saniyenur
Wed 8 June 2011, 09:48 pm GMT +0200
İMAM ŞAFİİ İLE MÜNAZARAYA GİREN MU'TEZİLİ DEĞİLDİR
Sırf cedel olsun diye, İmam Şafiî'nin hasmını, sünnetin delil oluşunu inkâr eden birisi olarak kabul etsek bile, Hüdarî'nin düşündüğü gibi onun, Mu'tezile'den olduğunu söylemek mümkün değildir. Çünkü usûl, akâid ve mezhep kitablarında, Mu'tezile'den herhangi birinin, sünnetin delil oluşunu inkâr ettiği, nakledilmemiş tir. Kitaplarında olan şudur:İmam Ebû Mansur el-Bağdâdî (429/1037), Usûlu'd-Din kitabında, Nazzâm'm (221/835), "Mütevâtir haber, hüccet değildir," şeklinde düşündüğü ve onda yalanın bulunabileceğini söylediğini zikretmektedir .[29]
Yine aynı eserde şunları kaydetmiştir: "Nazzâmiye fırkası demişlerdir ki: Ümmetin hata üzere birleşmesi caizdir. Mütevâtir haberler, delil olamaz. Çünkü onda yalan haber olması caizdir." Bu fırka, Sahâbe-i Kiram hakkında da tenkidlerde bulunmaktadır.[30]
Bağdadî, el-Fark Beyne'l-Fırak adlı eserinde şunları zikretmektedir: "Nazzâm, zaruri ilim ifade etmeyen haberlerin delil olmasını inkâr etmiştir."[31]
Yine, Nazzâm'dan şu rivayeti yapmıştır: "Mütevâtir haber, işi-tildiği anda nakledenlerinin bilinmediği, herbirinin görüş, anlayış ve gayeleri farklı olduğu için içine yalan katılması caizdir. Bunun yanında onun: 'Ahad haberlerin bir kısmı, zarurî ilim ifâde eder,' sözü de nakledilmiştir."
el'Mevâkıf kitabının sahibi Adûduddîn îcî (756/1355) de kitabında şunları zikretmiştir: "Nazzâmiye fırkasına mensup[32] olanlar, mütevâtir haberde yalan ihtimalinin bulunduğunu söylemişlerdir. Bu fırka, Râfizîlere meyletmiş ve imamla ilgili nassın bulunmasının vâcib olduğuna ve aslında böyle bir nass (âyet ve hadis) mevcut olduğu halde, Hz. Ömer'in onu gizlediği fikrine sahip olmuşlardır. Esve-riyye fırkası da Nazzâmiye fırkası ile aynı görüştedir."
İmam Fahruddîn er-Râzî (606/1209) İ'tikâdâtu Fireki'l-Müslimîn ve'l-Müşrikîn adlı eserinde, Nazzâm'ın: "Haber-i vâhid, hüccet değildir," sözünü nakletmiştir.[33]
Aslında bu nakillerden, Nazzâmiyye ve onlara uyanların, bizatihi sünneti, sünnet olarak inkâr ettikleri çıkmaz. Bilakis, Mevâkıf sahibinin, onlardan naklettiği, imamla ilgili nassın bulunmasının vâcib ve gerçekten sabit olduğu halde Hz. Ömer'in onu gizlediği şeklindeki fikirlerine bakıldığında, sünneti delil olarak kabul ettikleri anlaşılmaktadır.
Yine onların, mütevâtir haberin delil olarak kabul edilmeyişi için öne sürdüğü sebepler, mütevâtir haberin delil oluşunu, onun, Hz. Peygamber (s.a.v)'den söylendiği için değil, geliş yolundan dolayı inkâr ettiklerini göstermektedir.
İbn Kuteybe'nin (r.h) (276/889) sözünde de "Mu'tezile'den biri sünneti, sünnet olduğu için delil olarak kabul etmemektedir," gibi bir mânâ yoktur. Onun sözlerinden anlaşılacak olan mâna şudur:
Mu'tezile, kendileri dışındaki bir grubun rivayetlerinde, yalan katma ihtimali bulunduğu için onun yaptığı rivayetlerle hüküm çıkarmayı uygun görmemektedir. Yine onlar, haberler birbiriyle çelişki halinde ve ALLAH'ın sıfatlarını nefyetme görüşlerine ters olduğu için kabul etmemektedirler. Yoksa haber, Hz. Peygamber (s.a.v)'in sözü olduğu için bu inkâra gitmemektedirler.
Hem nasıl olur, bizzat İbn Kuteybe, onların da başkaları gibi hadislere yapıştıklarını itiraf etmektedir. Daha önce şöyle demişti: "Onlardan her grup, kendi mezhebine uygun gelen hadise sarılmaktadır. "
Yine İbn Kuteybe, Mu'tezile'yi tenkid ettiği gibi Ebû Hanîfe'yi de tenkid etmiştir. Bunun mânâsı: "Ebû Hanîfe, sünnetle hüküm çıkarmayı inkâr ediyor," demektir, diyebilir iniyiz? Elbette, onun muradı bu değildir.
Burada şunu hatırlatalım: Ibn Hazm (456/1062), sünnetin delil oluşunu inkâr edenlerin, bazı aşırı Râfîzîler olduğunu söylemiş ve: "Onlar, küfürlerinde, ümmetin icmâ ettiği kimselerdi/' demiştir.
Sonra el-Bağdâdî (429/1037), Usûlu'd-Din kitabında şunları zikretmiştir: "Haricîler, hüküm koyan sünnetlerin ve icmânın delil oluşunu inkâr etmektedirler ve şer'î hükümlerde Kur'ân'dan başka delil yoktur, düşüncesindedirler. Bunun için de Kur'ân'da bahsedilmedikleri için recrni ve mest üzerine meshi inkâr etmekte, Kur'ân'da hırsızlık yapanın elinin kesilmesiyle ilgili âyet mutlak olup herhangi bir kayıt ve şart ileri sürmediği için hırsızlık yapanın elini, çalınan şey az olsun, çok olsun, her türlü halde kesmekte, kesmeyi gerektiren miktarı belirten rivayetle, malın korunma altında olmasını nazar-ı itibara alan rivayeti kabul etmemektedirler."
el-Bağdâdî, şunu da nakletmiş tir: "Râfizıler: 'Bugün, ne kıyas ne sünnet hatta Kur'ân bile delil değildir. Çünkü Kur'ân da Sahabe tarafından tahrif edilmiştir,' derler.[34]
Demek ki Haricîler, el-Bağdâdî'nin sözlerinden anlaşıldığına göre Rasûlullah'dan (a.s) gelen bütün haberlerin, rivayet ve nakil yollarını nazar-ı itibara alarak, bunlarla delil getirmeyi inkâr etmektedirler. Yoksa Hz. Peygamber (s.a.v)'in sözü olmasıyla inkâra gitmiyorlar. Bu durumda, Nazzâmiye fırkası gibi düşünmüş olmaktadırlar.
Ancak Haricîlerin yaygın görüşüne göre onlar, Ashâb arasında çıkan anlaşmazlıktan sonra halk arasında yayılan hadisleri inkâr etmektedirler.
Râfîzîler ise kendilerinden rivayet edilenlere bakıldığında, küfre girdiklerinde şüphe yoktur. Nitekim Ebû Mansur'un sözünden de bu anlaşılmaktadır.
Celâluddîn es-Suyûtî (911/1505), Miftâhu'l-Cenne kitabını[35] girişinde, bazı insanların, sünnetin dinde delil oluşunu inkâr ettiklerini açıklamış ve şöyle demiştir: "ALLAH size rahmet etsin. Biliniz ki; bazı ilimler deva, bazıları da zaruret anında ağıza alınan hela gibidir. Uzun zamandır pek bilinmezken şimdilerde, kötü kokusu yayılan bir görüş ortaya çıktı. O da şu: Bir zındık Râfizî, sözünde fazla ileri giderek sünnet-i nebeviyye ve rivayet edilen hadislerle -Allah onların şeref ve yüceliğini artırsın- amel edilmeyeceğini, sadece Kur'ân'ın delil olacağını söylemiş ve bu sözüne de: 'Size benden bir hadis geldiğinde, onu, Kur'ân'a arzedin; eğer Kur'ân'da onu destekleyen bir âyet bulursanız kabul edin, yoksa onu reddedin,' mânâsındaki bir hadisi delil getirmiştir.”[36]
Bu Rafızî'den, bu hadisi, ben de bu şekliyle işittim. Başkaları da işitti. Bazıları da bu sözün aslını ve nereden geldiğim bilmiyor. Ben, bu sözün aslını ve bâtıl olduğunu, insanlara açıklamak istedim. Gerçekten o, toplumu helake götürecek en büyük sebeplerden birisidir.
ALLAH Teâlâ, size merhamet etsin. Şunu biliniz ki, usûl ilminde bilinen şartları taşıyan, Hz. Peygamber (s.a.v)'e ait kavlî ve fiilî sünnetin delil oluşunu inkâr eden kimse, küfre girer ve İslâm dairesinden çıkar. Yahudi, Hıristiyan veya ALLAH'ın dilediği bir başka küfür grubu ile hasredilir.
Rivayet edildiğine göre İmam Şafiî, bir gün hadis rivayet etti ve: "Bu, sahihtir," dedi. Dinleyenlerden birisi:
"Ey Ebû Abdullah! Sen de aynı kanaatte misin? " diye söyleyince İmam'ın canı sıkıldı ve: "Be adam! Sen, beni hiç Hıristiyan olarak gördün mü? Bana kiliseden çıkarken rastladın mı? Belimde Hıristiyan kuşağı (zünnar) gördün mü? Rasûlullah (a.s/dan bir hadis rivayet edeceğim de aynı görüşte olmayacağım ha!" diye cevap verdi.
"Bu fâsid görüşün aslı şuraya dayanıyor: Zındıklar ve Râfizîlerden bir grup, sünnetin delil olarak kullanılmasını inkâr etmiş ve sadece Kur'ân'la yetinmişlerdir. Onların bunu yaparken değişik maksadları vardır: Bazıları, nübüvvetin, Hz. Ali'nin hakkı olduğuna, Cibril aleyhisselâmın, peygamberlerin efendisine gelişinde hata ettiğine inanmaktadırlar. ALLAH Teâlâ, zâlimlerin söylediklerinden çok beri ve yücedir.
Bunların bazıları da Rasûlullah'ın (s.a.v) nübüvvetini kabul etmiş fakat halifeliğin Hz. Ali'nin hakkı olduğunu ileri sürmüşler ve Sahâbe-i Kirâm'ın halifeliği Hz. Ebû Bekir'e tevdi etmeleri esnasında: 'Zulmettiler ve hakkı sahibine vermediler/ diye Ashabı küfürle itham etmişlerdir -ALLAH onlara lanet etsin-. Bu ilâhi rahmetten mahrum edilmiş zavallılar, aynı şekilde Hz. Ali için de hakkını aramadı, halifeliği almadı diye, 'kâfir oldu' dediler ve hadisleri tümüyle reddedişlerini bu anlayışa dayandırdılar. Çünkü bunların bozuk fikirlerine göre hadisler, kâfir bir topluluğun rivâyetiyle gelmiş olmaktadır. İnnâ lillâh ve İnnâ ileyhi râciun..."
"Esasında, zaruret hâsıl olmasaydı, insanların birkaç asırdır kendisinden uzak ve rahat durduğu bu görüşün aslını anlatmayı, helâl ve hayırlı görmüyordum. Bu görüşte olanlar, dört imam zamanında ve onlardan sonraki devirlerde de çokça bulunuyordu. Dört imanı ve onların ashabı, derslerinde, münazaralarında ve eserlerinde bu görüş sahiplerini red için özellikle yer ayırıyorlardı."
Yine Suyûtî, Ebû Asım'm, şöyle dediğini nakleder: Ebû Hanîfe'ye sordum ve: "Ben bu kitapları (içtihadı görüşleri) işittim, hadisleri kimden dinlememi emredersin?" dedim. İmam (r.h):
"Şiî hâriç, görüş ve düşüncesinde âdil olanlardan dinle. Çünkü Şia'nın inancının temeli, Ashâb-ı Kirâm'ı dalâletle suçlamaya dayanır," dedi.
Sonra Suyûtî demiştir ki: "Bu, imam Ebû Hanîfe (r.h) zamanında Şiîler hakkında söylenmiş bir sözdür ve benim kitabın başında söylediklerimden daha ileri bir seviyededir."
İmam Suyûtî, bu konudaki derin anlayış ve geniş vukûfiyetine rağmen bize, bu meselede, müfrit Râfizîlerden iki fırka hariç, herhangi bir ihtilâfı zikr etmemiş tir.
Bunlardan ikinci fırkaya bir sözümüz yok. Çünkü onlar, hadisin aslını değil, gelişine bakarak sıhhatini inkâr etmişlerdir.
Birinci fırka ise bizatihi sünnetin delil oluşunu inkâr etmektedirler ve bunlar kesin kâfirdirler. Çünkü onlar, Hz. Muhammed'in (s.a.v) peygamberliğini inkâr etmektedirler. Aslında sünnetin delil olmasında, bu tür fırkaların muhalefetinin, bize bir etkisi yoktur. Nitekim Yahudi, Hıristiyan ve diğer kâfirlerin bu konuda ve Kur'ân'm bizzat delil olmasındaki muhalefet ve inkârlarının bir tesiri olmadığı gibi.
[29] Ebû Mansur, Usûlu'd-Din, 20.
[30] a.g.e., 11.
[31] Ebû Mansur, el-Fark, 124.
[32] el-îcî, el-Mevâkıf, 147; Şerhu'l-Meuâkıf, 11, 284.
[33] Râzî, el-ttikad, 41.
[34] el-Bağdâdî, Usûlu'd-Din, 19.
[35] Suyûtî'nin bu eseri "Sünnetin İslâm'daki Yeri" adıyla Türkçe'ye kazandırılmış ve Ümran yayınevi tarafından istifadeye sunulmuştur. (Mütercim) .
[36] Suyûtî gibi diğer hadis imamları da bu hadisin aslı olmadığını belirtmişlerdir. Bkz. Şevkanî, el-Fevâidü'l-Mecmua, 278, 291; Sehâvî, el-Makâsıdıı'l-Hasene, 36; Şafiî, Risale, 224; Heysemî, Mecmeu'z-Zevâid, I, 170. vd. (Mütercim)