saniyenur
Mon 16 January 2012, 07:05 pm GMT +0200
İlmî Seviyesinin Yükselmesi ve İçtihad Derecesine Ulaşması
Yirmi yaşına vardığında ilk görüşlerini terkederek fıkıh’ta Ebu Hanife’nin usulüne yöneldi. Onun bu yönelişinde bir takım sebebler rol oynamıştır:
1- Dayısı Ebu Hanife’nin kitaplarını çokça mütalaa ettiğini, onları çokça incelediğini ve bu kitaplardan etkilendiğini görürdü. Muhammed b. Ahmed eş-Şerûtî kendisine, niçin dayının mezhebine muhalefet ederek Ebu Hanife’nin mezhebini tercih ettin, diye sorunca şu cevabı vermiş: Çünkü ben dayımın Ebu Hanife’nin kitaplarını uzun uzun tetkik ettiğini görüyordum. Bundan dolayı ben de o mezhebe geçtim.
2- İmam Şafiî’nin ileri gelen arkadaşları ile Ebu Hanife mezhebine mensup ilim adamları arasında kendisinin gözü önünde cereyan eden ve kendisinin doğrudan duyup, işittiği ilmî tartışmalar.
3- Her iki mezhebe dair yazılmış eserler ve bunların her birisinde hakkında ihtilâfa düşülmüş meselelerde diğerlerinin görüşlerinin reddedilmesi. el-Müzenî "el-Muhtasar" adlı eserini telif etmiş ve bir çok meselede Ebu Hanife’nin görüşlerini reddetmiştir. Bunun üzerine Kadı Bekkâr b. Kuteybe ortaya çıkarak onun görüşlerini reddeden bir kitap telif etmiştir.
4- Mısır ve Şam diyarına -Kadı Bekkâr b. Kuteybe, İbn Ebi İmran ve Ebu Hazim gibi- kadılık görevini ifa etmek üzere gelen Ebu Hanife mezhebine mensup ilim adamları.
İşte bütün bunlarla birlikte onun sahip olduğu fıtrî istidadı, çeşitli alanlar ile ilgili ilmî birikimleri ve içtihad mertebesine ulaşmak arzusu, onu her iki mezhebi derinlemesine incelemeye, bu iki mezheb arasında karşılaştırmalar yapmaya ve içtihadı ile ulaştığı görüşü tercih edip ona mensub olarak onu savunmaya itmiştir.
Ebu Ca’fer’in bir mezhebten diğerine geçişinde garip kaçacak yahut reddedilmeyi gerektirecek bir husus yoktur. Kendisinden önce yahut kendi çağdaşlarından bir çok ilim adamı bir mezhebten bir diğer mezhebe geçmiş ve çağdaşları olan ilim adamlarından kimse onlara tepki göstermemiştir. Mesela İmam Şafiî’nin Mısır’daki yakın arkadaşlarının bir çoğu İmam Malîk’e tabi kimseler idi. Bunların arasında Tahâvî’nin hocaları da vardır. Çünkü onların bu şekildeki davranmaları taassub, taklid veya ilmî bakımdan gereksiz bir yarışmaya girmekten kaynaklanmıyordu. Onlar bu işi delile, kanaat getirmeğe ve konuyu iyiden iyiye basiretle incelemeye bağlı olarak ve burdan hareketle yapıyorlardı.
İbn Zûlâk dedi ki: Ben Ebu’l-Hasen Ali b. Ebi Ca’fer et-Tahâvî’yi şöyle derken dinledim: Babamı -Ebu Ubeyd b. Harbeveyhi’nin faziletini ve ne kadar fakih olduğunu söz konusu ederek- şöyle derken dinledim: Çeşitli meselelerle benimle müzakere ederdi. Bir mesele hususunda bir gün kendisine cevap verdim. Bana Ebu Hanife’nin görüşü bu değildir, dedi. Ben de ona şöyle dedim: Ey kadı! Ebu Hanife’nin söylediği herşeyi ben de kabul edip söyleyecek miyim? O da bana: Ben senin sadece bir mukallit olduğunu zannederdim. Bunun üzerine ona şöyle dedim: Peki, mutaassıp bir kimseden başkası körü körüne taklid eder mi? O bana: Yahut ta ahmak bir kimseden, dedi.
Bu sözler Mısır’da büyük bir hızla yayıldı ve bir darb-ı mesel haline geldi, insanlar da bunu ezberledi.