- İlla Tartışmanız Gerekirse

Adsense kodları


İlla Tartışmanız Gerekirse

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
reyyan
Thu 25 August 2011, 05:18 am GMT +0200
Tavan Arası


Mart 2008 111.SAYI

Akif GÜLER kaleme aldı, TAVAN ARASI bölümünde yayınlandı.

İLLA TARTIŞMANIZ GEREKİRSE!…

Tartışmak, bizim klasik adap anlayışımıza pek uymaz. Müslüman adabı muaşeretine göre sırf karşı tarafı alt etmek için laf düellosuna girmek yasaktır, ayıptır. Bir hakkın, gerçeğin ortaya çıkması için yapılanlar hariç. Bugün için tartışma, istemesek de kaçamadığımız hayat gerçeklerinden biri. İnsanın eğitiminin, karakter ve mizacının da mihenk taşı. Eğer siz de her şeye rağmen kendinizi bir tartışmanın içinde bulduysanız, bazı kurallara dikkat ederek onur ve vakarınızı koruyarak meseleyi taraflar için tatlıya bağlayabilirsiniz :

Hedefiniz asla üstünlük kurmak olmamalı.
Eleştiri yapmadan önce, kendinizi karşınızdakinin yerine koyun.
Rekabet değil, işbirliği ortamı oluşturun.
Susup dinlemek, bazen konuşmaktan çok daha etkilidir.
Kendinizi karşınızdakine ispat etme gayreti içinde olmayın.
Gerektiğinde önce siz özür dileyin.
İnatlaşmayın, ısrar etmeyin.
Eleştiriye tahammül zekâ belirtisidir, unutmayın.
Etkili olmak istiyorsanız, kesin hükümlerle konuşmaktan kaçının.
Mutlaka eleştirecekseniz, önce hatalardan başlamak yerine, karşınızdakinin takdir ettiğiniz yönlerini dile getirerek söze başlayın.
İltifat edin, iltifat bulun.
Mükemmellik peşinde koşmayın.
Aşırı beklentilere kapılmayın.
Karşınızdakine dünyayı zindan ederseniz, siz de zindan bekçisi olursunuz.
Karşınızdakini asla aşağılamayın.
İyi niyetli sorular sorun.
“Hayır” dediyse üzerine gitmeyin.
Bazı tartışmaları kazanmak, en büyük kayıptır.
Sevginin gücünden yararlanın.
Tartışmayı erteleyin.

EKSİKLİĞİN SIRRI

Eğer bir yerin yakınında bir çöplük yoksa orası eksik bir yerdir. İhtişamlı bir sarayın yanında, yakınında bir çöp atma yeri olmalı ki sarayda toplanan atık ve süprüntüler oraya atılabilsin.

Aynı şekilde, Allah ne zaman saflık ve temizlik nuruyla bir kalp yaratsa, bu kirli nefsi bir çöp sepeti olarak onun yanına yerleştirmektedir. Bir parça bozulma ve kokuşma olması gerekir ki onun üzerine saflık ve temizlik kurulabilsin. Dosdoğru bir okun eğri bir yaya ihtiyacı vardır. Ey kalp, dosdoğru bir ok gibi ol! Ey nefs, eğri bir yay kesil!

Arınmışlık elbisesini kalbin üzerine örttükleri zaman kalp kendisini ve kim olduğunu bilsin diye, zulmün ve cehaletin kara lekesini ona gösterirler. Tavus kuşu tüylerini açıp kabardığı zaman her bir tüyünden ayrı bir keyif alır. Ama aşağıya, ayaklarına bakar bakmaz içi kararır. Cehaletin o kara lekesi, tavus kuşunun senden hiç ayrılmayan ayaklarıdır.

İnsanların bütün bunlardan alması gereken ders, eksikliğin insanî mahiyetin bir parçası olduğu, Allah’ın bunu çok iyi bildiği ve hiç kimsenin Allah’ın rahmetinden umudunu kesmemesi gerektiğidir. Aynı zamanda, onların meleklerden de bir ders alması ve yaptıkları iyi işlerden dolayı asla gururlanmamaları gerekmektedir. Çünkü kendini iyi olarak görmek hatalı bir görmedir; doğrusu tüm iyilikler Allah’a aittir.

Meleklerin hiç hata ve sürçmeleri olmamıştır, ne geçmişte ne de gelecekte… Ama Adem adına gelecekte bir sürçme olacaktı, çünkü Allah “Adem asi oldu.” (Taha, 121) demektedir.

Ancak, bunun altında gizli bir sır vardır. Zira melekler kendilerini saf olarak gördükleri halde, Adem kendisinin düşkün ve muhtaç olduğunu anladı. Melekler, “Biz seni tesbih ederiz.” (Bakara, 30) diyorlardı. Yani, kendimizi senin hatırına temiz tutarız. Adem, “Rabbimiz, dedi, biz kendimize zulmettik.” Allah ona, hatasını gören kişinin hatasının, O’nun gözünde saflığı görenin saflığından daha hayırlı olduğunu gösterdi.

İşte bundan dolayı Allah Adem’e, önünde secde yapılan bir nesne olma şerefi verdiği halde, meleklere “secdeye kapananlar” olma sıfatını vermiştir. Bu bakımdan, hiçbir itaatkâr insan kendinden emin olmamalı ve hiçbir isyankâr da umudunu kaybetmemelidir. (Ahmed Sem’ani (ö. 1140), Ravhu’l-Ervah)

AHİR ÖMÜRDE İKİ YAKARIŞ

Bir ulu kişi dedi ki:
Yarın Allah bana mahşer günü:
– Geldiğin yerden ne getirdin, diye sorar.

O zaman derim ki:
– Yarabbi zindandan ne getirebilirim ki? Talihim yar oldu da o zindandan çıkıp buraya gelebildim. Başımı ayağımı kaybetmişim. Hayran bir haldeyim. Eşiğinde toprak oldum. Senin yolunda zindanlara düşmüş bir kulum. Neyim var ki ne getireyim. Umuyorum ki beni atmaz, lütuf giysileri giydirir, donatırsın. Bütün kirlerden arıtır, müslümanlıkla başımı yüceltir, beni topraklardan kaldırırsın. Beni hiçbir güçlük çekmeden yarattın. Yine öyle bağışlayıver. Buna da kadirsin sen…

Nizamülmülk ölüm halini yaşarken dedi ki:
– Yarabbi, işte ölüyorum ve elimbomboş. Ey Allahım, ben senden bahseden birini görünce, ne çeşit bahsederse etsin, sözünü satın aldım. Ona yardımda bulundum. Ona dost oldum. Senin sözünü satın almayı öğrendim ama seni bir gün başkasına satmadım. Senden başkasını dost tutmadım. Bunun hatırı için beni affet. Öyle bir an gelecek ki orada senden başka kimse olmayacak. Senden başka dost kalmayacak. Orada beni yalnız bırakma. Beni sevenler götürüp toprağa bıraktıktan sonra çekip gidecekler. Beni bırakacaklar. Fakat o zaman sen beni bırakma…

BİLMEDİĞİNİ BİLMEK

“Bir zamanlar Batı’da “en nihayet hiçbir şey bilmediğini bildiğini itiraf eden” kilise hocalarına professeur (bilmediğini itiraf eden) ünvanı verilirdi; itiraf ettirene ise confesseur. Şimdiyse bu ünvan, dünyadan haberleri bile olmadığı halde herşeyi (!) bildiklerini vehm ve iddia edenlere veriliyor; yani hayret yetisini kaybedenlere.” (Dücane Cündioğlu, Göz İzi)