmak üzere iki kı­sımdan oluşmaktaydı. Nitekim Nasr b. Müzahim İbrahim ez-Zeberkan´dan yaptığı riva­yette şöyle söylemiştir: "O bana, bütünü Ebu Halid tarafından düzenlenen el-Mecmıı el-Kebir in varlığını haber verdi." Bu ifadeden, Ebu Halid´in, kitabı halka konularına göre uzenlenmiş olarak sunduğu anlaşılmakta, ayrıca bu ibarede, düzenleme ve konularına yırma işinin Ebu Halid tarafından gerçekleştirildiği izlenimi vardır. Aksi halde kitabın

bı ile Ugili ifâdeye ihtiyaç duyulmazdı. Nitekim kitabın Ebu Halid´e nisbet edilişi sırasında, "düzene koyma" ve "konularına ayırma" ifadeleri tekrar edilmiştir.

Zikredilen ifadeleri, Ebu Halid´in Zeyd b. Ali´nin biyografisini rivayet etliğini, ayrı­ca fıkhını da nakledip bütün bunları bir kitap haline getirdiğini, birisi fıkıh mecmuası diğeri de hadis mecmuası olmak üzere her ikisinin toplamına da el-Mecmıi adım verdi­ği ima eder tarzda bulduk.

Şüphesiz el-Mecmu´un metni üzerinde araştırma yapan kişi, bu hususu hadis ve fı­kıh konusunda bütün çıplaklığıyla müşahede eder. Hadis konusundaki rivayetlerin bü­yük çoğunluğunda şu ifadeye yer verir: "Bana Zeyd b. Ali, ona da babası, ona da dedesi Ali (a.s) şöyle anlattı..." Şimdi konuyla ilgili birkaç örnek verelim:

a) Teyemmüm konusu içerisinde rivayet edilen şu haber: "Bana Zeyd b. Ali, ona da babası, ona da dedesi Ali b. Ebi Talib (a.s) anlattı ve şöyle dedi: Beraberinde su olduğu halde yolculukta bulunduğun sırada susuz kalmaktan korkuyorsan, teyemmüm et ve <>e-riye bir miktar su bırak."

b) Namaz vakitleri konusunda da şöyle diyor: "Bana Zeyd b. Ali, ona da babası, ona da dedesi Ali (a.s) şöyle anlattı ve dedi ki: Güneş zevale döndüğü sırada Cebrail, Nebi (s.a.v)´e indi ve öğlen namazını kılmasını emretti..."

c) Çalıştırılan devenin zekatı konusunda şöyle der: "Bana Zeyd b. Ali, ona da baba­sı, ona da dedesi Ali (a.s) şöyle anlattı ve dedi ki: Çalıştırılan ve yük taşıyan develerin zekatı yoktur." *

Böylece, naklettiği kaynak hadisleri, "bana anlattı" deyimiyle rivayet ettiğini görü­yoruz. Bu da gösteriyor ki, Ebu Halid hem rivayet ediyor, hem de rivayetleri sadece yazmakla meşgul olmayıp, bizzat toparlıyordu. Ayrıca önce hadisleri anlattığı ve sonra dikte ettiği de düşünülebilir.

Fıkıh alanında ise, Zeyd´in görüşünü, şöyle diyerek öne aldığını görüyoruz: "Zeyd (a.s) sordum." Sonra da verdiği cevabı rivayet etmektedir. Bunlara örnek olarak:

a) "Zeyd (a.s)´e süs eşyalarının zekatından sordum. Dedi ki, altın ve gümüşün zeka­tını ver. Ancak inci, yakut ve diğer değerli taşların zekatı yoktur,

b) Yine zekat konusunda şöyle geçmektedir: "Zeyd b. Ali (a.s) yetim malının zeka­tının bulunup bulunmadığını sordum. Dedi ki:

-Hayır, bulunmaz.

-Ebu Rafi´ oğulları, Emir el-mü´minin Ali (a.s) yetim mallarının zekatım verdiğini rivayet ederler.

-Bizler Ehl-i Beyt olarak böyle bir rivayetin varlığını inkar ediyoruz.

Bazan da faiz konusunda olduğu gibi cinslerin ihtilafı durumunda, "Zeyd şöyle de­di" ifadesini kullanır. Zeyd´den yapılan rivayetten birisinde: "Zeyd b. Ali (a.s) şöyle de­di: Tartılan mallardan iki çeşit birbiriyle ihtilaf ederse, bunda sakınca yoktur. Misli mis­liyle, bir avuç bir avuçla..."

îşte cl-Mecmu´m kaynak haber ve fıkıh konularındaki bu şekil ifadeleri, Ebu Ha-

vT btf ravi olduğunu, kitap yazımcısı olarak kabulleniîemiyeceğini ifade ettiğini görü­yoruz.

Nitekim bu anlayışın yaşadığı dönemle ve o dönemin ruhuyla bağdaşan bir durum

Mumuna işaret etmiştik. İlmi manada tedvin hareketleri, ancak hicri ikinci yüzyılın vinci ellili yıllarında tanınmaktadır. Evet gerçi daha önceki dönemde kaleme alman müzekkireler vardır. Bu miizekkirelere de tabiîn, hatta sahabe döneminde başlamış ise de yazını işi Tabiîn döneminin sonlarında yaygınlık kazanmıştır. Rivayetler, kitap haline getiren kişilerin huzurunda okunarak ders halinde alınıyordu.

Buna göre diyebiliriz ki: Şüphesiz Ebu Halid el-Vasıtî bu fıkıh mecmuasını bütü­nüyle sözlü olarak almıştır. Bazı kısımlarının İmam Zeyd tarafından dikte ettirilmesi, bazı kısımlarının ise İmam Zeyd´in huzurunda okunan müzekkireler tarzında olması da normaldir. Bunların tümünü iki mecmua halinde bir araya getirmiştir. Onu Ehl-i Beyt´ten rivayet edilen kaynak haberlerin fıkhı ile İmam Zeyd (r.a)´in bizzat kendisinin istinbat ederek ulaştığı meselelerin fıkhının arasını birleştiren bir hale getirmiştir.

230- Hiç kimse böyle bir birleştirme işinin cl-Mecmu´xm rivayeti konusunda şüpheli davranmaya götürecek zayıf bir yöntem olduğunu söyleyemez. Zira el-Mecmul rivaye­tinin doğruluk unsurları büsbütün ortadadır. Çünkü ne kapsamı, ne de ravisi konusunda ciddi bir suçlama noktası bulunamamış, bu mezhebin yanlıları onu benimseyerek kay­nak edinmişlerdir. Böylece Zeydiyye fıkhının ilk fıkhı kaynağı durumuna gelmiştir. Bundan böyle de hiçbir suçlama noktası bulanamayacaktır. Şifahi olarak rivayette bu­lunma yöntemleri aşağılanamaz. Aksine rivayeti sözlü olarak kaynak edinmek suretiyle benimsemek tezkiye ve güvenilir kabul etme sayılır ki böylece nakil yöntemi, tedvin olayının bütün yönleriyle gelişmemiş olması açısından aynı asır içerisinde meydana ge­len olaylarla uyum sağlamış bulunsun. Nitekim İmam Zeyd´den sonra yaklaşık yirmi se­kiz yıl daha fazla yaşayan Ebu Hanife (r.a), kendi fıkhını kitap haline getirmemiştir. Ak­sine en küçük öğrencisi imam Muhammed b. Hasan eş-Şeybani onu tedvin etmiştir. Bu duruma göre biz nasıl Ebu Halid´in kendi kalemi ve ibaresiyle mecmuayı bir araya getir­diğini tasavvur edebiliriz. Düzenleme ve konularına ayırma işinin Ebu Halid´e ait olma­sı, nisbetin sıhhatini etkilemez. Zira İmam Muhammed b. Hasan eş-Şeybani´nin kitapları konusunda fıkıh ilmi tarihçileri, bu kitapların düzenlenmesi olayında ravilerinin büyük rolü bulunduğunu söylemişlerdir. Nitekim bu konuya Ebu Hanife hakkında açıklamalar­da bulunurken değinmiştik. Hiç kimse, İmam Azam´ın rivayetlerini belirten kitapların imam Muhammed´e isnadında ve bu nakledişin sıhhati konusunda Ebu Hanife´nin fıkıh anlayışım ve ana çizgileriyle Küfe fıkhını suçlamış değildir. [28]



[18] Prof. Dr. Muhammed Ebu Zehra, İmam Zeyd, Hayatı, Fikirleri ve Çağı, Şafak Yayınları: 231-232.

[19] îmam Yahya el-Hadi b. el-Hüseyin´dir. Hz. Hasan´ın soyandandır. Zeydiyye Fıkhının geçirdiği dönemler konusunda açıklama yaparken biyografisini bir başlık altında sunacağız.

[20] Mukaddime er-Ravd en-Nadir 38

[21] Çocukların cariye anneleri demek, sahiplerinin geceleyin birlikte bulundukları ve bu buluşmadan geriye bir nesil kaldığı cariyeler demektir. Cumhura göre böyle bir annenin satıl­ması caiz değildir. Ali (k.v)´ye göre ise bir kadının satılması caizdir.

[22] Prof. Dr. Muhammed Ebu Zehra, İmam Zeyd, Hayatı, Fikirleri ve Çağı, Şafak Yayınları: 232-239.

[23] Mekatil et-Talibin 514

[24] Prof. Dr. Muhammed Ebu Zehra, İmam Zeyd, Hayatı, Fikirleri ve Çağı, Şafak Yayınları: 239-243.

[25] Prof. Dr. Muhammed Ebu Zehra, İmam Zeyd, Hayatı, Fikirleri ve Çağı, Şafak Yayınları: 243-244.

[26] Prof. Dr. Muhammed Ebu Zehra, İmam Zeyd, Hayatı, Fikirleri ve Çağı, Şafak Yayınları: 244-245.

[27] Prof. Dr. Muhammed Ebu Zehra, İmam Zeyd, Hayatı, Fikirleri ve Çağı, Şafak Yayınları: 245-248.

[28] Prof. Dr. Muhammed Ebu Zehra, İmam Zeyd, Hayatı, Fikirleri ve Çağı, Şafak Yayınları: 248-251.