- İlk kitaplar ilk yumruklar

Adsense kodları


İlk kitaplar ilk yumruklar

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
hafiza aise
Wed 25 July 2012, 01:20 pm GMT +0200
İlk kitaplar, ilk yumruklar
Said YAVUZ • 79. Sayı / KİTAP


“Bir yıl geç kalmıştım. İlk hamlem, sol kollu bir boksörün ya da solak bir futbolcunun oynadığı oyundan ya da yaptığı hareketten keyif almasına benziyordu.”

Yukarıdaki satırlar 1985 yılında ilk şiir kitabı olan İntihar İlacı’nı yayımlayan Hüseyin Atlansoy’un o eserin çıkış macerasına dair söylediklerini içeriyor. Eser, Atlansoy’un boşa mermi sıkmadığı, imgelerinin yürekleri hedef almakta başarı gösterdiğini kanıtlamıştı. İki yıl sonra Balkon Çıkmazında Efendilik Tarihi’ni yayımlaması ilk kitaba aldığı yankıya verdiği güçlü bir ses vermesi olarak da okunabilir.

Şairlerin ilk kitapları onlar hakkında ileri sürülebilecek görüşler için bize ciddi ipuçları verirler. İlerde konaklayacakları menziller ve o an bulundukları yerin sağlamlığı bakımından. Bu nedenle kimi karmaşık davranışların izlerini aramak için çocukluğa, eski hatıralara dönmeyi gerekli gören bir psikolog edasıyla şairlerin ilk adımlarına, ilk aşklarına, ilk yumruklarına dönmesi bana çok cazip göründü.

Bir şiir kitabı yazmak, eskiden yazılmış olanlara meydan okumakla eşdeğerdir. Bir şairin böyle bir iddiası yoksa baştan tedirgin bir boksör edasını taşıyor demektir. İbrahim Tenekeci’nin “şiir yazmak yumruk yemeyi göze almaktır” sözü burada devreye giriyor. Bunu göze alamayan bir eser, diğerlerini çağıracak gücü kendinde bulamaz. Şairler bunu bildikleri için böylesi bir karmaşa içinde, gardlarını alarak, ilk hamlelerini yaparlar. İlk eser, şairin yedi’sidir. Yedisinde ne ise yetmişinde de o’dur. Bu, ilk eserlerin mükemmel bir başarı göstermesi gerektiği anlamına gelmemeli. Şairin farklılığı, ortaya koyacağı yenilik ilk şiirlerinde sadece boy gösteriyor da olabilir. Ama bu fark edilir bir büyüme olacaktır.

İlk eserler, ciddi bir yankı yapmayabilirler. Hatta edebiyat gettoları tarafından yok sayılabilirler, görmezden gelinebilirler. Bir gürültü uyandırmayabilir kimi ilk eserler. Gürültü uyandırmayı da istemeyebilir. Artur Rimbaud’un 1873’te yayımladığı eseri Cehennemde Bir Mevsim’in de böyle bir kaderi vardır. Önceleri görülmemiştir, matbaada rehin kalmıştır. Ama bu kitabıyla şair, sembolizmin sarsıcı bir ismi sayılmıştır. Cahit Zarifoğlu’nun İşaret Çocukları isimli ilk şiir kitabının macerasının Cehennemde Bir Mevsim’le kesişen yazgısı da böyledir. Burs paralarıyla taksitlendirerek bastırıp bir arkadaşına teslim ettiği kitapları, arkadaşı tarafından kışın ısınmak maksadıyla yakılmıştır. Cahit Zarifoğlu’nun daha sonra çıkardığı şiir kitaplarına rağmen bu kitap onun şiirinin zirvesi kabul edilmiştir. Sonraları Zarifoğlu, Yaşamak isimli günlüğünde bu ilk esere kaldırım kitapçısında rastladığını anlatacak ve “hiç de fena değilmiş” diyecektir.

İlk şiirlerin insanların yüzlerinde nasıl bir ima bırakacağına dair tedirginlik ve şairi bu tedirginlikten kurtaracak olan, ses verdiği dağdan gelen yankılardır. Şiirin insan sadrına şifa olup olmadığı ona dair söylenenlerden anlaşılacaktır. Bu marifete gösterilecek iltifatlar, ortaya konulacak diğer eserler için şaire sarsılmaz bir güç bahşeder. İbrahim Tenekeci’nin 27 yaşında yayımladığı Üç Köpük için söylediklerine kulak kesilince sözün insan yüzünde aldığı şeklin şair için nasıl bir rehber olduğu anlaşılacaktır: “Üç Köpük'teki şiirleri yazmak için masaya oturduğumda 62 kiloydum ve vücut geliştirme çalışıyordum. Kitabı bitirip masadan kalktığımda ise 48 kiloya düşmüştüm. Buna rağmen, uzun süre, bir kitabım olduğu fikrine alışamadım. Ancak önemli isimlerden kitapla ilgili olumlu yazılar gelmeye başlayınca, ‘Evet, İbrahim Tenekeci galiba benim’ demeye başladım.”

Bazı ilk eserler bitmek bilmeyen hazineler gibidir, İşaret Çocukları gibi Cahit Koytak’ın ilk eseri İlk Atlas da böyledir. “Dokunduğu her şeyi şiire çeviriyor” denilen Koytak’ın daha sonra yazdığı onca şiir, ilk eserinde cevher olarak bulunanların işlenmesi gibi. Hatta ilk anlatılanların daha uzun dile getirilişleri, hikâyeleri…

Bazı ilk eserler büyük bir şaşkınlıktır. Söyleyeni ve dinleyeni açısından büyük bir hayretin ürünüdür kimi şiirler. Kimi Cemal Süreya’nın Üvercinka’sı gibidir. Bile isteye bir şok etkisi oluşturmak ister. Oluşturur da. Bu şok, aradığını bulur. Sonraki eserlerinde bu şoku arayanlar kimi zaman o sarsıntıda şiiri bulamayabilirler. Ama ilk kitaptaki büyülü tesir, bütün şiirlere sirayet eder gibidir. Kimi şairler de yazdıkları ile hayrete düşerler. Bu onlar için eserin tamamlanışı demektir. “Sayfalarını çevirdiğimde,  usta’nın çırağına söylediği ‘ben mi yazdım bunu?’ şaşkınlığı içinde buluyorum kendimi” diyor Vural Bahadır Bayrıl ilk eseri Melek Geçti için. Bayrıl’ın diğer eserleri bu şaşkınlığın devam ettiğinin göstergesi değil mi?

Bazı ilk eserler, kimi şiirlerin iddia edilenin aksine daha diri söylenebileceğini işaret eder. Süleyman Çobanoğlu’nun Şiirler Çağla’sı tek başına hecenin yeni bir söyleyişle dirilebileceğini göstermesi bakımından oldukça önemlidir. 1995 yılında yayımlanan eser, günün moda söyleyişlerine prim vermeyen, capcanlı kelamla geldi. Öyle ki kitaptaki şiirler müşkülpesentliği dünyalara bedel İsmet Özel’i bile heyecanlandırmaya yetti.

Elinizde yepyeni bir ilk eser vardır. Büyük dağlara karşı söylenmiştir. Keçi yollarına, eve geç kalma korkusuna, avluda kırk pazartesiye. Bu eserlerde birinci sınıfta ilk kez kalkan bir parmağın tedirginliği ile modern dünyanın üstümüze serpiştirdiği dalgınlığa, gaflete, kıymet bilmezliğe bir haykırışın heyecanını aynı anda görürüz. Bu eserleri kem gözlerden koruyan da bu’dur. Ahmet Edip Başaran’ın Oyunbozan isimli ilk şiir kitabını elimde tutuyorum. Profilden çıkmış. Yıllardır azimle, kutsal bir inatla bağlandı şiire. Gerçekten onun elleri “bir çekirdeği meyvesinden ayırırcasına çalışkandır.” Şiirin oyunları bozduğunu, onun dili koruyan ve böylece kimliği koruyan yanını işaret eden bu başlığı bile tek başına önem arz ediyor. Dünya hayatının bir oyun ve eğlenceden ibaret olduğunu bilirsek, şiirin fıtrata çağıran sahih çağrısının bu oyunu bozmak olduğunu algılarız. İlk kitaplardaki kimi sesler, sizi de kendisine katar, siz de onlarla birlikte söylemeye başlarsınız. “ben aldırmam bu büyücülere, bu sirke, bu şirke / çok uluslu, çok günahlı, çok suçlu bu çağa bir kandil yakarım / yakarım kandilleri: kanımın dili ebedîleşir.”

Ahmet Edip Başaran’ın "Sıkıca tutuyorum düşmesin yere” dediği bu ilk yumruğu “göğüste havlayıp duran nefse” karşı ve dahi dünyanın bir oyun eğlence yeri olduğunu unutturan her şeye karşı sıkılmıştır.