- İlim ve İrşadla Geçen Bir Ömür

Adsense kodları


İlim ve İrşadla Geçen Bir Ömür

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
reyyan
Wed 6 June 2012, 06:55 pm GMT +0200
İlim ve İrşadla Geçen Bir Ömür: Ahmed Ziyaeddin Gümüşhanevî k.s.



Abdullah Gökmen |
Mart 2012 | DİĞER YAZILAR   


    Osmanlı’nın bütün kurumlarıyla gevşeyip köhnediği bir asırda, Mevlâna Halid Bağdadî k.s. hazretlerinin açtığı yolda ilerleyen halife ve müridler, Devlet-i Aliye için taze kan görevi görmüşlerdir. Kaynaklara göre değişse de, yüz altı halife ile Hâlidiyye önce Osmanlı coğrafyasına, sonra da bütün İslâm dünyasına yayılmıştır.

Ehl-i Sünnet’e sımsıkı bağlılığı, bid’atlardan arınmışlığı ve ilme önem vermesi ile 11. asırda Hâcegân, 14. asırda Nakşibendiyye ve 16. asırda Nakşî-Müceddidî olarak tazelenen tasavvuf yolu, 19. asırda Mevlâna Halid hazretleriyle birlikte Hâlidiyye olarak bir anlamda güncellenmiştir.

Hâlidiyye kolunun önemli mürşitlerinden biri Ahmed Ziyaeddin Gümüşhanevî hazretleridir. 1813 yılında Gümüşhane’nin Emirler mahallesinde doğmuştur. Babasının adı Mustafa, dedesi ise Abdurrahman Efendi’dir. Çok erken yaşlarda eğitime başlamış ve beş yaşında hafız olmuştur. 1822 yılında ailesinin ticaret için gittiği Trabzon’da Şeyh Osman Efendi ve Şeyh Halid Saidî gibi alimlerden sarf, nahiv ve fıkıh dersleri almış, aynı zamanda dükkanında babasına yardım etmiştir. Babası bir gün;

– Oğlum, okuduğun yeter, artık ticarete başla, dediyse de okumayı bırakmamış, alınteri ve el emeği ile kazanılan rızkın daha makbul olacağı düşüncesiyle bir yandan okuyup, bir yandan da -babasından habersiz- kese örüp satarak geçimini sağlamıştır. Gelecekte lazım olacağını düşünerek para biriktirmeye de başlamıştır.

1831 yılında amcasıyla birlikte ticarî bir ziyaret için İstanbul’a gelmiş ve burada ilim öğrenme isteği daha da artmıştır. Ağabeyinin de askerden döndüğünü, babasına onun yardımcı olabileceğini öğrenince babasının izniyle İstanbul’da kalmış ve bir daha dönmemiştir. İzin almak için şu şiiri yazmış:

“Yedimle kese örmüştüm mukaddem / Onun esmânıdır ey amm-i ekrem / Eğerçi bende yoktur pul-i ahmer / Muînimdir Cenâb-ı Zât-ı Sübhan / Zâhirim yok, bilirsin burda bir kes / Kifâyet eyler Allah mukaddes.”

Yani: “Ey kıymetli amcacığım! Önceden elimle kese örmüştüm, biriktirdiğim paralar da onlardandır. Gerçi daha fazla, çil çil paralarım yok. Fakat Cenab-ı Mevlâ yardımcımdır. Burda tanıdığım kimsem de yok, ancak Allah kâfidir, yeterlidir.”

İstanbul medreselerinde


Beyazıt Medresesi’nde dinî ilimleri öğrenirken adı tespit edilemeyen bir şeyhe intisap etmiş ve bu zatın vefatından sonra tahsilini Mahmut Paşa Medresesi’nde sürdürmüştür. Sultan Abdülmecid’in hocası Hafız Muhammed Emin Efendi ve II. Mahmud’un hocası Abdurrahman Harputî gibi zatların da öğrencisi olmuştur. Sonra Mahmut Paşa ve Beyazıt Camilerinde ders okutmaya başlamış ve defalarca icazet vermiştir.

İstanbul’da tahsil hayatı boyunca tasavvufî çevrelerle münasebetini sürdüren Gümüşhanevî hazretleri, 1845 yılında Üsküdar Alaca Minare Tekkesi’nde Nakşibendî-Hâlidiyye yolunu yaymakla vazifeli Şeyh Abdülfettah Ukarî k.s. ile tanışmıştır. Ona intisap etmek istediyse de, Ukarî hazretleri, kendisini İstanbul’a irşad etmeye gelecek başka bir şeyhin yetkili olduğunu söyleyerek dostluklarının samimiyet ve sohbet sınırları içinde devam etmesini istemiştir.

Daha sonra İstanbul’a gelen Trablusşam müftüsü diye meşhur olan Halidî şeyhi Ahmed b. Süleyman el-Ervadî k.s. hazretlerine intisap etmiştir. Ervadî hazretleri, Mevlâna Hâlid Bağdadî k.s. hazretlerinin halifelerindendir. Gümüşhanevî hazretleri bu zattan Kadiriyye, Kübreviyye, Çeştiyye, Sühreverdiyye, Rifaiyye, Şazeliyye, Düsukiyye, Halvetiyye ve Nakşibendiyye kolları üzerine hilafet almıştır.

1847 yılında hilafet alıp irşada başlayan Gümüşhanevî hazretleri, tekkeler arası ayrılığın alabildiğine arttığı ve adeta rekabete dönüştüğü 19. asırda birleştirici ve müsamahalı bir irşad sistemi benimsemiştir. Nitekim aynı tavır Mevlâna Halid Bağdadî k.s. ve halifelerinin de usulüdür. Bu tavrıyla Gümüşhanevî hazretleri, hem tarikatlar arasındaki gerginliği hem de zâhir-bâtın ayrımı şeklinde süregelen ilmiye-sûfiye kırgınlığını gidermeye çalışmıştır. Nitekim; “Zamanımızda dervişlerin tarikat usulünü kaybettiklerini görünce, bu esasları bir araya getiren birleştirici bir eser yazmayı düşündüm.” diyerek “Câmi’u’l-Usûl” adlı eserini kaleme almıştır.

Bâb-ı Âlî karşısına dergâh

İrşada başladıktan sonra şöhreti yaygınlaşan Ahmed Ziyaeddin Gümüşhanevî hazretleri 1859 yılında Cağaloğlu’nda Bâb-ı Âlî (o zamanki başbakanlık) karşısındaki terk edilmiş haldeki Fatma Sultan Camii’ni tekke haline getirmiştir. Buraya hücreler ve harem dairesi yapılmıştır. Merhum Hüseyin Vassaf’ın aktardığına göre binlerce mürid bu tekkeye bağlanmıştır. Hatta “Müridleri bir milyonu aştı” denilmiştir. Anadolu ve Rumeli’ndeki halifeleri, yolun buralarda yayılmasına vesile olmuştur.

Gümüşhanevî hazretleri manidar bir mevkiyi tekke olarak seçmiş, devlet idaresine yön verici bir irşad faaliyeti yürütmüştür. Nitekim uzun mücadeleler sonunda kuruluşu engellenemeyen ilk faizli banka açıldığında bağlılarını faizden koruyabilmek için Osmanlı Devleti’nde var olan borç sandıklarına benzer, dergâh içi bir yardımlaşma ve borçlanma müessesesi kurmuş, böylece bankaya alternatif bir yardımlaşma sandığı oluşturmuştur.

93 Harbi diye bilinen Osmanlı-Rus savaşında bizzat cepheye gidip çarpışmış ve gönüllü gittiği bu savaşın biraz durduğu dönemde Of’a gelerek irşad hizmetinde bulunmuş, savaş tekrar başlayınca tekrar cepheye dönmüştür.

1863 yılında sarayın tahsis ettiği bir gemiyle -muhtemelen resmî bir görevle- hacca gitmiştir. 1877 yılında ikinci defa hacca gitmiş, Mekke-i Mükerreme ve Medine-i Münevvere’de hadis ilmi okutmuştur. Hac dönüşü İstanbul’a gelmeyip üç yıl kadar Mısır’da kalmış; Tanta ve Kahire’de Nasıriye, Ezher ve Hüseyin Camii’nde iki yüzden fazla talebeye ders okutmuştur. Burada Mısır Müftüsü Muhammed el-Menûtî, Şeyh Cevdet, Şeyh Mustafa es-Saidî ve Şeyh Rahmetullah el-Hindî’ye hilafet vermiş ve Tanta’da Seyyid Ahmed Bedevî k.s. hazretlerinin kabr-i şerifini ziyaret edip İstanbul’a dönmüştür. İstanbul’a dönünce daha önceki yıllarda olduğu gibi vaaz, ders okutma ve irşad ile meşgul olmuştur.

Hüseyin Vassâf anlatıyor


Sefine-i Evliya yazarı Hüseyin Vassaf k.s. o yılları kendi tanıklığıyla şöyle anlatır:

“Ziyaretçilerin ve müridlerin çokluğu Hz. Şeyh’in herkese yetişebilmesini imkan haricinde bırakmıştı. Gayet mücahid, riyazetkâr ve ilmiyle amel eden alimlerdendi. Çok azimliydi, hastalığında bile ders okutmuşlardır. Senede iki defa halvet ederlerdi. Biri Zilhicce ayında, diğeri de Receb ayında… Zikir esnasında müridleri arasında acaip haller zuhura gelirmiş. Vecd ve istiğrak haline düşenler pek çoktu. Hz. Şeyh daima hizmetkârlarıyla birlikte yemek yerlermiş. Yatsıdan sonra söz söylemezler, esasen lüzumsuz sözden hoşlanmazlardı. Fecrde mutlaka uyanırlar, sabaha dek ibadet ederlerdi.

Hz. Şeyh herkesin sevdiği biriydi. Nitekim alimlerden, fâzıllardan, devlet adamlarından pek çok zatın ve muhabbet erbabının baş tacıydı. Müridleri kendisine ziyadesiyle hürmetkâr ve muhabbetliydiler.

Gümüşhavî hazretlerini bir Ramazan-ı Şerif’te istekleri üzerine Beyazıt Camii’ne getirmişlerdi. Özellikle yapılmış bir arabaya koymuşlar ve arabayı müridleri çekmekteydi. Büyük bir kalabalık arabanın etrafını almış bir halde cami-i şerife getirirlerken gördüm. Latif cemalleri nur doluydu. Beyaz sakalı, başının tacı (sarığı), yüzündeki letafet, kendilerine farklı bir parlaklık vermişti. Cami-i şerifte hünkâr mahfilinin altındaki maksurenin pencere önünde şal yaydılar. Hz. Şeyh’i buraya getirdiler. Sağ elinin şehadet parmağı sürekli hareket ediyordu. Çok tespih kullanmaktan olduğu belliydi ve kalb-i şeriflerinin Allah zikriyle meşgul olduğuna parmağı şahitlik ediyordu. O zamanlar çocuk yaştaydım. Yanlarında bulundum, temaşa ettim. Kalbime büyük bir hürmet ve heybet hissi geldiğini halen hatırladım. Çok büyük bir zattı.

Boyu uzun, kırmızıya dönük beyaz yüzlü, çekme burunlu, açık alınlı, mübarek sağ gözünün altı biraz siyah, yuvarlak çehreli, kara gözlü, uzun kirpikli, beyaz sakallı ve başı traşlıydı. Entari, hırka, cübbe ve biniş giyerlerdi. Beyazı severler ve daima beyaz giyerlerdi.”

Dârü’l-hadis olan tekke


Ahmed Ziyaeddin Gümüşhanevî hazretleri zahirî ilimlerin tahsiline büyük önem vermiş, halifelerinde her şeyden önce ilmî yeterliliğin bulunmasını şart koşmuştur. Dergâh mensupları arasında kurduğu yardımlaşma ve borç sandığının yanında ev ve iş yerlerinde atıl duran menkul servetleri bu sandıkta toplatmış, bu para ile matbaa kurarak basılan eserlerin ücretsiz dağıtımını sağlamış ve özellikle ilim ehline kitapların ücretsiz ulaştırılmasını istemiştir. Aynı sermayeden tahsis edilen beş yüzer altınlık vakıflarla İstanbul, Bayburt, Rize ve Of’ta on sekiz bin ciltlik dört ayrı kütüphane kurmuş ve Anadolu’da ilmin yayılmasını amaçlamıştır.

Dinî ilimleri öğrenme ve Sünnet’e uyma hususunda Gümüşhanevî hazretleri tekkesinde hadis okutmaya ağırlık vermiş, böylece bu dergâh bir dârü’l-hadis hüviyeti kazanmıştır. Kendisi de bu sahada birçok eser kaleme almıştır. Yukarıda söylediğimiz gibi tekkelerde görülen yozlaşmaya karşı çıkmış, ulema ve meşayih arasındaki anlaşmazlıkları birleştirici bir tavırla gidermeye çalışmıştır.

Aralarında Kastamonulu Hasan Hilmi, Safranbolulu İsmail Necati, Dağıstanlı Ömer Ziyaeddin, Tekirdağlı Mustafa Fevzi, Lüleburgazlı Mehmed Eşref Efendi (Allah cümlesinin sırrını mukaddes kılsın) gibi huzur dersi muhatap ve mukarrirliğine kadar yükselmiş alimlerin de bulunduğu 116 kişiye hilafet vererek Nakşibendiyye yolunun Halidiyye kolunun yayılmasına hizmet etmiştir.

‘Mürşidim, pîrim, efendim!’

Gümüşhanevî hazretleri 13 Mayıs 1893 yılında vefat etmiştir. Yine Hüseyin Vassaf’ın tanıklığıyla o gün İstanbul adeta bir matemgâh olmuştur. Mübarek naaşları binlerce kişinin katılımıyla Süleymaniye Cami-i Şerifi’ne nakil olunmuş, Kanuni Sultan Süleyman merhumun türbesi bitişiğindeki kabre defnolunmuştur.

Vefatı üzerine halifelerinden irfan ehli Kolağası Fevzi Efendi şu tarih beytini söylemiştir:

“Söyledi Fevzî mücevher tarihi feryâd idüp
Fahr-ı bezmim mürşidim pîrim efendim el-firâk”

Yani: “Fevzi, feryad ederek bu mücevher gibi tarihi söyledi: Zamanımın övünç kaynağı, mürşidim, pirim, efendim. Ah ayrılık!”

Bu beytin ikinci mısrası ebced hesabı ile vefat yılı olan hicri 1311 yılına tekabül etmektedir.

Gümüşhanevî hazretlerinin eşi de yanına defnolmuştur. Eşinin mezar taşında devrin önemli şairlerinden Muallim Naci merhumun şu beyti yazılıdır:

“Hak-perestim arz-ı ihlâs etdiğim dergâh bir
Bir nefes ayrılmadım tevhîdden Allah bir”

Yani: “İhlâs arz ettiğim kapı birdir, Allah’ın kuluyum. Bir nefes tevhid ehli olmaktan ayrılmadım, Allah birdir.”
Eserleri

Ahmed Ziyaeddin Gümüşhanevî hazretlerinin Arapça kaleme aldığı 52 eseri vardır. Eserlerinin bazıları şunlardır:

Hadis: Râmûzu’l-ehâdîs, Levâmiu’l-Ukûl (I-V), Garâibu’l-Ehâdîs, Letâifü’l-Hikem, Hadîs-i Erbaîn.

Fıkıh ve Akaid: Câmiu’l-Menâsik alâ Ahseni’l-Mesâlik, Câmiu’l-Mütûn, el-Âbir fi’l-Ensâr ve’l-Muhâcir, Matlabu’l-Mücahidîn.

Tasavvuf: Câmiu’l-Usûl, Ruhu’l-Ârifîn, Mecmûatü’l-Ahzâb, Kitâbu’l-Ârifîn fî Esrâri Esmâi’l-Erbaîn.

Ahlâk: Necâtü’l-Gâfilîn, Devâü’l-Müslimîn, Necâtü’l-İhlâs.
Müridlere Nasihat

Gümüşhanevî hazretleri müridlerine şöyle nasihat etmiştir:

“Mürid kardeşlerinize daima güler yüzlü ve onlarla muhabbet üzere olun. Gıybet ve koğuculuk yapmaktan sakının. Mâlâyani şeyleri de bırakmak, dile almamak gerekir. Eğer sizden biri bu hale bürünse, gıybet ve koğuculuk yapsa, mâlâyani konuşsa, onu yumuşakça men edin, hatasını düzeltin. Aranızda sürekli din ve tasavvuf sohbeti yapın, böylece cehaletiniz gider, cehalet hastalığından, kötülüğünden kurtulursunuz. Allah ve Rasulü’nün kelamından konuşun, Allah dostlarının sözlerinden ve menkıbelerinden bahsedin.”