hafiza aise
Mon 25 April 2011, 12:40 pm GMT +0200
İkinci Mektup Bizans'a
o gün için Bizans, dünyaya egemen iki büyük devletten birisiydi ve Allah Resülü (sallallahu aleyhi ve sellern), ashabından Dıhyetü'l-Kelbl'yi yanına çağırıp onu da Bizans kralı Hirakl'e gönderdi; eline verdiği mektubunu Busra emirine vermesini söylüyordu.
Bu sıralarda Hirakl, Kudüs'te bulunuyordu. Şayet Farslılara galip gelirlerse Hıms'tan Kudüs'e kadar yaya yürüyeceğine dair yemin edip, kendine söz vermiş, böyle bir netice alınca da sözünü yerine getirmek için yaya olarak Kudüs'e kadar gelmişti.
Efendimiz'in mektubunu alan Hz. Dıhye, doğruca Busra'nın yolunu tuttu; burada Bizans'ın Busra valisi Haris'i bulacak ve bu mektupla birlikte kendisini, Rum meliki Hirakl'e ulaştırmasını isteyecekti.
Mektubu alan Haris, Efendimiz'in elçisi Hz. Dıhye'nin yanına, yakın adamlarından Adiyy İbn Hôtem'ı katarak onu, o esnada Kudüs'te bulunmakta olan Hirakl'in yanına götürmesini istedi ve böylelikle Hz. Dıhye için yeni bir yolculuk daha başlamış oldu. Bu sırada bazı kimseler onun yanına yaklaşıyor ve kralın huzuruna girerken yüzünü yere kapayıp secde etmesini ve kral izin vermedikçe de başını yerden kaldırmamasını söylüyorlardı. Allah'tan başkasına secde etmeyeceğini söylediğinde ise, kralın kendisini kabul etmeyeceği ve huzurundan kovacağına dair tehditler savurmaktan geri durmuyorlardı.
Hirakl, yıldızlara bakıp da onlardaki hareketlerden farklı anlamlar çıkaran mahir bir adamdı ve bu sıralarda Kudüs'te mağmum bir hava hakimdi. Üzüntüsünün sebebini soranlara Hirakl:
- Bu gece yıldızlara baktığımda ben, bu ümmetin sünnetlileri arasında hıtan melikinin zuhür ettiğini gördüm, diyor ve soruyordu:
249 Ancak ikinci gemi denizin ortasında batacak ve kendi oğlu dahil altmış kişi boğularak ölecektir. Bkz. Taberi, Tarih, 2/132; İbn Hacer, el-İsôbe, 1/65; İbn Esir, Usudu'I-Gabe,1/38
- Bu ahali içinde sünnet olanlar kimlerdir?
- Yahudilerden başka sünnet olan yoktur, diye cevapladılar.
'Onlardan da endişelenmene hiç gerek yok; emrin altındaki şehirlere yazarsın ve ne kadar Yahudi varsa hepsini öldürürler ve sen de böylelikle endişelerinden kurtulmuş olursun!
İşte böylesine kederli bir dönemde Hz. Dıhye gelmiş Efendimiz'in mektubunu Rum Kayseri Hirakl'e ulaştırmıştı:
- Ey kral, diyorlardı. Bu adam, Araplardan Şamlı biridir; kendi beldesinde gerçekleşen önemli bir işi sana anlatmak üzere gelmiştir!
Hirakl, bir yandan Hz. Dıhye'ye diğer tarafta da elinde duran mektuba bakıyordu; mektup Arapça olduğu için hemen bir tercüman çağırdı ve ardından da onu okutmaya başladı:
- Ralıman ve Rahim olan Allah'ın adıyla ...
Allah'ın Resülü Muhammed'den, Rumların büyüğü Hirakl'e ... Daha tercüman bu kelimeleri söyler söylemez, Hirakl'in yeğeni-
nin göğsüne indirdiği yumrukla yere yığılıverdi:
- Adamın mektubunu görmüyor musun, diyordu. Senin isminden önce kendi adıyla başlamış ve üstelik senin hükümdar olduğunu söylemeyip sadece Rumların büyüğü olduğunu zikretmekle yetinmiş! Bugün bu mektup burada okunamaz!
- Vallahi de sen, ya küçük bir akılsız ya da büyük bir delisin, diye karşılık verdi Hirakl. Ben senin böyle olduğunu bilmiyordum. Daha mektubun içine bakıp onu okumadan onu yırtmak mı istiyorsun? Hayatıma yemin olsun ki, şayet O, söylediği gibi gerçekten Allah'ın Resülü ise, mektubuna benim ismimden önce kendi adıyla başlamakta, beni de Rumların büyüğü diye anmakta haklıdır. Çünkü ben, onların hükümdarları değil, sadece sahibiyim; hem benden başka da sahipleri yok ya! Hem şayet Allah dileseydi, Farslıların kralları Kisra üzerine yürüyüp de onu öldürdükleri gibi onları da benim üzerime yürütürdül
Bunları söyledikten sonra Hirakl, tercümana emretmiş ve mektubun kalan kısmını da okutmuştu:
- Selam ve esenlik, hidayete tabi olanların üzerine olsun! Sözün özüne gelince; Ben seni, İslam'ın engin dünyasına davet ediyorum;
Müslüman ol ve selameti bul ki Allah da sana, iki katıyla mükafat versin! Eğer bu davetimi kabul etmezsen bil ki, yoksul çiftçiler dahil bütün halkının günahı da senin boynunadır.
Allah Resülü (sallallahu aleyhi ve sellem) mektubuna bir de ayet yazmıştı; bu ayette Yüce Mevla, Hirakl gibi ehl-i kitap olanlara hitap ediyor ve onlara Allah Resülü'nün şunları söylemesini emrediyordu:
- De ki, "Ey Ehl-i kitap! Bizimle sizin aramızda birleşeceğimiz, müşterek ve adil şu sözde karar kılalım: 'Allah'tan başkasına ibadet etmeyelim .. O'na hiçbir şeyi şerik koşmayalım .. kimimiz kimimizi Allah'ın yanında rab edinmesin." Eğer bu daveti reddederlerse, o zaman onlara, "Bizim, Allah'ın emirlerine itaat eden müminler olduğumuza şahid olun" deyin.25o
Mektubun tamamını dinleyen Rum meliki Hirakl'ın dudaklarından şu cümleler dökülecekti:
- Vallahi de ben, Davüd oğlu Süleyman'dan sonra 'Bistnillahirrahmônirrahim' diye başlayan böyle bir mektubu hiç duymamıştım!
Ardından da yanında bulunanları dışarı çıkarıp huzuruna, Hristiyanlık adına en büyük otoriteye sahip din adamlarını çağırdı; fikirlerini soruyordu. Rahiplerin başı olan Uskuf:
- Kendisinden başka ilah olmayana and olsun ki, diye yeminle başladı sözlerine. Şüphe yok ki O, Musa ve İsa'nın bize geleceğini müjdelediği; bizim de gelişini gözleyip durduğumuz peygamberdir!
Önemli bir yol ayrımına gelinmiş görünüyordu ve Hirakl, Uskura sordu:
- Peki sen bu durumda bana ne yapmamı tavsiye eder, nasıl davranmarnı uygun görürsün?
- O'na tabi olmanı uygun görürüm, diyordu gözü yaşlı papaz.
Ancak Hirakl'in endişeleri vardı:
- Ben, senin dediğin şeyi çok iyi biliyorum, dedi önce. Fakat O'na tabi olmaya gücüm yetmez; çünkü bu durumda hem hükümdarlığını elimden gider hem de Rumlar beni öldürürler!
Bu sırada yıldızlara bakıp da gördüğü şeyaklına geldi ve Hz.
250 Bkz. N-i İmran, 3/64
Dıhye'yi çağırıp sünnetli olup olmadığını öğrenmek istedi. Sonuç, beklediği gibiydi ve Allah Resülii (sallallahu aleyhi ve sellern), sünneti emrediyor ve ashabı da sünnet oluyordu.
Kayser için zaman daralıyordu; önce Allah Resülü'niin mektubunu alıp başının üzerine koydu ve sonra da alıp öpmeye başladı; ardından da onu, ipek ve kadife kumaşlar arasına sarıp itina ile koruma altına aldı.
Çok geçmeden bir de mektup yazıp Roma'dan görüş almak istedi; orada Dağatır adında kendine denk bir dostu vardı ve onun da fikrini almak istiyordu. Ancak bu mektubun cevabı gelinceye kadar bir hayli zaman geçecekti ve bu cevap geleceği ana kadar konuya açıklık getirecek başka bir delil daha bulmalıydı ve yanındakilere sordu:
- Peygamber olduğunu söyleyen şu adamın kavminden, buralarda birileri var mı?
Bu bir arayıştı ve kısa zamanda Gazze yakınlarında Kureyş'e ait bir kervan bulunacaktı. O gün bu kervanda Ebu Süfyan bulunuyordu ve kralın huzuruna getirilen Ebu Süfyan'a, kral sorular soracak, aldığı cevaplar karşısında Efendimiz'in risaleti ile önceki peygamberlerin vazifelerini kıyaslayarak O'nun beklenen Nebi olduğunu söylemekten çekinmeyecekti.
Ardından, etrafındaki Rum büyüklerine emrederek ileri gelenlerin kendi köşkünde toplamalarını istedi. Herkes gelip de vakit tamam olunca köşkün kapılarını da kapattırmıştı. Kendisi de yüksek bir yere yerleşip herkese hakim bir noktada duruyor, konuşacakları karşısında ne türlü tepki verecekleri konusunda endişe duyuyordu. Sözlerine:
- Ey Rum cemaati, diyerek başladı. Şüphesiz ki bana, Ahmed'in mektubu geldi; şüphe yok ki vanahi de O, İsa'nın kendisini müjdelediğinde şüphe olmayan ve hepimizin de beklediği peygamberdir! Kitaplarımızda özelliklerini bulup da geleceği günü gözlediğimiz, özelliklerini bilip de geleceği zamanı tahmin ettiğimiz Nebi'dir O. Öyleyse gelin sizler de O'na iman edip teslim olun, O'na tabi olup arkasında saf bağlayın ki dünya ve ahiretiniz de sizin adınıza selametli olsun!
Hirakl'in bu sözleri Rum ileri gelenlerini kızdırmıştı; köşkün içinde büyük bir gürültü kopmuş, herkes homurdanarak Hirakl'e
itiraz ediyordu. Krallarına kin ve nefretle bakıyorlar, onun davetine icabet etmemek için de dışarı çıkıp kaçmak istiyorlardı; vahşi hayvanlar gibi kaçışıyorlardı! Ancak kapılara yöneldiklerinde bunun mümkün olmadığını görecek ve ayrıca hiddetleneceklerdi.
Manzara)'! bulunduğu yüksek yerden seyreden Hirakl'in, iman konusundaki endişeleri giderek artmış ve üzerine büyük bir korku hakim olmuştu. Bu insanlarla ilişkilerini düzeltmediği takdirde saltanatını da canını da tehlikede görmeye başlamıştı. Onun için:
- Buraya gelin, diye arkalarından seslenmeye başladı; adamlarına da emrediyor, kaçanların geri getirilmesini istiyordu. Zaten dışarı çıkma imkanı bulamayan önde gelenler, kralın bu telaşlı davetini de merak ederek yeniden geri dönmüşler, neler söyleyeceğini merak ediyorlardı: Yine:
- Ey Rum cemaati, diye başladı sözlerine. Biraz önce size söylediklerimi, sizin dininize olan bağlılığınızı ölçmek için söyledim; şimdi görüyorum ki sizler, beni memnun edecek bir tavır içindesiniz!
Bu tavır, Rum önde gelenlerini oldukça memnun etmişti; bu sefer de büyük bir tazim ve saygı ile önünde secdeye kapanıp temenna durmaya başladılar.
İşlerin sarpa sardığını görür görmez kralın yan çizdiğini müşahede eden Uskuf, bildikleri halde insanların bunu kabullenmek istememeleri karşısında dayanamayacak ve:
- Ben şehadet ederim ki O, Allah'ın Resülii'diir, diye haykıracaktı. Bir anda bütün gözler onun üzerinde odaklanıvermişti; nefretle bakıp şiddetli tepki gösteriyorlardı! O kadar ki, kin ve nefretlerine hakim olamayacak ve üzerine üşüşüp Uskufu oracıkta linç edip öldüreceklerdi. 251